9 Mart 2019 Cumartesi

Bu gün gündemin karmaşası içinde kaybolup gitmiş bazı yorumlar...

  1. MEHMET TEKİN YILMAZ : ABD KİMİ TERCİH EDER?
    1. ERDOĞAN'IN BEKA SORUNU OLARAK TÜRKİYE'YE BİLİNÇALTINDAKİ KORKUSUNU GİZLEYEREK DİLE GETİRDİĞİ VE ONU UYKUSUZ BIRAKAN TÜRKİYE'DEKİ TEK KİŞİ;
    2. "TORNACININ İYİ İNGİLİZCE KONUŞAN OĞLU; ABDULLAH GÜL"
    3. "KAYSERİLİ TORNACININ İYİ İNGİLİZCE KONUŞAN OĞLU"
  2. ERCAN CANER : NATO'NUN TÜRKİYE'YE GİZLİ VE DOLAYLI SİLAH AMBARGOSU
    1. 0 Mayıs 2017
    2. NATO'nun Türkiye'ye Gizli ve Dolaylı Silah Ambargosu
    3. Çeviren: Ercan Caner Sun Savunma Net 29 Mayıs 2017
  3. TÜRKİYE'NİN AÇMAZI "SAZAN SARMALI"
    1. TÜRKİYE'DE DURUM NE?

MEHMET TEKİN YILMAZ : ABD KİMİ TERCİH EDER?

ERDOĞAN'IN BEKA SORUNU OLARAK TÜRKİYE'YE BİLİNÇALTINDAKİ KORKUSUNU GİZLEYEREK DİLE GETİRDİĞİ VE ONU UYKUSUZ BIRAKAN TÜRKİYE'DEKİ TEK KİŞİ;

"TORNACININ İYİ İNGİLİZCE KONUŞAN OĞLU; ABDULLAH GÜL"

ABD'nin Beyaz Saray'ı ziyaret edecek olan Cumhurbaşkanı başbakan gibi üst düzey bürokratlar hakkında o ülkedeki konsoloslukları büyükelçilikleri CIA elemanları yerli işbirlikçileri aracılığıyla ailesinden tutunda hırslarına zaaflarına kadar geniş çaplı istihbarat çalışması yaptıklarını elde edilen bilgilerden o kişiye ait bir karakteristik portrenin çıkartılarak Washington'a gönderilir. İşte bu portre söz konusu kişiye nasıl davranılması gerektiğinden tutun da nasıl bir üslubun kelimelerin kullanılması gerektiği konusunda belirleyici olur. ABD kriptolarında "ABD yanlısı" olduğu teyit edilen ve yine ABD'nin "Cambaz" lakabını taktığı lâik cumhuriyetçilerin bile uzlaşmacı demokrat sempatik bulduğu ABDULLAH GÜL

"KAYSERİLİ TORNACININ İYİ İNGİLİZCE KONUŞAN OĞLU"

Amerikan kriptolarında yer alan bu ifade Abdullah Gül'ün Oval ofisteki biyografisini özetleyen en önemli detaydır. Gül hakkında yazılan en eski kripto ise AKP'nin seçimi kazanmasından 13 gün sonra yani 16 Kasım 2002'de kaleme alınmış. Bu kriptodan iki gün sonra da Gül 18 Kasım 2002'de 58. Hükümeti kurdu. R. Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için Gül tarafından kurulan 58. hükümetin başına Erdoğan'ın gelmesi için Deniz Baykal'ın da dahil olduğu türlü entrikalar çevrildi ve dört ay içinde Erdoğan'ın siyasi yasağı kaldırılarak 11 Mart 2003'te Gül görevini Erdoğan'a teslim etti. Bu kısa hatırlatmadan sonra asıl konumuz olan Abdullah Gül'ü anlatalım biraz.

ABD Büyükelçiliği Baş Müsteşarı Robert S. Deutsch tarafından kaleme alınan Büyükelçi W. Robert Pearson'nun onayladığı 16 Kasım 2002 tarihli "kişiye özel" ibareli bu kripto aynı zamanda Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer'in hükümeti kurma görevini Abdullah Gül'e verildiğini duyuran kriptodur. Abdullah Gül'ün başbakan olmasından hemen sonra yazılan bu kriptoda Gül'ün portresini özetleyen kısa bir biyografi hazırlanmış. Tornacının oğlu Abdullah Gül hakkında yapılan istihbarat çalışmaları sonrasında elde ettikleri bilgileri Washington'a rapor eden Robert Deutsch şu bilgileri vermişti:

"Abdullah Gül 1950'de Anadolu'nun göbeğinde Kayseri'de yoksul fakat dindar bir işçi sınıfı ailesinin çocuğu olarak doğdu. Babası torna tezgâhtarıydı. İst. Ünv. İktisat Fakültesinden mezun oldu. Sakarya Ünv. Endüstri Mühendisliği doçenti olarak görev yaptı. 1980'lerde Cidde'de İslam Kalkınma Bankasında iktisadi uzman olarak çalıştı. 1991'de Necmettin Erbakan'ın İslamcı Refah Partisinden parlamentoya girdi. 1996-1997'de Erbakan liderliğindeki hükümette dış politikadan sorumlu devlet bakanı olarak görev yaptı. (Esasen Refah'ın koalisyon ortağı dışişlerinde Tansu Çiller'e olan güvensizliği nedeniyle hükümet içi bir gölge dışişleri bakanıydı. ) Refah'ın yasaklanmasından sonra kurulan Fazilet Partisinde yine Erbakan'ın yanındaydı. Ancak daha sonra reformcu bir hareket başlattı ve Erbakan'ın bizzat aday gösterdiği Recai Kutan'a karşı genel başkanlık için doğrudan bir yarışa girdi ve az bir farkla kaybetti. 2001'lerde Ak Partiyi kuranlardandı. Arapça ve akıcı İngilizce konuşuyor. Evli üç çocuklu. "

Dikkat edilecek olursa biyografi de önemli bir ayrıntı hemen fark edilecektir. Gül'ün koalisyon hükümetinde gölge bakan yani Erbakan'ın "ajanı" olarak görev yaptığı not edilmiştir. ABD / Gül ilişkilerinde Gül'e verilen görevlerin yerine getirmesi için motive edildiği başarısız kaldığı durumlarda ise Gül'ün ABD'den özür dilediği veya başka şekilde telafi etme girişimlerinde bulunduğu en dikkat çeken ayrıntılar arasında yer alıyor. Pearson Gül'ün ABD zihniyeti ve dış politika konusunda mükemmel bir kavrayışa sahip olduğunu ileri sürerek ABD'nin bölge çıkarlarını koruyabileceğini ve bu konuda ABD stratejilerini önerilerini kabul edebilecek bir ideolojiye sahip olduğu hatırlatmasında bulunuyor. Ayrıca yıllarca Refah ve Fazilet partisi içinde de-facto (fiilen) bir sözcü gibi hizmet verdiği İslamcı muhatapları tarafından mantıklı açık görüşlü olarak değerlendirildiği de not olarak düşülüyor.

Pearson'un not olarak düştüğü bu önemli ayrıntılar Abdullah Gül'ün içinde bulunduğu İslami sözüm ona muhafazakâr harekete karşı bile sinsi bir politika izlediğine işaret etmektedir. ABD'nin yakın ilişkide olduğu kişilerin başında gelen Gül'ün Türkiye'nin İslami başörtüsü takan kadınların toplumun tam katılımcıları olarak kabul etmesi gerektiği konusundaki inancında samimi olduğuna dikkat çekilirken eşi Hayrünnisa'nın AİHM'e açtığı davaya da yer veriliyor. Gül'ün bakış açısıyla sivil-asker ilişkilerinin de analiz edildiği kriptoda asker-sivil arasındaki dengesizliğin giderilebilmesi gerektiğine inancının da tam olduğunun altı çiziliyor. Kısacası ABD'nin Türkiye'de uygulamaya koyduğu dönüşüm projesi için Abdullah Gül'ün uygun güvenilir birisi olduğunu üzerinde ısrarla duruluyor. Abdullah Gül'ün ABD'li diplomatla gerçekleştirdiği özel bir sohbette asker-sivil ilişkisine dair aktardığı bilgi kriptoya şu şekilde yansıyor:

"Gül bize dobraca dedi ki; bu tür demokratik reform için ısrarcı olmak eğer Kemalist müesses nizam tarafından "istikrarsızlaştırıcı" olarak algılanacaksa varsın olsun. "

Gül'ün reformdan kastı; ABD'nin çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin dönüştürülmesiydi.

Daha net ifadeyle Türkiye'yi istikrarsızlaştırma projesinin üzerine Gül'ün de dediği gibi "reform" örtüsü atılarak uygulamaya konulmuştu. Bu kriptodan 6 gün sonra yani 22 Kasım 2002'de ikinci bir telgraf Ankara Büyükelçisi siyasi müsteşar vekili Nicholas Kass tarafından kaleme alınıyor. Gül'den ziyade ailesi hakkında bilgiler içeren bu kriptoya ise "Yeni Türk Başbakanı Abdullah Gül'ün Ailesi" başlığı atılmış ve "KİŞİYE ÖZEL" ibaresi düşülmüş. Erdoğan'ın İslam etkisindeki AK Partinin iki numaralı adamı Abdullah Gül'ün bir demokrat siyasi reformcu bununla birlikte İslam'ı ciddiye alan bir ailenin reisi olduğu ve ahlaki eğilimlerini dışa vurduğuna dikkat çekilen bu kriptodan yalnızca Gül'ün değil eşi Hayrünnisa'nın da ABD'li diplomatlarla görüştüğünü öğreniyoruz. Hayrünnisa Gül'ün Türkiye hakkında ABD'li diplomata neler söylediğini önce kriptodan okuyalım:

"Gül'ün eşi Hayrünnisa ve üç çocuğu başbakanın kuvvetli Müslüman inancını paylaşıyor ve dışa vuruyorlar. 40'lı yaşlardaki bayan Gül İslami başörtüsü takıyor. Genç 16 yaşında evlenen Hayrünnisa birçok elit Türk tarafından tipik bir örtünen evli Müslüman kadın olarak algılanabilir. Ancak ağırbaşlı olmakla birlikte muhafazakâr ama şık kıyafetlerinin gösterişli fakat zevkli mücevheratının ve Kemalist adaba kafa tutma konusundaki çelik kararlılığın yansıttığı bizatihi dikkat çekici bir varlığı var. "

Abdullah Gül neredeyse Amerikan kriptolarının tamamında yer alıyor. Kriptolarda Abdullah Gül'ün de dahil olduğu ABD'nin bölge çıkarlarını destekleyen en önemli isimdir.

ABD'nin siyasi müsteşarı Robert S. Deutsch'ın deyimiyle Abdullah Gül AKP'nin kuruluşundan itibaren görev aldığı başbakanlık dışişleri bakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde sahne arkasından ABD çıkarları için çalışmış ve uzlaşmacı sempatik objektif demokrat gibi kendisinde olmayan vasıfları maske olarak kullanarak kamuoyunu manipüle etmiştir. Gül yalnızca sözüm ona kendisine muhalefet edenleri değil içinde bulunduğu hareketi de bu maskelerle kandırmış aldatmıştır.

Gül'ün etkilendiği iki önemli isim vardır. Bunlardan birisi bir dönem FETÖ'nün yayın organlarından Zaman gazetesinde yazan 2013 yılında Ergenekon sürecinde "Akil Adamlar" arasında yer alan ve şu an Star Gazetesinde Taha Kıvanç lakabıyla yazan Fehmi Koru diğeri ise Abdullah Gül'e dış politikada baş danışmanlık yapan Ahmet Davutoğlu'dur. Bugün Gül'ün yeniden siyasete dönme girişimlerinin ardında yine ABD vardır. Çünkü AKP ile Ortadoğu planından bir hayli yol alan küresel emperyalizm artık Erdoğan'ı kontrol etmekte zorlanıyor. Bu da BOP'un tehlikeye girmesi anlamına geliyor. O nedenle Gül ve nüvelerini yeni bir çatı altında toplayarak ve sahaya sürerek AKP'yi oyun dışına atmayı planlıyor. Şayet Gül yeniden siyasete dönecek olursa en başta Ahmet Davutoğlu'nu yanına alacaktır. Fehmi Koru ise siyasetin içinde yer almasa bile yazdığı gazeteden eskiden olduğu gibi Abdullah Gül'e yol gösterip strateji konusunda yardımcı olacaktır.

Mehmet Tekin Yılmaz

ERCAN CANER : NATO'NUN TÜRKİYE'YE GİZLİ VE DOLAYLI SİLAH AMBARGOSU

0 Mayıs 2017

NATO'nun Türkiye'ye Gizli ve Dolaylı Silah Ambargosu

Çeviren: Ercan Caner Sun Savunma Net 29 Mayıs 2017

Savunma analizcisi Koray Gürbüz'ün Türkiye Sputnik'e yaptığı açıklamaya göre; ABD liderliğindeki Kuzey Atlantik İttifakı silah satışlarında Türkiye'ye silah ambargosu uygulayarak Ankara'nın askeri imkân ve kabiliyetlerini sınırlandırmaktadır.

Almanya ve diğer NATO üyeleri Türkiye'ye karşı dostane olmayan bir tutum sergilemektedir. Bir taraftan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve ona bağlı Halkın Koruma Birlikleri (YPG) dahil Türkiye'ye karşı savaşan silahlı grupları desteklerken diğer taraftan da Türkiye'ye yapılan silah teslimatlarında örtülü ve dolaylı bir ambargo uygulamaktadırlar.

Ankara Bilkent Üniversitesi savunma uzmanlarından ve eski Türk Gaziler Derneği başkanı Gürbüz bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin NATO standartları ile uyumlu silahları kullanmak zorunda olduğunu ve askeri bloğun diğer üyelerinden sadece bu tür silahları satın alabileceğini açıklıyor.

Silah alımlarında bir sorun yaşanmadığını ifade eden Gürbüz mühimmat ve yedek parça alımlarında ise geciktirmeler dahil sorunlar yaşandığına dikkat çekmektedir. Sonuç olarak Türkiye ihtiyaç duyduğu anda bu silahları kullanamamaktadır. Durum neredeyse 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasındaki ile aynıdır.

20 Temmuz 1974 günü Türk ordusu Kıbrıs'ta gerçekleştirilen askeri darbeden beş gün sonra birliklerini adaya göndermiştir. Ankara ateşkes ilan edilmesi öncesinde adanın yaklaşık olarak %3'ünü işgal etmiş sonraki ay devam eden operasyonlar ile adanın %40'ını ele geçirmiştir.

Ankara'nın müdahalesi Birleşmiş Milletleri harekete geçirmiş ve her iki ülkeye de silah ambargosu uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye üzerindeki sınırlamalar üç yıl sonra kaldırılırken Kıbrıs'a uygulanan ambargo hala sürmektedir.

NATO üyesi ülkeler bölgede barışa gerçekten katkı yapmayı gerçekten istiyor ve bu hususta gerçekten samimi iseler öncelikle teröristleri desteklemeyi bırakmalıdırlar. Halen Suriye'de sayısız terörist grup bulunmaktadır. NATO üyesi ülkeler bunların birçoğuna lojistik destek sağlamış ve halen de sağlamaya devam etmektedir. Örneğin NATO silah verme konusunda Özgür Suriye Ordusuna büyük oranda destek sağlamaktadır. Eğer bugün PKK savaşçıları Türkiye ile Suriye arasındaki sınır boyunca serbestçe hareket edebiliyorlar ise bunun nedeni; sözde NATO müttefiki olan üye ülkelerin bu terör örgütüne verdikleri destek ve yaptıkları yardımlardır.

Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazar ile Sputnik'in görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının orijinaline aşağıdaki linki tıklayarak erişebilirsiniz.

https://sputniknews-com.cdn.ampproject.org/c/s/sputniknews.com/

amp/military/201705261054019274-nato-turkey-arms-embargo/

TÜRKİYE'NİN AÇMAZI "SAZAN SARMALI"

"Türkiye ölçeğinde bir ülkeyi silahla falan diz çöktüremezsiniz; ama midesinden yakalarsanız burnuna halka takılmış ayı gibi oynatmanız mümkün olur. "

Soğuk Savaş döneminde ABD'nin izlediği stratejinin 3 ana ayağı vardı:

1) Dünya petrol ticaretini kontrol etmek

2) Komünist olmayan ülkelerin silâh pazarına hâkim olmak

3) Dünya tarımsal üretimi üzerinde egemenlik kurmak

(Kaynak; https://www.globalresearch.ca/agribusiness-giants-seek-to-gain-worldwide-control-over-our-food-supply/7735 )

ABD dışişleri eski bakanı Henry Kissinger 1970 yılında "petrolü kontrol ederseniz ülkeleri gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz" şeklinde bir cümle sarf etmişti. Bu cümlenin ne anlama geldiğini ne yazık ki hâlâ anlayamayan siyasetçilerimiz var.

Oysa ki Atatürk; reticilerden yoksun olan milletler üretenlerin esiri olur. MİLLİ EKONOMİNİN TEMELİ ZİRAATTIR. Köylü milletin efendisidir. " diyerek çok önceden bu tehlikeye karşı bizleri uyarmıştı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan gıda sıkıntısı savaşan ülkeleri tarımsal üretimini artırmaya yönlendirdi. Bu konuda başı çeken hiç kuşkusuz ABD idi. "Yeşil Devrim" olarak adlandırılan 1950-70 yılları arasında ABD daha fazla ürün elde etmek amacıyla tohum ıslahı makineleşme kimyasal gübre ve sulama gibi çeşitli teknolojileri tarımda kullanmaya başladı. Bunun bir sonucu olarak ülkede zamanla küçük ölçekli çiftçilik kayboldu endüstriyel tarıma geçildi. Bu dönemde dünya tarımsal üretimini kontrol etme ABD kapitalizminin jeopolitik stratejisinin en önemli unsurlarından biri haline geldi. Bu süreci Avrupada yakından takip etti.

1970'li yıllarda petrol fiyatları hızla tırmanırken aynı paralelde tahıl fiyatları da 3-4 katına çıkıyordu. Kendi ihtiyacının çok çok üzerinde bir üretim kapasitesine ulaşan ABD bu sayede dünyada tahıl arzını ve fiyatını kontrol eden tek ülke haline geldi. Kissinger'ın istediği şey hayata geçiyordu.

Gelişmekte olan ülkelerin geniş topraklar üzerinde çok büyük üretim kapasitelerine sahip tarımsal işletmeleri kuracak ekonomik güçleri yoktu. Üstelik buralarda yapılacak üretimi destekleyecek makine kimyasal ilaç ve gübre ile ıslah edilmiş tohum teknolojilerinden de yoksundular. Bu sebeple dünyada yaşanan acımasız tarımsal rekabetin giderek gerisinde kalarak her geçen yıl daha az üretir hale geldiler ve sonunda halklarını doyuramayacak duruma düştüler. Bunun bir sonucu olarak da gıda temini için Dünya Bankası Uluslararası Para Fonu (IMF) ve küresel piyasalardan borç almak zorunda kaldılar. Borçlarını ödeyecek üretim kapasitesini hiçbir zaman yakalayamadıklarından zamanla faiz sarmalında tekrar sömürgeleştiler. Zaten planlanan da buydu.

ABD tarım bakanı John Block 1986'da Uruguay'da yapılan tarımla ilgili bir toplantıda; "ülkelerin kendi kendini beslemeye yetmesi fikrinin artık çağ dışı kaldığını" söyleyerek katılımcıları gıda güvenliklerini ABD'den çok daha ucuza ithal edebilecekleri tarım ürünleriyle sağlayabileceklerine inandırmaya çalışıyordu. John Block o yıllarda ABD'nin tarım ürünlerini nasıl bu kadar ucuza mal ettiği konusunda hiçbir bilgi vermiyordu. Washington Dünya Ticaret Örgütü'nün kaldırılmasını dikte ettiği tarımsal destekleri (sübvansiyon) kendi çiftçisi için her sene giderek attırmaktaydı ve aynı zamanda tarım araştırmalarına inanılmaz destekler veriliyordu. Böylece tarımda gen devrimi yaşandı.

Bugün geldiğimiz noktada Monsanto Bayer Cargil gibi büyük şirketler neyin yenileceğine nasıl üretileceğine ve nasıl işleneceğine karar verir hale geldi. Bu şirketler tohumdan tabaktaki yemeğe kadar tüm gıda zincirini kontrol etmeyi amaçlıyor.

Çiftçilerin binlerce yıl tecrübeyle elde ettikleri tohumlar çalındı. Çiftçi kimyasal yöntemlerle üretilen genetiğiyle oynanmış ilaç ve besin bağımlısı hibrit tohumlara mahkûm edildi. Büyük şirketlerin tekellerinde topladıkları tohum sertifikaları çiftçiler arasındaki tohum ticaretini neredeyse bitirdi. Bu tohumlar tek bir seferlik ürün verdiği için çiftçiler her yıl bu şirketlerini kapısını tekrar çalmak zorunda. Aynı zamanda ülkeler vaat edilen verimliliği sürdürebilmek için yine bu şirketlerin ürettiği pestisit ve herbisit gibi ilaçlarla kimyasal gübrelere döviz ödemek zorunda. Bütün bunlara çiftçinin kullandığı tarım makinaları ve onların yaktığı mazotu da eklerseniz tarım üretiminin ne kadar çok dış girdiye bağımlı olduğunu görürsünüz. Gelişmekte olan ülkeler "ara mal girdisi" olmadan tarımsal üredim yapamaz hale geldi.

TÜRKİYE'DE DURUM NE?

Gelelim Türkiye'ye. Cumhuriyet döneminde Türkiye'ye tarım konusunda ilk dayatma 1954 yılında geldi. Başbakan Adnan Menderes ABD'den Türkiye'ye yapılan yardımı 300 milyon dolar artırmasını istemişti. ABD Türk ekonomisinin düzelmesinin ancak tarıma uygulanan desteklerin azaltılmasıyla başarılabileceğini vurgulayarak isteği geri çevirdi.

Asıl ciddi saldırı 12 Eylül 1980'de oldu. Darbe öncesi ülke ekonomisi batık vaziyetteydi. Borçlarımızı geri çevirecek miktarda borç bulabilmek için neoliberal ekonomi politikalarını yürürlüğe koymak zorunda kaldık. 24 Ocak kararları temelde tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklemelerin azaltılmasını dayatıyordu. Dışarıdan gıda alımına konulan gümrük tarifelerinin iç piyasayı terbiye etmek maksadıyla düşürülmesi isteniyordu. Konu ile ilgili bazı çevreler isteklerin ABD ve Avrupa ülkelerinde giderek artan tarım ürünleri stoklarının eritilmesine bağladı. Ama aslında yapılmak istenilen bambaşka bir şeydi.

1988 tarihinde tohum ithalatına gümrük muafiyetleri getirildi. İlerleyen yıllarda baskının dozu giderek arttı. 5 Nisan 1994 kararları bağlamında IMF'e verilen taahhütler kapsamında destekleme alımlarına giren ürün sayısı giderek azaltıldı. Daha sonra 10 Ocak 1996 tarihinde devreye giren Gümrük Birliği Antlaşması ile tarım ürünlerinin ithalatına konulan kısıtlamaların bir kısmı daha kaldırıldı. Tarım ürünlerinde fiyat oluşumu serbest piyasaya bırakıldı. Tarımsal KİT'ler özelleştirildi. Tarım Satış Kooperatifleri gibi örgütlerden devlet desteğini çekti.

Bu süreçte yavaş yavaş bireyler değişmeye başladı. Mesela tarım ürünleri ihracatı 2004 yılında 1980 yılına göre %58 oranında artarken ithalat %5322 oranında arttı. 2002 yılını fazla ile kapatan tarım ürünleri dış ticaret dengesi 2003 yılından itibaren açık vermeye başladı.

2001 yılında yaşanan ekonomik krizle birlikte yeni dayatmalar gelmişti. Örneğin Kemal Derviş'in talimatıyla çıkarılan Şeker Kanunu'yla şeker pancarı üretimi yasaklandı ve mısır glikozu-şeker kamışı ithalatı serbest bırakıldı. Cargill gibi firmalar bu kararın ardından ülkede hızla yatırıma başladı. 2016 yılında da ABD menşeli 80 bin ton şeker ithalatında %50 olan gümrük vergisi %0'a indirilerek şeker pancarı üretimi tamamen bitirildi.

IMF'ye 9 Aralık 1999 tarihinde verilen niyet mektubu ile Dünya Bankasına verilen 10 Mart 2000 tarihli niyet mektubu esas alınarak 2000 yılından itibaren tarımda "doğrudan gelir desteği" uygulamasına geçilmişti. Bu uygulamayı AKP Hükümetleri de devam ettirdi. Bu yöntem ile teşvikler üretime göre değil arazi büyüklüğüne göre verilmeye başlandı. Bu yöntem niyetin tam tersi yönde küresel kuruluşların planladığı şekilde üretim azalmasına sebep oldu. Hatta geçtiğimiz günlerde basında "doğrudan gelir desteğinin" yatak odasından dağıtıldığını iddia eden yazılar çıktı. Habere göre konuya hâkim tek bir personel bakanlığın bilgisayarlarını evine götürmüş dağıtımı kafaya göre yatak odasından yapıyormuş![

2006 yılında AKP hükümeti "Tohumculuk Kanunu"nu çıkartarak köylülerin sertifikasız tohumları üretmesini çoğaltmasını ve satmasını yasakladı.

Bu yasayla köylüler küresel tohum şirketlerinin sertifikalı tohumlarına bağımlı kılınırken binlerce yılda ıslah ederek geliştirdikleri yerli tohumların kaybolmasının önü açıldı. Ülkedeki tohum çeşitliği hızla azalmaya başladı. Her geçen yıl dışarıdan daha fazla tohum ithal eder hale geldik.

Örneğin 1990'ların başında ABD ve Kanada Türkiye'den aldıkları mercimek ve nohut tohumları ile üretime başlamıştı. Bugün ülkemizde yetişen ve anavatanı Anadolu olan buğday mercimek ve nohut gibi ürünlerin üretimi iç tüketimi yetemez hale geldiği için bu ürünleri Kanada ve ABD'den ithal ediyoruz.

Türkiye'de 1986 yılından beri ithal tütünde kg başına 3 dolar sigarada paket başına 40 cent "Tütün Fonu" uygulanmaktaydı. Bu uygulamanın amacı Türkiye'de üretilen tütününü Türk tarımını korumak ve ihracat rakamlarını yükseltmekti. 2010 yılından itibaren bu fon kaldırıldı. Tütün Fonu'nun kaldırılması ile Türk tütünü bitirildi. Yerli sigara markası kalmadı.

Para kazanılmayan yerde insanları tutamazsınız. Geçim sıkıntısı çeken çiftçiler özellikle genç olanları köyleri terk etmeye başladı. Bu arada büyükşehir yasasıyla bazı köyler mahalle oldu. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatıldı. Görevleri İl Özel İdarelerine devredildi. Sonra onlar da kapatıldı. Arkasından köy okulları da kapatılıp taşımalı eğitim sistemine geçilince köyler tamamen boşaldı.

2002 yılında tarımın istihdam içindeki payı %34 9 iken 2017 yılında bu oran %19 4'e geriledi.

Tarımdan ekmek yiyen insan sayısının azalması AKP Hükümetlerinin daha pervasız davranmasına müsaade etti. Bu pervasızlık göreve geldikleri yılda %9 98 olan GSYH içindeki tarımın payının 2017 yılı itibariyle %4 35'e düşmesine sebep oldu. Tarımsal üretimde hiç artış olmazken Türkiye'nin nüfusu sürekli artıyordu. Plansız bir şekilde Suriye ve diğer ülkelerden gelen 5 mülteci gıda ihtiyacını daha da artırdı. Bütün bunlara bir de de tatillerini Türkiye'de geçirmeyi tercih eden yıllık 40 milyondan fazla turist eklenince gıda üretimi tüketimin çok çok gerisinde kaldı. Bütün bu sürecin sonunda tarım ülkesi Türkiye gıda ithal etmeden karnını doyuramaz hale geldi. 2017 yılı verilerine göre 8 milyar 895 milyon dolarlık gıda ithalatı yapmak zorunda kaldık.

Piyasada bir mal ziyadesiyle varsa stokçuluk yoluyla vurgun yapma ihtimali yoktur. Stokçuluk ancak ve ancak mal darlığında olur. Mal darlığı sorununu çözmek ise ithalatı artırmakla değil üretimi artırmakla olur. Bir ürünün fiyatını maliyet artı kâr belirler. Eğer siz maliyetleri düşürecek tedbirler almadan kâr oranlarını düşürecek şeklinde tedbir almaya çalışırsanız üretimi daha da baltalarsınız. Üreticiler üretimden tüccarlar ticaretten vazgeçerler. Emir komuta ile serbest pazar ekonomisi olmaz. Tarım alalında üretim zinciri kırılır bu süreç ciddi devalüasyon ve ekonomik yıkım getirir.

Gıda fiyatlarını düşürmek için yapılması gereken üretimi artırmaktır. Peki Hükümet gıda krizi yaşadığımız son 4-5 ayda üretimi artırmak için tek bir önlem almış mıdır? Almadı alamaz. Peki niçin?

Hükümet maaşları ödeyebilmek için küresel piyasalardan borçlanmak zorunda. Üretimi artıracak yönde tedbirler almaya kalkışırsa 1 kuruş para vermezler. İşte çeşitli baskı araçları kullanılarak bir ülkeyi üretimi artıracak tedbirler almaktan alıkoyarken ithalata yönlendirmeye bunun bir sonucu olarak fiyat kontrolü rejiminin doğmasına neden olmaya bu süreçte borç vermeye devam ederek krizi daha da derinleştirmeye ve sonunda hedef ülkeyi iç ve dış politikada kendi kararlarını alamaz hale getirerek esir alma tezgahına SAZAN SARMALI diyoruz. Maalesef Türkiye bu sazan sarmalı tezgahına düşmüş bulunuyor.

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2196122557134240&set=gm.2138181489563858&type=3&theater

--
AltNot
--
a45UyF587661
-   -   -   -   -   -   -   -   -
Turk milleti guzel her seyi her medeni seyi her yuksek seyi sever takdir eder.
Fakat muhakkaktir ki her seyin ustunde taktir ettigi bir sey varsa o da kahramanliktir.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

-   -   -   -   -   -   -   -   -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

154. ALLAH KORKUSU IHTIRASLARA KARSI ACIZDIR

Insanlar, cogunluklari itibariyle Allah'i ender dusunur ya da onunla pek ilgilenmezler. Allah cok az belirli, cok az sabittir. Bu fikir o kadar umitsizdir ki, bu dunyanin sakinlerinin cogunlugunu olusturmayan tasali ve melankolik bazi hulyacilarin hayalgucunden baska hayalgucunu mesgul edemez. Halk, Allah fikrinden hicbir sey anlamaz. Onu dusunmek istediginde, zayif dimagi hemen karisir, perisan olur.

Isadami, islerinden baska bir sey dusunmez; nedimler entrikalarindan baska bir sey dusunmez. Kibar halk, kadinlar, delikanlilar eglencelerinden baska bir sey dusunmez. Zevk ve sefa, dinin yorucu fikirlerini zihinlerinden carcabuk siler. Acgozluler, cimriler, israfcilar cesitli ihtiraslarini dengelemekten aciz olacak, bunlara kadar ulasamayacak olcude zayif dusunceleri bertaraf ederler.

Allah fikri, Allah'i kime kabul ettirir? Gucsuzluge ugramis, tasali, bikkinlik gecirmis, umitsiz ve bu dunyadan usanmis kimselere; gerek yasin etkisiyle, gerek maluliyet eseri olarak ruhlarindaki guclu sevk ve duygulari sonmus bazi kimselere. Din, ancak, huylarini ya da zamanla kendilerini uslandirmis olanlar icin bir dizgindir. Allah korkusu ancak, gunah islemeyi cok guclu olarak istemeyen ya da artik gunah isleyecek bir durumda bulunmayan kimseleri gunah islemekten alikoyar.

Insanlara; "tanrisallik bu dunyada cinayetleri cezalandirir" demek, tecrubenin her gun yalanladigi bir iddiada bulunmaktir. Insanlarin en kotuleri, genellikle dunyada keyfince hukum surenler ve sansi tarafindan nimet ve bagislara bogulan kimselerdir, Allah'in hakimlerin en guclusu olduguna inandirmak icin, bizi ahirete sevk etmek, yani Allah kotulerin cezasini ahirette verir demek ise, kusku goturmez olaylari, kesin emirleri yok etmek kastiyla, bizi varsayimlar pesinde kosturmaktan baska bir sey degildir.
-   -   -   -   -   -   -   -   -
Seni seviyorum sozunu gorunce, yureginde hayatta kalmak icin muthis bir istek uyanmis, birden gereksiz tehlikelere atilmayi aptalca bulmaya baslamisti.

George Orwell1984

-   -   -   -   -   -   -   -   -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder