Obama'nın İsrail'e bağlılığı
06/06/2011 2:00
Beyaz Saray'da görev yaptığım iki yıl zarfında Filistinliler, enerjilerini masadan kaçmaya değil de barış için çalışmaya harcasalardı, süreç şu anda çok daha ileride olabilirdi.
Chicago belediye başkanı olarak benim işim, kentimizin sokaklarını güvenli, okullarını güçlü ve ekonomisini istikrarlı kılmak; yani Ortadoğu'ya değil, Ortabatı'ya odaklanmak. Fakat İsrailli bir göçmenin oğlu olan bir Amerikalı sıfatıyla, İsrail devletinin ayakta kalması, güvenliği ve başarısına derin ve daim bir bağlılık da duyuyorum. Birçokları gibi ben de İsrail halkının barışa hasret olduğunu biliyorum. Tehlikelere rağmen, barış için risk alıyorlar. Süreç içinde karşılarında geçerli bir muhatap ve güvenli, savunulabilir sınırlar dahilinde İsrail'deki Yahudi devletini tanıyan bir bölge bulmaları halinde, o riskleri yine alacaklardır.
Müzakerelerde başlangıç noktası
Ortadoğu'yu talim eden herkes gibi Başkan Obama da bu hassas bölgede nüfus yapısındaki değişimin, nesillerdir devam eden kanlı çatışmaları sona erdirmek için gereken iki devletli çözümün aleyhine işlediğini görüyor. Bugün var olan kırılgan tıkanmaysa devam edemez. İsrail'in demokratik bir Yahudi devleti olarak varlığı, birçok faktörden dolayı tehlikede: Arap Baharı'nın getirdiği belirsizlik, Filistin nüfusundaki artış, uluslararası alanda tanınmış bir Filistin devleti kurmak yönünde tek taraflı çabalar ve silah teknolojisindeki ilerlemeler. Bu nedenle Obama, göreve geldiği ilk günlerden beri İsrail'le Filistin Yönetimi arasında anlamlı müzakereleri teşvik etmek için büyük çaba sarf ediyor. Kendisinden önceki İsrail ve Amerikan liderlerinin hedefini o da paylaşıyor: Barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayan iki ülke, İsrail'de bir Yahudi devleti ve Filistin halkı için bir Filistin devleti. Başkanın Ortadoğu'yla ilgili yaptığı konuşmayı dinlerken, İsrail'in güvenliği ve refahına olan güçlü bağlılığını bir kez daha vurguladığını gördüm. ABD'nin İsrail'le ilişkisinin sarsılmaz olduğunu söyledi. İhtilafın tek taraflı adımlarla veya Filistin devletinin kurulması yönünde bir BM oylamasıyla çözülemeyeceğini, bunun yolunun taraflar arasındaki müzakereler olduğunu belirtti.
Ayrıca İsrail'den, İsrail'i yok etmeye ant içmiş bir terör örgütü olan Hamas'ı bağrına basan bir Filistin Yönetimi'yle müzakere etmesinin beklenemeyeceğinin de altını çizdi ve İsrail'e askeri desteğin devamı fikrine bağlı olduğunu tekrarladı. Obama'ya göre bağımsız Filistin, silahlardan arındırılmış bir devlet olmalıydı ve İsrail'in aşamalı çekilmesi tamamlanmadan önce, güvenliği garanti edilmeliydi. İsrail'e kendisini savunma kabiliyeti vermeyen bir barış söz konusu olamazdı. En çok dikkat çeken cümlesiyse şuydu: "İsrail ve Filistin'in sınırları, karşılıklı kabul edilen toprak takasları eşliğinde, 1967 sınırlarına dayanmalıdır; iki devlet için güvenli ve tanınmış sınırlar ancak bu şekilde mümkün olabilir."
Bu noktada Obama, 2000 yılında Camp David'de yürütülen müzakerelerden bu yana çözüm yönündeki her ciddi girişimin temeli olan bir düşünceyi ifade etmiş oldu. Bütün ABD başkanlarının ve İsrail'deki seçilmiş liderlerin sınırlarını müzakereler için son nokta değil, bir başlangıç noktası olarak kabul ettiğini hatırlattı.
Bu açıklama, 1967 sınırlarına dönüş anlamına gelmiyor. Buradan hayata geçirilebilir hiçbir çözüm çıkmaz. Toprak takasları, güvenli sınırları garanti etmek ve yerleşimler meselesini halletmek için gereken esnekliği sağlıyor. Başkan'ın Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi'nin yıllık konferansında dediği gibi: "1967 sınırları, tarafların 4 Haziran 1967'de var olandan farklı bir sınırı müzakere edecekleri anlamına geliyor." Başkan'ın, Ortadoğu'daki gelişmeler ve bir BM kararı ihtimali üzerine kafa yoran Avrupalı müttefiklerimize geçenlerde verdiği mesajlar bunlardı. İsrail'in dünyada giderek izole edildiği bir dönemde Obama, Yahudi devletini uluslararası alanda zayıflatmak ve gayrımeşru hale getirmek için gösterilen çabalarla mücadele ediyor.
Benim tanıdığım ve emrinde görev yaptığım Başkan, barışa ve Yahudi devletinin güvenliğine derin bir bağlılık duyuyor. İsrail'in tehlikeli bir bölgede güvenliği adına gereken askeri yardımın devamını garanti etmek için eşine az rastlanır taahhütlerde bulunduğuna da tanığım.
'Başkan Obama'ya minnettarım'
Amacın İsrail'i yerden yere vurmak olduğu görüldükten sonra, ABD'yi Durban II konferansından çeken oydu. Keza dünyayı İsrail'in karşısındaki en büyük tehdit niteliğindeki İran'a karşı birleştirmek ve nükleer programını engellemek için yaptırımlar üzerinde çalışan da. Çarpık Goldstone raporuna ve İsrail'in BM'de altını oymak yönündeki çabalara karşı çıktı. Ve zamanını, gücünü ve siyasi sermayesini barış sürecine hayat vermek yönünde harcadı.
Hiçbir Amerikan başkanı, sıkı müttefikimiz konumundaki İsrail'e barışın şartlarını dikte etmeye çalışamaz ve çalışmamalı. Bu şartları ancak İsrail belirleyebilir, ki Obama bu prensibe bağlılığını tekrarladı. İsrail'in barış sürecinde bir muhataba ihtiyacı var. Beyaz Saray'da görev yaptığım iki yıl zarfında Filistinliler, enerjilerini masadan kaçmaya değil de barış için çalışmaya harcasalardı, süreç şu an çok daha ileride olurdu. Bir Amerikalı ve bir Yahudi olarak, tarafları müzakere masasına geri döndürecek bir yol bulma çabasından dolayı Obama'ya minnettarım. Giderek üzücü ve tehlikeli hale gelen bu ihtilafı sona erdirmek yönünde gösterdiği çabaları ve yaptığı siyasi yatırımı alkışlıyorum. Güvenli bir Yahudi devleti isteyen herkes de alkışlamalı. (Chicago belediye başkanı ve Obama'nın eski Beyaz Saray genel sekreteri, 3 Haziran 2011)
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Bir insanı işgal ettiği mevki ile değil, göz diktiği mevki ile ölçmelidir. TOLSTOY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder