Abla toplumsal çürümeyi kibarca, nazik bir şekilde yazmış. Sonuçta yazıya bir kadın eli değmiş. Bu belli.
Ben soysuzlaşma, ilkelleşme, batılı kelimelerle regresyon diyorum. İlkelerin demode, faziletlerin lüks, efendiliğin arkaik bir dünyaya ait sayıldığı zamanlardayız.
Görünürdeki din, iman söylemleri sizleri yanıltmasın. Ülkemizde popüler dini söylemler tamamıyla bahane bulmaya, gerekçe üretmeye yönelik. Çalmaya, rüşvete, vergi kaçırmaya, yolsuzluk yapmaya, suistimale kısacası bilinen ahlaki kodları çiğnemek için ilahi gerekçeler üretmeye yönelik.
Bakın devletin bakanı ne diyor?
AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, Adıyaman'da yayın yapan Mercan TV'de "AKP'li bakan ve vekil yakınlarının KPSS'siz torpille üst düzey devlet kadrolarına atanması"na yanıt verirken bir ara şöyle diyor: – Biz inançlı insanlarız değil mi; Cuma namazına gittiğimizde her hafta hutbede 'akrabalarını koru kolla' ayeti okunur… Sunucu soruyor: – O zaman siz bu ayet doğrultusunda mı torpil yapıyorsunuz?" Metiner'in cevabı: – Vallahi sen Allah'ın ayetine bile karşı geliyorsan ben sana ne diyeyim… | 1. "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın." Nisâ sûresi (4), 36 Üçüncüsü akrabayı koruyup gözetmek ve onlara iyi davranmak. Yukarıda sözünü ettiğimiz önem sırası burada da söz konusudur. Ana babadan sonra kendilerine karşı ahlâkî sorumluluk taşıdığımız kimseler akrabalardır. Tanımadığımız birine yaptığımız yardım bir iyilik sayıldığı hâlde, akrabaya yapılan yardım iki iyilik sayılmaktadır. |
Neymiş efendim? Allah akrabanı korumayı emrediyormuş. Nepotizm yapın, akrabanızı kayırın, akrabalık söz konusu olunca adil olmak günahmış. Ayete şöyle bir bakıyoruz, tanımadığınız kişilere, yabancılara adil olmayın anlamı çıkıyor mu diye. Evet, birilerini kayırmak demek öbür insanlara adil olmayın demektir.
Görünen o ki, Allahın emri budur. Kabul etmek lazım bunun gibi başka ayetlerde de görülen anlam kaymaları yorum yoluyla kolayca aşılabilir. Ancak, görüyoruz ki, İslam uleması bunu tercih etmiyor. Küfür olarak kabul ediyor.
Din gerçekte bunu emreder, emretmez, konu bu değil. Ben artık bunu geçtim. Sana göre, bana göre, ona göre şöyle doğrusu nedir bu da değil.Konu dini ahlaksızlıklara gerekçe üretmek için kullanmak bakan seviyesinde, başbakan, cumhurbaşkanı seviyesinde devletin tepesinde yer tutmuş. Önemli olan budur.
Konu İslam olunca benzeri arızaları bulmak çok kolay. Kadın, çocuk, insan hakları, İslam açısından marjinal sayılan bütün kesimlerin hakları, İslam dışı ve içinde olanların hakları, mezhepler arasında görülen uyuşmazlıklar, kadın ve erkek ilişkilerinde görülen çarpıklıklar, toplumların bilimsel, ekonomik, kültürel ve inovasyon yeteneklerinin güdükleşmesine ilişkin çok örnek vardır.
Üstelik bu örnekler tek tük sağda solda rastlanan örnekler değildir. Müslümanlığını her şeyden önde tutan devlet adamları, alimler, zenginler, kanaat önderleri içinde çok fazladır.
Takkiye, kendiliğinden zuhur ilkesi, dar-ül harp, cihat, esirler, köleler, kadınlar, çocuklara ilişkin çok fazla olgu vardı. Bu fikirlerin bazıları doğrudan Kur'andan köken almıştır, bazıları sünnetden, bazıları da İslam örf ve adetlerinden köken almıştır. Özellikle Kur'andan köken alan arızaların konuşulması dahi mümkün değildir. Sünnete ilişkin cılız laflar vardır. Bunlar nadir, istisnai olgular değildir. Bütün İslam aleminde genel geçer sayılan değerler ve ilkeler olarak kabul görmüştür.
Müslüman olmayan devlet düşmandır, ona vergi verilmez, ordusunda askerlik yapılmaz, varlıklarını yağmalamak helal, ona güç vermek haramdır, kafir olanın malı, ırzı helaldir, esirler köle hukukuna sahiptir, kadınların cinsel kimliklerinden başka bir yönleri olamaz, amaca ulaşana kadar yalan söylemek mübahtır, kafirle mücadele için gerekenleri emir almadan kendiliğinden bulup icraya koymak gerekir, Dar-ül Harp ortamında düşmana ait hukukunun bir değeri yoktur.
İnsanla, insanın doğasıyla, bilinen gerçeklerle zıtlaşan çok fazla laf var. Nedir bunlar söyleyin, ispat edin diyorlar. Biz de söylüyoruz. Aslında yeni keşifler yapmış değiliz, bizden çok önce yaşamış bilge insanlar da benzeri çelişkileri, tutarsızlıkları göstermiştir. Bu yine, yeniden, tekrar tekrar yapılabilir. Ben bununla uğraşmayı bıraktım. Doğru İslam, doğru din nedir, nasıl olur bunu konuşmuyorum artık.
Doğru ya da yanlış nedir onu konuşmanın bir anlamı yok. Olana bakmalıyız. Işte karşımızda 1.5 milyarlık Müslüman nüfus var. Bu nüfusun çokça yaşadığı ülkeler var. Bu ülkelerin çoğunda devlet, millet ve halkın gündelik yaşamı söylendiğine göre Allahın kanunlarına göre tanzim edilmiş. İşte karşımızdaki tablo budur. Görünen o ki sonuçları itibariyle İslamiyet ahlaksızlık, çürüme, ilkellik, ilkesizlik, akıl dışılık en önemlisi DÜŞMANLIK üreten bir din olmuştur. Doğrusu büyük çoğunluğun tercihlerine bakarak vardığımız bu sonuç dinin ufak tefek reformlarla islah olma ihtimalinin olmadığını düşündürmektedir..
Benim önerim, islah imkanı kalmamış olan bu dini terk etmekten yanadır. Peki Müslüman olmayalım da ne olalım? Hristiyan mı, Yahudi mi, new zuhur yeni füzyon dinlerin müritleri mi olmak gerekir? Elbette cevap hiçbirisi olacak.
Benim ölçüm basittir. Sınanabilir olanı gerçek bilgi saymak, sınanabilir olmayanı bilinmeyene ait saymak ilk ilkemdir. Kısacası gerçeği bulmakta bilimsel yöntemi klavuz saymak en geçerli yoldur.
Bilinmeyen alana ait kişisel varsayımlarımız, tezlerimiz olabilir. Ancak, bilinmeyen alana ilişkin hayallerimiz, hülyalarımız, rüyalarımızın bilinen gerçeklerle, insanın ve evrenin doğasıyla uyum içinde olması zorunludur. Bu ilkelerle yola çıkarak dilediğiniz şekilde kişiye özel konfeksiyon bir din anlayışını kendiniz üretebilirsiniz.
Din araştırılarak, öğrenilerek, anlayarak bilip, geliştirebileceğiniz kişisel bir kavramdır. Aidiyet hisleriyle, doğumla, bir grubun parçası olmakla ilgili bir iş değildir. Etnik, ulusal, milli guruplaşmalarda, toplumsal olgularda bir unsur olarak değer taşımaz.
Din toplumsal değil, kişisel bir olaydır. Böyle olamalıdır, doğrusu da budur.
Bir ek olarak şunu belirtmem gerekir. Ülkeni son derece sıkıntılı günlere doğru yol aldığı bu günlerde, çevremizdeki ülkelerde yaşanan kanlı olaylarda din bir ayrıntı değil, tam tersine konunun tam ortasındaki en önemli unsurdur. Ülke, bölge ve dünya sorunlarının büyük bölümünün başlangıcı ve çözümü bu konuyla ilgilidir.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA
Arzu Kök : Dilenme Kültürü
Dilenme Kültürü
Kullandığı kibriti bile Endonezya üretimli olan bir ülke durumuna geldi Türkiye.
Hâlimiz ortada. Fazla söze gerek yok. Bilinçsizce tüketiyoruz. Suçluyuz.
Filozofa gönderme yaparcasına âdeta "Tüketiyorum, o hâlde varım" demeye başladı ülkem insanı. Aslında bu durum yalnızca bize özgü bir durum değil. "Tüketim Çağı" böyle emir buyuruyor. Buraya kadarı anlaşıldı ancak, ne olacak bu işin sonu?
Aslında bir an önce bağımsızlığın tanımı yapılmalı.
Yoksa; yaşananlar, söylenenler uyuşturmuş durumda beyinleri.
Gerçekten bağımsız mıyız? Sürekli büyüklükten, soyluluktan söz eder dururuz. Oysa bu özellikler bağımsız uluslar içindir. Peki, biz gerçekten bağımsız bir ülke miyiz? Sürekli "öteki" ülkelerin gücünü konuşmaktan, kendi iç sorunlarımızı yeterince irdeleyemediğimizin ayırdında mıyız acaba? Atatürk ile elde edilmiş bağımsızlığı büyük oranda yitirmiş bir ülkede, düşüngü (ideolojik) bölünmelerine ayrılarak çenebazlık yapacağımıza, tüm kutuplaşmaları bir kenara bırakarak "tekvücut" olmamız gerekmiyor mu?
Sürekli birilerinin kucağına bırakılıyor bu ülke. Sözüm ona, bizi "adam edecek" bir dış güçlerin önüne sürüyorlar bizi. Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, yorgun ve yoksulken bile kendine yetmesini bilen Türkiye, günümüzde kendi kendine yetemiyor bir türlü! Yeraltı ve yerüstü zenginliği, başkaları yaralansın diye mi verilmiş bu ülkeye? Özeleştiri yapmıyor, yerine özelleştirme ile kurtuluyoruz tüm dertlerimizden. Evet, kurtuluyoruz bu ülkeden! Özelleştirmeyle yeni bir tekelleşmeye doğru sürüklenen ülke insanı; yeni patronuna, yeni efendisine boyun eğmek zorunda kalacak çok yakında. Sömürgeci sermaye ezdikçe bizleri, direnmeyi bıraktık bir kenara, başladık açıkça dilenmeye...
Dilenci, kimlik ve kişilik fukarası, yozlaşmış bir toplum yaratma sevdasındakilerin suçu çok büyük. Baskılarla, sorgulamaktan korkar hale getirilen vatandaş, teslim olmaktan başka ne yapabilir ki? Bu teslimiyet sonu ise "sürekli bir dilenme hâli"ne (atalet ve zaafa)dönüşümdür. Birkaç "elit" aile tarafından yönetildiği bilinen "güzel ve yalnız ülkemde" sosyal adaletin niçin işlemediğini sorgulayamıyor vatandaş. Daha doğrusu sorgulayamıyor...
Direnmek de zordur bu ülkede. Dik durmayı gerektirir. Vururlar kazmayı beline beline, hadi dik dur bakalım durabilirsen. Dilenmek ise eğilebilmeyi gerektirir.
Ancak, dilenciliği yardımlaşma kültürü ile karıştırmamak da gerekir. Yardımlaşma bambaşka bir olgudur. Paylaşmaktır, elindekini pay edebilmektir. Sosyal adaletin hâkim olduğu bir ülkede, adalet gereği, paylaşmak bir zorunluluktur. Bu durum sömürgeci 'emperyalist' sermayenin onaylamadığı bir sistemdir. Çünkü dağılımda yaşanacak dengesizlik, sömürgeci vahşi sınıfı daha güçlü konuma getirir. Böylece zenginler sınıfı adında bir "sınıf" çıkar ortaya. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar daima...
Ülkemizde metrekare başına düşen dilenci sayısı, nasıl bir millet haline geldiğimizi kanıtlar niteliktedir. Gerçekten, millet miyiz hâlâ? Sakın sokaklarda gördüğünüz dilenciler yanıltmasın sizi. Çünkü yalnızca onlardan oluşmuyor bu ülkenin dilencileri. Bu ulusu dilencilik kültürünün bağımlısı konumuna getirdiler. Sürekli yalvarır olduk birilerine : ABD'ye, IMF'ye, AB' ye...
Kulu, kula kul eden dilencilik kültürünü bu ülkeden biran önce uzaklaştırmalıyız. Her kul, kendisi gibi kula, kul olmayı reddetmelidir.
Eğer bu kültürü uzaklaştıramazsak sonumuz hiç iyi olmayacak. Yarının çocukları; babasından, dedesinden gördüğü bu sefil dilencilik prensibini "gelenek" olarak sahiplenecek ve şu an yaşanmakta olan bu hastalık kök salacaktır. Bir an önce bu hastalığın önü alınmalıdır. Yoksa 2020'lere topyekün dilenir halde gireceğiz.
Not: Her ne kadar başlık attı isek de, aslında 'dilencilik' bir 'kültür' değil; Uygarlık ve Medeniyet gibi "varlık ve insan boyutunu simgeleyen" temel kavramların bütünüyle dışında kalan bir kültürsüzlük (medeni olmama, uygarlık dışı kalma) biçimidir
ARZU KÖK
http://arzu-kok.blogspot.com.tr/2015/01/dilenme-kulturu-arzu-kok.html
Bir sanat eserini yikmak, cinayetlerin en buyugudur.
Hz.Ali
Resulullah sav buyurdular ki:
Kim resim yaparsa, Allah onu Kiyamet gunu, yaptigi resim sebebiyle, onlara ruh ufleyinceye kadar azab eder.
Hicbir zaman da ruh ufleyici degildir.
Kutubu Sitte 2168
Benim Tanriya iliskin tutumum bir bilinemezcinin tutumu gibidir.
Yasamin daha iyi hale gelmesi ve yuceltilmesi adina ahlaki ilkelerin temel bir oneme sahip olmasi gerektigine yonelik guclu bir dusuncenin, bir yasa koyucu fikrine ihtiyac gostermedigine, ozellikle odullendirme ve cezalandirma temelinde hareket eden bir yasa koyucuyu fikrine ihtiyac gostermedigine kaniyim.
My position concerning God is that of an agnostic.
I am convinced that a vivid consciousness of the primary importance of moral principles for the betterment and ennoblement of life does not need the idea of a law-giver, especially a law-giver who works on the basis of reward and punishment
Albert Einstein in a letter to M.Berkowitz, October 25, 1950; Einstein Archive 59-215; from Alice Calaprice, ed., The Expanded Quotable Einstein, Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 2000, p.216.
Grup eposta komutları ve adresleri :
Gruba mesaj göndermek için...........................: ozgur_gundem@yahoogroupscom
Gruba üye olmak için : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroupscom
Gruptan ayrılmak için....................................: ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroupscom
Grup kurucusuna yazmak için : ozgur_gundem-owner@yahoogroupscom
Grup Sayfamız..............................................: http://groupsyahoocom/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyrazblogspotcom/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder