Katılıyorum, günümüz Türkiyesinde bize demokrasi olarak sunulan şey dört dörtlük bir mizansen. O derece iyi kurgulanmış bir mizansen ki, muhalefet partileri dahi mizansenin bir parçası.
Evet, ülkede genel ve yerel seçimler yapılıyor. Halk sandığa gidiyor ve birilerine oy veriyor. Ancak, yapılan tercihler her zaman ehven-i şer etrafında gerçekleşiyor.
Hatırlayın, yaşadığımız son cumhurbaşkanlığı seçimi. Hatırlayınız, herkes iktidarın alternatifinin olmadığını söylüyor. Hatırlayınız, ülkede parti genel merkezlerinden itibaren bütün siyasiler, müsteşar ve üstü bütün atanmışlar, korgeneral ve üstü bütün askerler New York'a gidiyor. Partiler kuruluyor, partiler kapanıyor, yüksek mahkeme bazen partiler aleyhine, bazen de lehine kararlar alıyor. Transferler oluyor, Bolu/Abant ya da başka otellerin solonlarında toplantılar yapılıyor. Hemen her zaman Amerikan Elçisi bu siyasi oluşumların içinde, bir yerlerinde. Zaman zaman da Alman sözde sivil toplum örgütleri devreye giriyor. Ülkenin yabancılar tarafından, tamamının da sermayesi ödenerek ele geçirilmiş medya, sanayii devleri zaman zaman birilerine yüklü bağışlar yapıyorlar, bazen de öbürküne. Halkçı olduğu söylenen, bilinen adaylar seçim çalışmaların portakal sandığı üstünden, liberal olduğu söylenenler ise milyar dolarlık kampanyalarla yapıyor. Bazıları medya, yargı, iktidar, yerel ve küresel güçler tarafından marjinal, sapkın, aykırı gösteriliyor, bazıları ise sütten çıkmış ak kaşık.
Evet, siyasetin her aşamasında adaylar tespit ediliyor. Ancak, biliyoruz ki adaylar her zaman liderin listesinde olanlar arasından çıkıyor. Bazı insanlar aday olmanın çok uzağından bile geçemezken, bazıları hiçbir değerleri ve faziletleri olmadığı halde listenin başında yer tutuyor. Parti kadrolarında bir gün bile çalışmamış prensler taaa Amerikalardan geliyor ve en tepeye yerleşiyor. Parti tabanlarında çalışanlar ise maraba gibi hiçbir zaman bulunduğu seviyeden bir adım ileri gidemiyor. Siyasi kariyer diye bir kavram yok.
Sistem siyasetin her seviyesinde alt kadroda yer alanlara suç işletme, suçu dosyamak, zaman zaman politik şantajlarda kullanmak üzerine kurulmuş bir zincir şeklinde çalışıyor. Adeta hırsızların kabiliyetlerine göre sıralandıkları bir hiyerarşik yapı var.
Peki halk bu mizansenin neresinde? Evet, kabul etmek lazım dört beş senede bir önüne koyulan sandık ve her zaman ehven-i şer adaylarla bu iş bir kandırmacadan ibaret. Halkın adayların tespitinde hiçbir etkisi yoktur.
Adayların demokratik olmayan usullerle belirlendiği seçimlerin demokratik olduğunu iddia etmek insanların zekasıyla alay etmektir. Ve Türk siyaseti tam olarak böyledir. Türk demokrasisi dejenere olmuştur, yabancı güçlerin eline düşmüştür. Ülkenin göz göre göre etnik bölünmeye gitmesi, rejimin giderek Sünni şeriatına dönüşmesi de işte bu yüzdendir. Halkın siyasi sistemin gidişatına etki etme imkanı kalmamıştır. Ne muhalefetin, ne iktidarın kısacası tüm sistemin kişi, kadro olarak seçenek yaratma kabiliyeti yoktur. Bu gerçek bir krizdir, üstelik bir rejim krizi olmanın ötesinde ulusal ve milli bir krizdir. Bu krizin çözümsüzlüğü Türk halkına iç savaş, işgal, yabancı müdahale, kan ve gözyaşı olarak dönecektir.
Ülkemiz siyasi sistemi size pantolon olmadı gömlek verelim diyerek, gerçekte hiç ihtiyacınız olmayan şeyleri satmaktadır. Siz de bir şeyler aldım diyerek sevine sevine eve dönmektesiniz.
Saygılar.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA
Mustafa Nevruz SINACI : DEMOKRASİ PRANGALARI VE DERİN DOMUZ BAĞLARI
Eğer işler yolunda gider, her hangi bir mani çıkmazsa, 2015 yılında, sözde millet adına ve illâ millete rağmen "vekil atama ve cebren seçmene onaylatma" tatbikatı yapılacak!. Millet iradesinin, devlet idaresinde temsil edilmediği; Az gelişmiş veya güdümlü azınlığın nitelikli çoğunluğa tahakküm ettiği ülkelerde görülen bu utanç, Cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, hukuk ve ahlâkın ilga edildiği 27 Mayıs 1960'dan beri, ne yazık ki bizde de var. Şöyle ki:
Konuya iyimser bir yaklaşımla bakacak olursak; 1963-1980 dönemi "güdümlü delege" hâkimiyeti vardı. 1983'den sonra bu, apaçık lider nam parti sahibi sulta ve cuntasına dönüştü. Şimdi, hepsini mumla aratan bir despotluk/diktatörlük var. Yani Türkiye 55 yıldır Demokrasi; Varlığı buna bağlı ilim, özgür bilim, Adalet ahlâkı, kuvvetler ayrılığı, Hukuk, gerçek anlamda Lâiklik ve özellikle, fazilet bağlamında Cumhuriyet idaresinden mahrumdur.
Daha da açıkçası ve tam olarak işin aslı; 1980 öncesi nadiren varlığına rastlansa bile, 1983'den sonra "Millet Vekili" anlam ve bağlamında, halis ve hakiki, yani gerçek bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi'nin olmayışıdır. Bu nedenle, demokrasinin olmadığı yıllara ait ve raci olmak üzere Gâzî TBMM'nin adı "Parlamento"; Büyük bir aymazlık, pişkinlik, küstahlık ve utanmazlıkla adına "seçilmiş" denilen atanmışlara da "parlamenter" denilmektedir.
Kendi ifadelerine göre parlamenterler, Lider'in (parti sahibinin) istek ve buyruklarını yerine getiren; Buna karşın, vatandaşa verilen asgari ücretin devasa katlarını alıp, dahası türlü çeşitli iş takipleri, emsalsiz imtiyaz, ayrıcalık ve dokunulmazlıklar sayesinde çok konforlu bir hayat sürerek bu "kula kulluk etmeye" katlanan kimseler olduklarını söylerler.
Bu "kul'a kulluk" nedeniyle, elbet memlekette demokrasi olmaz. Çünkü Demokrasi, her şeyden önce hürriyet, hakkaniyet, adalet ve eşitliktir. Bakınız etrafa "demokrasi" var mı acaba? Elbette yok!.. Eğer, parlâmento denilen yer Türkiye Büyük Millet Meclisi vasfını haiz bulunsa ve içinde bir tane dahi "Millet Vekili" olsa idi; Yıllardır, kesintisiz biçimde hükmünü sürdüren seçim ve siyasi partiler mevzuatında Baraj; Seçimlere katılabilmek için asgari örgüt şartı; Üyeyi yok sayan, önseçimi öteleyen, seçmen iradesini dışlayıp hiçe sayan, adına merkez yoklaması denilen resen atama keyfiyeti; "Aidat ve Bağış yükümü ile" millete bağlı ve üye'ye muhtaç olan, kitle partisi kavramı, katılımcılık, uzlaşma, demokrasi kültürü ve paylaşımcılığı ortadan kaldıran, insanlık ve rıza dışı hazine yardımı; Siyasi partilerde sahiplik, başıbozukluk, denetimsizlik, dikta, sulta ve cunta olur mu idi?...
Üstüne üstlük, siyasi partiler ve seçim mevzuatı, tam anlamıyla antidemokratik, keyfi yönetim yanlısı, "temsilde adalet & siyasette istikrar" palavrasını kurnazca maskeleyen, geniş halk kitleleri ile "devletin gerçek sahibi halkı" öteleyen, örseleyen, dışlayan, hiçe sayan bu ve benzeri demokrasi düşmanlıkları, yasa boşlukları, sözde usulen ve tefhimen seçilmiş (ve fakat gerçekte atanmış) kimseler için olağanüstü imkânlar, ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ihdas etmek mümkün olabilir mi idi?..
Parlamento da gerçek Millet Vekili bulunmadığı için; Doğal olarak ülkemizde kitle partisi, medeni siyaset boyutunda devletçilik, objektif ve reel anlamda iktisadi, siyasi, sosyal, bilimsel ve kültürel rekabet ortamı yok. Buna göre ülkemizde devlet, öncelikle "Denetleyici, Düzenleyici ve Destekleyici" olamamakta; Sadece ve yalnızca hâkim olan unsurun çıkarlarını gözeten, koruyan ve geliştiren (ele geçirildiğinde, istenildiği biçimde kullanılabilen) bir cihaz mesabesine düşürülmüş bulunmaktadır. Ki, millet iradesinin "demokratik, adil ve ahlâki" bir biçimde, devlette temsil edilmeyişinin doğal ve beklenir sonucu budur.
Bu şartlar altında muhalefet yoktur, olamaz; İktidar dışında kalan menfaat şebekeleri 'muhalefet' olarak adlandırılır. Dolayısıyla demokrasinin önündeki en güçlü engel, en girift domuz bağı, sahte/sanal ve güdümlü muhalefettir. Bu nedenle ülke 2015'de demokratikleşme, anayasayı iyileştirme, sanal Kürt sorununu ilga, yıllardır aleyhinde kurulan menfur tuzakları imha ve hükümetin dini kullanmaya başlamasıyla baş gösteren, "de Facto Siyasal İslamcılık" sorunu ile hesaplaşarak; Gerçek demokrasi, Adalet ve Hukuku hayata geçirmek zorundadır.
Umarim yasamimin sonunda, tanrinin huzuruna tum yeteneklerimi tuketmis bir durumda cikarim ve ona bana verdigin her seyi kullandim diyebilirim.
ERMA BOMBECK
Peygamberimiz; Deri islendi mi temiz olur dedi.
Sonra olu bir koyuna rast geldi ve Onun derisinden faydalansaniza dedi.
Buhari 72/30
Peygamberimiz Olu hayvanin ne derisinden ne de sinirinden faydalaniniz.
Dedi.
Hanbel 4/310,311
Kisisel tanri anlayisi insanmerkezci bir kavramdir, bunu ciddiye alamiyorum.
The idea of a personal God is an anthropological concept which I am unable to take seriously
Albert Einstein, letter to Hoffman and Dukas, 1946; from Albert Einstein the Human Side, Helen Dukas and Banesh Hoffman, eds., Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1981.
Grup eposta komutları ve adresleri :
Gruba mesaj göndermek için...........................: ozgur_gundem@yahoogroupscom
Gruba üye olmak için : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroupscom
Gruptan ayrılmak için....................................: ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroupscom
Grup kurucusuna yazmak için : ozgur_gundem-owner@yahoogroupscom
Grup Sayfamız..............................................: http://groupsyahoocom/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyrazblogspotcom/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder