14 Ağustos 2016 Pazar

Fwd: Türkiye - Rusya - İran anlaşması : PKK'nın sonu geliyor

word dosyasi ektedir

Türkiye - Rusya - İran anlaşması : PKK'nın sonu geliyor

Ali Serdar Bolat 14 Ağustos 2016

Türkiye - Rusya arasında üçlü mekanizma kuruluyor.

Çavuşoğlu üçlü mekanizmanın Dışişleri, Ordu ve İstihbarat temsilcilerinden oluşacağını açıkladı.

İlk çalışma konuları: Türkiye'nin Suriye sınırını kapatması, silah ve terörist geçişine engel olması, Rusya'nın PYD konusunda güvence vermesi ve Suriye ile Büyükelçiler üzerinden alt düzeyde temaslar başlatılması.

CB Sözcüsü İbrahim Kalın şu konularda mutabık kalındığını söyledi: Halep'e insani yardım, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, PYD ve YPG konusunda Türkiye'nin çekincelerinin dikkate alınması.

Kalın, üçlü mekanizmanın ilk toplantısını 12 Ağustos'ta Rusya'da yapacağını açıkladı. Toplantıya Türk ve Rus Dışişleri, Ordu ve İstih- barat temsilcileri katılacak.

Ayrıca; Türk ve Rus Genelkurmayları arasında direkt hat kuruldu.

Aydınlık, 11 Ağustos 2014

**********

Rafet Ballı yazdı: "Yabancılar dışarı" Erdoğan - Putin mutabakatı Yabancı savaşçılar gönüllü ya da zorla Suriye'den çıkarılacak Suriyeli savaşçılar ise silahsızlandırılacak.

Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.aydinlikgazete.com/turkiye-ve-rusyanin-suriye-yol-haritasi-makale,64881.html

Aydınlık, 12 Ağustos 2014

Binali Yıldırım (10 Ağustos 2016): "Nasıl İsrail'le, Rusya ile sorunlarımızı çözdüysek, Suriye'de de çok güzel gelişmeleri inşallah yaşayacağız."

"Katil Esed" suçlamasının yerini "Katil Amerika" alıyor. Ey 15 Temmuz, sen nelere kadirsin:

İbrahim Kalın (10 Ağustos 2016): "Bölgesel konuları da en iyi değerlendirecek bölge ülkeleridir. Bölgeden uzak, olayların inceliklerini bilmeyenlerin burada rol alması nelere mal oldu gördük. Suriye'de 500 bin günahsız insanın kanına girdiler."

**********

Aydınlık, 13 Ağustos 2014 Foto: Zarif ve Çavuşoğlu

Türkiye'yi ziyaret eden İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif Türkiye - İran - Rusya üçlü işbirliğine vurgu yaptı.

Üç ülkenin de ortak öncelikli hedefi Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyacak çözümü geliştirmek.

Dolayısıyla, Suriye'yi parçalayarak kuzeyde Kürt devleti kurmak isteyen ABD'nin bu amaç için kullandığı PKK - PYD için sonun başlangıcı göründü.

**********

Fahrettin Altun'un "7 Maddede Türkiye - Rusya yakınlaşmasının anlamı" başlıklı yazısından Madde 7: (SABAH gazetesi 11-08-2016)

7) Türkiye ile Rusya arasında bir ihtilaf unsuru olan Suriye meselesinde ise bugünden yarına bir ortaklaşma beklemek doğru değil. Fakat Türkiye açısından Rusya'nın Suriye politikasının ABD'nin Suriye politikasından daha yıkıcı sonuçları olduğunu iddia etmek de doğru değil. Bugün Türkiye, Esad yönetiminden rahatsızlığını sürdürse de, en temelde Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasını temel alan bir siyaset izlemektedir. Türkiye için en temel mesele, PKK/PYD tehdidinin bertaraf edilmesidir. ABD'nin müttefik olarak gördüğü PYD, Türkiye için öncelikli tehdit mesabesindedir."

Bakınız:

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/fahrettinaltun/2016/08/11/7-maddede-turkiye-rusya-yakinlasmasinin-anlami

Esed/Esad dönüşümüne ve Esad/PKK-PYD öncelikli tehdit dönüşümüne dikkat ediniz.

**********


--

Sana ogut veren, sana genis kredi acmis tuccara benzer.

Hz.Ali

Basiniza gelen her hangi bir musibet kendi ellerinizin yaptigi isler yuzundendir (SURA 30; NISHA 79 vs...);
Yaptiklarinizdan dolayi mutlaka sorguya cekileceksiniz (AL-NAHL 93)
***
Suphesiz Allah diledigini saptirir, diledigini de dogru yola eristirir (K.AL-NAHL 36, 93: FATIR 8; MUDESSIR 31, 42, vs)
Tanri dilediginin gonlunu acar onu Musluman yapar...
dilediginin kalbini dar kilar (kafir yapar) (K.EN AM 125)
Allah isteseydi puta tapmazlardi.. (K.EN AM 107)

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -2-

Nasil ve nicin...ve ... akilli tasarim

Simdi artik bazi alengirli konulara geldik. Ele alinacak olan konular dogrudan din ve Tanri inancini ilgilendirdigi icin elbette, dogalari geregi, her tur yoruma ve tartismaya aciktir. Kitaplarinda Dr Hawking ve L.Mlodinow bu konulari tarafsiz bir uslup ile anlatmislar. Ben de onlarin anlayisini takip edecegim. Ustune basa basa belirtmek isterim; asla su veya bu inanci one cikarmak veya kotulemek gibi bir gayem yoktur. Sadece, tezleri ve anti-tezleri tarihsel akis icinde belirtmek istiyorum. Karar, okuyanlara aittir.

Dogal surecler incelenirken, ister istemez ortaya nasil ve nicin sorulari cikar. Birinci soruya bilimsel dusunce kendi yontemleri icinde cevap arar. Isin icine tanrilari, ruhlari, lanetlenmeyi, cezalandirilmayi, iyilik meleklerini ve benzer inanclari katmadan doganin isleyisi yine doganin kendi kanunlarina uygun olarak aciklanir. Bir nesnenin yuksekce bir yerden dusmesinden tutun, bir kova icindeki suyun donduruldugunde gosterdigi davranisa, hastaliga yol acan bir mikrobun yasam cevrimine kadar her sey formule edilebilir, modellemesi ve matematigi gelistirilebilir. Bunlar elbette basit surecler degildir, bazen bir modeldeki yanlisligin farkedilebilmesi icin yuzyillarin gecmesi gerekebilir. Yine de nasil sorusuna cevaplar getirilir.

Ama nicin sorusu farklidir. Bir seyin olus sebebini sordugumuzda ister istemez amaca yonelik sorgulamalar yapmaya baslariz. Dunyanin bir amaci var midir, nesnelerin belli bir formda olmalarinin veya bir yasaya uymalarinin amaci var midir? Elmanin lezzetli olmasinin, suyun, havanin ve Gunes in bize yasam vermesinin amaci var midir? Bunlar sadece dogalarinin geregini mi yerine getirirler yoksa varoluslarinin insana yonelik ozel bir misyonu var midir? Oyle gorunmekte ki insanlar yuzyillar boyunca, doganin isleyisini incelerken ona tanrisal amaclar, misyonlar yuklemis durumdalar. S.Hawking ve L.Mlodinow dan alintilamaya devam ediyorum.

Seylerin belli bir amaca hizmet etmek icin davrandiklari dusuncesi yuzyillar boyunca pek cok dusunuru etkiledi. 13. yuzyilin basinda ilk Hristiyan filozoflardan olan Aquino lu Aziz Tommaso (1225-1274) bu gorusu benimseyerek Tanri nin varliginin ispati olarak kullandi: Cansiz nesnelerin sonlarina tesadufen degil, kasitli olarak ulastigi aciktir. Bu nedenle, dogadaki her seyin bir yolu ve bir sonu olmasini buyuran akilli bir varlik mevcuttur. Hatta, 16. yuzyil gibi gec bir tarihte bile buyuk Alman astronomu Kepler (1571-1630), gezegenlerin duyuma sahip olduklarina, zihinleriyle kavradiklari hareket yasalarina bilincli olarak uyduklarina inaniyordu.

Yukardaki kisacik pasajda, bugun bile hararetle tartistigimiz temel sorulari gorebilirsiniz. Aciyorum:

Eger ortada doga yasalari varsa, bir yasa koyucunun olmasi gerekmez mi?
Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi?

Oncelikle birinci soruya deginmem gerekmekte. Bu soruya karsi en guzel yaklasimlardan birini Ingiliz felsefeci Bertrand Russell getirmistir. (1872-1970) Russell, ilk olarak 1925 yilinda basilan goreliligin ABC si (ABC of Relativity) isimli calismasinda, Albert Einstein in ozel ve genel gorelilik kuramlarini gercekten sasirtici bir ustalikla, konuya asina olmayanlara aktarir. Eger bu calismayi okumadi iseniz, mutlaka bir yerlerden bulup okumanizi oneririm. Sadece bilimsel ve felsefi bir yapit degil, ayni zamanda bir edebiyat ziyafetidir. Ben defalarca okudum ve her seferinde ayri bir keyif aldim. Russell, calismasina su cumle ile baslar: Herkes Einstein in harika bir sey yaptigini soyler ama hic kimse gercekte ne yaptigini bilmez. Sonra Russell, havadaki bir balonun icinde bulunan ve karanliktan dolayi etrafini goremeyen bir gozlemcinin, icinde bulundugu ortam hakkinda ne tur cikarimlarda bulunabilecegini sorgulamaya baslar. Ozel ve genel gorelilik kuramlarinda zaman, kutle ve hiz arasindaki iliskileri acikladiktan sonra, konunun can damarina gelir. Ortada, bir yasa koyucu tarafindan konulan doga yasalari mi vardir, yoksa bu sadece bizim dogayi algilamamizdan kaynaklanan bir yanilsama midir? Bir baska ifade ile, bizler her gun cesitli ve guclu etkiler, fenomenler gordugumuz icin mi bunlari asla degismeyen, olasi tek gerceklik olarak kabul eder ve sonra bunlarin ardinda bir yasa koyucu aramaya baslariz ?

Bazi felsefi ekoller, insan zihninin aliskanliktan dolayi herhangi bir varolus durumuna adapte oldugunu ve aklin da bu sablon icinde kaliplastigini one surerler. Kalemi havaya atariz ve yere duser, bu kadar basittir. Aslinda biz bunu, orta yerde bir yasa oldugu icin degil, her gun gordugumuz ve o fenomene alistigimiz icin kabul ederiz. Eger, cok farkli yasam kosullarinda yasayan canlilar olsaydik, simdi normal kabul ettigimiz durum anormal olacak, anormal olarak kabul ettigimiz durum ise normal gorunecekti. Bu sorgulamayi yapanlardan biri de, aslinda cok dindar bir insan olan Baruch Spinoza idi.

(1632-1677) Spinoza, insanin kan damarlarinda dolasan bir parazitin kendisini ne tur bir varolussal konum icinde hissedecegini sorguluyordu. Aciktir ki, bizim icin cok onemli olan yercekimi kuvveti, o parazit icin onem tasimayacakti, hatta boyle bir seyin varligindan bile haberi olmayacakti. Parazitin bakis acisindan bazi seylerin etrafta oylece ucusmasi son derece normal kabul edilecekti. (Etrafinizda taslarin, agaclarin, ciceklerin ve bir suru seyin ucustugunu hayal edin.) Kendi icinde bulundugu varolus kosullarindan yola cikan parazit, bizimkinden cok farkli doga yasalarina ulasacak ve bu yasalar onun kendi gerceklikleri olacakti. O zaman bizler, kendi varolus konumumuzdan dolayi gelistirdigimiz yasalari neye dayanarak mutlak gerceklikler olarak goruyorduk? Spinoza tanrisiz bir insan degildi, O na inaniyordu, hatta Tanri nin varligini bir dizi aksiyom yolu ile ispat etmeye calistigi meshur Ethica kitabini bile yazdi. Sorun suydu ki, Spinoza nin tanrisi ile, ayni tanrinin kendini disavurum yolu olan doga birbirlerine cok fazla benzemekteydi ve bu durum Hollanda daki gelenekci Yahudileri rahatsiz etti. Amsterdam Yahudi cemaati tarafindan yargilandi, dinsiz olarak goruldu ve cemaatten aforoz edildi! Bu da inancin ne kadar farkli yorumlanabilecegine bir ornek. Kati ve asla taviz vermeyen bir ateist icin Spinoza koyu bir dindar olarak gorulebilirken, gelenekci dindarlar ise onu dinsiz ve sapkin ilan ediyorlardi!

Eger bir yasa varsa, bunun ardinda bir yasa koyucu olmalidir fikrine karsilik, bizim dogadaki her tur akisi incelerken bunlari yasa olarak yorumladigimiz fikri gelismekteydi. Dogadaki seyler kendilerine deklare edilen belli yasalara uymuyorlardi, onlarin hareketini biz yasa olarak yorumlamaktaydik. Eger hareketleri, ortak olarak gozlemlediklerimizden farkli olsa idi, bu sefer de o hareketleri ayri bir yasa olarak yorumlayacak ve alistigimizdan farkli bir matematik gelistirmek zorunda kalacaktik.

Ikinci soruya gelince: Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi? Dahasi, hicbir tasarim yetenegine sahip olmayan ve tamamen dogal gudulerle hareket eden canlilar, kendi iclerindeki tasarimi nasil olusturabilirler ?

Bu sorular, gunumuzde bile farkli dinlere mensup dindarlar tarafindan kullanilan akilli tasarim argumanina gonderme yapar. Aquino lu Aziz Tommaso gibi ruhiyatci dusunurler, ortaya, curutulmesi gercekten de cok zor olan bir arguman koymuslardir. Hristiyan teologlar bunu kisaca soyle aciklarlar.

Diyelim ki ormanda gezinirken, yerde bir kostekli saat buldunuz. Ne dusunursunuz ? Muhtemelen saati birisi orda unutmustur veya dusurmustur. Bir suru farkli ihtimal olabilir. Fakat bir seyi dusunmezsiniz. Tam da saatin bulundugu yerde, topragin veya cesitli maden filizlerinin eridigini, saatin camini olusturacak kadar inceldigini, seffaflastigini, sonra yuvarlak bir gorunum aldigini; bunlarin ardindan akrep, yelkovan, cesitli pimler, disliler ve spirallerin isi ve ruzgarin etkisi ile, birbirlerine mukemmel uyacak bicimde sekillendigini, bunlarin biraraya gelerek tek seferde ve tesadufen birlestiklerini dusunmezsiniz. Bu oylesine uzak bir ihtimaldir ki, gerceklesmesi icin evrenin bilinen yasi bile yetmez. Buraya kadar benim de hicbir itirazim olamaz. Ortada bir tasarim varsa, elbette onun ardinda bir tasarim sureci ve tasarimcilar, imal ediciler bulunacaktir.

Peki, doga gercekten boyle mi islemektedir? Doga, bir tasarimcinin ortaya koydugu sasmaz kurallar cercevesinde mi islemektedir, yoksa tum bunlarin farkli bir aciklamasi olabilir mi? Acaba insan kendisine ait olan tasarim yetenegini dogaya uyarlarken ve dogayi da boyle isliyormus gibi dusunurken insanca bir yanilgi icinde olamaz miydi ?

Bu sorulara daha sonra yeniden donmek uzere, simdilik Ortacaga hakim olan genel dusunce uzerinden ilerliyecegim. Yuzyillar boyunca, bilimsel dusunce ile dinsel dusunce kucak kucaga ilerlediler. Filozoflar, teologlar, doga bilimciler seylerin ardindaki davranis mekanizmalarina ulasiyorlar, fakat bunlari yorumlamakta ciddi gorus ayriliklarina dusuyorlardi. Kitaptan alintiliyorum:

O donemlerde insanla fizik yasalari arasinda net bir ayrim yoktu. M.O. 5. yuzyilda, ornegin, Anaksimandros, her seyin bir ilk cevherden ortaya ciktigini ve yaptiklari kotuluklerin cezasini odemek icin yeniden ona (bu ilk cevhere) geri dondugunu yazmisti. Iyonyali yazar Herakletios a gore Gunes, adalet tanricasi pesinde oldugu icin bu sekilde hareket etmektedir. (...) Bu gelenek, yuzyillar boyunca Yunanlilari izleyen pek cok dusunuru de etkiledi. Doganin yasalarina uyulmasi gerektigi dusuncesi, eskilerin doganin nasil boyle davrandigina degil, nicin boyle davrandigina odaklandiklarini gosteriyor. Antik caglarda kesin olcumler ve matematiksel hesaplamalar yapmak her bakimdan zordu. Aritmetik icin cok ikna edici buldugumuz on rakamli sistem ancak MS 700 lu yillarda, bu konuda dev adimlar atan Hindular sayesinde bulunmustur. Toplama ve cikartma icin kullanilan kisaltmalar icin ise 15. yuzyili beklememiz gerekti. Esittir isareti ve zamani saniyesine kadar olcen saatler 16. yuzyildan once mevcut degildi.

Aristotales, fizik yasalarinin icine bir parca dinsel dusunce katti. Ornegin, onun hareket kuramina gore, agir cisimler agirliklariyla orantili olan sabit bir hizla duserler. Nesnelerin duserken hizlarinin arttigi gercegini aciklamak icin yeni bir ilke icat etti. Dogal durma noktalarina yaklasan nesneler daha bir coskuyla ilerler ve bu yuzden hizlari artar. Bu ilke, gunumuzde cansiz nesnelerden cok bazi insanlar icin daha uygunmus gibi gorunuyor. Aristotales in kuramlari genel olarak cok az ongoru degeri tasisa da insan dusuncesini yakla$ik iki bin yil boyunca egemenligi altina aldi.

Yunanlilari takip eden Hristiyanlar, evrenin onlara ilgisiz kalan doga yasalari tarafindan yonetildigi gorusunu reddettiler. Ayrica insanlarin bu evrenin merkezinde ayricalikli bir yere sahip olmadigi dusuncesini de reddettiler. Ortacagda tutarli bir felsefe sistemi olmasa da genel egilim, evrenin Tanri nin oyun alani oldugu yonundeydi ve dogal fenomenler yerine din uzerine calismak cok daha degerli goruluyordu. (Dr Hawking konuya deginmemis, ben eklemek isterim, din uzerine calismanin sadece teolojik degil siyasal, ekonomik ve sosyal sinif atlama gibi sebepleri de bulunmaktaydi.) 1277 de, Paris Piskoposu Tempier, Papa XXI. Johannes in talimatlari uzerine harekete gecerek 219 maddelik bir lanetlenecek gunahlar veya sapkinliklar listesi yayinladi. Bu sapkinliklar arasinda doga yasalari dusuncesi de vardi. Cunku bu dusunce Tanri nin kadir-i mutlak olusuna aykiriydi. Birkac ay sonra sarayin tavani uzerine coktugunde Papa Johannes in yercekimi yasasi yuzunden olmesi ilginctir.

Doganin yasalari kavrami 17. yuzyilda ortaya cikmistir. Daha once belirttigimiz gibi, fiziksel nesnelere iliskin animist bir goruse sahip olmasina karsin, bu fikri modern bilim anlaminda ilk kavrayan Kepler olmustur. (Burda bir saptama yapmak isterim. Semavi dinlerin teologlari animizmi her ne kadar reddetmis, onu sapkinlik, Tanri ya ortak kosmak gibi gostermis olsalar da, pratikte animist yaklasimlar sergilemislerdir. Yalnizca, bu animizm kilik degistirmis, eski caglarda, bir ruha canliliga sahip oldugu icin davranan seylerin yerine, Tanri ya kavusmak icin veya onun dilegini yerine getirmek icin davranan seyler almistir. Animist inanc, insanligin bilinen en eski inanclarindan biridir.)

Galilei (1564-1642) bilimsel calismalarinda yasa sozcugunu kullanmamistir; buna ragmen pek cok yasanin aciga cikmasini saglamis, bilimin temelinin gozleme dayandigini ve bilimin amacinin da fiziksel fenomenler arasinda varolan nicel iliskilerin arastirilmasi oldugunu savunmustur. (Galilei nin dusunce bicimini merak edenlere, Tubitak bilim yayinlarindan cikan Galileo nun buyrugu kitabindaki nesnelerin dususleri uzerine bir diyalog bolumunu okumalarini tavsiye ederim. Bu uzun diyalogta Galilei acikca doga yasalarindan soz etmez, ama nesnelerin dusus bicimlerini aciklarken kullandigi yontemlerdeki dogal yasalari farketmemek imkansizdir.) Ancak, doga yasalari kavramini bugun anladigimiz haliyle acik ve ayrintili bicimde formule eden ilk kisi Rene Descartes (1596-1650) olmustur.

-devam edecek

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder