25 Eylül 2018 Salı

Güncel makalelerden bir demet.. 2018-09-25


MUSTAFA SÖNMEZ : ALT SINIFLARA ERKEN KRİZ DARBESİ

Ücretliler başta olmak üzere alt sınıflar yaklaşan krizi şimdiden hissetmeye başladı. Homurtular daha sesli yükseliyor.

Türkiye ekonomisi ağır bir krize doğru ilerliyor. Bunu hem iç hem dış gözlemciler dile getiriyor Fitch S&P Moody's gibi uluslararası derecelendirme kuruluşları yatırımcıları kırılganlıklar riskler konusunda uyarıyor. Türkiye ekonomisi altı çeyrek üst üste yüksek büyüme hızları gerçekleştirmiş olmanın ardından önce durgunluk sonra küçülme yönünde yol alıyor. Bütün öncü göstergeler temmuz ayından itibaren ekonomide durgunluk ve küçülmenin işaretlerini veriyor.

Öteden beri dünyanın en adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkelerinden biri olan Türkiye'de her kriz dönemi özellikle alt sınıfların yeniden yoksullaştıkları sonuçlar yaratır ve bu kitleler ilk seçimlerde iktidar partisi karşıtı oy kullanarak tepkilerini dışa vururlar.

Türkiye son seçimlerini 24 Haziran'da yapmış olmasına rağmen seçmenlerin yarısı bu seçimde geçim şikâyeti yüklü oy kullanmadılar. Ancak o seçim tarihinden bu yana hava hızla dönmüş bulunuyor. Sadece son üç ayda yükselen enflasyona döviz fiyatlarında sert tırmanışa art arda gelen şirket iflaslarına bankaların borçluları sıkıştırmalarına gelecek ile ilgili belirsizliklere karşı memnuniyetsizlik hızla arttı.

AKP rejiminin medyayı ve yargıyı ağırlıkla kontrol altında tutması yeni cumhurbaşkanlığı sistemi ile daha baskıcı bir devlet kurması gibi etkenler tepkilerin dışa vurulmasını protestolar ile ortaya konulmasını önlüyor ama dipten dibe homurtular çoğalıyor.

Alt sınıfların homurtuları öncelikle çarşı-pazarda yüz yüze kaldıkları fiyatları gördükçe yükseliyor. Ağustos ayında yüzde 18'e yaklaşan yıllık enflasyon uzun zamandır Türkiye'nin yaşamadığı ve giderek yapışkan hale gelen bir tüketici enflasyonu niteliğinde.

Sanayicilerin yani üreticilerin yaptıkları fiyat artışlarının yıllık bazda yüzde 32'yi bulması tüketici enflasyonuna yansıyacak önemli bir potansiyel olduğuna ayrıca dikkat çekiyor. Perakendeciler sanayinin zamlarını tüketiciye taşımamaya direndiklerini ancak bunun da sınırlarına geldiklerini ifade ediyorlar. Bu durum yıl sonunda yıllık enflasyonun rahatlıkla yüzde 20'yi bulacağı yönündeki tahminleri güçlendiriyor.

Emsali sadece IMF masasında operasyonda olan Arjantin'de görülen bu yüksek enflasyon ile baş edebilecek bir ücret ve maaş artışı ayarlaması ise ortalıkta yok. Sayıları 19 milyonu bulan ücretli sınıftan (toplam istihdamın yüzde 70'i) sadece 3 milyon dolayında olan kamu çalışanı ve sayıları 10 milyona ulaşan emeklilerin maaşları-ücretleri enflasyona bağlı olarak ayarlanıyor. Ancak geriye kalan 16 milyon özel kesim ücretlisi için enflasyona bağlı ayarlama düzeneği yok. Bunlardan ancak 1 milyon kadarı sendikalı dolayısıyla enflasyona karşı ücretlerinde artış isteme cüretini gösterebilecek örgütlülükte. Geri kalan 15 milyonluk ezici ücretli çoğunluk ise örgütsüz sendikasız.

Daha vahim olan Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK'in iş gücü istatistiklerinin mikro verilerinde ortaya konulan ücret düzeyinin durumu. Bu verilere göre ücretli olarak istihdam edilenlerin yüzde 60'ından fazlası asgari ücretle ya da onun altında ücretlerle çalışıyor. Bu halen ayda 1600 TL ücretle çalışmak demek. Eylül ayı ortalama dolar kuru 6 50 TL kabul edildiğinde 246 dolar demek. Aynı asgari ücret yılın başında 426 dolar ediyordu. Yani dolar bazında dokuz ayda yüzde 42 ucuzlayan bir asgari ücret var.

TÜİK ülke genelinde ortalama kiranın eklentileri ile birlikte aylık 1000 TL olduğunu bildiriyor. Bu durumda bir ücretli ailesinin hayatını idame ettirebilmesi için en az iki asgari ücretin eve girmesi ikinci iş yapılarak ek gelir elde edilmesi yanı sıra başka yardımlar sağlanması gerekiyor. Bunlar bile yüzde 18'i bulmuş tüketici enflasyonu karşısında alım gücünü korumaya yetmiyor ve hanede göreli yoksullaşma yaşanıyor.

Ancak fatura göreli yoksullaşma ile sınırlı değil. Şimdi eldeki işi kaybetme riski de artıyor. Özellikle asgari ücretlilerin istihdam edildiği inşaat tarım turizm ve öteki hizmet dallarında büyüme hızla düşüyor. Yüzde 5 2 büyüme yaşandığı söylenen nisan-haziran dönemindeki ikinci çeyrekte bile tarım yüzde 1 5 gerilerken inşaatta büyüme yüzde 0 8'de kaldı. İmalat sanayisi ise önceki çeyreğin büyümesinden önemli ivme kaybetti. Temmuzda başlayan eylülde bitecek üçüncü çeyrekte büyüme temposunun çok düştüğü ve işsizlikte tırmanma yaşandığı biliniyor.

Eldeki en güncel işsizlik verileri tarım dışı işsizliğin yüzde 12 5'i geçtiğini ve tırmanma eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Ağustos-eylül işgücü verileri yayımlandığında tarım dışı ya da kent işsizliğinin yüzde 14-15'e yaklaştığını görmek sürpriz olmayacak. Esas korku ise yılın son çeyreği ekim ayı ve sonrasında. Bu son çeyrekte daha sert bir küçülme ve işten çıkarmalar bekleniyor. Zaten yeteriz olan ücreti bir de işi kaybederek sıfırlama birçok ailenin katlanabileceği bir durum gibi görünmüyor.

Alt sınıfları bekleyen riskler ücretlinin enflasyonla baş edemeyip alım gücünü kaybetmesi dahası işten çıkarılarak sıfır gelirli durumuna düşmesi ile sınırlı değil. Bir de sırttaki banka borcunu çevirememe korkusu var.

2003 öncesinde bankalardan borçlanmayı pek bilmeyen Türkiye halkı dışarıdan kolay ve ucuza borçlanmayı beceren banka sisteminin açtığı borçlanma imkânını geri tepmedi. Bir yandan kredi kartı kullanımı ve onun üstünden borçlanma bir yandan konut otomobil ve farklı ihtiyaçlar için yapılan tüketici borçlanmaları ile hane halkı borçlanması hızla tırmandı. Bankalar Birliği verilerine göre hane halkının tüketici kredisi ve kredi kartı biçimindeki borç yükü 567 milyar TL'yi bulmuş durumda. Bunun 244 milyar TL'sini durumu daha iyice kesimin konut ve otomobil kredisi kullanımı olarak kabul edip ayıkladığımızda daha alt grupların borçları kabul edilen ihtiyaç kredisi ve kredi kartı borçlarının toplamı 323 milyar TL'yi buluyor.

Bu borçların döndürülmesinde önemli zorluklar olduğu biliniyor. Şimdiden takibe uğrayan borç oranı yüzde 6'ya yaklaşmış durumda. Bundan dolayı mahkemelik olan borçlu sayısı ise durmadan artıyor. Hanelerin geçinmede zorlanmaları ile nasıl geri ödeyeceklerini bilmeden yeni borçlar almaları bunları döndürememeleri ya da mevcut borçları geri çevirmede zorlanmaları borç taksitini yaratacak gelirden mahrum kalmaları hem bankalar hem aileler için önemli bir sorunu gündeme taşıyor: Borçların çevrilememesi evlere otomobillere hatta evlerdeki televizyonlara buzdolaplarına hacizler gelmesi…

Özetle kriz henüz burnunu gösterse bile yüksek enflasyonla baş edemeyen işini kaybetme riski taşıyan hele ki banka borcu olan kesim krizi şimdiden ağır biçimde hissetmeye başladı. Bütün bu kitlenin aynı zamanda bugüne kadar iktidardaki AKP'nin seçmenlerinden de olduğu hatırlanmalı.

İktidara açılan kredinin sorunlar karşısında diş sıkıp sabretmenin limiti ne? Bunu kestirmek zor. Ama bütün bu kriz konjonktüründe bir de mart 2019'da yapılacak yerel seçimler var. Canı yanan kitle sandıkta hesap sorar mı? Mart ayına kadar kriz yumuşatılır mı? Cevabı aylarca askıda kalacak bazı sorular bunlar.

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/09/24/alt-siniflara-erken-kriz-darbesi/

100 BİN KİŞİ BÖYLE EVLENMİŞ!

Sabah Gazetesi'nden Abdurrahman Şimşek'in haberine göre FETÖ'nün örgütsel kodlarını gözler önüne seren ve örgütün yıllar içinde oluşturduğu kapalı yapısını şekillendiren 'izdivaç genelgesi' ortaya çıktı. Örgüt lideri Fetullah Gülen'in isteğiyle hazırlanan ve ilk kez yayımlanan talimatname niteliğindeki bu belgede FETÖ'nün mahrem hizmetler adlı özel biriminde kimin kiminle ve nasıl evlendirileceğine dair emirler yer alıyor. Genelge doğrultusunda evlenen mahrem hizmetlere mensup örgüt üyesi sayısının 100 bin olduğu tespit edildi.

Rapora göre örgütteki tüm evlilikler izdivaç mesulü imamdan alınan talimatlarla gerçekleştiriliyor. Aynı raporda mahrem hizmetlerdeki örgüt yönetici ve üyelerinden askeriyedekilere daha iyi evlilikler yaptırılması stratejisinin benimsediği diğer mahrem hizmetlerde ise katalogdan kalan eşlerin seçildiği bilgisi yer aldı. Bu bilgi örgütün kendi içinde evliliği sınıfsal bir sisteme oturttuğunu gösteriyor.

NEDEN BİZ NE ZAMAN?

'İzdivaç' isimli genelgede şu ana başlıklar yer alıyor:

"- Neden biz evlendirmeliyiz?

Ne zaman evlendirilmeli?

Adayların alınmasında ve takibinde izlenecek yol – İl ablaları ile istişare – Ön görüşme (Mülakat) – Mülakatlarla ilgili sorunlar – Telefon görüşmelerinde yaşanan problemler – Muhtelif problemler – Yeni gelen adaylara evlilik konusunda bilgilendirme yapılmalı – Öğrencimizi (Örgüt üyesi) tanıma evlilik semineri verme – Evlilikle ilgili öğrencinin taleplerini alma (Fertten ferde) – Genel izdivaç mesulüne talep bildirme – Genel izdivaç mesulü abiden aday alma – Öğrencimize adayı takdim etme – Görüşme semineri verme – Sonuna kadar süreci kontrol etme – Evlilik ve düğün. "

KİTAPÇIĞI ÖRGÜT ABİLERİ VERİYOR

Kamuoyunda katalog olarak bilinen evlilik kitapçığının izdivaç mesulü abiden alınacağı da genelgede belirtiliyor. Genelgenin bu kısmında "Öğrencimiz dış görünüşe çok önem veren biri ise mutlaka fotoğraf gösterilmeli. Bize göre güzel olan birisi ona göre çok çirkin olabilir. Hizmet geçmişi yıl yıl yaptığı vazifeler ve kaldığı yerler yazılmalı. Tanınan bir özelliği varsa formda yazılı olarak ifade edilmeli. Adayın söz ve nişan gibi bir takıntısı varsa tespit edilmeli. Söyleyemiyor birkaç kişiyle görüştürülüyor hep olumsuz oluyor. Bayan adaylar ablalar tarafından görüşmeye hazırlanmalı" gibi talimatlara yer veriliyor.

Adayların 'hizmet geçmişi aile yapısı sosyal ve kültürel durumu memleket tercihi kişilik yapısı gibi bilgelerin de forma işlenmesi isteniyor.

Genelgede "Adayın ailesinin varsa olmazsa olmazları izdivaç hususunda son kararı kimin vereceği öğrenilmeli… Huy ve karakter olarak istemedikleri ve geçinemeyeceği fıtratlar fiziki olarak takıntısı var mı öğrenilmeli. Nabza göre şerbet verilmeli ve her fıtrata uygun birilerinin olabileceği ifade edilmeli" gibi ifadeler de dikkat çekiyor.

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/09/23/100-bin-kisi-boyle-evlenmis/

CAHİT ARMAĞAN : TÜRKİYE ABD'NİN SURİYE'DEN ÇIKMASINI İSTİYOR MU?

Dilekcahitdilek@yahoo. com 24 Eylül 2018

Soçi'deki İdlib mutabakatı...

Erdoğan yönetimini koşulsuz destekleyenler büyük başarıdan bahsediyor.

Konuyu sorgulayanlar Türkiye'nin felaketle karşı karşıya kalacağını düşünüyor.

Çünkü hem Türkiye'nin desteklediği silahlı gruplar hem de Nusra-HTŞ grupları mutabakata uymayacaklarını açıkladılar bile.

Krizin zamana yayıldığı çatışmanın kısa bir süreliğine ötelendiği mutabakatın kırılgan olduğu aşikâr.

Mutabakat yürüse de yürümese de eli silahlı sözde ılımlı-terörist grupların sınırımızın hemen dibinde bir terör kantonu oluşturacağını görmemek imkânsız.

Açmaz ve çıkmazdayız.

Son MGK bildirisinde dlib çatışmasızlık bölgesine yönelik saldırıların durdurulması konusunda Rusya Federasyonu ile varılan mutabakatın önemine işaret edilmiştir" deniyor.

Yani Türk tarafının mutabakatla hedefi Suriye'nin İdlib'e saldırısının önlenmesiymiş.

İdlib'de terörle mücadeleye atıf yapılmamış.

Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ise mutabakatla İdlib'den Rus üslerine ve Suriye ordusuna saldırıların önlenmesinin sağlanacağını ifade ediyor.

Suriye ve İran yönetimleri de memnuniyetle(!

) karşılamış mutabakatı.

Tarafların farklı hedef ve beklentileri olan bu mutabakattan sonuç almak mümkün mü?

MGK bildirisinde Münbiç ile ilgili ifade de dikkat çekici. "

Münbiç'in terör örgütünden temizlenmesi için mutabık kalınan yol haritasının hassasiyetle uygulanmasını beklediğimizin..." deniliyor

Sözcü İbrahim Kalın da ortak devriyenin çok yakında başlayacağını ifade etti.

Ortak devriye olsa şimdi durumdan farklı ne olacak ki.

Münbiç'le ilgili ABD'nin açıklamalarına bakıldığında Türk tarafının açıklamalarının boşa çıktığını görürsünüz.

Çünkü ortada ne yol haritası ne bir mutabakat var.

Tamamen bir oyalama.

Kimse üç maymunu oynamasın.

İdlib'le birlikte Fırat'ın doğusu konusu konuşulmaya başlandı.

Ancak burada da tarafların hedef ve beklentileri farklı.

İran ilk kez 07 Eylül'deki üçlü zirvede Fırat'ın doğusundan sorundan bahsetti ancak dikkat çektiği konu yine ABD'nin varlığı oldu ve ABD'nin çıkarılmasından bahsetti.

Rusya da İran gibi ABD'den bahsediyor ama Rusya'nın tavrı ABD'nin çıkarılması yönünde değil.

Rusya daha önce de defalarca söylediği hususu önceki gün Lavrov'un ağzından Fırat'ın doğusu ifadesiyle tekrarladı.

Lavrov Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelik ana tehdidin Fırat doğusunda ABD kontrolünde oluşturulmakta olan özerk ve bağımsız yapılardan geldiğini ABD'nin bu faaliyetlerinden vazgeçmesi gerektiğini söyledi.

Türkiye Fırat'ın doğusundaki sorun olarak PKK terör örgütünün o bölgedeki varlığı ve kontrolünü kastediyor.

Erdoğan dün şöyle söylüyordu: Şu an Suriye'nin geleceği için en büyük sorun Fırat'ın doğusunda kimi müttefiklerimizin himayesinde büyüyen terör bataklığıdır.

MGK bildirisinde "güney sınırlarımız boyunca uzanan Suriye'nin diğer bölgelerinin de bir an önce terörden arındırılmasına yönelik faaliyetlerin artırılarak sürdürülmesi..." deniliyor ancak ne

Fırat'ın doğusu ne PKK/YPG ne de ABD'ye atıf yapılmış.

Erdoğan yönetimi ABD'nin terör örgütüne verdiği desteği dile getirmekte ancak ABD'nin Suriye'deki varlığını sorgulamıyor.

İran gibi "ABD Suriye'yi terk etmeli" ve Rusya gibi "ABD özerk yapılar oluşturarak Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit etmemeli" konularını gündeme getirmiyor.

Ve ABD İdlib'de Türkiye'nin sınır güvenliğiyle ilgili tampon bölge oluşturması dahil her türlü tedbiri almasını anlayışla karşılayacağını ve destekleyeceğini bildiriyor.

Bu açmaz ve çelişkiler şu soruları akla getiriyor:Fırat'ın doğusunda sadece terör bataklığı mı var yoksa sadece özerk bir yapı mı oluşuyor?

Her ikisi mi?

Fırat'ın batısında İdlib'den Cerablus'a oluşacak Sünni bölgede Türkiye'nin söz sahibi olması havucuna karşılık Türkiye de ABD'nin Fırat doğusundaki faaliyetlerini görmezden mi gelecek?

Eğer ABD YPG ile PKK'nın bağını kestiği konusunda Türkiye'yi ikna ederse oluşan PYD yapısını kabullenecek mi?

Fırat'ın doğusunda da uygulanacağı söylenen Münbiç'teki sözde yol haritasının hiç ilerleme olmamasına rağmen iyi gittiği bunun için mi sıkça vurgulanıyor?

ABD Münbiç'te birkaç YPG'li kaldı derken sözde çekilmeleri gözlemleyemeyen sınırından içeri giremeyen Türkiye bu boş lafları görmeyip Fırat doğusu için de aynı açıklamaları kabullenecek mi?

Türkiye bunun için mi ABD'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini Suriye'yi terk etmesi gerektiğini hiç ifade etmiyor?

Birbirlerinin kazanımlarına laf etmeyen ABD ile Türkiye arasında Rusya ile ABD arasında olduğu gibi de facto bir mutabakat mı var?

Türkiye kontrolünde de olsa Suriye'de özerk bir bölge önce Suriye sonra Türkiye'ye tehdit oluşturmaz mı?

Kaynak Yeniçağ: Türkiye ABD'nin Suriye'den çıkmasını istiyor mu?

  • Cahit Armağan Dilek

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-abdnin-suriyeden-cikmasini-istiyor-mu-48973yy.htm

 

EMRE KONGAR : 'YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK!'

ekongar@cumhuriyet.com.tr 18 Eylül 2018 Salı

Erdoğan/AKP iktidarı Türkiye'yi bu ucube Tek Adam Rejimi'ne bütün krizlerde "yangına körükle giderek" getirdi:

Mezhep gibi ırk gibi farklılık eksenlerini kaşıdı...

Laiklik gibi demokrasinin temel önkoşulunu tartışmaya açtı rejimin temellerini sarstı...

Yargıyı siyasetin emrine aldı Hukuk Devleti'ni yıktı...

Haksız hukuksuz ve adaletsiz uygulamaların simgesi olan polisleri savcıları yargıçları yüceltti; sonra bunlar güçlenip kendisine yönelince hepsini hapse attı...

FETÖ'yü askeri darbe girişimi yapacak güce eriştirdi; sonra bunu bahane ederek kendi sivil darbesini yaptı.

"Kürt Açılımı" diyerek PKK terörüne karşı eylemsiz kaldı; sonra böylece güçlenen PKK ile savaşma gerekçesiyle milletvekillerini ve belediye başkanlarını hapse attı...

Bütün yaptığı yanlışları FETÖ'nün ve Kürtlerin üstüne yıkarak bu yapılanları eleştirenleri de "ihanet" çizgisine varan suçlamalarla susturdu; susmayanların bir kısmını işlerinden attı bir kısmını doğrudan hapse tıktı ve orada unuttu...

Belediyelerle birlikte holdinglere de el koydu bununla da yetinmedi bireylerin ailelerini de cezalandırdı.

Siyasal farklılıkları mezhep ve ırk çizgilerine taşıdı; insanları böldü birbirlerine düşmanlaştırdı böylece kendi seçmen tabanını konsolide etti.

***

Bu "yangına körükle gitmek" politikasını sadece iç ve dış politikalarda temel hak ve özgürlükler ve adalet konularında değil ekonomik konularda da sürdürdü:

ABD ile çıkan Rahip Brunson krizini körükledi; bu krizi Türk Lirası'na değer kaybettiren yanlış ekonomi politikalarının suçunu "Dış Güçlere" yüklemek için kullandı.

Türk Lirası'nın değer kaybını önlemek için Merkez Bankası'nın alacağı kararları önledi; bunu ilan da etti ve böylece liranın değer kaybını hem arttırdı hem de hızlandırdı.

Şu anda Türkiye tam bir toplumsal siyasal hukuksal ekonomik ve mali krizin içinde.

Özellikle bankalar çok zor durumda.

İktidar bizzat yarattığı veya şiddetlendirdiği krizlerle otoritesini arttırdığı ve Parlamenter Rejimi yıkıp yerine ucube bir Tek Adam Rejimi kurduğu için yine bu krizi de derinleştirerek lehine kullanmak eğiliminde...

Önce Türkiye'nin kamu banka ve şirketlerine "Varlık Fonu" adı altında el koydu sonra dövizli muamelelere sınırlamalar getirdi...

Şimdi de ekonomik krizi daha da derinleştirecek piyasaları altüst edecek bir hamle ile "yangına körükle giderek" İş Bankası'na el atmaya çalışıyor!

***

Toplum artık kendisine ekonomik olarak da zarar vermeye başlayan bu krizlerden gerginlikten bıktı...

Ayrıca ekonomi devlete boyun eğmeye koşullanmış seçmene benzemez; doğasına aykırı davrananı tepiverir!

"Yangına körükle gitmeye" ve bu yolla krizleri daha da derinleştirerek kendi egemenliklerini pekiştirmeye alışanlara önce bir toplumsal gerçeği anımsatmak isterim:

Toplum bunca gerginlik ve kriz karşısında üstelik bir de yoksullaşıyorsa "sabır taşı olsa çatlar!"

Ve sonra bir başka anımsatma daha:

Unutmayalım; büyüklerimiz ne demiş?

"Keskin sirke küpüne zarar!"

***

DEMOKRASİ EKONOMİNİN MOTORU İŞÇİNİN EKMEĞİDİR...

ONU YOK EDERSEN PARAN DA PUL OLUVERİR!

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1085894/_Yangina_korukle_gitmek__.html

1 İĞNE 1 ÇUVALDIZ

O Hava limanı 29 Ekimde A ÇI LA CAK

Emir büyük yerden

Hazret zannediyor ki

Havalimanına benim adım verilirse Beştepede ki payitahtım da adım gibi baki kalacak

KAL MA YA CAK

Hazretin adı ile anılacak olan havalimanının dünyanın en büyük havalimanlarından biri olacağı kesin.

Peki bu dünyanın en büyük tesisini kim kullanacak?

Beş tanesi Avrupa'dan ve ikisi Amerika'dan olmak üzere 7 bayrak taşıyıcısı hava yolu son bir yılda İstanbul uçuşlarını durdurdu.

Bunun birkaç fazlası da uçuşlarını iptal etmek için Kasım ayı içinde Amerika'nın Türkiye hakkında vereceği nihai kararı bekliyor.

Yani Fiyasko

Yani Ego

Yani çöp

Haftalar önce katıldığım bir radyo programında buradaki işçilerin adeta birer pranga mahkumu gibi çalıştırıldıklarını dile getirmiştim.

Ve sonunda da isyan ettiler.

Sarayın "yal"cısı yazarlar sabah ezanın da çemkiren köpekler gibi ses verdiler.

Bu isyan normal değil

Birilerinin bu itlerin kafasındaki bitleri ayıklayıp içeri tıkması lazım!

Tahta kuruları tarafından ısırılmanın ne olduğunu bilir misin hacı yatmaz HINCAL ULUÇ

Isırdıkları yerde genellikle enfeksiyon oluşur. Kaşıdıkça yaraya dönüşür. O yaralar uzun süre iyileşmez. İyileştiğinde ise iz kalır.

Sen hiç Nazilerin Belene kampı benzeri bir şantiye de çalıştın mı doğruyu satmaz FATİH ALTAYLI

Bir yerinden kan gelinceye kadar çalıştırılırsın. Enva-i çeşit hakaretlere maruz kalır sesini bile çıkaramazsın.

Böcekler poponun arasında gezinirken uyumayı denedin mi çivi tutmaz Mehtap Yılmaz…

İşçilere dediğin İt kadar olmasa da bit kadar bitler gezinir bir yerlerinde.

Senin bitine ilaçların herhangi bir etki yapmayacağı da gün gibi aşikar…

Orası bir şantiye falan değil

Nazi toplama kampı

Çoğunluğu mültecilerden oluşan ve sigorta yerine Ferdi kaza sigortası yapılarak çalıştırılan işçilerin bulunduğu lanetli bir yer.

İddialar korkunç

İş kazası nedeniyle ölen işçilere olay yeri incelemesi dahi yapılmıyor. Ceset saatlerce yerde bekletiliyor.

Sonra bir ambulans gelerek mevtayı alıp morga götürüyor.

Yakınlarına ise ferdi kaza sigortasının maksimum tutarı olan 100 Bin lira ödeniyor.

Ya şaibeler?

Milletin mahrem yerine meftun Mehmet Cengiz in başını çektiği ihale mafyası 22 milyar Avro'yu aşan oldukça büyük çaplı bu projeye finansman desteğini yalnız yerli 3 kamu bankası üstlendi.

1 milyar 480 milyon Avro ile aslan payını Ziraat Bankası'nın üstlendiği kaymaklı kredi paketine HalkBank VakıfBank DenizBank Garanti Bankası ve Finans- Bank 4.5 milyar Avro ile destek verdi. Söz konusu altı banka ile dört yılı ana para ödemesiz olacak şekilde 16 yılık vadeli finansman sözleşmesi imzalandı.

Binlerce iş makinasının 24 saat boyunca aralıksız çalışarak tükettiği yakıt miktarının bedeli ihale bedelinin neredeyse 1/4 ne eşit. Firma logosuz tankerlerle gelen yakıtın nereden ve ne şekilde temin edildiği ise tam bir muamma.

Katar yüz milyonlarca Dolar değerindeki uçağı hediye etmiş. Maganda playboylar sahip olmak istedikleri hafif meşrep kadına son model bir telefon alır ve kendi numaralarını kaydederek verirler. Bununu anlamı bu telefon benim sende sadece benimsin demektir. Eğer hediye ise Katar bedevisine sormak lazım ne verelim abime….

Peki ya bizler

Korku ve endişe içinde izliyoruz.

Sadece izliyoruz.

Nazi Almanyasın da Yahudilere taşıması zorunlu kılınan Davut yıldızı gibi işaretlenmiş ve fişlenmiş bir durumda mutlak sonu bekliyoruz.

Bir hareketlenmeyi düşünsek….

Nevzu billah olmaz

Mevzusu dahi olmaz

1 İğne kendimize

1 Çuvaldızı karşıkine

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/09/22/1-igne-1-cuvaldiz/

PROF. DR. TÜLAY ÖZÜERMAN: HAYDİ KIMILDA!

21 Eyl 2018

Yönetim yerine "yönetişim" deyince yenilik getirmiş havalarına girenler yerellik iyidir tezini önceki oydaştığımız kavramlarla oynayarak beynimize çakmaya kalkıştıklarında bu yerellik safsataları ile daha demokratik ol(a)mayacağımızı hem derslerimde hem konferanslarımda anlatıyor ve yazıyordum da. Hiyerarşik ve otoriteye tabi kültür dönüşmeden özgür iradeli bireye tahammül edemeyen yönetim anlayışı ile demokrasi olmaz/olamazı anlatmak da kolay değil(di)!…

Farklı olana tahammülü olmayan bir kültür; farklılaşma ile yol alan bir yönetim biçimine bir şekilde başa geleni ayrıcalıklı yere oturtup yerleştirerek ve ona göre biçimlenerek mi ulaşacaktı demokrasiye? Geçiniz… Kültürü görmezden gelerek gidebileceğimiz yerdeyiz şu an.

"Zamanın ruhu" diye bir kavram vardır. Belli olgularla tanımlanan. Bizler ruhu olmayan bir zaman kesitinin dar ve karanlık tünelinden geçiyoruz nereye gittiğimiz konusunda açıklama yok ama istikamet belirleyenlerin hedef gösterdikleri belli tarihler var. Ruhu olan zamanlarımızın bizi birbirimize kenetlediği önemli günlere denk gelen tarihler gibi… 2023 hedefinde belli ki 1923 rövanşı var. Ama o hedef ne? Bunu sadece yöneticiler biliyor. Çok gizemli(!) değil mi?… Otokrasi biçemlerinin "ileri demokrasi" dillendirmeleri ile yol bulduğu; söylenenler ile yapılan arasındaki mesafenin çok derin olduğu dipsiz bir kuyu gibi.

Birinci sınıfta siyaset bilimi dersinde "demokrasi" konusunu işlerken neden AB üyesi olamayacağımızın nedenlerini sıralamamdan sonra bir erkek öğrencimin biraz da bana ders verir gibi "göreceksiniz kısa sürede gireceğiz" demesini anımsıyorum. Üçüncü sınıfta herkesin içinde "hocam siz haklısınız AB'ne girmemiz imkansız" demişti. Bu isabetli sonuca kendisi kısa sürede ulaşmıştı. Gerçekleri anlatmaktan vazgeçmemek için anlamlı bir örnektir. Topluma acıtsa da gerçekleri anlatan yazar bilim insanı ve yöneticilere gerek var. Bir toplum gerçeği ile yüzleşerek aşabilir sorunlarını tıpkı bireyler gibi.

Türkiye bir yol tutturdu gidiyor. "Durmak yok devam" diyerek tam gaz demokrasiye gitmediğimiz hepimizin malumu. Eleştiri hakkının tekçi yönetimde mahfuz tutulduğu bir sistemde kendisine özgür alan açmak isteyen bireylerin karşısında vay sen hakaret ettin yaftası ve ceza var. Yandaşlık ödül vesilesi. Çoklu ayrışma başlıkları ile formatlanan toplum bir de ödül ve ceza arasına sıkışıp ayrıştırılıyor. Birlikteliğimizi tutkallayan değerler ve kurumlar bir bir ya yıkıntılar arasında yok ediliyor ya da önceki tanımladığımız başlıklarda farklı içeriklerle tanınmaz halde karşımızdalar.

***

Üstelik çok basit nedenler ileri sürülerek çok önemli sonuçlar doğuran gelişmeler oluyor.

CHP'nin hisseleri diyerek İş Bankası üzerine gidilirse bu sadece banka ile sınırlı olmayacak sonuçlar yaratacak çok vahim bir adım olacaktır. Artık başta hukuk tüm denetleyici kurumlar ortadan kalktığı için durmaksızın tüm kurumları başkalaştıran ve sahiplenilen ilerleyiş engebesiz. Ne ki; yapabiliyor olmak haklı olmak anlamına gelmiyor.

Yönetenin yönetim anlayışı ile toplumun tamamının oydaşma içinde olması beklenemez. Ancak en az yarısı hoşnut değilse yönetim halktan kopmuş demektir. Bu satırları niye yazdım. Yolun karşısına geçmek üzereyken trafik polisi hepimizi durdurdu. Uzunca bir süre bekledik niçin bekletildiğimizi bilmeden sonra makam araçları geçmeye başladı. Bittikten sonra bize yol verildi. Trafik polisine niçin bekletildiğimizi sordum bakan açılışa gidiyor dedi. Bakana uyum sağlayan trafik mi? Trafiğe uyum sağlayan bakan mı? Çok basit bir tercih gibi ama çok önemli. Yönetimde kimin öncelikli olduğuna dair.

Uluslararası bir konferans için üniversitemize gelen Mümtaz Soysal hoca geldi aklıma. Ben de konuşmacılardan birisi olduğum için öğle yemeğinde yanımda oturuyordu. Mümtaz hoca bir dönem Dışişleri Bakanlığı yapmış bir kişi. Önceden söylemişti uçağa yetişmek zorunda olduğunu. Usulen bize yemekte eşlik etti. Ve kalkarken bana döndü fısıltıyla yerimden kalkmamamı rica etti. Üniversite yöneticilerine de lütfen kalkmayın diyerek büyük bir alçak gönüllükle aramızdan ayrıldı. Yemek bölünsün istemedi. Bizler eski Bakan olduğu için değil gerçekten hak ettiği için yine de yerimizden kalkarak uğurlamak istediğimizde hala lütfen rahatsız olmayın diyordu. Bu alçak gönüllüğe kendisinin ötesini görebilenlere hasretiz artık.

***

Türkiye yurttaşı önceleyen anlayışı teperek geldi bugünlere. İçimizde bir özlem ve gelecek için hayal olarak tutalım yurttaş öncelikli yönetim anlayışına yeniden ulaşmayı. Cumhuriyetin özüne dönmekten söz ediyorum. Bugün ne bizim yaşadıklarımız ne de bizlerin ne düşündüğümüz önemli değil. Birileri çıkıp kriz yok deyince yok olmayan krizi yaşayıp aramızda sızlanıp yakınarak nereye kadar sürüklenebileceğimizi yaşayıp göreceğiz.

Bir aldığınız ürünü ikinci kez aynı fiyata alamadığınız bir yerde kriz yok denilebilir mi? Kaliteli ürünler üreten marka olmuş firmaların konkordato ilan ettikleri haberleri iç sızlatıyor. Tam da israf ekonomisini terk edip üretim ekonomisine geçmekten söz edilirken(!)…

Fakat üzülmeyin biraz önce ATO Başkanı'ndan ekonomik önlemlerle ilgili süper bir çözüm önerisi geldi. Dedi ki; biz yanlış yapıyormuşuz. 1 Dolar karşılığı Türk lirası şu kadar diyormuşuz. Halbuki Türk lirası karşılığı şu kadar dolar demeliymişiz. Bunun olumlu psikolojik etkisi olacağından söz ediyordu. Yani haklı değil mi sizce de? Hem yerli ve milli diyoruz hem de yabancı paralar önde gidiyor. Kendi paramızı öne çekince paramız da değerlenmiş olacak. Ve biz psikolojik olarak rahatlayacağız(!)… Bunu bu güne kadar hiç düşünmemiş olan ekonomistlere duyurulur. Daha önce düşünene kendileri olmadığı için çok dövüneceklerdir eminim…

Hazır haberlere değinmişken bir diğer psikolojimizi olumlu etkileyecek habere ilişti gözüm; müzik öğretmeni Sağlık Bakanlığı'na genel müdür olmuş. Ne kadar yerinde bir karar… Tıp doktorlarını da müzik okullarına gönderelim demeyeceğim.

Bu müjdeli haberlere pek yakışmayacak ama bir de camide imamın Suriyeli kadınla basıldığı haberi ilişti gözüme. Gezi olaylarında camide içki içildi diyerek ortalığı velveleye verenler geliverdi aklıma… İçilmedi diyen imamın tayini çıkmıştı hani… Günün diğer başlıklarına değin(e)meyeceğim. Aklımızı bu kadar zorlamak yeter. Tam da psikolojimiz üzerinde olumlu gelişmeler olurken(!)…

Saray ve efradı ile vatandaşların yaşamları arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. Bir an önce toplumun gerçek nabzını tutan/yansıtan toplumla bütünleşik/barışık bir yönetim anlayışı ve kadrosuna ihtiyacı var ülkemizin. Bu giderek daha belirginleşen kopukluk halinden çıkabilmemiz için muhalefet reflekslerinin hem toplumda hem de siyasette güçlenmesi gerekiyor.

İyi de herkes susuyorken bunu nasıl başaracağız dediğinizi duyar gibi oluyorum. Yazarak anlatarak olmuyor; belki de yeni bir şarkı bestelenmeli; hepimizi coşturup uyku halimizden çıkaracak!… Adı benden olsun: Haydi Kımılda!. .

http://www.ilk-kursun.com/haber/368207/prof-dr-tulay-ozuerman-haydi-kimilda/



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder