19 Eylül 2018 Çarşamba

MUSTAFA SOLAK : YENİ DERS KİTAPLARINDA ATATÜRK VE LAİKLİK KALDIRILDI

MUSTAFA SOLAK : YENİ DERS KİTAPLARINDA ATATÜRK VE LAİKLİK KALDIRILDI

Yeni öğretim programına göre yazılan tarih ders kitapları basıldı. 8. sınıf T. C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders kitabını incelediğimde Atatürk'ün Atatürk ilkelerinin özellikle laikliğin geçtiği yerlerin azaltıldığını padişahın halifenin teslimiyetçi işbirlikçi rolünü cumhuriyete karşı hilafet yanlısı Şeyh Sait Menemen Ayaklanmalarını gözden uzak tutarak ümmet doğrultusunda ilerleyen yeni bir tarih anlayışı yaratılmaya çalışıldığını gözlemliyorum. "Gayrimilli Eğitim" kitabımda müfredata değindiğim için burada müfredata göre yazılan ders kitabına değineceğiz.

Kitaptan "Atatürkçülük" ünitesi kaldırılarak "Çağdaş Türkiye Yolunda Adımlar" ünitesiyle birleştirildi ve yeni müfredatta "Atatürkçülük ve Çağdaşlaşan Türkiye" başlığı olarak yer aldı.

Şekilde görüldüğü gibi çıkarılan "Atatürkçülük" ünitesinde Atatürk ilkelerini ele alan bir üniteydi ve ilkeler 17 sayfada anlatılıyordu. [1] Yeni ders kitabında ise Atatürk ilkelerinin kapsamı çok daraltılarak kavramsal açıklama düzeyine indirgenmiş ve 3 sayfaya düşürülmüştür. [2]

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURULMASI BAŞLI BAŞINA DEMOKRASİ DEĞİL ?

"Atatürkçülük ve Çağdaşlaşan Türkiye" ünitesinden sonra "Demokratikleşme Çabaları" ünitesi yer alıyor. Türkiye çağdaşlaşırken demokratlaşmıyor sanırım. MEB çağdaşlaşma ile demokratlaşmayı birbirinden kopuk görüyor. Çağdaşlaşan Türkiye'nin temeli olarak Atatürk ilkelerini gören MEB neden demokratlaşmayı farklı anlıyor?

"Demokratikleşme Yolunda Atılan Adımlar" olarak Cumhuriyet Halk Fırkası'nın (Partisi'nin) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kurulması anlatılmış. Bir yerde "bir ülkede çok partili siyasi hayat oluşmamışsa o ülkede demokrasinin hangi ilkesi zayıf kalır?"[3] diye soruluyor. MEB'in demokratlaşmadan anladığı siyasi partilerin kurulmasıdır. Kavramsal olarak "demokratlaşma" yanlıştır. Daha cumhuriyet kurulduktan 1 yıl sonra siyasi partinin kurulması "demokratlaşma" olarak ele alınmamalıydı. Cumhuriyetin kurulması başlı başına demokratlaşmadır. Sanki bu partiler kurulana kadar demokrasi yokmuş gibi ele alınmış. Oysaki bağımsızlığın sağlanması padişah ağa şeyh egemenliğine karşı Cumhuriyet'in kurularak egemenliğin halka geçmesi en büyük demokrasidir. Kaldı ki demokrasi seçimler siyasi partilerden ibaret değildir. Demokrasi şekle değil öze ilişkindir. Demokrasi devletin bağımsızlığı kadın-erkek eşitliği hukuksal eşitlik insanın yaşamın ağa şeyh tek adam bürokrasisinden özgürleşmesidir. Bunu gözden kaçırıp yıllarca süren savaştan sonra bağımsız millet iradesine dayanan bir devletin demokratik olmadığını ima eder gibi siyasi partilerin kurulması "demokratlaşma" olarak sunulamaz.

ŞEYH SAİT'İN CUMHURİYET YIKICISI ROLÜ GİZLENİYOR

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılması önceki kitapta bizim de katıldığımız gibi şöyle anlatılmıştı:

"Söz konusu parti kısa sürede saltanat ve halifelik yanlılarının toplandığı bir merkez hâline geldi.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının bazı üyelerinin 1925 yılı başlarında çıkan Şeyh Sait İsyanı ile ilişkili oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine rejim için tehlike oluşturduğuna karar verilen bu parti dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle 3 Haziran 1925'te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. "[4]

Yeni kitapta ise kapatılmayı hilafet ve saltanat yanlısı olmaktan koparıyor:

"O günlerde ülkemizin doğusunda bir ayaklanma çıktı. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra ayaklananları yargılayan Doğu İstiklal Mahkemesi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının programında yer alan 'Halkın düşünce ve inançlarına saygılıyız' ifadesinin ayaklananları cesaretlendirdiğini hükûmete bildirdi. Hükûmet de ayaklanmanın çıkmasında etkili olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattı (3 Haziran 1925). "[5]

Ülkemizin doğusunda bir ayaklanma" ifadesinden kasıt Şeyh Sait ayaklanması ama adı anılmıyor. Okullara Şeyh Sait anmaları yaptıkları ve çelişkileri ortaya çıkacağı için olabilir mi?

Yeni kitapta Şeyh Sait Ayaklanması'na yer verilmedi. Anlaşılıyor ki ümmetçi hilafetçi Şeyh Sait'in cumhuriyet yıkıcısı rolü gözden kaçırılmak isteniyor.

PADİŞAHIN İŞBİRLİKÇİ TUTUMU SAKLANDI

Osmanlı yöneticilerinin padişahın teslimiyetçi tutumunu gözden uzaklaştırmak üzere suçu Osmanlı Hükümeti'ne atan ifadeler kullanılmıştır. Sevr Antlaşması'nın anlatıldığı konuda şu cümleler geçmektedir:

"Osmanlı yöneticileri çok ağır şartlar taşıyan bu antlaşmayı başlangıçta reddetseler de artan baskılar sonucu imzalamak zorunda kaldılar…Ancak bu antlaşma ölü doğmuş hiçbir zaman yürürlüğe girmemiştir. Çünkü Osmanlı Anayasası'na (Kanun-i Esasi) göre uluslararası bir antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için meclis tarafından onaylanması gerekmektedir. Oysaki Sevr Antlaşması fiilen işbaşında olmayan Mebusan Meclisi tarafından onaylanmamıştır. Osmanlı Hükûmeti tarafından 'Saltanat Şurası' adı altında oluşturulan bir komisyon tarafından bu antlaşma onaylanmışsa da hukuki geçerliliği yoktur. Sevr Antlaşması BMM tarafından kesinlikle reddedilmiş bu antlaşmayı imzalayanlar vatan haini ilan edilmiştir. "[6]

Önceki ders kitabında ise "Meclisimiz 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında aldığı kararla bu antlaşmayı imzalayanları ve onaylayanları vatan haini ilan etti"[7] yazılıydı. Dikkat edilirse "onaylayan" kelimesiyle padişah da kastedilir. Bazılarının dediği gibi "Sevr metni padişahın önüne gelmedi bu yüzden ölü doğdu" ifadesi padişahı kurtarmaz. Çünkü padişah zaten Saltanat Şurası'ndaydı ve yönlendirici olmuştur. Antlaşma metni padişahın önündeydi ve sonrasında önüne gelmesine gerek yoktu.

Dahası padişahın teslimiyetçi tutumuna tepki olarak geçen yılın kitabında yer alan "Türkler padişahın buyruklarına uymaktan vazgeçtiler. Mustafa Kemal'e her yandan yardım yağmaya başladı" cümlesine yeni kitapta yer verilmemiştir. [8]

Yeni kitapta suç padişaha değil hükümete şu şekilde yüklendi:

"Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ağır hükümlerine rağmen Osmanlı devlet adamları Wilson İlkelerine güvenerek teslimiyetçi bir politika takip ettiler. Gittikçe ağırlaşan şartlar sonucu Ahmet İzzet Paşa Hükûmeti ardından da Tevfik Paşa Hükûmeti istifa etti. Damat Ferit Paşa tarafından yeni hükûmet kuruldu. Padişah ve Damat Ferit Paşa; işgallerin geçici olacağını düşünüyor ve halktan işgaller karşısında sakin kalmalarını aşırı tepki vermemelerini istiyordu… Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra işgaller yayılarak devam etti. Ülkede her geçen gün şartların ağırlaşması ve Damat Ferit Hükûmetinin işgaller karşısında sessiz kalması halkın tepkisine neden oldu. "[9]

Bir "Damat Ferit Hükûmetinin işgaller karşısında sessiz kalmasına karşı padişah Vahdettin işgale son vermesi vatanı kurtarması için Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a yolladı" demedikleri kalmıştı onu da aşağıdaki cümlelerle ima etmeye çalışmışlar:

"Mustafa Kemal Paşa İstanbul'da kaldığı günlerde Padişah Vahdettin ve hükûmet yetkilileriyle görüştü. İstanbul'da bulunan Kazım Karabekir Rauf Bey Ali Fuat gibi vatansever subaylarla toplantılar yaptı. Bu toplantılarda ülkenin durumunu görüşüyor ve kurtuluş çareleri arıyorlardı. "[10]

Oysa önceki ders kitabında Atatük'ün Samsun'a çıkışının padişahın bağımsızlık istenci ile olmadığı şu şekilde anlatılıyordu:

" O Samsun'a vardığı gün ülkemizin içinde bulunduğu durum ile ilgili Büyük Nutuk'ta şunları söylemiştir:

'Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti onun istiklali padişah halife hükûmet bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti. ' "[11]

ATATÜRK PADİŞAH İRADESİYLE GÖREVİNDEN ALINDI

Erzurum Kongresi'nin anlatıldığı ünitede "Mustafa Kemal Paşa 8-9 Temmuz gecesi Hükûmet tarafından görevden alındı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa aynı gece Padişah'a ve Harbiye Nezaretine çektiği telgraf ile resmî göreviyle birlikte askerlik görevinden de ayrıldığını bildirdi"[12] ifadesiyle sanki telgrafın diğer tarafında padişah yokmuş gibi sadece hükümetle yazışmışlar gibi ele alınıyor. Oysa önceki ders kitabında Atatürk "Anadolu içindeki bütün isyan teşkilatı bütün düşmanlar ve Yunan ordusu el birliği ile aleyhimizde faaliyete geçtiler. Bu ortak saldırı politikasının talimatı da Padişah ve Halifenin düşman uçakları da dâhil olduğu hâlde her türlü vasıtalarla memlekete yağdırdığı padişaha karşı ayaklanma fetvasıydı"[13] sözüyle padişahın işbirlikçi rolünü sergiliyordu. Dahası kitapta "padişah ve onun hükûmeti milletin haklarını korumaktan uzaktı"[14] deniyordu. Vahdettin'in Kurtuluş Savaşı sonrası İngilizlere sığındığı belirtilerek emperyalizm işbirlikçiliği gösteriliyordu. [15]

HALİFE ABDÜLMECİT'İN TBMM'YE KARŞIT TAVRI ÇIKARILDI

Önceki ders kitabında Halife Abdülmecit'in saltanat unvanı kullanması Meclisin üstünde olduğunu ima eden davranışları şöyle ortaya konmuştu:

"Abdülmecit Efendi'yi halife seçen TBMM ondan yalnızca halife unvanını kullanmasını ve millî egemenliğe zarar verecek hareketlerden kaçınmasını bekliyordu. Ancak o kendisini siyasi bir güç olarak gördüğü için Meclisin bu beklentisine uygun davranışlarda bulunmadı. Halifeliğin yanı sıra Abdülmecit bin Abdülaziz Han şeklinde bir de saltanat unvanı kullanmaya başladı. Sultanlara özgü gösterişli resmî törenler düzenleyerek cumhuriyet yönetimine karşı olan çevreleri sarayında kabul etti.

Onun bu hareketleri Meclisteki bazı milletvekilleri tarafından da desteklendi. 'Halife Meclisin Meclis Halife'nindir. ' diyen bu kişiler Halifeyi Meclisin ve devletin başkanı gibi göstermeye çalışıyorlardı.

Halifelik makamı etrafında meydana gelen gelişmeler cumhuriyet yönetimi ve millî egemenlikle bağdaşmayan halifeliğin kaldırılması zamanının geldiğini gösteriyordu. Ancak Mustafa Kemal öncelikle kamuoyunu bu değişime hazırlamak gerektiğine inanıyordu. Bu amaçla çıktığı yurt gezileri sırasında yaptığı konuşmalarla aşağıdaki metinde kendisinin de belirttiği gibi halka konu ile ilgili düşüncelerini aktarmaya önem veriyordu.

'Hilafet sorunu konusunda halkın kaygı ve kuşkusunu gidermek için her yerde gereği kadar konuştum ve açıklamalarda bulundum. Dedim ki 'ulusumuzun kurduğu yeni devletin alın yazısına işlerine bağımsızlığına sanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız. Bütün Müslümanları içine almakla yükümlüymüş gibi düşünülen bir halifenin görevini yapabilmesi için Türkiye Devleti ve onun bir avuç insanı Halife'nin buyruğuna verilemez. Millet bunu kabul edemez. '

Mustafa Kemal bir yandan halkı aydınlatmaya çalışırken diğer yandan Halife'nin cumhuriyet rejimi için tehlike doğurabilecek hareketlerinin önlenmesi için de çaba harcıyordu. Halife'nin kendisine ait bir halifelik hazinesi kurulmasını istemesi üzerine de hükûmete şu talimatı vermişti:

'Halife ataları olan padişahların yolunu izler görünmektedir. Halife ve bütün dünya bilmelidir ki bugün var olan Halife'nin ve hilafet makamının gerçekte ne din ne de siyaset bakımından hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur. Halife kendinin ve makamının ne olduğunu açıkça bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükûmetçe ciddi ve esaslı tedbirler alınarak bildirilmesini rica ederim. '

Halifelik devam ettiği sürece Türkiye Cumhuriyeti'nin iç ve dış politikasındaki iki başlılığın giderilemeyeceği görülmüştü. Diğer yandan bu makamın varlığı cumhuriyetin gelişip kökleşmesinin önünde önemli bir engel oluşturuyordu.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı TBMM 3 Mart 1924'te kabul ettiği bir kanun ile halifeliği kaldırdı. Böylece millî egemenlik ilkesi gerçekleştirilirken Türkiye'nin çağdaş bir ülke olmasını sağlayacak yeniliklerin önündeki engellerden biri daha kaldırıldı. Ayrıca devlet ve toplum hayatında demokratik ve laik düzene geçiş yolunda önemli bir adım atılmış oldu. "[16]

Bu tür cümlelere yeni ders kitabında yer verilmedi.

MENEMEN VE KUBİLAY OLAYLARI KALDIRILDI

Önceki ders kitabında Menemen Olayı ve Kubilay'ın katli şöyle anlatılmıştı:

"Bu girişim cumhuriyeti yıkmak üzere planlanmış gerici bir hareketin ilk adımıydı. Mustafa Kemal de olayı doğrudan cumhuriyete karşı bir suikast olarak değerlendirdi. O orduya gönderdiği başsağlığı mesajında Kubilay'ın şehit edilmesine karşı tepkisini ve üzüntüsünü "Kubilay Bey'in görev yaparken uğradığı sonuçtan cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Büyük ordunun kahraman genç subayı ve cumhuriyetin ülkücü öğretmen heyetinin kıymetli uzvu Kubilay'ın temiz kanı ile cumhuriyet yaşama gücünü tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. " diyerek dile getirdi.

Yeni ders kitabında Menemen'den ve Kubilay'dan hiçbir şekilde bahsedilmemiştir.

MİLLİ EĞİTİM MÜCADELESİNİ BÜYÜTELİM

Görüldüğü üzere yeni ders kitabı padişahın halifenin Şeyh Sait'in teslimiyetçi emperyalizm işbirlikçisi cumhuriyet yıkıcısı rollerini Menemen Ayaklanmasını gözden uzak tutarak yeni bir tarih anlayışı yaratılmaktadır. Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e cumhuriyete kast edenlerin gizlenmesi Atatürk'e de mesafeli yaklaşımın sonucudur. Atatürk'ten bahsedip Atatürk'ü "hain" "ele başı" "katli vacip" ilan edenlerin emperyalizm işbirlikçisi tutuklarının gizlenmesi durumu "Atatürksüz Eğitim" yaratılmak amaçlandığını gösteririr. Dahası bazı ders kitaplarında Atatürk ile ilgili bütün ifade ve görseller çıkarıldı. Örneğin ilköğretimden lise sonuncu sınıfa (4 5 6 7 8 9 10 11 12) kadar okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarından Atatürk çıkarıldı. Bu başka bir yazımızın konusu olsun.

Kitaplara bilgilerin doğru şekilde girmesi için önümüzdeki 3-4 ayı "Milli Eğitim" "Atatürk" adlarıyla eğitim platformu kurmakla bu platforma üzerinden ve kitle örgütleri partiler olarak ayrı panel konferans seminerler düzenlemekle "Atatürksüz Eğitim İstemiyoruz" "Gayrimilli Eğitim Değil Milli Eğitim" gibi adlarla imza masaları açarak değerlendirmeliyiz. Zira önümüzdeki yılın ders kitaplarının baharda tamamlanıyor.

Atatürk'ün ülkemizin mecburiyeti olduğu emperyalizme karşı bölünerek değil millet olarak milli birliğimizi sağlayarak ve bunun tarihsel önderi olarak Atatürk'ü öne çıkararak milletimizi kazanacağımızı bu yazıyı okuyanların çoğu kabul edecektir. Dolayısıyla mücadeleyi yükseltelim ve milletimizi kazanalım.

Tarihçi

Mustafa Solak

0506 9263470

[1] Sami Tüysüz 8. Sınıf İlköğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders Kitabı Tuna Matbaacılık A. Ş. Ankara 2016 s.7

[2] Sinan Baydar-Ferhat Öztürk İlköğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük (8) Ders Kitabı T. C. MEB Yayınları Ankara 2018 s.9. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6482 .

[3] Age s.140.

[4] Tüysüz age s.98.

[5] Baydarztürk age s.142.

[6] Age s.68-69.

[7] Tüysüz age s.50.

[8] Aynı yer.

[9] Baydarztürk age s.50.

[10] Age s.54.

[11] Tüysüz age s.39.

[12] Baydarztürk age s.57.

[13] Tüysüz age s.47.

[14] Age s.140.

[15] Age s.94.

[16] Age s.94-95.

--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder