================================
SONER YALÇIN : VEKALET SAVAŞI
"Üst Akıl"…
Soyut-bilinmez politik kavram değildir.
"Kürt Açılımı" mı dediniz?
"Ilımlı İslam" mı dediniz?
"Büyük Ortadoğu Projesi" mi dediniz?
"FETÖ Darbesi" mi dediniz?
Arkasında mutlak "üst akıl" var!
Peki "üst akıl" deyince aklınıza somut hangi yapı/yapılar gelecek?
"Atlantic Council (AC)" bunlardan biri.
Enver Ören'i Napoli'de 1.5 yıl "eğitenler" aynı yıl/1961'de Washington'da "Atlantic Council" adlı "düşünce kulübünü" kurdu!
Görevi şu: Sessiz silahla/dil üzerinden muharebe yapmak/psikolojik savaş yürütmek!
Dün ABD Afganistan'a müdahale mi yapacak; Atlantic Council dünya kamuoyunu etkilemek için kolları sıvar!
Bugün ABD Venezuela'ya müdahale mi yapacak; Atlantic Council internet sitesine girin nasıl yayın yapıyor görün! Örneğin…
Yıl 2016. ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nin "15 Temmuz Darbe Girişiminden Sonra Türkiye" konulu toplantısında konuşan Atlantic Council yöneticisi Aaron Stein o gece yaşananlardan kuşku duyduğunu söyledi! Toplantı FETÖ şovuna döndü…
Bu Amerikan kuruluşunun üyesi kimdir; Mücahit Ören!
Hiç şaşırtmıyorlar…
Amerikan vatandaşı Mücahit…
Letonya'nın New York fahri konsolosu Mücahit…
Fethullah Gülen'e "Dünya Barış Ödülü" veren Amerikan "East- West Institute (EWI)" yönetim kurulu üyesi Mücahit…
"Üst Akıl" Atlantic Council üyesi Mücahit…
Mücahit hangi kutsal dava uğruna mücadele ediyor belli değil mi?
Bir bakıyorsunuz Mücahit'i Brüksel'de görüyorsunuz! "Dünya Güvenlik Konferansı"na katılıyor! Toplantının amacı AB'yi terörle mücadele konusunda ABD ile aynı çizgiye getirmekmiş! Ne anlar güvenlikten- terörden-diplomasiden Mücahit Ören?
İşte böyle "kullanışlı" hale getiriliyorlar; Fethullah Gülen gibi…
Amaç şu…
NATO'ya bak
Salt Türkiye'ye bakarak meseleleri kavrayamazsınız.
"Üst Akıl" bugün Venezuela'da ne yapıyorsa yarın Türkiye'de onu yapmaya çalışacak.
Tahmin değil bu:
Enver Ören'i yetiştiren Mücahit Ören'i toplantılarına çağıran NATO yan kuruluşu "GeoPol Intelligence" geçen yıl "Turkey: NATO's Rogue Member State" başlıklı makalesinde şunu yazdı:
– Erdoğan diktatördür…
– Türkiye haydut devlettir…
– NATO 10'uncu maddeye dayanarak Türkiye'ye müdahale etmelidir…
Siyasi terminolojide "Vekâlet Savaşı" kavramı var; karşıt güçlerin birbirine doğrudan saldırmak yerine üçüncü taraf vasıtasıyla mücadele ettiği bir savaş türüdür bu!
CIA'nın kullandığı FETÖ'nün yaptıkları bunun tipik örneğidir.
Ve bu savaş bitmemiştir yeni "kullanışlı cemaatler" ile sürmektedir.
"Atlantik Ötesi" emrindeki kriptolar görev başındadır. Görevleri her türlü anti-emperyalist milli-yerli hareketi-direnişi baltalamaktır.
Dün Atlantikçi FETÖ'ye Ergenekon-Balyoz kumpaslarını yaptıranlar darbe düzenletenler…
Bugün Atlantikçi Mücahitlere Türkiye'nin yerli-milli güçlerine karşı psikolojik savaş yürüttürüyorlar. Yarın sıra iktidara gelecektir.
İktidar ise hâlâ "başı secdeye değenden zarar gelmez" duygusallığı içinde!
Harbin biçiminin-karakterinin değiştiğini kavrayamıyor; mücadeleyi sadece FETÖ ile sınırlıyor! Oysa. Venezuela'da olanları bile medya yayıncılığı açısından değerlendirmesi gerekiyor ki Mücahitleri anlasın!
– Maduro diktatördür…
– Venezuela haydut devlettir…
– Hemen müdahale edilmelidir…
Bunları diyenler hep aynı; "Atlantik Ötesi" ve onların medyası…
Toparlarsam…
Ne yapılanması bu
Şu tesadüf olabilir mi:
Mücahit'in dedesi askeri okullarda öğretmenlik yapmış eski asker.
Mücahit'in halasının eşi askeri hastanelerde doktorluk yapmış eski asker.
Mücahit'in babası Kuleli mezunu NATO burslu eski asker.
Mücahit'in babasının "kara kutusu" ordudan irtica nedeniyle atılan eski asker.
Mücahit'in şirketinin başkan vekili Kara Harp Okulu mezunu eski asker.
Mücahit'in şirketinin bir yönetim kurulu üyesi eski asker.
Mücahit'in şirketinin bir diğer yönetim kurulu üyesi eski asker.
Mücahit'in şirketinin idari işler müdürü eski asker.
Mücahit'in şirketinin sosyal işler direktörü eski asker.
Mücahit'in "akıl hocası" Jandarma Genel Komutanlığı yapmış komutanın yeğeni.
Mücahit'in eniştesinin kuzeni MİT daire başkanlığı yapan istihbaratçı…
Liste uzayıp gidiyor…
Bu köşede yazdım hatırlatırım:
Mücahit'in Ankara temsilcisi eski asker Türkiye-Rusya ilişkileri düzelmeye başladığında Türkiye Gazetesi'ne "Yeni Darbeyi Ulusalcılar Yapabilir" manşeti yaptı! Maksat iktidarın Avrasya açılımını engellemekti.
Erdoğan Gladio'nun/Atlantik Ötesi'nin sadece "FETÖ Planı" yaptığını mı sanıyor?
Erdoğan duygusal şablonun/paradigmanın dışına çıkıp gerçekleri görmelidir…
NOT: Cavit Çağlar telefonla aradı:
– "Evet New York'ta bana kelepçe vurdular!"
– "Sana vatandaşlık verelim iltica et kurtul" dediler reddettim.
– "Ülkeme geldim. Haksız yere aylarca hapis yattım sonunda beraat ettim. "
– "317 milyon dolar borç çıkardılar 1.2 milyar dolar ödedim. Kimseye kuruş borcum yok…"
– "Hala ülkem için çalışıyorum; 10 bin kişiye ekmek sağlıyor; 400 milyon dolarlık ihracat yapıyorum…"
Mücahit Ören'e yerli-milli diyebilir misiniz?
================================
SULTAN V. MURAD'IN MASONLUĞU VE MASONLAR TARAFINDAN TEKRAR TAHTA ÇIKIŞI
Sultan V. Murad iyi eğitim almış Batıyla ünsiyet kesbetmiş bir şehzadeydi. Sultan Abdülmecid'in büyük oğlu olması hasebiyle tahtın en büyük varisçisiydi. Hatta bu yüzden pek çok evlilik yapmış kırktan fazla çocuğu olmuş olan babası Sultan Abdülmecid daha 38 yaşında hastalıkla pençeleşip acılar içerisinde kıvranırken onun yerine geçme hayalleri kurmuştu. Bu nedenle babasının kendisini değil de amcası Sultan Aziz'i tahta varis yapmasına pek öfkelenip sindiremediği pek çok kaynakta doğrulanmaktadır. Yine bu doğrultuda Abdülhamid'in hatıratında babaları hasta iken ona çok kızıp hastalığı sırasında hiç ziyaret etmediği onun davetlerine aldırmadığı anlatılır. Amcası Sultan Abdülaziz'in on beş yıllık saltanatı sırasında kendisini tahta hazırladığı tahta geçmek için bazı girişimlerde bulunduğu yine kaynaklarda belirtilir.
Fakat gelin görün ki Şehzade Murad'da Ispartalı Eşekçibaşı Ahmed'in oğlu olan Hüseyin Avni Paşa ve avanesi diğer paşaların amcası Sultan Aziz'i korkunç bir şekilde katlettikleri haberi akıl hastalığına varan ciddi korkular uyandırır. Tahta geçse de kendinde değildir. Nitekim taht süresi de 93 günle sınırlı kalır. Tahtan indirilip yerine Sultan II. Abdülhamid Padişah olur. Sultan V. Murad'da ömrünün sonuna kadar Çırağan Sarayı'nda hapis hayatı yaşar ve orada vefat eder.
Sultan Murad'ın kötü bir hususiyeti de Mason locasına üye olmasıdır. Bu nedenle Sultan II. Abdülhamid'in tahtan indirilmesi için iki kez girişimde bulunulur. İlk girişim Ali Suavi tarafından gerçekleştirilir. İhtilalcı Ali Suavi de daha sonra adı "Yedi Sekiz Hasan Paşa"ya çıkacak olan bir asker tarafından baskın sırasında başına yediği odun parçasıyla öldürülür ve V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak için başlatılan isyan bastırılır.
Ne var ki V. Murad ve çevresindekiler tekrar onu tahta çıkarmak sevdasından bir türlü vazgeçmezler. Bu kez Masonların desteğinde başka bir girişimde bulunurlar. Annesi Ferahfeza Sultan bu girişimin öncülüğünü yapar. Sultan Murad'ın kız kardeşi Seniha Sultan da anne Sultan'ın en büyük destekçisidir.
V. Murad'ın daha şehzade iken onun en büyük sırdaşının Seniha Sultan olması Ağabeyi Murad'ı tahta çıkarmak için bir başka amildir. Şehzade Murad Mason olduğunu ve Masonluğun mahiyetini hanedan azasından olan kardeşi Seniha Sultan'a bütün teferruatıyla anlatmaktan kaçınmamış olması aradaki yakınlığı ve güveni göstermesi açısından oldukça önemlidir.
İşte Sultan Murad'ın annesi Ferahfeza (Şevk-efzâ) Sultan ve bacısı Seniha Sultan (Adliye Nazırı Damat Mahmud Paşa'nın eşi) ittifak ederek sabık sultanı tekrar tahta çıkarmak için işbirliği edip yola çıkarlar. Gerisini Mustafa Ragıb Esatlı'dan dinleyelim:
"O sırada milletlerarası Mason localarının İstanbul Locası reisi ve Türkiye Masonlarının Üstad-ı azamı Kleanti Skalari adında biri idi. Rum ve İtalyan kanının birleşmelerinden doğan bu adam Veliahd Murad Efendi'nin Mason olmasına delalet etmiş ve bu suretle milletlerarası Mason teşkilatı ilk defa Osmanlı İmparatorluğu hükümdar ailesi arasına sokulacak ilk adımı atmıştı.
"Veliahd Murad Efendi Mason olunca bu milletlerarası Mason teşkilatı için pek sevindirici bir hadise olmuştu. En büyük İslâm devletinin müstakbel padişahının bahusus "Halife" unvanı taşıyacağı -manen- İslâmların dinî reisi sıfatını haiz bulunacak bir hükümdarın Mason olması Masonluğun ve Masonların küfürle dinsizlikle itham edilemeyeceği muhakkaktı. Hatta Müslümanların daha az tereddütle Masonluğa rağbet edecekleri tahmin ediliyordu. Bunun için Sultan Murad'ın cülûsu milletlerarası masonlukta derin sevinçlere sebep olmuş birkaç gün sonra şuurunun bozup da üç ay nihayetinde hal' edilmesi de büyük keder ve teessüflere vesile vermişti.
"Milletlerarası Masonluğun en büyük merkezi İngiltere'de bulunduğundan ve İngiliz devlet adamlarından birçoğu da Mason olduklarından Türklerden Mason olanlarda da Veliahd Murad Efendi padişah olursa Osmanlı - İngiliz münasebetlerinin bir kat daha iyileşeceğini ve İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı çok dost politika takip edeceğini düşünerek parlak ümitler besliyorlardı.
"İşte Sultan Murad'ın saltanat makamına geçmeden evvel gerek memlekette gerek memleket dışında hâkim olan bu fikirler şimdi (Sultan Abdülhamid'in Adalet Bakanlığını yürüten Damat Mahmut Paşa'nın karısı ve V. Murad'ın küçük kız kardeşi) Seniha Sultan'ın zihnini kurcalıyordu. Herhâlde Türkiye'deki Masonların reisi Kleanti Skalari veliahdlığından beri pek dostu bulunduğu Sultan Murad'ın tekrar padişah olmasını en çok isteyenlerden biri idi. Bu adam Türkiye Masonluğu dolayısıyla Avrupa Mason teşekküllerine bilhassa İngiliz Masonluğuna dayanarak Sultan Murad lehinde başta İngiltere olmak üzere bazı devletlerin yardımını temin edebilirdi. Vaziyeti böyle mütalaa eden ve Sultan Murad'ın tekrar cülûsu için bu sefer yapılacak teşebbüsün muvaffak olacağını sanan Seniha Sultan fikrini Sultan Murad'ın annesi Ferahfeza Sultan'a da telkin ederek muvafakatini almıştı. Şimdi de Kleanti ile temas etmek ve Masonlar reisinin bu husustaki mütalaasını sorarak ne dereceye kadar yardım edeceğini anlamaktan ibaretti. Seniha sultan padişahtan korktuğu ve o devirde bir İslam kadınının yabancı bir erkekle hususiyle bir Hıristiyan'la görüşmesi caiz olmadıktan başka böyle bir hâl hünkârı da kuşkulandıracak ve büyük bir tehlike doğurabilecek mahiyette idi. Diğer taraftan Seniha Sultan yine padişahtan çekindiği için Çırağan Sarayı'na gidemiyordu. Nitekim Kleanti Skalari'nin ve Masonların yardımından istifade etmek fikrini de Sultan Murad'ın annesine bir kandil günü ziyaretinde bir fırsatını bulup valide sultana açabilmişti.
"Masonluk Türkiye'de henüz yeni kurulmuş bir cemiyet olduğundan -kapitülasyonların temin ettikleri masuniyetten istifade eden- ecnebi nüfuz ve himayesi altında bulunuyordu. Mason locası Beyoğlu'nda Boğaz'ın bazı yerlerinde ecnebi tebaasından olan kimselerin müessese veya evlerinde toplantılara devam ediyordu. Mason locasına intihap eden Türkler de bin bir kayda ve ihtiyata riayet ederek gayet gizli bir surette locanın toplantılarına iştirak ediyorlardı. Bu itibarla Türk tebaasından olmayan Kleati Skalari Osmanlı zabıtasının takibatı dışında kalarak istediği gibi hareket etmekte serbest bulunuyordu. İstanbul'daki masonları da bir araya getiren adamdı.
"Bunu düşünen Seniha sultan masonlar cemiyeti reisi ile -Sultan Murad lehine- gizlice temas edecek becerikli aklı başında ne söylediğini bilir"* adamlar bulup temaslarını sürdürür. Mason liderleriyle anlaşır. Anne Sultan amacına ulaşıp oğlunun tahta çıkması için hiçbir fedakârlıktan çekinmez. Mason teşekkülüne büyük bir kutu dolusu mücevher göndererek yardımda bulunur.
Fakat tüm bunlar gizlilik içinde olup biterken hesap etmedikleri tahta bulunan Sultan II. Abdülhamid'in istihbarat teşkilatı vardır. Dolmabahçe Sarayı'nda ikamet etmek yerine Yıldız Sarayı'nı tercih eden Sultan Abdülhamid'in Çırağan Sarayı'ndaki uçan kuştan dahi haberi vardır. Olayı açığa çıkarır failleri yakalar. Masonların reisini batı kamuoyununu endişelendirmemek için dokunmaz fakat gerekli önlemleri alır masonlara göz açtırmaz. Ana ve kız sultanları sorgulayıp bırakır. Çırağan Sarayı bütünüyle kıskaca alınır. Sabık Sultan Murad'ın 1905 yılında 29 yıl süren vefatına kadar bu durum devam eder. Masonlar tekrar pusuya yatarlar. İkbal günleri yakındır. Nitekim Sultan Abdülhamid hal' edildikten sonra artık Osmanlı Paşaları nezdinde Masonlarının itibarı arttıkça artar... Bu artış beraberinde on yıllık bir süreçte altı yüz yıl devam eden İmparatorluğun sonunu getirir...
* Mustafa Ragıb Esatlı Bir Devrin Tarihi Hazırlayan: İsmail Dervişoğlu Bengi Yayınları İstanbul 2010 s. 426- 430.
================================
MİTHAT IŞIK : MÜNBİÇ SALDIRISI VE AJANLAR SAVAŞI
Suriye iç çatışmalarının başlaması ile birlikte bölgede ajanlar savaşı da her geçen gün artarak devam etmiştir. Dera'da öğle namazından sonra yürüyüş yapmak isteyen halkın üzerine rejim güçleri tarafından ateş açılmış; ancak daha sonra ölen insanların üzerinde yapılan incelemeler de bu insanların çoğunun tek mermi ile ve keskin nişancılar tarafından öldürülmüş oldukları anlaşılmıştı. Aynı dönemde Suriye gizli servisi El Muhaberat'ın Hatay'dan Türkiye'ye girdiği ve casusluk operasyonu yapmak istediği ve bunların bir kısmını gerçekleştirirken bir kısmının da önlendiği bilinmektedir. Ankara ve Şam arasında ilişkiler gerginliğini korurken Suriye gizli servisi El Muhaberat Türkiye'yi hedef alan casusluk faaliyetlerini de arttırmak için daima fırsat kollamıştır.
Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye akın etmesi Suriye gizli servisinin çalışmalarını Türkiye'ye yoğunlaştırmasına neden olmuştur. El Muhaberat enerjisini Türkiye'de eylem yapmak için harcamak yerine Suriye içerisine yönelmiş olsaydı ülkesi için daha faydalı olurdu. El Muhaberat kendi ülkesinde cirit atan CİA MOSAD MI6 FBI Fransa ve Suudi Arabistan gizli servislerinin neler yaptıklarına ve neler yapmak istediklerine enerjisini harcasaydı ülkesi için daha faydalı bir iş başarmış olabilecekti. El Muhaberat için Türkiye'deki muhalifleri kaçırmak öncelikli hedef olarak seçilmişti. Böylece El Muhaberat baştan stratejik bir hata yapmıştı.
Münbiç'teki saldırıyı kim yapmıştı? DEAŞ neden bu saldıyı hemen üstlendi? Oysaki ABD'nin Suriye'den çekilmesi DEAŞ üzerindeki baskıyı azaltacak ve böylece DEAŞ'ın Suriye'deki etki ve ilgi sahaları daha da artacaktı. DEAŞ zaten Suriye'de var olduğunu göstermek için neden böyle bir eylem yapsın? Böyle bir eylem ABD'nin Suriye'de kalması için bahane oluşturabileceğinden DEAŞ'ın işine gelmeyecektir. Bu eylem ilgili olarak bölgede cirit atan MOSAD MI6 FBI CENTCOM PENTEGON bölgede bulunan özel güvenlik şirketleri her fırsatta Suriye'den çekilmeyeceğini söyleyen Fransa Suudi Arabistan gizli servisleri gibi birçok şüpheliler var. Hatta böyle bir eylemi YPG/PKK terör örgütünün de yapma olasılığı söz konusudur. YPG/PKK ABD bölgeden çekilince başına nelerin geleceğini gayet iyi bilmektedir.
Trump'a rağmen yukarıda saydığımız örgütler bir komplo tezgahlamış olabilirler. Özellikle CIA MOSAD ya da CENTCOM da yapmış olabilir. Ortadoğu'daki muhtemel gelişmeler içerisinde DEAŞ bir kısım ülkelerin servisleri tarafından kullanılmış olabilir. Öncelikle CIA ve MOSAD kullanmış olabilir.
Bölgede DEAŞ'ın alan hakimiyeti kalmadı. Ancak muhtemelen uyuyan hücreleri kullanmış olabilir. Bölgede Rusya ABD İsrail Fransa İran İngiltere gibi siyasi ve stratejik hedefleri çatışan birçok ülkenin gizli servisleri var. HTŞ DAEŞ YPG/PKK ve diğer terör örgütleri bu servisler tarafından kullanılmış olabilirler. Bölgede ajanlar savaşı bu kaotik ortamda artarak devam edecektir. Çünkü herkes elini güçlendirmek masada güçlü olmak istemektedir. Ajanlar her zaman rollerini oynamaya devam edeceklerdir.
İstihbarat örgütleri Türkiye'nin dikkatini çekmek ve enerjisini yurt içinde harcaması için Türkiye içerisinde eylem yapmak isteyebilirler. Bu nedenle sınır güvenliğini arttırıp yurt içerisinde istihbarat faaliyetlerimizi en üst seviyeye çıkarmayı başarabilmeliyiz.
================================
MİTHAT IŞIK : F-35'İN TÜRKİYE'YE KATKISI
- Türkiye Lockhed Martin firması tarafından üretilen beşinci nesil savaş uçağı "LİGHTİNİNG 2" projesine 2002 yılında dahil oldu
- Türkiye 116 F-35 A uçağı alacak ve 25 milyar dolar ödeyecek
- Türkiye de projenin tedarikçileri arasında yer alıyor
- Türkiye'den projeye katılan firmalar; "ASELSAN HAVELSAN ROKETSAN AYESAŞ ALP HAVACILIK ve TUSAŞ"
- Projeye katılan toplam 14 ülke; Türkiye Avusturya Belçika Kanada Danimarka İsrail İtalya Finlandiya Japonya Hollanda Norveç ABD İngiltere Güney Kore
- Projenin Türkiye'deki şirketlere katkısı 12 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Şu ana kadar proje ortaklarına sağladığı gelir 5 5 milyar dolar.
- Uçağın üretiminde bazı gelişmeler yaşandı. 2014 yılı itibari ile programın maliyeti öngörülen bütçeyi 163 milyar dolar aştı ve süre de 7 yıl uzadı.
- Türkiye projeye taahhüt ettiği ödemeleri aksatmadan yapıyor.
- Türkiye'ye eğitim uçuşu için iki uça 21 Haziran 2018 de teslim edildi. ABD'de pilotların eğitimi devam ediyor.
- Uçakların teslimatı ile birlikte TSK'leri modern üstün teknolojik ve ateş gücü yüksek bir hava gücüne sahip olacak. Uçağın tek pilotlu olması pilot tasarrufu sağlamış olacak. F-35 (2) beşinci nesil savaş uçağı benzerlerinin en iyisi olarak kabul ediliyor.
F-35 A LIGHTNİNG 2'NİN TEKNİK ÖZELLİKLERİ
Yüksüz Ağırlığı: 13.154 kgr.
Azami Kalkış Ağırlığı: 31.800 kgr.
Menzili: 2.200 km.
Dahili Yakıtla: 1.239 km.
İtme Gücü/ Ağırlık
Full Yakıt: 0 87
%50 Yakıt: 1.07
Azami Hız: 1932 km
Azami İrtifa: 60 bin feet (18bin 228m)
Kanat Alanı: 42 7 m2
F-35B Menzili: 1667 km.
F-35C Menzili: 2593 km.
- F-35 Türk hava kuvvetlerinin envanterindeki ilk beşinci nesil savaş uçağı olacak.
- Uçak düşük görünürlük sensör teknolojileri ve radar sistemi gibi üstün yeteneklerle Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın operasyonel etkinliğinde çarpan etkisi oluşturacaktır.
- F-35 Hava Kuvvetlerinde daha önce sahip olunmayan kabiliyetler sunarak Hava Kuvvetleri'nin savunma ve saldırı yeteneğini önemli ölçüde arttıracaktır.
- Türkiye F-35 ile günümüzün geleneksel ihtiyaçlarını karşılarken geleceğin zorlu gereksinimlerine de yanıt erebilecek gelişmiş hava sistemine sahip olacaktır.
- F-35 uçağına milli imkanlarla geliştirilen "Hassas Güdümlü Kiti" ve "Som J" füzesi gibi ürünlerin entegre edilmesi ile muharebe yeteneği çarpan etkisi ile artacak. Bu da Türk Hava Kuvvetlerinin stratejik ve iyi korunan hedeflere yüksek hassasiyet ile ulaşmasını sağlayacak.
- Avcı Savaş Uçağı F-35 havadan havaya havadan karaya ve gemisavar füzeleri atma yeteneğine sahiptir.
ÜSTÜN TEKNOLOJİK DONANIM
- F-35 Müşterek Taarruz Uçağı tek pilot ve tek motorlu beşinci nesil hava – yer taaruz keşif taktik savunma gibi çok maksatlı görevleri düşük görünürlük özelliği ile gerçekleştirebiliyor.
- Sahip olduğu DAS sistemi ile 360 derece görüş sağlayabilme F-35'in özel tasarlanmış geometrisi ve kaplaması sayesinde sahip olduğu düşük görünürlük özelliği nedeni ile düşman radarları tarafından tespitini güçleştiriyor.
- F-35 sahip olduğu Link-16 ve MADL haberleşme sistemiyle tespit ettiği tehditleri etrafında bulunan diğer F-35 ve silah sistemleri ile paylaşabiliyor. Bu sayede harp ortamındaki farkındalık seviyesi arttırılıyor.
- Sensör füzyon teknolojisi ile EOTS DAS radar gibi kaynaklardan aldığı bilgileri birleştirerek Harp ortamının resmini pilota sunuyor.
- Bu sayede dost ve düşmana yönelik tanımlamaların çok daha doğru şekilde yapılmasını sağlıyor.
F-35 UÇAĞININ MODELLERİ
- F-35 uçağının üç farklı modeli vardır.
- F-35 A iniş ve kalkış yapabilmek için piste ihtiyaç duyuyor (CTOL) yeteneği.
- Kısa kalış ve dikey iniş (STOVL) yapabilen F-35B kısa pistten de kalkış yapabiliyor ve helikopter gibi iniş gerçekleştirebiliyor.
- Uçak gemileri için tasarlanmış versiyon (CV) F-35C ise helikopterler gibi bulunduğu yerden yükselerek kalkış yapıp aynı şekilde inebiliyor.
- F-35 TSK envanterinde bulunan tanker uçaklardan havada ikmal yapabiliyor.
================================
ALPER TAN : SURİYE'DEKİ ABD ASKERLERİNİ KİM ÖLDÜRÜYOR ?
1990'lı yılarda PKK terörünün azması sebebiyle "olağanüstü hal" (OHAL) ilan edilmişti. Terörün en fazla etkilediği Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde görev yapan asker polis ve diğer devlet personeline maaşlarına ek olarak OHAL Tazminatı adı altında hatırı sayılır ilave ödemeler yapılmaya başlanmıştı.
OHAL kararını tabi olarak TBMM veriyordu ve süresi sınırlıydı. Her altı ayda bir TBMM OHAL'e ihtiyaç olup olmadığını tartışıyor neticede bir altı ay daha uzatıyordu. Çünkü OHAL'in süresinin dolmasına günler kala büyük çaplı PKK saldırıları oluyor konu aylık yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında ele alınıp askerin talebiyle hükümete tavsiye/dikte ediliyor ve süre bir daha uzatılıyordu. Yani asker böyle istiyordu. Genelde zayıf bünyeli olan siyasi iktidarlar da "ikna" oluyor/ediliyorlardı.
Bu altı aylığına başlayan OHAL'ler yıllarca devam etti. OHAL uygulandıkça askerin siyaset üzerinde etkisi yoğunlaştı. 2000'li yıllardan itibaren bu durum daha çok tartışılır hale geldi. Asker içinde bazı kripto grupların terör örgütü PKK içindeki etkisi ve irtibatları tespit/iddia edildi. Yıllar sonra genel bir toplumsal kanaat oluştu ki ülkenin güvenliğini sağlamakla görevli bazı kişiler ülkenin güvenliğini tehdit eden terör örgütüyle ilişki halindeler ve birlikte iş ve kirli siyaset yapıyorlar.
ABD'nin 2001 yılında Afganistan'ı işgaline bir bakalım. . Afganistan'ın kuş uçar kervan geçmez dağlarında yaşayan bir kısmı belki okuma-yazma dahi bilmeyen neredeyse hiç bilgisayara dokunmamış El Kaide militanları Dünyanın süper güvenlikli en güçlü devletinin yolcu uçaklarını "kaçırdılar" ve 11 Eylül 2001'de Dünya Ticaret Merkezi'nin kulelerine çarparak yok ettiler! Çok garip değil mi bu?
Peki neydi bu olanların anlamı?
Bu olay (11 Eylül saldırıları) üzerine ABD bu "küresel terör"e karşı savaş ilan etti. Birkaç gün sonra Afganistan'a savaş kararı yürürlüğe konuldu. Afganistan'a "özgürlük ve demokrasi" getireceklerdi. . ! ABD işgali "meşrulaştırmak" için BM Güvenlik konseyinden 14 Kasım 2001 tarihinde 1378 sayılı kararı çıkarttı. Başkan George W. Bush ABD liderliğinde NATO kuvvetlerinin işgalinin amacını açıklarken "haçlı savaşını başlatıyoruz" deyivermişti. . Acaba bu söz bir dil sürçmesi veya fanatik bir siyasetçinin şahsi görüşü müydü?
Sovyetler Birliği'nin (SSCB) dağılmasının hemen ardından İskoçya'nın Turnberry kentinde 7-8 Haziran 1990 tarihleri arasındaki NATO Zirvesi'nde ev sahibi İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher "Sovyetler Birliği yıkılmıştır karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslâm'dır" sözleriyle yeni düşmanı tanımlamıştı.
Afganistan işgali sırasında ABD'nin yanındaki en güçlü destekçisi o Thatcher'in İngiltere'sinin hükümetiydi. Öyle ki Başbakan Tony Blair'e İngiliz medyası "ABD'nin finosu" lakabını uygun görmüştü.
Şaibeli 11 Eylül saldırılarının aslında El Kaide saldırısı olmadığı CIA'nın El Kaide içindeki uzantılarını kullanarak düzenlediği bir "Derin Devlet" komplosu olduğuna dair dünyada çok güçlü bir kanaat hakim. ABD bu güne kadar bunun gerçekten El Kaide işi olduğuna dair dünyayı ikna edemedi. Afganistan'a getirdiği "özgürlük ve demokrasi" ise 2019 yılı itibari ile yani işgalin üzerinden geçen 18 yıla rağmen gözler önünde. . !
Irak işgalini de uzun uzadıya düşünebilirsiniz.
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok.
Konu Suriye. .
ABD Suriye'deki iç karışıklıkları vesile ederek bu ülkeye de girdi. "IŞİD terörünü" ortadan kaldırmak için PKK/YPG terör örgütüyle ittifak kurdu. Önceki yıllarda zaten var olan ama aleni görünmeyen işbirliğini bu defa Kongre kararlarıyla ve hiç gizleme gereği duymadan devam ettirdiler.
Obama döneminde başlayan bu durum Trump döneminde iyice pekişti. Ancak Trump Afganistan Irak ve Suriye siyasetlerinin ABD açısından sürdürülemez olduğunu anladı. Bunun siyasi askeri ve mali külfetlerini daha fazla götürmenin çok zor olduğunu görüyor.
CIA'nın bölgeye dair başkana sunulan gizli raporları da durumun vehametini ortaya koyuyor.
İşte bütün bu tabloyu çok daha geniş ve derin sebepleriyle anlayan Trump 2019'a günler kala "Suriye'deki ABD askerlerini çekiyorum" dedi. Bu durum ABD temel kurumları arasında ciddi tartışmalara yol açtı. Savunma Bakanı istifa etti. Suriye'de görevli bazı ABD temsilcileri başkanın kararına ayak diremeye başladılar. Pentagon Suriye'den çekilmeye açıkça razı gelmiyordu.
Peki ABD'nin Suriye'de kalmaya devam etmesini başka kimler arzu ediyor? ABD Suriye'den ayrılırsa bölgede kimler zora girer?
Bunun cevabı çok kolay ve net: PKK/YPG İsrail ve Pentagon. .
Yıllardır Suriye'de görev yapan binlerce ABD askeri olduğu ve bunların çoğu üniformalı olarak dolaştığı halde neden bugüne kadar bunlara saldırılar olmuyor ABD askerleri ölmüyordu da Trump "Suriye'den çekiliyoruz" deyince ardı ardına ABD askerleri ölmeye başladı? Bu çok manidar değil mi?
Oradayken saldırmayıp da Suriye'den çekilmeye başladığında ABD askerlerine saldırmak "ABD Suriye'den çekilmesin burada kalsın" demektir. Bunu yapanlar alenen ortadadır. Trump'ı asker çekmekten vazgeçirmek için kirli bir operasyon yürütülmektedir.
Tıpkı 90'lı yıllarda Türkiye'de OHAL yönetiminin yıllarca devam ettirilmesi gibi. Tıpkı 11 Eylül mizanseni/komplosu gibi. .
Bu durum gösteriyor ki ABD çekilince PKK/YPG ve İsrail ile birlikte Pentagon çok daha zor duruma düşecekler. .
Ama görünen o ki korkunun da komplonun da faydası olmayacak. .
21.01.2019
================================
SİNAN TAVUKCU : KAŞIKCI CİNAYETİ - SUUD'UN SAVUNMA SİSTEMİ ARAYIŞI
2 Ekim'den beri gündemimizin birinci maddesi haline gelen gazeteci Cemal Kaşıkçı Cinayeti medyada kriminal olay olarak değerlendirilmeye devam edilmektedir. Ne gariptir ki işlenen cinayet sanki birinci derecede ABD'nin meselesi gibi ele alınmakta ve ABD'den gelen haber ve yorumlar okuyucuya/izleyiciye aktarılmaktadır. Hür dünyanın sesi (!) ABD'nin başkanının açıklamaları CIA'nın açıklamaları ve Washington Post haberleri ile cinayete dair dünya kamuoyunun zihni şekillendirilmektedir.
Geldiğimiz noktada işlenen cinayetin suçlularını ortaya çıkarmak adli ve siyasi ceza kesme rolü ABD'ye ait ve onun tabii hakkı gibi bir algı oluşmuştur. Halbuki ne öldürülen gazeteci ne de katiller ABD vatandaşı olmadığı gibi cinayet mahallide ABD toprağı değildir. ABD ile ilgisi Cemal Kaşıkçı'nın ABD'de yayın yapan Washington Post gazetesinde yazmasından ibarettir.
Ta başından beri ABD işlenen cinayeti politik olarak kullanmak eğilimindedir. ABD savunma sistemi yerine Rus savunma sisteminin Suudi Arabistan'a kurulması yönündeki Kraliyetin tercihi ABD yönetimini ciddi şekilde öfkelendirmiştir.
Yazımızda cinayetin ABD tarafından silah sektörü lehine kullanmak istenmesine dikkat çekilecektir.
Kral'ın Moskova ziyareti
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) 'nin verilerine göre 2010-2017 yıllarında ABD'den silah ithalatında ilk sırayı Suudi Arabistan almış olup Suud yönetimi toplam silah ithalatının yüzde 61'ini ABD'den temin etmiştir. Amerikan silah sektörünün en büyük silah alıcısı olan Suudi Arabistan'ın Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud 5 Ekim 2017'de Moskova'yı ziyareti sırasında Rusya ile Suudi Arabistan arasında S-400 hava savunma sistemi Kornet-EM tanksavar füzesi TOS-1A otomatik bomba atar AGS-30 ve AK-103 piyade/saldırı tüfeği gibi silahların satışı konusunda bir anlaşma yapmıştır.
NATO üyesi Türkiye Katar Çin ve Hindistan'ın Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi alma anlaşmasından sonra Suudi Arabistan'ın da yönünü Rusya'ya çevirmesi ABD'yi telaşlandırmıştır.
ABD THAAD satışına onay veriyor
Rusya ile Suudi Arabistan'ın silah anlaşması yapmasının hemen ertesi günü 6 Ekim'de ABD Savunma Bakanlığı'na (Pentagon) bağlı Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı Suudi Arabistan'a silah satışıyla ilgili yazılı bir açıklama yaptı.
Açıklamada Dışişleri Bakanlığının Suudi Arabistan'a 15 milyar dolar değerinde Bölge Yüksek İrtifa Hava Savunması (THAAD) sistemi satışına onay verdiği ve konuyla ilgili olarak Kongreyi bilgilendirdiği belirtildi. Bu onayla Suudi Arabistan'a ateş kontrol istasyonu ve radarlı 360 füzeli 44 adet THAAD füze rampasının satışı yolunun açılmış olduğu kaydedildi. Söz konusu satış onayı ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 Nisan 2017 tarihli ziyareti sırasında Suudi Arabistan'la yapmış olduğu 110 milyar dolarlık silah satışına ilişkin niyet mektubunun bir parçasıydı.
THAAD füze savunma sisteminin ana yüklenicileri Amerikan Lockheed Martin ile Raytheon şirketleriydi. THAAD füze savunma sistemi satışının yürürlüğe girmesi için Suudi Arabistan'ın niyet mektubunu 30 Eylül 2018 tarihine kadar sözleşmeye dönüştürüp imzalaması gerekiyordu.
Suud THAAD'dan vaz mı geçiyor?
Suudi Arabistan 30 Eylül tarihinde sözleşmeyi imzalamadı. Ve Rusya'dan S-400 sistemi almayı tercih edeceği anlaşıldı. Güney Çin Denizi'ndeki ABD uçak faaliyetinin artması karşısında kendi uçaksavar ve anti-füze hava tahliye sistemine sahip olan Çin'in yetersiz kalan sistemini güçlendirmek için S-400'ü satın almayı tercih etmesi Suud'un kararını güçlendirmişti.
Suudi Arabistan'ın 30 Eylül'de sözleşme imzalamamasından sonra geçen yıl söz verdiği 110 milyar dolarlık anlaşmanın gereğini de yerine getirmeyeceğinin anlaşılması ABD başkanını çileden çıkardı. Donald Trump 3 Ekim günü Mississippi eyaletinde partisinin kongre ara seçimleri için düzenlediği seçim mitinginde "Kral Salman'ı severim ama ona dedim ki Bak Kral biz seni koruyoruz. Biz olmazsak iki haftaya burada olmayabilirsin. Kendi ordunu kendin ödemelisin ödemeye mecbursun" diye tehdit etti.
Reuters ajansının tarafından yayınlanan özel haberde Suudi kaynaklara göre Amerikalı yetkililerin Veliaht Prens Muhammed bin Selman'dan uzaklaşmasının tek sebebi Cemal Kaşıkçı cinayeti değildi. Diğer bir neden de Veliaht Prens'in yakın zamanda Suudi Arabistan Savunma Bakanlığı'ndan Rusya'dan alternatif silah arayışına girmelerini istemesiydi.
Reuters'ın da gördüğü 15 Mayıs 2018 tarihli mektupta Veliaht Prens bakanlıktan Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi de dahil olmak üzere alternatif askeri ekipmanları satın almaya ve bu konuda eğitim görmeye odaklanmalarını istemişti. [1]
ABD Savunma Stratejisi Çöküyor Mu?
CNBC televizyonu ABD'nin yaptırım tehditlerine rağmen en az 13 ülkenin Rus hava savunma füze sistemi S-400 alımına ilgi gösterdiğini belirtiyor. [2] Habere göre ABD Düşmanlarla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) çerçevesinde üçüncü ülkeleri başta S-300 ve S-400 hava savunma sistemleri olmak üzere Rus silahı almaktan vazgeçirmeye çalışıyor. Aksi takdirde yaptırım uygulamakla tehdit eden Washington Rus silahı yerine kendi silahını teklif ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı şimdiden milyarlarca dolarlık anlaşmaların önünü kesmeyi başardıklarını iddia ediyor.
CNBC'nin Amerikan istihbaratına dayandırılan haberinde Washington'un uğraşlarına rağmen S-400'le ilgilenen potansiyel alıcılar listesinde Suudi Arabistan Katar Fas Mısır Vietnam ve Irak dahil en az 13 ülkenin yer aldığı kaydedildi.
ABD'nin silah müşterilerini kaybetmesinin ticari açıdan kendisi için büyük bir kayıp olduğu açıktır. Ama daha büyük kayıp kurduğu savunma-güvenlik mimarisinin çökmekte oluşuydu. Türkiye İran (potansiyel olarak Irak) ve Katar'ın yanı sıra Suudi Arabistan'ın da ABD'nin Ortadoğu'daki savunma-güvenlik sistemi dışına çıkma eğilimi göstermesi aynı zamanda düşman tanımının ve doktrinin de değişmekte olduğunu gösteriyordu.
Sonuç
Soruşturma sonuçlanmadığı için gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin emrini kimin verdiği hala netlik kazanmış değil. Ama CIA'nın cinayetin veliaht prense uzanmasını arzu ettiği telaşlı açıklamalarından anlaşılıyor. Pek çok medya organı da aynı temenni içerisinde yayın yapıyor.
Cinayet emrini kim vermiş olursa olsun Suudi Krallığı'nın 110 milyar dolarlık silah satışından cayma niyetinin ortaya çıkması Ağustos ayında ARAMCO hisselerinin özelleştirilmesinden vazgeçilmesi [3] dolayısıyla büyük kâr beklentisi içinde bulunan Bank of America Goldman Sachs ve CitiGroup gibi meşhur finans kurumlarının milyarlarca dolarlık gelir mahrumiyeti ve nihayet ABD'nin önlemeye çalıştığı Çin İpek Yolu ve Kuşağı Projesi'ne Suudi Arabistan'ın 16 milyar dolarlık yatırım anlaşması yaparak projeye katkı sağlaması[4] dolayısıyla ABD-Suud ilişkileri gerilmiş halde bulunuyor.
Cemal Kaşıkçı cinayeti Suudi Arabistan'ı yola getirmek (!) için ABD'nin eline büyük bir koz vermiş durumda. Trump yönetimi ya veliaht prensi ABD menfaatlerine hizmet etmesi için ikna edecek yada bu hizmeti görmeye talip bir başka prensi veliaht yapmaya çalışacak.
Görelim ne olacak. .
[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46276338
[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45279055
[4] https://www.dunyabulteni.net/asya/cin-in-daveti-sonrasi-s-arabistan-dan-pakistan-a-h430196.html
================================
MİTHAT IŞIK : OYUN İÇİNDE OYUN
ABD ve Türkiye çok açık olarak Suriye'de örtülü bir savaş halindedir. 2000'li yılların başından bu yana çeşitli safhalardan geçerek devam eden Ortadoğu sorunu bir Suriye – Irak sorunu değildir. Bu sorunun temelinde İran İsrail Arap dünyasındaki sorunlar vardır. ABD için birinci öncelik İsrail'in güvenliğidir. Bunun için Ortadoğu'da İsrail'e tehdit oluşturacak ülkelerin bölünerek küçültülmesi gereklidir. Ortadoğu sorunu içerisinde İran ve Arap dünyası arasındaki mezhep kavgaları milliyetçiliğe dayalı politikalar IŞİD El Kaide El Nusra Hizbullah gibi örgütleri ve bunların faaliyetlerini kapsayan bir sorundur.
ABD ve İsrail tarafından "terörist örgütler" olarak gösterilen Mısır'da seçim kazanmış Müslüman Kardeşler Filistin'de HAMAS gibi siyasi yapılar da Ortadoğu'da ABD ve İsrail'in hedefleri arasındadır. ABD ve İsrail'in Ortadoğu konusundaki politikaları ve oluşturmaya çalıştıkları devletimsi terörist yapılar ülkemizi ve ulusal çıkarlarımızı birinci derecede ilgilendiriyor ve tehdit ediyor.
Bugün Ortadoğu'daki problemin arkasındaki esas etkeni bundan 15 yıl önce dönemin ABD Başkanı George Bush'un dışişleri bakanı Condoleezza Rice açıklamıştı. Rice Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP) tanıtırken şöyle diyordu: "Bu proje ile Ortadoğu'da sadece rejimler değişmeyecek 22 ülkenin sınırlarının ve haritalarının da değişecek. " Bu ülkelerden ilk hedef olarak Irak seçilmişti. Bu nedenle 2003 yılında Irak işgal edildi. Bu işgal ile ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından yüzbinlerce Iraklı Müslüman öldürüldü ve halen de ölümler devam ediyor. Yine yüzbinlerce insan evlerinden ve yurtlarından göç etmek zorunda kaldı. Saddam Hüseyin oyunun dışına atıldı. Böylece Irak İsrail için tehdit olmaktan çıkarıldı ve bölündü. Şu anda ikiye bölünmüş olan Irak daha da bölünüp küçülebilir. Çünkü Irak'ta halen etnik ve mezhepsel problemler açık ve örtülü olarak devam ediyor.
ŞİMDİ SIRA SURİYE'DE
Irak'ın işgalinden ve parçalanmasından sonra sıra Suriye'ye geldi. 15 Mart 2011'de Dera kentinde başlayan eylemler Cuma namazından sonra ülkenin diğer bölgelerine sıçradı. Kentlerdeki eylemler sırasında halka karşı uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Silahsız insanlar öldürüldü. Bu ölümlerle ilgili olarak değişik yorumlar yapıldı. Eylemlerin olduğu günlerde Suriye'de birçok ülkenin gizli servis elemanları da kendi rollerini oynuyorlardı. Buradaki insanlar keskin nişancıların açtığı ateşle öldürülmüştü. Bu durum bize gizli servis elemanları ve onların emrinde olanların neler yaptıklarının ipuçlarını veriyordu. Suriye'de oluşan bu kaos ortamından ve çatışmalardan ölümden kaçan ilk grup insanlar Türkiye sınırına doğru akın akın gelmeye başladılar.
Bütün bu olaylar olurken ABD başkanı Esad'ın görevden alınmasını istiyordu. Erdoğan - Esad arasındaki dostluk da artık son bulmuştu. Suriye'de muhaliflerle rejim arasında devam eden çatışmalarda saflar da yavaş yavaş belli olmaya başlamıştı. Zaman içerisinde saflar şöyle oluşmuştu: ABD Avrupa Türkiye ve Muhalifler bir tarafta Rejim Güçleri Rusya İran Çin diğer tarafta yerlerini almışlardı. Rejim muhaliflerine en büyük destek ABD İsrail Türkiye Suudi Arabistan ve Katar'dan geliyordu. Zaman içerisinde ABD'nin PKK/PYD/YPG desteği açığa çıkınca Türkiye ile ABD arasında örtülü savaş da başlamış oldu. Türkiye Rusya İran ve bir kısım muhalifler şimdi aynı tarafta yerlerini aldı.
RUSYA
Suriye konusu Rusya için hayati önem taşıyordu. Ticari ilişkilerin yanında Rusya'nın özlemini duyduğu Akdeniz'e yerleşmesi için önemli bir fırsat yaratıyordu. Rusya yıllardır Akdeniz'de söz sahibi olma politikasını Suriye'de elde ettiği TARTUS üssü ile gerçekleştiriyordu. ABD'nin Ortadoğu'nun değişik ülkelerinde 25'ten fazla üssü bulunuyordu. Buna karşı Rusya'nın elde ettiği tek üs olan Tartus'u terk etmesini düşünmek hayalcilik demektir. Rusya Suriye savaşında gerek hava kuvvetleri gerekse füzeleri ile Esad güçlerine destek vererek Esad'ın iktidarda kalmasını sağlıyor Suriye'nin geleceğinde etkili bir aktör haline geliyordu. Türkiye ile Rusya arasındaki işbirliği şu an için uyumlu bir şekilde devam ediyor ancak Ortadoğu'nun kaygan zemininde ne zamana kadar devam edebilir? Bunu zaman gösterecek.
İRAN
İran Suriye'de sadece mezhepsel sebeplerle değil kendi ulusal çıkarlarını ve kendi öz savunması için bulunuyor. Ayrıca İran ABD İsrail Suudi Arabistan ittifakını dengelemek için Suriye'de bulunuyor. ABD'nin İran'a karşı yürüttüğü ekonomik yaptırımlar İran'ın İsrail Suudi Arabistan ile çevrelenmek istenmesi Çin ve Rusya'yı da dikkatli davranmaya itiyordu. Ortadoğu'da şu anda tam anlamı ile bir stratejik savaş devam ediyor. Süper güçler ABD Rusya tam anlamı ile savaşın içinde Çin ise gerektiğinde gücünü göstermek istiyor. Bölgedeki tarihsel bağları Türkiye'yi daha avantajlı kılıyor. İngiltere Almanya Fransa zaman zaman ABD'nin yanında kimi zamanlarda tarafsız bir görüntü vermeye çalışıyorlar.
TÜRKİYE'NİN DURUMU
Yukarıda belirttiğimiz gibi krizin başlangıcında Esad ile olan yakın işbirliğini terk ederek Suriye'nin karşısında yer aldı. Zaman içerisinde ABD'nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) maskesi altında PKK/YPG/ ve PYD'den bir terör ordusu oluşturması ve Türkiye'nin güney sınırları boyunca bir terör koridoru oluşturma girişimleri karşısında ABD ile Türkiye'nin safları ayrıldı. Tehlikenin büyüklüğünü ABD'nin niyet ve maksadını anlayan Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı'nı icra ederek oluşturulmak istenen bu terör koridorunu Fırat Nehri'nde durdurdu. Fırat'ın Batısını Membiç hariç denetim altına aldı. ABD'nin Membiç'te sözünü tutmaması açık ve gizliden Afrin'deki PKK/YPG terör örgütünü desteklemeye başlaması karşısında Türkiye Rusya'nın da desteğini alarak Afrin Harekatı'nı icra ederek PKK/YPG/PYD terör örgütünü büyük kayıplar verdirerek buradan da çıkardı. Rusya İran Türkiye'nin Soçi'de aldıkları kararlarla İdlib'de de güvenli bölge oluşturma çabaları ve başarıları ABD'nin Fırat'ın doğusunda devletimsi bir terörist yapısı oluşturma hamlelerini açığa çıkardı. Türkiye Rusya ile işbirliğini arttırdı. S-400 füzeleri için anlaşma yaparak hava savunma sistemini güçlendirme hamlesini yaptı.
ABD- TÜRKİYE "STRATEJİK ORTAKLIK" MASALI
ABD ve Türkiye'nin Ortadoğu'daki politikaları örtüşmüyor Türkiye ABD'nin güney sınırları boyunca oluşturmaya çalıştığı terör koridorunu ve devletimsi terörist yapılanmaları ulusal çıkarlarına aykırı buluyor ve buna karşı çıkıyor. ABD Fırat'ın doğusunda PKK/YPG/PYD terörist yapı ile sıkı işbirliği ve çalışma içerisindedir. ABD artık bu işbirliğini açıktan yapıyor. Sınırlarımız boyunca Doğudan Batıya Akdeniz'e açılan bu koridora bir kısım dünya basını "Kürt koridoru " "İsrail koridoru" diyor; ancak Türkiye için bu koridor bir terör koridorudur. ABD YPG/PYD'yi terör örgüt olarak görmüyor. Bu terör örgütüne yaklaşık 25 bin TIR ve kargo uçağı dolusu mühimmat ve silah vermiş bulunuyor. Hala daha yüzlerce TIR ile de zırhlı araç ve teçhizat gönderiyor. ABD bu terör örgütünü "yerel ortak" olarak görmeye devam ediyor. Kamışlı'dan başlayarak sınırımız boyunca gözetleme kuleleri kuruluyor. ABD bu kulelerle kimi kime karşı gözetleyecek? ABD askerleri ile terör örgütü mensupları bir arada aynı masada pozlar veriyorlar. Şunu açık ve net olarak söylemeliyim ki Türkiye ile ABD Suriye'de örtülü bir savaş halindeler. .
Bütün bu değerlendirmeler ışığında Fırat'ın doğusu için planlarımızı hazırlamalıyız ve uygulamaya Süleyman Şah türbesini esas yerine taşıyarak başlamalıyız. ABD'nin Suriye'den çekilme hamlesini çok iyi okumalıyız. Çekileceği yer ABD değil Erbil'dir. Erbil Fırat'a çok mu IRAK yoksa çekilmemiş kadar yakın mı? Bu nasıl bir çekilme? Bu çekilme de Mümbiç'ten PKK/YPG/PYD'yi çıkaracağım demesi gibi bir masal ve oyalama mı? Türkiye yeni bir durumla karşı karşıyadır ve bu durumu iyi okumalıdır. Rusya – İran – Türkiye üçlüsü Astana kararlarına Şam'ı nasıl ve hangi şartlarda ikna edebiliriz konusunu değerlendirerek bunu çok iyi analiz etmeli yeni hareket tarzları üretmeli.
Bölgede cetvelle çizilmiş sınırların yanında kalplerle çizilmiş sınırlar da var. Bu sınırı kalplerden silmek mümkün mü ne dersiniz?
================================
MİTHAT IŞIK : ABD'NİN TÜRKİYE'YE UYGULADIĞI AMBARGOLAR
Ambargo uluslararası ilişiklerde siyasi stratejik ya da ekonomik amaçlarla bir kısım malların bazı ülkelerce satışının ya da naklinin devlet gücü kullanarak yasaklanmasıdır. Ambargo uluslararası ilişkilerde bir yaptırım aracı olarak kullanılır. Ambargolar savaş durumlarında daha çok önem kazanmaktadır. Ambargonun amacına ulaşabilmesi için hedef olarak seçilen ülkenin malı alabileceği alternatif pazarlar olmaması gerekir. Ambargo genişletilerek her türlü ihtiyaç maddesini kapsadığı zaman ablukaya dönüşür.
Kıbrıs'ta Makaryosun teşviki ile Rumların Yunanlıların Türkleri katletmeye başlaması ile birlikte 25 Aralık 1963 tarihinden itibaren ABD ile Türkiye arasında kriz başlamıştır. Türkiye Kıbrıs'ta Türklere yapılan zulüm ve ölümleri önlemek için garantör ülkeler olan İngiltere ve Yunanistan ile işbirliği yapmak istemiştir. Ancak her iki ülkeden'de beklediği ilgi ve desteği alamamıştır. Ada'da şiddet hareketleri arttıkça Türkiye bu durumun önlenmesi için ABD'yi bilgilendirmiş ve Yunanistan üzerindeki etkisini kullanmasını istemiştir. Ayrıca Birleşmiş Milletlerinde devreye girmesini istemiştir. ABD Türkiye'ye bu meselenin tarafı olmadığı cevabını vermiştir. Aynı şekilde BM'de gerekli önlemleri almamıştır. Türkler yaşamakta oldukları 237 yerleşim yerinden 103'ünü terk ederek daha büyük ve nispeten güvenli olan yerleşim yerlerine sığınmışlardır. ENOSİS amaçlı Rum saldırılarına tüm ada sathında direnmek ve kendilerini korumak durumunda kalmışlardır.
21-25 Aralık 1963'te kanlı noel olarak anılan Rum saldırıları olmuş; kadın çocuk yaşlı genç birçok Türk katledilmiştir. Bunun üzerine Türkiye tekrar İngiltere ve Yunanistan ile konuyu görürmüş bu durumun önlenmesi için ABD ve BM nezdinde girişimlerde bulunmuş fakat gerekli desteği alamamıştır. Bunun üzerine Türkiye gerekirse garantör ülke olarak Londra antlaşmasının kendisine verdiği yetkiye dayanarak Ada'ya müdahale edeceğini ilan etmiştir. Saldırıların artması üzerine Türkiye 8 Ağustos 1964 günü toplam 64 uçakla adaya operasyon başlatmıştır. Bu operasyonda uçağı düşürülen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel yaralı olarak Rumlara esir düşmüş ve işkence edilerek şehit edilmiştir. Cenazesi 14 Ağustos'ta Türklere teslim edilmiştir.
Türkiye'nin Ada'ya müdahalede kararlı olduğunu anlayan dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson Türkiye'nin müdahalesini engellemek için dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü'ye mektup yazdı. Johnson mektubunda Türkiye'nin Ada'ya müdahale etmesinin ABD tarafından kabul edilemez olduğunu ve bunun bir takım bedellerinin olacağını yazıyordu. Bunun üzerine İsmet İnönü'de Türkiye'nin haklı olduğunu belirten ve mektubundaki üsluba uygun bir lisanla Johnson'a cevap mektubu yazdı. Türkiye-ABD arasındaki ilk kriz böyle başladı.
ABD Türkiye ile stratejik ortak olmasına rağmen Türkiye'nin haklı davasında yanında olmadı ve Türkiye-ABD ilişkileri gerildi. Bu olay tarihe Johnson mektubu olarak geçti. Nihayet 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Garantörlük Antlaşmasının kendisine verdiği yetkiye dayanarak Ada'ya müdahale ederek KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINI İCRA ETTİ. BUNU ÜZERİNE ABD TÜRKİYE'YE 5 ŞUBAT 1975 yılında silah ambargosu uyguladı.
Üç yıl süren bu ambargonun nedenleri.
1- Türkiye'nin Barış Harekâtını icra etmesi ve bu harekâtta ABD silahlarını kullanması
2- Türkiye'nin haşhaş ekim yasağını kaldırması
3- Türkiye Cumhuriyeti devletine güvenin azalması
4- Watergate skandalı nedeni ile başkan NİXON'ın istifa etmiş olması
5- ABD'nin Vietnam'da yenilmiş olması
Türkiye ABD ambargosuna karşı şu yaptırımları uyguladı:
1- 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe devletinin kurulduğunu açıkladı.
2- 25 Temmuz 1975'te ABD'ye nota vererek 3 Temmuz 1969'da imzalanan Türkiye-ABD savunma işbirliği anlaşmasını yürürlükten kaldırdı.
3- Türkiye'deki bütün ABD üs ve tesisleri TSK'nın kontrolü ve denetimi altına alındı.
4- ABD bu karşı yaptırımlara dayanamayarak 26 Mart 1976'da üslerle ilgili yeni bir savunma işbirliği anlaşması imzalamak zorunda kaldı.
5- Bu anlaşmanın yürürlüğü girmesi ise ambargonun kaldırılması şartına bağlandı.
6- 26 Eylül 1978'de Jimmy CARTER döneminde ABD ambargosu kaldırıldı.
F-35 Uçaklarının Satışını Durduran Süreç Nasıl Gelişti
1- ABD Kongresinin bazı üyelerinin Türkiye'de demokrasi kötüye gidiyor demesi
2- Bazı ABD vatandaşlarının Türkiye'de tutuklu olması.
3- Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemlerini almak için anlaşması
4- ABD savunma harcamalarının düzeyini ve fonların kullanımının denetimine dair politikalar belirleyen 716 milyar dolarlık ulusal savunma yetkilendirme yasası (NDAA)
5- NDAA tasarısının nihai versiyonunda Türkiye'ye F-35 uçağının teslimatının geçici olarak durdurulması öngörülüyordu.
6- ABD Başkanı Donald Trump 13 Ağustos 2018 tarihinde F-35 uçaklarının teslimatını geçici olarak durduran yasa tasarısını imzaladı.
7- Trump'ın imzalaması ile belge yasalaştı. Türkiye'ye verilecek F-35 uçaklarının teslimatı geçici olarak durduruldu. Bunun üzerine ABD savunma bakanlığının 90 gün içerisinde Türkiye-ABD ilişkilerinin durumuna yönelik bir rapor hazırlaması istendi. Bu rapor hazırlanıp kongreye sunulacak ve karar verilecek.
Savunma Bakanlığının Hazırlayacağı Raporun Şu Başlıklardan Oluşması Değerlendiriliyor
1- Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi almasının askeri ilişkilere etkisi.
2- Türkiye'nin F-35 projesinden tamamen çıkarılmasının ABD sanayisi için yaratacağı etkilerin değerlendirilmesi.
3- NATO'nun güney kanadında oluşabilecek olası zafiyetler.
4- Türkiye-NATO ilişkilerine etkisi.
Savunma Bakanı Mattis Türkiye'nin F-35 programının dışına çıkarılmasına karşı çıkmıştı. F-35'lerin üretim sürecinde Türkiye olmazsa programın yürütülmesinin iki yıl gecikeceğini söylemişti. Çünkü Türk firması AYESAŞ F-35'lerin önemli iki ana unsurunun tek tedarikçisi durumunda. Amerikan ordusunun EUCOM Avrupa gücü komutanlığı Türkiye'nin yanında ve Türkiye'nin NATO için önemine vurgu yapıyorlar.
Suriye'de YPG ile ortak çalışan CENTCOM'un generalleri ise Türkiye'ye karşı olan tavırlarını sürdürüyorlar.
F-35'lerle ilgili şu anki durum:
1- Lockheed Martin firması Türk pilotlarına eğitim verecek uçakların teslimatını 21 Haziran'da gerçekleştirdi.
2- Bu uçaklar şuan ABD'de ve orada bulunan Türk pilotlara eğitim veriliyor. Ancak uçaklar ABD dışına çıkarılamıyor.
3- ilk F-35 uçağının 2019 yılında Türkiye'ye getirilmesi ve 2020 yılında faaliyete geçmesi planlanıyor.
4- Türkiye ABD'nin F-35'lerle ilgili raporunu sert bir dille eleştiriyor.
Türkiye'ye uygulanan ABD ambargolarını incelediğimiz zaman ABD kendi çıkarını ve menfaatlerini daima ön planda tutuyor. Türkiye kendi ulusal güvenliği için oluşan tehditleri önlemek ve bertaraf etmek adına tedbirler almaya ve uygulamaya başladığı zaman ABD ile ters düşüyor. Çünkü ABD her zaman ve her durumda "önce ben" diyor. ABD'nin müttefik Türkiye'ye yönelik beka tehditlerini anlaması ve görmesinin zamanı gelmiştir.
06.09.2018
================================
MİTHAT IŞIK : KAFKASYA'NIN GELECEĞİ İÇİN STRATEJİK DÜŞÜNCE
Kafkasların coğrafi konumu: Doğuda Hazar denizi batıda Azak Denizi ve Karadeniz Kuzeyde Kuban ve Kuma nehirleri Güneyde Türkiye ve İran'la çevrilmiş olan bölgeye Kafkasya denilmektedir.
Kafkasya'nın genel görünümüne baktığımızda iki tarafını çevreleyen Karadeniz ve Hazar Denizi sebebi ile Kuzey Güney hattı doğrultusunda bir kara boğazı görüntüsü çizmektedir. Bu kara boğazı Avrupa-Orta Asya ve Ortadoğu arasında bir kilit nokta görevi görmektedir.
Bölgenin en belirgin özelliği dağlık olmasıdır. Bölgenin en büyük yükseltisi Doğu-Batı doğrultusunda bölgeyi ikiye bölen büyük Kafkas dağlarıdır. Bu aşılması güç coğrafi engel bölgeyi Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya (Trans Kafkasya) olmak üzere ikiye ayırır.
KUZEY KAFKASYA
Rusya Federasyonuna bağlı otonom bölgeleri içinde barındırır. Bunlar sırası ile Adıgey Karaçay Çerkes Kabardin Balkar Çeçenistan Kuzey Osetya İnguşya ve Dağıstan Cumhuriyetleridir. Rusya Federasyonu Kuzey Kafkasya'daki ayrılıkçı hareketlerle yoğun bir şekilde uğraşmaktadır. Huzurlu gibi görünen bu bölge beklenmedik bir zamanda çatışmaların başlayacağı bir alan haline gelebilir. Bölgede başlayacak bir çatışma daha çok gerilla savaşı taktik ve tekniklerinin uygulanacağı Gayri Nizami Harp Savaşı alanına düşecektir.
GÜNEY KAFKASYA
Azerbaycan Ermenistan Gürcistan bağımsız devletlerini içinde barındıran Güney kuşağıdır. Coğrafi olarak Kuzey Kafkasya Avrupa Güney Kafkasya Asya kıtasına siyasi olarak Kafkasya'nın tamamı Avrupa kıtasına dâhildir.
Transkafkasyanın Jeopolitik ve Jeostratejik Önemi
Kafkasya bölgesi coğrafi konumu sebebi ile Asya ile Avrupa'yı Güney ile Kuzey'i Türklük ile Slavlığı Müslümanlık ile Hristiyanlığı birbirinden ayıran doğal bir dağlık geçit ve köprüdür.
Bölge bu özelliği ile tarih boyunca önemli ticaret ve göç yollarının geçiş noktası olmuştur. Bu nedenle büyük güçlerin ilgisini çekmiş uğruna uzun süreli mücadelelerin verildiği bir bölge haline gelmiştir. Asya'ya açılan bir kapı olması Karadeniz'e açılma imkânı sağlaması dolaylı olarak Basra Körfezini alanına alma şansı küresel güçlerin veya küresel güç olmak isteyen devletlerin her zaman ilgisini çekmiştir.
Mackinder'in kara hâkimiyet teorisi ve Spykman'ın kenar kuşak teorisi bölgenin önemini açıklamak için bize yardımcı olabilir. Bölgeye hakim olan Asya'ya Asya'ya hakim olan bütün dünyaya hükmeder. Önemli politik ticari ve kültürel geçiş noktası olan Kafkasya üç önemli imparatorluk (Osmanlı Çarlık Rusya İran) tampon bölge görevi görmektedir. Bölgenin kültürel geçiş noktası olması en çok Türk dünyasını ilgilendirmektedir. Türk dünyasını bir vücut olarak düşünmemiz gerekirse Transkafkasya bu vücudun boğazıdır. Trans Kafkasya olmadan Türk dünyasının bütünlüğünde bahsedilemez. Transkafkasya bölgesi sahip olduğu yer altı zenginlikleri ile küresel güçleri cezbetmektedir. Zengin petrol ve doğalgaz yatakları enerji sıkıntısı çeken ABD Çin ve AB gibi devletleri bu bölgeye yoğunlaşmaya bölge ile ilgili politikalar üretmeye zorlamıştır.
KAFKASYANIN DEMOGRAFİK YAPISI
Transkafkasya birçok kavimlerin göç yolları üzerinde bir geçiş noktası olduğu için farklı kültür ve etnik kökende kavimler bölgeye yerleşmiştir. Bölgenin dağlık olması farklı kavimlerin birbirlerinden etkilenmeden kültürlerini koruyarak öncelikle doğal sonradan siyasi sebeplerle izole olmasına sebep olmuştur. Bu durum bölgenin dışarıdan gelen müdahalelerine açık sorunların Kafkasya içerisinde çözümlenmemesine neden olmuştur. Trans Kafkasya'yı oluşturan etnik yapılar karışıktır. Her devlet bünyesinde çeşitli etnik ve dini grupları barındırmaktadır.
Kafkasya Özellikle Üç nedenden Dolayı Önemlidir
Jeostratejik alamda Orta Asya'nın giriş kapısıdır.
Orta Asya bakımından batı pazarlarına açılan bir geçittir.
Orta Asya ile bir bütün olarak ele alındığında ise bölge önemli miktarda petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir.
KAFKASYADAKİ ANLAŞMAZLIKLAR
Kafkasya'daki bugünkü problemlerin tohumları 1936 yılında Stalin tarafından atılmıştır. Stalin demografik düzenlemeler yoluyla bölgede Rusları öne çıkarmak istiyordu. Bu hedefine ulaşmak için daha sonraları çok karmaşık etnik sorunlara zemin hazırlayacak olan bir dizi özerk Cumhuriyet oluşturmuştur.
GÜNEY KAFKASYADAKİ SORUNLU ALANLAR
Azerbaycan-Ermenistan arasında; Dağlık Karabağ sorunu
Gürcistan-Abhazya arasında; Abhazya sorunu
Güney Osetya sorunu
Gürcistan Aceristan arasında Acaristan sorunu
KUZEY KAFKASYADAKİ SORUNLU ALANLAR
Kuzey Kafkasya için şimdilik en önemli taşıyan problem Çeçenistan sorunudur. Ancak zaman içerisinde başka sorunlara da hassas bir etnik yapı mevcuttur.
TÜRKİYE AÇISINDAN KAFKASYANIN ÖNEMİ
Türkiye dünyanın en önmeli üç kriz bölgesinin ortasında yer almaktadır. Kafkaslar Ortadoğu Balkanlar. Bu bölgelerden özellikle Kafkaslar ve Ortadoğu sahip oldukları enerji kaynakları ile dünya devletlerinin ilgi alanı içinde bulunmakta ve bu devletlerin rekabet sahası olmaktadır. Kafkasya coğrafi konum itibari ile Türkiye ile aynı coğrafyanın bir uzantısı olarak düşünülmektedir. Nitekim Anadolu ve Kafkaslar için Küçük Asya Ön Asya tanımlarının kullanılması bunu bir göstergesidir. Kafkaslardaki her olumlu ve olumsuz gelişme Türkiye'yi yakından etkileme özelliği taşımaktadır.
TÜRKİYENİN ÇOK YÖNLÜ OLARAK İLGİLENMEK ZORUNDA OLDUĞU KAFKASYA:
- Doğu Anadolu'nun güvenliğini sağlar.
- Orta Asya ve İdil Ural bölgesindeki Türk ve Müslüman ülke ve topluluklar ile irtibatını sağlar ve ilişkileri güçlendirir.
- Stratejik yeraltı zenginlikleri ve petrol yatakları nedeni ile uygun hammadde ve pazar olanağı oluşturur.
- Rusya Federasyonunun güneye sıcak denizlere ulaşmasını engeller ve Türkiye için tehdit olmaktan çıkarmak için avantaj sağlar.
- Türkiye'nin milli menfaatleri ile milli güvenliğini etkileyen jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemli bir bölgedir.
- Bölgede yaşayan halkların yüzde altmışı Türk'tür. Kafkasya Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında bir köprü görevi görür. Bu köprünün atılması Türkiye'nin Türk Dünyası ile irtibatını koparır.
- Bölgenin zengin yeraltı kaynaklarının Türkiye üzerinden dünya pazarlarına açılması Türkiye'nin stratejik öneminin artmasını sağlıyor.
- Bölgedeki Türk varlığının bağımsızlık ve egemenliğinin devamı için olumlu bir ortam oluşturuyor.
- Türk ekonomisinin güçlenmesi için karşılıklı çıkar ilişkisini korumak kaydı ile bölgenin ekonomik potansiyelinden faydalanma olanağı sağlar.
- yy güvenlik sadece askeri anlamlar taşıyan bir kelime olmaktan çıkmıştır. Güvenlik askeri olmanın dışında ekonomik siyasi sosyal kültürel bilimsel teknolojik anlamlar kazanmıştır. Türkiye kendi ulusal güvenliği için çevresinde güven ve istikrar sağlamak zorundadır. Bunun için de çevresindeki ülkelerin ekonomik olarak refah ve siyasi açıdan istikrar içinde olması önemlidir.
- Türkiye Güney Kafkasya ile olan ilişkilerini bu açıdan görmeli ve değerlendirmelidir. Bu düşünce ile jeopolitik değişimleri yakından takip ve yönlendirmelidir. Türkiye Güney Kafkasya'da barış ve istikrarın kalıcı bir şekilde tesis edilmesi için bölgede mevcut yukarı Karabağ- Abhazya- Güney Osetya gibi problemleri Azerbaycan'ın Gürcistan'ın egemenliği ve toprak bütünlüğü çerçevesinde barışçıl yollardan çözümünü savunmaktadır.
================================
MİTHAT IŞIK : ÇAĞIN KARANLIK ORDULARI ÖZEL GÜVENLİK ŞİRKETLERİ
Paralı askerlerin kullanımı dünya genelinde giderek artıyor. BM tarafından verilen bilgiye göre piyasadaki ticaret her yıl yüzde 8 oranında artıyor. BM paralı asker uzmanı Anton KARTZ her yıl dünya genelindeki paralı asker cirosunun 244 milyar Avroyu bulduğunu söylüyor.
Dünyada paralı asker için en fazla para harcayan ülke ABD her yıl paralı asker çalıştıran şirketlere 138 milyar dolar ödüyor. 2012 yılında IRAK ve AFGANİSTAN'da çalıştırdığı paralı askerlere 44 milyar dolar ödedi. BM'lerde bu tür özel şirketlere iş veriyor.
Paralı askerlerin kullanımının kontrolü ile ilgili ortak standartlar belirlenmediği takdirde BM'lerin itibarının zedeleneceğini BM'lerin paralı asker uzmanı Anton KARTZ ifade ediyor.
Paralı Asker : Para karşılığı tabi olmadığı bir milletin ordusunda görev yapan askerlerdir diye tarif ediyor.
Dünyanın en büyük özel güvenlik şirketlerinden biri olan Blackwater ABD Dışişleri Bakanlığı Pentagon ve CIA'nın yüzmilyonlarca dolar değerindeki ihalelerini alarak Afganistan Irak başta olmak üzere ABD ordusunun operasyonlarına destek sağlıyor. 1997'de kurulan ve bünyesinde binlerce paralı asker bulunan şirket 2006 yılından beri ABD'li diplomatlara koruma sağlıyor. ABD üretimi silahları PKK'ya verdiği iddia edilen şirket kötü ürünü gizlemek için ismini 2009'da değiştirdi. Önce exe services 2011'de ise Academi olarak değiştirdi. Şirket zaman zaman fotoğraflar yayınlıyor. Şirketin yayınladığı fotoğraflara bakınca AFRİKA ve Ortadoğu'nun başka bölgelerinde de Pentagon'un güdümünde çalıştıkları anlaşılıyor.
İngiltere'de de güvenlik şirketleri sayısı son birkaç yılda yüzlerce sayıya ulaştı. Yasal boşluklardan yararlanan bu şirketler yeterince denetlenemiyor. İngiltere'de güvenlik şirketlerinin büyümesindeki en önemli etken Irak'ta yatırım yapan petrol ve doğalgaz şirketleri koruma için paralı askerleri talep ediyor olmaları castle international adlı özel güvenlik şirketinin paralı askerliğide ABD tarafından Suriye ve Irak'ta kullanılmaktadır.
Afrika'da enerji kaynaklarına sahip ülkeler ve 2011 yılında Kaddafi'nin devrilmesinin ardından enerji kaynakları yabancı ülkeler tarafından yağmalanan Libya paralı askerlerin en çok kullanıldığı ülkeler arasında ayrıca Nijerya'da BAKO Haram'a karşı savaşta Güney Afrikalı paralı askerlerin Yemen de ise Sudi öncülüğündeki koalisyonun Husilerle savaşında ise ABD merkezli Blakwater şirketini (şimdiki adıyla Academi) kullanıyor. Şirket burada Kolombiyalı kiralık savaşçıları kullanıyor.
Paralı askerlerin tarihi savaşın tarihi kadar eskidir. Özel askeri şirketler ise 11 Eylül sonrasında ABD'nin terörizme ve kendisine göre terörizme destek veren devletlere karşı açtığı savaş özel askeri şirketler içinde bir dönüm noktası olmuştur. BM'nin gücünü yitirdiği ve uluslararası hukukun geçersizleştiği bir dönemin tamamen kâr amaçlı çalışan özel askeri şirketlere geriş bir hareket alanı sağladı. Bunlar kâr amaçlı kuruluşlardır ve savaşla ilgili konularda profesyonel hizmet veriyorlar. Lojistik destek gizli istihbarat operasyonel destek çatışma bölgelerinde savaşma askeri teknik yardım askeri eğitim gibi hizmetler veriyorlar.
Özel askeri şirketler genellikle ABD İngiltere ve Güney Afrika kökenli çalıştıkları bölgeler Afrika Güney Amerika Ortadoğu ve Afganistan gibi savaşların olduğu bölgeler savaş sırasında olduğu gibi savaş sonrası da özel askeri şirketler için bir altın madeni haline gelmiştir. Irak'ta Pentagon'dan sonra en büyük gücü özel şirketler oluşturmuştur.
Savaşın özelleşmesi her geçen gün artarak devam etmektedir. Bu endüstrinin kollarını uzatmadığı bir çatışma ve savaşın olmadığı düşünülmüyor. Özel askeri şirketler devletlerden aldıkları paralarla her geçen gün büyüyor ve güçleniyorlar.
ABD Orta Asya Afganistan Irak Suriye'ye yönelik harcamaları yaklaşık 100 milyar dolar. Özel askeri şirketlere ayrılan para 40 milyar dolar. ABD askeri harcamalarının üçte birini özel askeri şirketlere aktarıyor. Önümüzdeki dönemde içinde paranın ve şiddetin dolaştığı gri alanların büyüyeceğini gösteriyor.
Bir kısım özel askeri şirketler çatışmalara bizzat katılmaktadırlar. Bu gibi nedenlerden dolayı özel güvenlik şirketlerinin tanımlarına ilişkin tartışmalar vardır. Tanımından daha önemli olanı bu oluşumların neyi temsil ettikleri. BM'ler raportörü hazırlamış olduğu raporda paralı askerlerin faaliyetleri son yıllarda halkların kendi kaderlerini belirleme haklarını kullanmasını engellemektedir. Özel Askeri Şirketler insan haklarını ihlal etmek için devreye sokulan bir şiddet biçimidir. Askeri Şirketler Anonim Şirket haline gelmiş paralı askerlerdir. Bu şirketler zaman zaman uluslar arası bir operasyonun parçası olmakta ya da bulunduğu bölgelerde kullandıkları güçler olmaktadırlar. Güçlü devletlere bu şirketler birçok olanaklar sunuyor.
Bu devletler askeri müdahalenin getireceği maliyet ve risklerden kurtuluyorlar. Kendi kamuoylarının tepkilerini engellemiş oluyorlar. İnsan hakları ihlalleri için hesap vermek durumunda kalmıyorlar.
Özel Askeri endüstriyi doğuran nedenler :
- Soğuk savaşın sona ermesi ile güvenlik piyasasında yaşanan değişimler
- Savaşın yapısındaki değişimler
- Özelleşmenin hız kazanması
Bu değişkenler özel askeri şirketlerin kurulmasına yönelik global düzeyde talep yaratmıştır. Bu bağlamda;
- Etnik çatışmalar ve iç savaşlardaki artış güvenliği önemli boyutlarda tehdit edici bir unsur olarak ortaya çıktı.
- Bu çatışmalar başka tür müdahalelere kapı açtı.
- Aşırı militarize olmaya dayanan soğuk savaştan sonra dünya ölçeğinde orduların küçülmeye başlaması.
- Teknolojinin gelişmesi ile 1990'larda 6 milyondan fazla personel ordudan ayrılmak durumunda kaldı.
- Bu durum özel askeri endüstri için yedek bir güç oluşturdu.
- İşlerini kaybedenler sadece askerler değildi.
- Özel birliklerden ayrılanlar kendi güçlerini koruyarak (Sovyet Alfa güçleri Güney Afrika'da 32. Recconnaissance Battalion) kendi güvenlik şirketlerini kurdular.
- KGB'nin % 70'i yeni oluşan endüstri içinde yer aldı.
- Kitle silahları stoku piyasaya açıldı. Tanklar tüfekler kalaşnikoflar hata uçaklar helikopterler parası olanlar tarafından sahip olunacak hale geldi.
- Bütün bunlar özel askeri şirketlerin ihtiyaç duyduğu personel ve teçhizat için gerekli koşulları sağladı.
- Düşük yoğunluklu savaşların önem kazanması özel eğitim almış yetişmiş profesyonellere olan ihtiyacı aratırdı.
Sonuç :
Özel askeri firmalar gelecekte de küresel güvenliğin önemli aktörlerinden birisi olmaya devam edecektir. Özel askeri güvenlik şirketlerinin daha ucuz ve daha etkili hizmet sundukları şüphelidir. Firmaların icra ettiği faaliyetlerin şeffaflığı ve denetimi düzenli ordunun şeffaflık ve denetimden daha düşük seviyededir.
Ordular ve hükümetler tarafından problemli bölgelerde kamuoyunun tepkisini daha az hissetmek maksadıyla karanlık görevlerde kullanılan özel askeri güvenlik firmaları sözleşme yapan ülkeleri daha büyük problemlerle karşı karşıya bırakabilir. Demokrasinin kontrol mekanizmaları olan medya ve sivil toplum kuruluşların denetim alanı dışında kalan devlet kurumları tarafından dahi kontrol edilemeyen askeri güvenlik firmaları daha büyük problemlerin yaşanmasına sebep olabileceklerdir. Firma çalışanlarının meşruiyeti yakın gelecekte de tartışılmaya devam edecektir.
Şimdilik yasal boşluklardan yararlanan firmalar çalışanları ve sahipleri için yüksek kâr oranlarıyla şeffaflığı ve kontrol edilebilirliği şüpheli bir şekilde faaliyet sürdürebilmektedirler.
Firmalarla sözleşme imzalayan hükümetlerinde kontrol ve değerlendirme kurullarında eksiklikleri vardır. Sözleşme şartlarının yazılması ve kontrolü konusunda yetişmiş tecrübe ve bilgi sahibi personel eksikliği sözleşmelerde inisiyatifi güvenlik firmalarına bırakmaktadır. Bu firmaların birinci amacı yapabilecekleri en büyük karı kazanmaktır. Ülkemizde bu yazıda belirttiğimiz şekilde çalışan askeri güvenlik şirketi mevcut değildir. Konu ile ilgili bilimsel çalışmaların yapılması yakın gelecekte bu alanda faaliyet gösterecek Türk firmaları ve bu konuda düzenleme yapacak hükümet yetkilileri için destek dokümanı niteliği taşıyacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin profesyonel orduya dönüşmesi ile gelecekte silahlı kuvvetlerden ayrılan personel sayısını da dikkate aldığımızda ülkemizde de bu tür şirketlerin kurulması çok muhtemeldir. Şu anda çok sınırlı sayıda komando ve özel kuvvetlerden emekli olan bir kısım personel IRAK AFGANİSİTAN ve LİBYA'da iş alan Türk ve Amerikan şirketlerinin şantiye sahalarında görev yapmaktadırlar. Basra Körfezi'nde deniz suyundan elektrik enerjisi üreten yabancı gemilerde güvenlik görevi yapan TSK'dan emekli olan uzman Subay ve Astsubaylar mevcuttur.
================================
SİNAN TAVUKCU : RUS YARDIMI DEĞİL BUHARA EMİRLİK HAZİNESİ ALTINLARI
İlk defa 13 Şubat 2009 tarihinde yayımlanan bu yazımızda Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasındaki önemi dolayısıyla "Rus Yardımları" olarak bilinen para ve silah yardımlarının gerçekte Özbek kardeşlerimizin Türkiye'ye gönderilmek üzere Lenin'e teslim ettiği Buhara Emirlik hazinesi olduğu anlatılmıştır. Özbekistan-Türkiye stratejik işbirliğinin hızla yükseldiği bu dönemde bu gerçeğin tekrar hatırlanması bir vefa borcudur.
Mustafa Kemal Paşa 26 Nisan 1920'de Meclis'in açılışından hemen üç gün sonra yazdığı mektupla Sovyetler Birliği'nden silah cephane ve malzeme yanında para da istemiş gönderdiği mektubuna cevap beklemeden 11 Mayıs'ta Rusya'ya bir de heyet yollamıştır.
Bu talep üzerine Sovyetler 1920 yılından itibaren belli aralıklarla Ankara Hükümeti'ne cephane savaş malzemesi ve para göndermiştir. Sovyetler Birliği'nin gönderdiği yardımın önemli kısmı 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması'nın imzalanmasından sonra gerçekleşmiştir. Sovyetlerden temin edilen nakdi yardımlar üç yıl itibariyle aşağıdaki gibidir.
1920 yılında; 3.066.800 adet Altın Ruble
100.000 adet Osmanlı Altını
1921 yılında; 9.800.000 adet Altın Ruble
1922 yılında; 4.600.000 adet Altın Ruble
Sovyet yardımı olarak bilinen bu paraların gerçekte Buhara halkı tarafından bağış yoluyla toplanan paralar olduğu anlatılagelmiştir. Ancak bu bilginin doğruluğu tartışmalıdır. 1868 yılından beri Çarlık Rusyası işgali altında sıkıntılı bir hayat sürmüş olan Buhara halkının bu dönemde yüz milyon altın ruble bağışlayacak bir maddi güce sahip olması pek akla uygun görünmemektedir. Son zamanlarda ortaya çıkan bilgilerden Anadolu'ya gönderilen altınların Bolşevikler tarafından yıkılan Buhara Emirliği'nin hazinesine ait altınlar olduğu ortaya çıkmıştır.
Buhara Cumhuriyeti'nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu Sovyet Yardımının Hikâyesini Anlatıyor
Buhara Cumhuriyeti'nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu 1972 yılında Yakın Tarihimiz Dergisi'ne yaptığı açıklamalarda yardım hadisesini aşağıdaki gibi anlatmıştır.
"1920 yılında Buhara Cumhuriyeti kurulduktan sonra ben ilk cumhurbaşkanı olarak yanıma başvekilimiz rahmetli Feyzullah Hoca'yı alarak Sovyet Rusya büyükleri ve bu arada Lenin ile temasta bulunmak üzere Moskova'ya gitmiştim. Bizden bir müddet önce temmuz ortalarında Türkiye'den de milli hareketi temsil eden ilk heyetin Bekir Sami Bey'in başkanlığında Moskova'ya gelerek Lenin Çiçerin ve Karahan ile bilhassa yardım temini konusunda müzakerelerde bulundukları anlaşılıyordu.
Nitekim Kremlin Sarayı'nda kendisi ile görüştüğümüz gün Lenin önem verdiğini hissettirdiği "Türkiye "den söz açarak bana
"- Ankara'dan bir Türk heyeti geldi. Vaziyetlerini anlatarak acele yardım istedi. Bu hususta sizin fikriniz nedir? " dedi.
Hiç tereddüt etmeden kendisine:
"- Elbette yardım etmek gerek… Ve vakit geçirmeden yapılmalıdır. " deyişim üzerine bu işte zaten kararlı olduklarını fakat bazı zorluklarla karşılaştıklarını belirten bir ifade ile
"-Yardım meselesi için bizi düşündüren iki zorluk var. " dedi ve devam etti.
"- Birincisi Türklerin istedikleri altın para bizde pek azdır. " deyince sözünü kestim.
"- Bizde altın para vardır! dedim. Verebiliriz de…"
Lenin memnun olduğunu belirten bir baş eğişiyle devam etti.
"- İkincisi yol meselesidir. Çünkü Türklere yalnız para değil her türlü harp malzemesi de vermemiz gerekiyor. Bunları emniyetle Ankara'ya ulaştıracak yol lâzım! Hâlbuki Kafkaslardaki durum dolayısıyla yollar kapalıdır. Ne zaman açılabileceği malum değildir. "
Biz bu hususta ayni kanaat ve fikirde olduğumuzu söyleyerek ilave ettim:
"- Kafkaslar 'da kurulan cumhuriyetlerle anlaşmak mümkündür. Bu bölgede Müslümanlar çoğunluktadır. Gürcüler de menfaatleri icabı Müslümanlara yakındır. Ermeniler de keza… Çalışılırsa müşterek bir yol bulmak imkânı vardır. " dedim.
Ayrıca paranın miktarını tespit etmek icap ediyordu. Bunu mütehassıslar tespit etsinler dedik ve bizim -aynı zamanda Hariciye Nazırı olan- Başvekil Feyzullah Hoca ile Rus mütehassıslardan mürekkep bir heyete havale ettik. Bu heyet uzun müzakereler sonunda yardım miktarını en az yüz milyon altın ruble olarak tespit etti. Tekrar Lenin'le buluştuk. Lenin bu sefer yaptığımız konuşmada sözü tekrar para konusuna getirerek ne kadar verebileceğimizi sordu.
"- Yüz milyon ruble…" dedim.
Lenin tekrar etti:
"-Yüz milyon mu?"
"-Evet… Derhal verebiliriz!"
Çarlık zamanından kalma altın rublelerimiz çoktu. Buhara hazinesindeki bu paraya Ruslar el sürmezler dokunmazlardı. Buhara bir Çar emâreti olduğu halde idari ve mali işlerde müstakildi. Bu sebeple bizde altın belegan mâbelâg (haddinden fazla) çoktu. " (Yakın Tarihimiz Cilt.1 shf.292-293)
Lenin'le bu şekilde mutabık kaldıktan sonra heyet Buhara'ya geri döner. Para yardımı meselesini meclise götürürler. O sırada Buhara'nın nüfusu dört buçuk milyondur. Buhara parlamentosu Türkiye'ye yüz milyon altın ruble yardımını tek itiraz sesi yükselmeden oy birliği ile alkış ve tezahüratlar altında kabul eder.
Parlamentonun bu kararının hemen ertesi günü gereken muameleleri tamamlayarak parayı Ankara'ya yetiştirilmek üzere Rus hazinesine teslim ederler.
Bu hadiseyi Türk subayı Raci Çakırgöz'de hatıralarında anlatmaktadır. 1. Dünya Savaşında esir düştüğü Ruslardan kaçarak Türkistan'a gelen ve Taşkent'te öğretmenlik yapmakta olan Raci Çakırgöz Çarlık ve Bolşevik Rusya'da 10 yıl adıyla yayımlanan hatıralarında Sovyet yardımları olarak bilinen yardım hakkında aşağıdaki hususları yazmaktadır.
"Ben Taşkent'teyken Buhara Geçici Hükümeti'nin İstiklal Savaşı vermekte olan Ankara Hükümeti'ne para yardımında bulunduğunu haber aldım. Maalesef bu yardım bizim gazetelerde Rus para yardımı şeklinde geçmiştir. Ancak son zamanlarda yetkili kimseler bu olayın içyüzünü aydınlatmışlardır. Türkiye'ye bu yardımın yapılmasında en büyük rolü oynayan kimse o sırada Maliye Nazırı olan Osman Hoca (Kocaoğlu) idi. Osman Hoca 1921 yılında ilan edilen Buhara Cumhuriyeti'nde Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunuyordu. Sonra 1923'te Afganistan'a ve oradan da Türkiye'ye geçti. 28 Temmuz 1968'de İstanbul'da vefat etti.
Sonradan öğrendiğime göre Buhara Hükümeti'nin Ruslar aracılığıyla Türk Hükümeti'ne yaptığı 100 milyon altın rublelik yardımdan Ankara Hükümeti'ne ancak 10 milyon altın ruble ulaşabilmiştir. Ruslar geri kalan 90 milyon altını herhalde aracılık ücreti olarak almış olacaktır!
Esasen Ruslar Buhara halkından ve saraydan topladıkları 12 vagon dolusu altın ki aralarında çok ağır bir altın avize vardır. Ziynet ve çok kıymetli kuzu derilerini Moskova'ya götürdüler. Bu kuzu derileri 'astragan'ı sağlayan Buhara'nın koyunları Karakul denen gölün civar mıntıkasında üretiliyordu. " (shf.68)
Buhara Emiri Alim Han'ın Terkettiği Hazine
"Genç Buharalılar" hareketinin Bolşeviklerle birlikte yaptıkları darbe sırada Buhara Emiri Alim Han'dır. İktidarını kaybeden Alim Han 1 Eylül 1920'de Buhara'dan kaçıp Afganistan'a sığınmak zorunda kalır. Ardında ailesinin bir kısmını ve Buhara hazinesini bırakır. Özbek yazar Nabican Bakiyev Sovyet istihbarat arşivlerinden yararlanarak yazmış olduğu Enver Paşa'nın Vasiyeti adıyla yayımlanan kitabında Emir'in hazinesine el konulması olayını aşağıdaki gibi anlatır.
"Emir Alim Han Buhara'yı terkettiğinin ikinci günü Sitare-i Mahı (Saray) Ruslar tarafından işgal edilir. 2 Eylül 1920'de Buhara iç şehiri tamamen Bolşevikler tarafından ele geçirilerek kontrol altına Emirin aile fertleriyle yakınları gözaltına alınmıştır. Bu arada ihtilalcilerin bir kısmı Kuşbeği başta olmak üzere reisi kadıyı saray memurlarıyla Emirin aile fertlerinin öldürülmesini istemektedirler. 2 Eylül 1920'de Kızılordu askerleri tarafından esir alınıp sorgulanan Kuşbegi Osman Beg verdiği ifade de şunları söyleyecektir.
"Beni hayrete düşüren o ki Emir Alimhan hazineden bir tek lira (teng) dahi almamış olmasıdır. Bütün hazine altın ve gümüş paralar takılar mahzendeki özel yerlerinde duruyordu. Onları saymak mümkün değildi".
Sonradan Emir'in kendi ifadesine göre hazinede otuz iki çuval padişah sikkesi altın ziynetler inci ve yakut gibi kıymetli mücevherlerin sayısını kendi de bilmediği gibi ayrıca 20 bin adette tüfek bulunmaktadır.
Rus askerleriyle Kızıl Buharalılar işgali takiben üç gün boyunca Buhara'da müthiş bir yağmaya girişirler. Nihayet yağma bittikten sonra Türkistan işgal komutanı yağma edilen hazineyi askerlerden imza karşılığında toplamaya başlar. "(shf.86)
5 Eylül 1920'de Rus hükümet yetkilileriyle Rusya Bolşevik Partisi Merkez Komitesi temsilcileri ve Buhara İhtilal Komitesi rehberleri karma bir meclis kurulması konusunda anlaşarak M. Frunze başkanlığında Rusya hükümetini temsilen Kovrov Buhara komünistlerinin reisi Hüseyinov Buhara Bakanlar Kurulu reisi Feyzullah Hocayev Buhara İhtilal Komitesi sekreteri Aripov'un katılımıyla bir toplantı düzenlerler. Toplantıda yağmadan kurtulabilen Buhara hazinesinin muhafaza edilmesine ilişkin aşağıdaki karar alınır.
"Savaş devam derken Buhara cumhuriyetinin hazinesi yağma edilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğundan ve onları korumak zor olduğu göz önünde tutularak Buhara Devrim Komitesi olarak hazinenin Semerkant veya Taşkent'teki bankalarından birinde geçici olarak muhafaza edilmesini Rusya hükümetinden rica edilmesi kararına varmıştır". (shf.88)
Bu kararın ardından Buhara hazinesi önce Sermerkant'a oradan da daha sonra Moskova'ya nakledilir. 100.000.000 altın ruble Buhara Cumhuriyeti'nin Başbakanı aynı zamanda Dış işleri Bakanı olan Feyzullah Hoca tarafından Moskova'ya bizzat teslim edilir. Kitapta anlatıldığına göre 1921 başlarında Kronştat'da çıkan Denizci isyanında isyancıları korumak amacıyla Buhara'dan götürülen bu altınlarla silah alınmış altınlar Bolşevik hükümetinin kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.
Buhara Hükümeti tarafından gönderilen altının sadece 18.326.800 altın rublelik kısmı o da üç yıla yayılarak Türkiye'ye teslim edilmiştir. Türkiye'ye gönderilmesi gereken 81.673.200 altın ruble tutarındaki Özbek altını Lenin hükümeti tarafından açıkça gaspedilmiştir.
Türkistan'dan Gönderilen Üç Kılıç
İstiklal Savaşı devam ederken Buhara Halk Cumhuriyetinden bir heyet diplomatik temaslar yapmak üzere 17 Ocak 1921'de Ankara'ya gelir. Heyet beraberinde getirdiği üç adet altın işlemeli kılıç ile Timur'a ait bir Kuran-ı Kerim'i Mustafa Kemal'e hediye eder. Sakarya Zaferini tebrik amacıyla gönderilen bu hediyeler karşısında müteessir olan Mustafa Kemal Paşa meclis kürsüsünden aşağıda metni verilen duygu dolu konuşmayı yapar.
"Buhara ahalisinin Türkiye'deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kur'an-ı Kerim ile Türkiye Halk Ordusuna nişane-i takdir ve tebrik olarak irsal eylediği kılınç Hak din ile hayat-ı hidame-i kuvveti temsil eden fevkalade muazzam ve kıymetdar iki yadigardır. Bu emanetleri elinizden alır iken kalbim heyecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşebbüsat ve tebrikat nişanelerinden şüphesiz çok mütehassis ve mesrur olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirmek bu Kitab-ı Mukaddes'i millete seyf-i azizi de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah'ın inayeti ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan milli ordumuz İnşallah pek yakında bu kılıncı da kazanmış olacaktır. Heyet-i muhteremenize de Türkiye ahalisi ve ordusu Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti namına teşekkür ederim. " (Hakimiyeti Milliye 8 kanunusani (Ocak) 1922. )
Kılıçlardan biri Mustafa Kemal Paşa'ya diğeri Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya üçüncü kılıç 9 Eylül sabahı İzmir'e girerek Hükümet Konağına Türk bayrağını çeken İkinci Süvari Tümeni 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey 'e verilmiştir. (*)
Utanç Verici Bir Olay
Türkistan'lı kardeşlerimizin bu unutulmaz destek ve yardımlarına karşılık İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde hatırlandıkça her Türk'ün utanç duyacağı bir iş yapılır. Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca ülkesi Sovyet işgali altına düşünce Afganistan üzerinden geçerek 1923 yılında Türkiye'ye sığınır. Atatürk Osman Hoca' yı sıcak bir ilgi ile kabul eder. Türk vatandaşlığına geçen Osman Hoca Kocaoğlu soyadını alır Osman Hoca'ya milletvekili maaşı bağlanır. Bu maaş Osman Hoca'nın vefatından sonra kesilmez eşi ölünceye kadar ödenmeye devam eder. Atatürk döneminde Sovyetler Osman Hoca'nın sınır dışı edilmesi için sürekli tazyikte bulunurlarsa da Atatürk buna direnir. Atatürk'ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü bu baskılara dayanamaz ve 1939 yılında Osman Hoca'dan 24 saat içerisinde Türkiye'yi terk etmesi istenir. Milli Mücadele'ye yardım etmek üzere 100 milyon rublelik altını Türkiye'ye nakletmek için seferber olan Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca (Kocaoğlu) 1923'ten beri vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni terk etmek zorunda kalır. Ancak İkinci Dünya Savasından sonra 1946'da Türkiye'ye geri dönebilir. 1968'de vefat eden Osman Hoca Üsküdar' ı n Sultantepe'sindeki Özbekler Tekkesi'ne defnedilir.
(*) Kahraman yüzbaşının hikayesini "Üçüncü Kılıç" adıyla kitaplaştıran Yrd. Doç. Dr. Kemal Arı kitabın tanıtımı için yaptığı bir açıklamada Şerafettin (İzmir) Bey 1951´de vefat edince eşi Siret Hanım'ın "üçüncü kılıcı" İzmir´de açılması planlanan İnkılap Müzesi´ne verilmek üzere İstanbul Valiliği´ne teslim ettiğini fakat kılıcın kaybolduğunu bu büyük kahramanın adının maalesef hafızalardan silindiğini söylemektedir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Osman Kocaoğlu "Rus Yardımının İçyüzü" Yakın Tarihimiz Cilt.1 Sayı 10 (Mayıs 1972) shf.292-293 1972.
Raci Çakırgöz Çarlık ve Bolşevik Rusya'da 10 Yıl Belge Yayınları 1990.
Nabican Bakiyev Enver Paşa'nın Vasiyeti Doğu Kütüphanesi 2006.
*Bu yazı 13 Şubat 2009 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır
================================
MİTHAT IŞIK : S400'LER VE PATRİOTLARIN TÜRKİYE'YE KATKISI
- S-400 uzun menzilli hava savunma füze sistemi
- S-400 etkili menzili 400 km.
S-400'ün diğer füze sistemlerinin etkili menzilleri:
48N6 missile: 250 km orta menzilli
9M96E2 missile: 120 km orta menzilli
9M96E missile: 40 km kısa menzilli
- S-400'lerin NATO kod adı SA-21 Growler olarak bilinir. S-400'ler dünyanın en iyileri arasındadır ve en çok tanınan füze sistemidir.
- ALMAZ-ANTEİ Concern firması geliştirmiş ve seri üretimini üstlenmiştir.
- S-300 füze savunma sisteminin gelişmiş versiyonudur. Menzili ve radarları geliştirilmiş ayrıca irtifası artırılmıştır.
- S-400'lerin dikey fırlatış özelliği vardır. Bu özellik füzeye 360 derecelik etki alanı avantajı sağlıyor.
- 60 km uzaklıktaki hedefleri algılıyor. Saniyede 4 8 km hızla füze gönderebiliyor.
- 360 derecelik etki alanı avantajı sayesinde doğudan veya batıdan yaklaşan hedeflere füzenin atıcı kapsül yüzünün çevirmeden fırlatma ve füzenin o hedefe yönelmesi gerçekleşiyor.
- Sistem 10 saniyeden az sürede tepki veriyor.
- MIM104 Patriot'ta durum böyle değildir. Füzenin atıcı kapsülünün hedefe dönük olması gereklidir.
- S-400'ün radar sistemi S-300'ün sisteminde kullanılan 64N6 ve 76N6 radarlarından elde edilen tecrübe ile geliştirilmiş 96L6'dır. 92N6E radar sistemleri havada aynı anda 100 ayrı hedefi görecek şekilde programlanmış bu kapasitesi ile S-300 ve Patriot hava savunma sisteminin iki katı gelişmiş hale gelmiştir.
- S-400'lerin radarları hayalet uçakları görüş kapasitesine sahiptir. Rusya bu radar sistemini geliştirmeyi ve S-500'ün radar sistemi olarak kullanmayı planlamaktadır.
- Geliştirilecek radarların 500-600 km görüş alanına sahip olması düşünülüyor.
S-400'leri Kullanan Ülkeler
Rusya Ermenistan Belerus Çin Hindistan Kırgızistan İran. En aktif kullanan ülke Rusya'dır.
S-400 Sistemi Nasıl Çalışıyor?
Şu anda dünyada kullanılan en iyi hava savunma sistemlerinden biri olarak gösterilen S-400'lerin sistemi şu şekilde çalışıyor.
- Uzun menzilli izleme radarları havadaki nesneleri takip ediyor ve gelen bilgileri komuta aracına gönderiyor. Potansiyel hedefler burada değerlendiriliyor.
- Hedef tanımlandıktan sonra komuta aracı füzenin fırlatılmasına karar veriyor.
- Fırlatma ile ilgili veriler hedefe göre en iyi korunumda bulunan fırlatma aracına gönderiliyor. Burada karadan havaya füzeler gönderiliyor.
- Angajman radarı füzenin hedefe ulaşmasına yardımcı oluyor.
- S-400'ler önemli siyasi askeri ve ekonomik hedefleri yüksek etkili korumak için tasarlanan bir sistem olarak tanımlanıyor.
- S-400 taburu en az bir mobil operasyon komuta merkezi 8 fırlatıcı ve 32 füzeden oluşuyor.
S-400'lerin Hedefleri
- Hayalet uçaklar ve balistik füzeleri yok edebiliyor.
- Her çeşit savaş uçakları
- Radar tespit ve kontrol uçakları
- Keşif uçakları
- Stratejik ve taktik uçaklar
- Taktik operasyonel taktik balistik füzeler
- Orta menzilli balistik füzeler
- Hipersonik hedefler ve diğer gelişmiş hava saldırı araçları
Türkiye Neden S-400 alıyor? S-400'lerin Türkiye'nin Hava Savunmasına Katkısı ne olacak?
- Türkiye bu sistemi almak için Rusya ile anlaşma imzalamıştır.
- Türkiye 4 adet füze sistemi satın alacaktır.
- Füze sisteminin değeri 2 5 milyar dolardır.
- Türkiye S-400'leri alınca ülkemizin uzun menzilli radar ağı ihtiyacını karşılayan NATO radar ağına entegre edilmeyecektir.
- Bu durum Türk Hava Kuvvetlerinin aktif olarak kullandığı ve anlık tespit yaptığı anda savunma sistemine bilgi gönderen E-737 AWACS'ın bu özelliği S-400'de kullanılmamasına yol açacak.
- Türkiye Hava Savunma Sisteminde ağırlıklı olarak önleyici savaş filosuna güveniyor.
- Türkiye'nin karadan havaya savunma sisteminde ciddi eksiklikleri bulunuyor.
- Suriye iç savaşı başlayınca Türkiye'nin hava savunma sistemini ABD Almanya Hollanda İspanya sağlamış ve ciddi sıkıntılar yaşanmıştır.
- 15 Temmuz 2016'daki darbede yer aldıkları gerekçesi ile 265 pilot TSK'dan ihraç edilmiş ve nedenle kokpit başına düşen pilot sayısında ciddi azalma meydana gelmiş. Türkiye S-400'lerle hava savunma kabiliyetini güçlendirmek istemiştir.
- Türkiye füzelerle desteklenecek bir hava savunma sistemi kurmak için Rusya dışında Fransa İtalya gibi NATO ülkeleri ile temasta bulunmuş ancak netice alamamıştır.
- Türkiye kendi anlayışına dair imkanları NATO içinde bulamadı.
- Türkiye'nin uyarılarına ve itirazlarına rağmen ABD Suriye'deki PKK uzantıları YPG unsurlarından oluşan (SDG) Suriye Demokratik Güçlerini desteklemeye ve silahlandırmaya devam etmiştir.
- Türkiye ile ABD'nin Ortadoğu politikası uyuşmuyor.
Patriot Füze Sistemi Nedir Nasıl Çalışır?
Patriot füze sistemi üretici firma: Raythedn
Menzili: 80-160 km
Kullanımı: Patriotlarda ayrı ayrı ateşlendirilebilen füze bataryaları bulunuyor.
Hedefleri:
- Uçaklar
- Taktik balistik füzeler
- Cruise füzeler
- İnsansız uçaklar
- Elektronik uçaklar
Patriot füzeleri yukarıda saydığımız hedefleri havada iken tespit ederek imha eder. Patriot füze savunma sistemlerinde radar sistemleri etkindir. Kara radarları sayesinde saldırıya geçen füzeler tanımlanır takibi yapılır. Radar menzili 80 km'dir. Bu menzile giren füzeler direkt hedefe kilitlenir. Ayrıca otomatik pilotlarla da çalışırlar. Böylece insan hatası minimize edilir. Menzilinin fazla olması insan gözüne ihtiyacı yok etmektedir.
Patriot füzeleri karada yerleşik bulunan bataryalardan ateşlenir.
Patriot füze bataryaları 5 kısımdan oluşur:
- Füzeler: MIM 104 Füzeler
- Fırlatıcı: Bataryada en fazla hayati önem taşıyan bölümdür. Bu bölüm füzeleri tutan taşıyan hedefe kilitleyen ve füzenin atılmasını sağlayan bölümdür.
- Radar Anteni: Gelen füzeyi tespit eden radar sinyallerinin alınmasını sağlayan antendir.
- Angajman Kontrol İstasyonu (ECS): Patriot Füze Sisteminde bulunan bilgisayar ve bataryaların kontrol edilmesini sağlayan kamyonettir.
- Enerji Santral Kamyonu: Radar antenini ev angajman kontrol istasyonunu çalıştıran 150 kW'lık iki jeneratörün bulunduğu kamyondur.
Patriot füze bataryaları 16 adet füze fırlatıcıdan oluşur. Fırlatıcılar ebadı traktör römorku kadardır. Bataryalardaki füzeler PAC-3 versiyonlarıdır. 2002 yılından itibaren PAC-3'ler kullanılıyor. PAC-2'lerin ağırlığı 900 kg. 'dı ve daha etkisizdi. PAC-3'ler ise 310 kg ağırlığında ve çapı 25 cm'dir. Taşıdıkları savaş başlıkları PAC-2'lerde 90 kg iken PAC-3'lerde bu ağrılık 73 kg'a inmiştir. Ebat ve ağırlık olarak PAC-3'ler daha daha küçük olmalarına rağmen etkileri PAC-2'lerden daha büyüktür.
Füzelerin tanesinin maliyeti ortalama 2 5 milyon dolar civarındadır. Bataryadaki 16 fırlatıcı tek ECS kamyonu ile irtibat halindedir. Bu irtibat fiber optik kablolarla sağlanır. ECS kamyonları füze ateşlenmesi için komutları gönderir. Her fırlatıcının kendi enerji kaynağı mevcuttur. Bu sistemlerdeki antenler aşamalı düzene göre dizayn edilmiştir. Anten üzerinde 5000 tane aşama değiştirilebilen parçacık gökyüzünü taramada kararsız ve son derece hassasiyet sağlayarak hedefleri takip ediyor. 100 noktaya kadar potansiyel hedef bulabiliyor ve 9 tane ateşlenen füze takibi gerçekleştirebiliyor. Bu antenlerin işlevi birden fazla. Bu da füze sisteminin gelişmişliği açısından son derece önemli.
================================
ERKİN EKREM : ABD-ÇİN TİCARET SAVAŞI VE ÇİN'İN AB PLANI
20 yıldan beri devam edegelen ABD-Çin ticaret ihtilafı nihayet 6 Temmuz 2018'de fiilen patlak vermiştir. ABD'nin Çin'den ithal edilecek olan 34 milyar dolar değerinde 818 çeşit ürününe %25'lik ek gümrük vergileri uygulanmaya başlamasıyla birlikte Çin de misilleme olarak 34 milyar dolarlık gümrük vergileri uygulayacağını beyan etti. ABD Çin'in teknolojik ürünlere ek gümrük vergileri uygularken Çin ise ABD'nin tarımsal ürünlerine yönelik gümrük vergileri uygulayacağını duyurmuştur. Çin'in hedefi açıkça Başkan Trump'a oy verem tarımsal bölgelerin ürünlere yönelik olmuştu. Buna karşı ABD Tarım Bakanı Sonny Perdue ülkesinin çiftçilerin menfaatlerini koruyacağını beyan etmiştir. [1]
Çin tarafı ABD'nin tutumuna daha önce ifade edildiği gibi derhal cevap vermişti. Çin Ticaret Bakanlığı Sözcüsü ABD'nin DTÖ kurallarını ihlal ettiğini ve bu güne kadar ekonomi tarihindeki en büyük ticaret savaşını başlattığını ifade etmiştir. Sözcüye göre ABD'nin gümrük vergileri uygulaması tipik bir ticaret zorbalığıdır küresel tedarik ve değer zincirlerinin güvenliğini tehdit etmektedir küresel ekonomik toparlanma sürecini engellemektedir küresel piyasaların kargaşa olmasına neden olmaktadır dünyadaki masum çokuluslu şirketleri ulusal sektörleri ve tüketicilerin menfaatlerini olumsuz etkilemektedir ABD'nin işletmelerine ve halkın çıkarlarına zarar vermektedir. İlk atışı Çin tarafının yapmayacağını belirten sözcü başka seçeneği olmadığı için Çin'in esas ulusal çıkarları ve halkın menfaatleri korumak için karşılık vermeye mecbur olduğunun altını çizmiştir. [2] Çin tarafının bu ticaret savaşını durdurmak için çok çabaladığını ancak karşı koymayı tercih ettiklerini [3] bir başka yolun olmadığını dile getirmiştir. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping 21 Haziran'da Batılı büyük şirketlerin CEO'lerini kabul ederken ABD'nin ticaret savaşına karşı sert ifadeleri kullanmıştır. Başkan Xi Jinping "Batı kültüründe biri size vurduğunda diğer yanağınızı çevirirsiniz; fakat bizim kültürümüzde karşı koyup vururuz" ifadesini kullanmıştır. [4]
Çin Hükümeti ayıca ticaret dışı alanda ABD ve ABD şirketlerine zorluk yaratarak cevap vermeye çalışabilir. Örneğin gümrük muayene karantina kontrolü ve yangın denetimi gibi düzenleyici önlemleri alabilir. [5] Çin'de faaliyet yapan Qualcomm JP Morgan Chase ve Micron gibi ABD kökenli şirketler zorluklarla yüzleşebilir. Çin'in misillemesine karşı Trump Hükümeti 11 Temmuz'da 200 milyar dolarlık Çin menşeli ürüne %10 gümrük vergisi getireceğini belirmiştir. [6] Bu durumda 2019-2020 yılları arasında küresel ekonomik büyüme %0.5 puan azaltabileceği söz konusudur. [7] Ticaret savaşının yaratacağı gerilim dünya ekonomisini olumsuz etkileyeme başlamış durumdadır. [8] Uzmanlara göre tarifelerden etkilenen her 100 milyar dolarlık ithalat küresel ticaretin % 0.5'ini yitirmekte ve GSYİH büyümesinin % 0.1'ini azaltmaktadır. Çin'in 2018 yılı ekonomik büyümesine %0.1-0.3 etkisi olacağı ve ihracat üzerindeki etkisi 1% olabileceği tahmin edilmektedir. Küresel enflasyonu da %0.1-0.3 artış olacaktır. [9] Trump Hükümeti Çin'in tavrına göre üçüncü aşamada 500 milyar dolarlık Çin mallarına vergi uygulanacağını da belirtmektedir. ABD'nin başlattığı ticaret savaşına karşı Çin'in misillemesi fazla etkisi olmayabilir ve Çin'in daha fazla zararlı çıkacağı görüşleri dikkat çekmektedir. [10]
Bu gelişmelerin daha da şiddetleneceği görüşü hâkimdir. [11] En kötü senaryo ise kapsamlı bir ticaret savaşı ABD Çin ve AB'nin ekonomik büyüme hızını % 3-4 azaltabilir. Bu gelişmeler Çin'in ekonomik büyüme hızını %6'nın aşağına çekerse Çin'de birçok şirketlerin kapanması ve işsizliğin çoğalmasına sebep olacak neticede toplumsal ve siyasal sorunları da yaratabilir. Trump Hükümetinin Çin'e uyguladığı gümrük vergileri tarifesinin yaratığı tehditler 1989 yılından buyana Çin lideri için eşi benzeri olmayan zorluklarla yüz yüze bırakmıştır. Çin bu ticaret savaşına cevap verirse de vermezse de zararlı çıkacaktır. 1960-1991 yıllarında ABD-Japonya arasında yedi defa yaşanan ticaret ihtilaflarına karşı Tokyo Hükümeti bazı taviz vermekle kurtulmaya çalışmış ancak Japonya'nın ABD'ye yönelik ticaret çıkarları zarara uğramıştı. Bu nedenler iki ülke arasındaki ticaret savaşı uzun süreli olursa Çin daha fazla zarar görecektir. Trump Hükümetinin Çin'e yönelik başlattığı ek gümrük vergi uygulaması 1930 yıllarda ABD'nin çıkardığı Smoot-Hawley Tarife Yasası'ndan buyana en büyük tarife eylemidir. Ancak ABD'nin ticareti de bu yasadan etkilemiş ve ekonomik depresyonu ağırlaştırmıştır. [12]
Başkan Obama döneminde ABD'nin Çin'in ekonomik ve ticari yayılma gücüne ve kuralları belirleyici konumunu engellemek için TPP (Trans Pacific Partnership) ve TTIP (Transatlantic Trade and Investment Partnership) adında iki projesi vardı. Çin tarafı kendisinin yer alamadığı bu iki projeden endişe duyuyordu ve karşıt olarak RCEP (Regional Comprehensive Economic Partnership) projesini ortaya koyarak bölge ülkelerinden destek almaya çalışmıştı. Ancak Trump Hükümeti daha iktidara gelir gelmez bu projeyi iptal etmişti. Başkan Trump kendi bildiği üslupla Çin'e karşı ticaret savaşını tercih etmiştir.
Trump Hükümetinin endişesi Çin'in ABD dâhil gelişmiş ülkelerden teknoloji çalmak ve Çin'de faaliyet sürdüren yabancı şirketleri zorla teknolojisini Çin'e teslim etmeye mecbur etmeleridir. Bu teknoloji ile üretilen ürünlerin tekrar ABD pazarına ve dünya pazarına girmesi durumunda ABD'ye zarar verdiği kanaatindedir. Bu teknoloji üzerinde geliştirerek robotik biyoteknoloji ve yapay zekâ gibi alanlarda teknolojik öncülüğü sağlaması ile ABD'nin bu alanlardaki liderlik konumunu aşınlandıracağı görüşündedir. Özellikle Çin'in 2015 yılında ortaya koyduğu "Made in China 2025" projesini hedefe almıştır. Söz konusu proje Çin'in ileri teknolojiyi geliştirme ve üzerinde "üretim güç" olma stratejisine yönelik ilk on yıllık programıdır.
ABD-Çin arasındaki ticaret savaşı sadece iki ülkenin çıkarları etkilemekle kalmıyor aynı zaman dünyanın birinci ve ikinci ekonomik güçleri arasındaki bu gerilim dünya ekonomisi ile ticaretine de zarar vermektedir. Bu gelişmelere karşı mevcut güçler kendi aralarında yeni ittifakları da oluşturabilirler ekonomik ve ticari gerilimler uluslararası siyasî ve güvenlik alanlarını da etkileyebilir. Üstelik sadece ticari ve ekonomik sahada kalmayabilecektir. [13]
ABD-Çin arasındaki ticari savaşı kimisi Afyon Savaşı dönemine benzetmiş [14] kimisi de iki dünya savaşı dönemine benzetmiştir. [15] İnsani hatalar (yanlış durum tespiti ve yanlış uygulamalar) ağırlıklı olan bu tür görüşler ABD-Çin arasında savaş yaşanabileceği hatırlatmakta ve Çin'in mağlubiyete uğrayacağını ima etmektedir. Bugün de iki ülke arasındaki ticari savaşın doğru yönetilmemesi halinde tarihî hataların tekrar yapılmasının ihtimali yüksektir.
Söz konusu ticari savaşın ABD'nin iç siyaset ve toplumsal sorunlarını olumsuz etkileyeceği de söz konusu olduğu görüşler de vardır. [16] Üstelik ABD'nin oluşturduğu uluslararası sistem ve düzenin de kendisi tarafından yıkılmaya çalışıldığı tespitleri de vardır. [17]
ABD'nin Çin'e yönelik ticari savaşı Çin milliyetçiliğini de yükseltebilir. [18] Çin 40 yıllık çabalarıyla dünyanın birinci ticari gücü ve ikinci ekonomi ülkesi konumuna yükselmiştir. Çin askerî modernizasyonu da bu ekonomik güç ile ilerletmektedir. Her tür yöntemle elde ettiği ileri teknolojisi Çin'in bu güçlerini pekiştirmektedir. Made in China 2025 projesi de Çin'i en büyük teknoloji ülkesi konumuna getireceği kanaatindedir. Çin artık yüksek teknolojiyi elde etmeyi üç aşamada tamamlandığı görüşündedir: ileri teknoloji sahi ülkelerin peşinde koşma bu ülkelerle başa baş koşma ve ileri teknoloji alanında önde koşma sürecini tamamlamıştır. Ancak teknoloji sahasında önemli isimler Çin'in sahip olduğu ileri teknolojik ürünler aslında bir başkasının teknolojisinin taklididir Çin'in kendisine ait yeni teknoloji ve teknoloji ürünleri üretmesine zaman vardır ve çabalaması gerekmektedir. [19] Bazıları Çin'in en önemli olan teknolojiyi ele geçirmeden büyük ülke sayılmayacağı görüşündedir. [20] Yani Çin'deki herkes başarı sarhoşluğun içinde değildir. Trump Hükümeti de bu alanda Çin'i dizginlemek ve ABD'den teknolojiyi çalmasını önlemek niyetindedir.
Çin'in başarısı ile birlikte Başkan Xi Jinping'in ortaya koyduğu "Çin Rüyası" (Çin ulusunun yeniden büyük canlandırılma) ve dünyanın en büyük güç olmasının üç aşamalı stratejik planı (2020 2035 ve 2050)[21] Çinlileri heyecanlandırmakla birlikte Çin'in hegemonya güç olma niyetini de belirlemiştir. Bu konuda toplumu hazırlamak için birçok belgesel filimler yapılmış ve kitaplar yazılmıştır. Çin söz konusu 4. Sanayinin öncülüğünü ele geçirmek için büyük yatırımları sağlamaktadır. Neticede 1. (İngiltere) ve 3. ile 4. (ABD) sanayi öncüleri birer hegemonya gücü tesis etmişti. Çin'in yapay akıl alanındaki başarısı ABD'nin mevcut hegemonyasına meydan okuma anlamına gelmektedir. Son dönemlerde büyük Çin'i teşvik etmek için rağbet gören belgesel Amazing China da Çin toplumunu coşturmaya yetmiş ve ABD çökecek yerini Çin alacak gibi düşünceler Çin milliyetçiliğini yükseltmiştir. Çin'deki bu gelişmeler toplumun ABD karşıtı görüşünü de yaratmaktadır. Yani Çin'in "cin olmadan adam çarpma" tutumu mevcut hegemonya güç olan ABD'nin konumuna meydan okuma izlenimini bırakmaktadır.
ABD'ye karşı Avrupa ülkelerle ittifak oluşturması Çin için etkili bir plan olabilir. ABD-Çin ticaret savaşı müzakere heyeti başkanı ve Çin Başbakan yardımcısı Liu He ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ABD'nin ticari savaşına karşı Brüksel ve Berlin'de yapılan görüşmelerinde Avrupa ülkelerle stratejik ittifakın oluşturmasını istemiştir. Diğer bir teklif ise Çin'in Avrupa ülkelerle DTÖ ortamında ABD'ye karşı müşterek hareket etmesidir. Bunların karşılığı ise Avrupa ülkeleri için Çin pazarını daha fazla açması ve Çin şirketlerin Avrupa ülkelerine daha fazla yatırım yapmasıdır. Çin'in bu girişimleri bütün Avrupa ülkelerinden ortak cevap alması zor gözüküyor. [22] IMF başkanı Christine Lagarde de Avrupa'nın ABD-Çin ticari savaşına iştirak etmesinin gereği olmadığı ve aksine bu ticari savaşı Avrupa için bir oyun kardı yarattığını belirtmiştir. [23] Ancak Çin tarafı Avrupa ülkelerinin Çin'in sırtından vurmasını istememektedir. [24]
25 Haziran'da Çin-AB Yüksek Düzey Ekonomik ve Ticari Diyaloğu Pekin'de yapılmıştır. Bu diyalogda Çin-AB kapsamlı stratejik ortaklık ilişkilerinin güçlendirilmesi Çin-AB tek taraflılık ve korumacılığa karşı birlikte çalışması çok taraflı ticaret sistemini desteklemesi için olumlu sinyalleri verdiği ileri sürülmektedir. [25] 7 Temmuz'da Çin Başbakanı Li Keqaing VIII. Çin-Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri liderler toplantısı[26] vesilesiyle Bulgaristan'ı ve ardından Almanya'yı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret esnasında Avrupa ülkelerle karşılıklı çıkarları sağlayan ittifakın önemi vurgulanmıştır. 16-17 Temmuz'da VII. Çin-Avrupa Zirvesi Pekin'de düzenlenecek ve bu zirvede iki tarafın ABD karşıtı ittifaklar görüşülecektir. Eğer Çin-AB ticari ittifakı gerçekleşirse Çin-ABD ticari ilişkilerini derinden etkileyebilir. [27] Bu durum Çin'in ABD'ye karşı etkin bir sonuç alabileceğine yardımcı olur. Ancak Çin-AB ticaret ilişkilerinde birçok sorun vardır. Çin ABD ile ticari sorununu çözemezken AB ülkelere ne derece taviz vermekle ittifak kurmasını gerçekleştirebilir? Batı değerleri Çin üzerindeki etkisi olacak mı?[28] Başta Almanya olmak üzere AB ülkelerin Çin pazarının daha fazla açılması talebini nasıl karşılanır?[29] Bu cevaplar olumlu olduğu halde ABD karşıtı Çin-AB ittifakı ancak kurulabilir.
AB ülkeleri ile ittifak kurma dışında Çin'in diğer bir beklentisi ise ABD'nin 6 Kasım 2018'de yapılacak Kongre ara seçimleridir. Bu seçimde Cumhuriyetçiler çoğunluğu kazanamadığı takdirde Çin'in daha aktif bir şekilde Başkan Trump'ın başlattığı ticari savaşına karşı koyacaktır. Diğer yandan Pekin Hükümeti kendisini serbest ticaretin ve küreselleşmenin savunucusu olarak konumlandırmakta ve uluslararası toplumdan destek almayı planlamaktadır. [30] Bir sosyalist ülkesinin kapitalist düzeni savunması ironik bir durum olması dışında Çin'in küresel bir güç olmadığı halde küresel sorunlara çözüm getirmesi de kolay görünmüyor.
İki ülke arasındaki ticari savaşın her iki ülkeye zarar vermekte ve birçok ülkenin de nasibini alacağı için sorunun masada çözümlenmesi elzem görünmektedir. Ancak yükselen Çin'in kendi konumunun başta ABD ve uluslararası toplum tarafından kabul edilmesini istemektedir. Bu da mevcut hegemonya gücü ve onun oluşturduğu uluslararası sitem ve dünya düzeni ile yeni yükselen güç arasındaki güç mücadelesini yaratabilir.
Kaynakça
[1] Berkeley Lovelace Jr. Ag Secretary Perdue on Trump's message to farmers: You won't suffer in a trade fight with China CNBC News 28 June 2018 9:26 AM ET. https://www.cnbc.com/2018/06/28/ag-secretary-perdue-you-wont-suffer-in-any-trade-fight-with-china.html
[2]商务部新闻办公室 <商务部新闻发言人就美国对340亿美元中国产品加征关税发表谈话> 《中华人民共和国商务部》 2018年07月06日 12:05. http://www.mofcom.gov.cn/article/ae/ag/201807/20180702763232.shtml
[3] <社评: 中国尽力了 我们将回敬美国的施压> 《环球时报》 2018年07月04日 20:18. http://opinion.huanqiu.com/editorial/2018-07/12416824.html
[4] Lingling Wei and Yoko Kubota "China's Xi Tells CEOs He'll Strike Back at U. S. " Wall Street Journal June 25 2018 11:42 a.m. ET. https://www.wsj.com/articles/chinas-xi-tells-ceos-hell-strike-back-at-u-s-1529941334
[5] Danielle Paquette "U. S. companies in China think the government is already messing with them" The Washington Post July 4 2018. https://www.washingtonpost.com/world/asia_pacific/us-companies-in-china-think-the-government-is-already-messing-with-them/2018/07/04/565a333a-7ebf-11e8-b9f0-61b08cdd0ea1_story.html?noredirect=on&utm_term=.7110c7f1c1ba
[6] Tony Munroe and Eric Beech "China vows to hit back over U. S. proposal for fresh tariffs" Reuters July 11 2018 / 10:46 AM. https://www.reuters.com/article/us-usa-trade-china/u-s-ramps-up-trade-row-with-china-threatens-new-tariffs-idUSKBN1K1074?feedType=RSS&
[7] Joe Mcdonald Paul Wiseman and Darlene Superville "US-China trade battle kicks off; markets take it in stride" AP July 06 2018. https://www.apnews.com/e319be1a6c324445b00fccaf8a29f903/US-China-trade-battle-kicks-off ;-markets-take-it-in-stride
[8] Tom Miles "WTO sees signs of trade tensions starting to affect global economy" Reuters July 4 2018 / 6:17 PM. https://www.reuters.com/article/us-britain-poison-kremlin/kremlin-says-offered-britain-salisbury-attack-help-was-rebuffed-idUSKBN1JV120
[9] Marius Zaharia "How trade war with U. S. can hurt growth in China and beyond" Reuters July 6 2018 / 7:35 AM. https://www.reuters.com/article/us-usa-trade-china-economics-explainer/how-trade-war-with-u-s-can-hurt-growth-in-china-and-beyond-idUSKBN1JV37K
[10]林琦、李文科 <焦点:中美贸易战加码 中国再现股汇双杀但冲击力减弱> 《路透社》中文 2018年7月11日 / 下午5点11分. https://cn.reuters.com/article/china-us-trade-war-fx-stx-0711-idCNKBS1K112E
[11] Ana Swanson "Trump's Trade War Against China Is Officially Underway" The New York Times July 5 2018. https://www.nytimes.com/2018/07/05/business/china-us-trade-war-trump-tariffs.html?_ga=2.173291235.1131382455.1530880677-2108006387.1450908274
[12] Bob Davis and Lingling Wei "U. S. China Dig In for Long Trade Fight as Tariffs Take Effect" Wall Street Journal July 6 2018 3:34 a.m. ET. https://www.wsj.com/articles/u-s-china-prepare-for-trade-battle-1530824054
[13]梁国勇 <中美贸易战走向的四个关键维度> 《金融時報》中文网 2018年5月4日 06:48. http://www.ftchinese.com/story/001077410?full=y&archive
[14] <觀察:從鴉片戰爭到中美貿易持久戰> 《BBC中文》2018年 5月 24日. https://www.bbc.com/zhongwen/trad/world-44241451
[15]赵灵敏 <百年前贸易战最终导致战争,今天我们如何避免> 《金融時報》中文网 2018年7月11日 06:07. http://www.ftchinese.com/story/001078411?adchannel ID=&full=y
[16] 方星海 <特朗普打贸易战的民意基础从何而来> 《中國網》 2018年07月09日. http://www.china.com.cn/opinion/think/2018-07/09/content_55756968.htm
[17] Ken Moak "America's self-defeating quest for global supremacy" Asia Times July 10 2018 9:20 PM (UTC+8). http://www.atimes.com/americas-self-defeating-quest-for-global-supremacy/
[18] Deb Riechmann and Matthew Pennington "Analysis: Trade rocks already unstable US-China relations" AP July 07 2018. https://apnews.com/01d1b9293c734d91be96318a493931ab/Analysis:-Trade-rocks-already-unstable-US-China-relations
[19]刘亚东 <除了那些核心技术,我们还缺什么?> 《科技日报》2018年06月22日 10:05:43. http://www.stdaily.com/index/kejixinwen/2018-06/22/content_683428.shtml
[20]刘诗瑶 <把关键核心技术掌握在自己手中> 《人民日报》2018年06月25日 20 版. http://paper.people.com.cn/rmrb/html/2018-06/25/nw . D110000renmrb_20180625_2-20.htm
[21]张欣 <「一词之变」的深刻内涵与强大力量> 《瞭望》新闻周刊2017年 第43期 頁34-35. 陳柏廷 <習強軍目標 2050建成世界一流軍隊> 《旺報》 2017年10月23日 04:10. http://www.chinatimes.com/newspapers/20171023000558-260301
[22] Robin Emmott and Noah Barkin "Exclusive: China presses Europe for anti-U. S. alliance on trade" Reuters July 3 2018 / 9:03 PM. https://www.reuters.com/article/us-usa-trade-china-eu-exclusive/exclusive-china-presses-europe-for-anti-u-s-alliance-on-trade-idUSKBN1JT1KT
[23] "EU has 'card to play' in trade war: IMF" AFP 8 July 2018. https://www.afp.com/en/news/23/eu-has-card-play-trade-war-imf-doc-17d1ay1
[24] Keegan Elmer "China fears Europe will 'stab it in the back' as trade conflict with US escalates Foreign minister Wang Yi issues plea amid fear that Brussels will leave Beijing isolated by striking its own deal with US over tariffs" South China Morning Post 06 July 2018 2:32pm
[25] <第七次中欧经贸高层对话25日召开 中欧将携手反对保护主义> 《第一财经》2018年06月22日. 15:31:00. https://www.yicai.com/news/5433699.html
[26]李克强 <在第八届中国—中东欧国家经贸论坛上的致辞 (2018年7月7日,索非亚)> 《人民日报》 2018年07月08日 03 版. http://paper.people.com.cn/rmrb/html/2018-07/08/nw . D110000renmrb_20180708_7-03.htm
[27]莉雅 < 中欧重组贸易联盟 专家:长远来看对中美贸易影响深远 > VOA New中文 2018年7月10日 09:45. https://www.voachinese.com/a/china-eu-us-trade-dispute-20180709/4476017.html
[28] Stefan Kornelius "Trump schwingt die Abrissbirne" Süddeutsche Zeitung 6. Juli 2018 14:03 Uhr. http://www.sueddeutsche.de/wirtschaft/trump-china-strafzoelle-kommentar-1.4043705 ; Felix Lee "Auch China ist schuld" General-Anzeiger Bonn 6. Juli 2018 http://www.general-anzeiger-bonn.de/news/wirtschaft/ueberregional/Auch-China-ist-schuld-article3895433.html ; Karl Doemens "Kommentar zum Handelskrieg Alle Zeichen stehen auf Eskalation" Berliner Zeitung 6. Juli 2018 16:36 Uhr. https://www.berliner-zeitung.de/wirtschaft/kommentar-zum-handelskrieg-alle-zeichen-stehen-auf-eskalation-30920648#
[29] Jetzt teilen "Deutsche Wirtschaft: China soll sich öffnen und uns gleichbehandeln" Handelsblatt 8 Juli 2018- 14:46 Uhr. https://www.handelsblatt.com/wirtschaft-handel-und-finanzen-deutsche-wirtschaft-china-soll-sich-oeffnen-und-uns-gleichbehandeln/22779112.html?ticket=ST-264463- IVgvsgVrs03csH3p6jlL-ap3
[30] Orange Wang and Zhou Xin "How China plans to push back against Donald Trump in 'economic cold war'" South China Morning Post 11 July 2018 9:00pm. https://www.scmp.com/news/china/economy/article/2154699/how-china-plans-push-back-against-donald-trump-economic-cold-war
================================
SİNAN TAVUKCU : 86 BİN TERÖRİST ÖLDÜRMEK
22 Ağustos'ta Rusya Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada ülke topraklarının sadece yüzde 8'inin kontrolünü elinde tutan Suriye ordusunun Rus hava güçlerinin 2015'te başlattığı operasyonlardan bu yana ülke topraklarının yüzde 96.5'inin denetimini yeniden ele geçirdiği ve Rus güçlerinin Suriye'deki terörist gruplara karşı operasyonlarında 86.000 militanın ve militan grupların 830 komutanının öldürüldüğü belirtildi.
Bu haber üzerinde hiçbir değerlendirme yapılmadan gündemin diğer haberleri arasında sıradan bir haber olarak akıp gitti. Yabancı bir gücün yerli halktan 86 bin kişiyi hangi hakla öldürebildiği sorgulanmadı. Çünkü terörizmle savaşmak uluslararası hukukun tanıdığı bir haktı ve güçlü devlet birisine terörist dediği zaman uluslararası hukuk onun öldürmesine cevaz veriyordu. Bunda yadırganacak bir durum yoktu. .
ABD'deki 11 Eylül saldırılarından sonra kamuoyu gündeminden düşmeyen "terörizm terörizm tehdidi ve teröre karşı savaşma hakkı" istismara açık en tehlikeli uluslararası hukuk kavramları haline geldi. "Terörizm" her devletin kendi güvenlik stratejisi dış politika çıkarları için bir başka devlete askeri olarak müdahale etme işgal etme imkanını veren bir aparata dönüştü.
30 Eylül 2015'te Rejimin daveti üzerine askeri müdahalede bulunan Rusya'da Suriye halkına karşı yürüttüğü savaşı "terörizmle mücadele" gerekçesine dayandırdı.
"Ulus"unu katleden bir yönetim
Rejime karşı gösterilerin başladığı 2011'de Suriye'nin nüfusu yaklaşık 22 milyondu. Gösterilerin önce ayaklanmaya sonra iç savaşa dönüşmesinden sonra Suriye nüfusunun % 41'i iç savaş nedeniyle göçmen haline geldi. ABD merkezli PEW araştırma şirketinin 2018 Ocak ayında yayınladığı araştırma raporuna göre 2011 yılından beri devam eden iç savaş nedeniyle 13 milyon Suriyeli evlerini terk etti. Bunların yüzde 49'u (6 milyon) ülke içinde yer değiştirirken yüzde 51'i başka ülkelere göç etti. En çok Suriyeliyi alan ülke ise Türkiye oldu. Suriyelilerin 3.4 milyonu Türkiye'ye 1 milyonu Lübnan'a 660 bini Ürdün'e 250 bin'i Irak'a göç etti. Yaklaşıl 1 milyon Suriyeli sığınma talebiyle veya mülteci olarak Avrupa'ya gitti.
Halen devam etmekte olan çatışmalarda sivil-asker 500 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan yaralanmalar dolayısıyla fiziki engelli haline geldi yada ağır travmaya maruz kaldı. Yüzbinlerce konut işyeri resmi kurum binası kullanılamaz hale geldi. Yollar kanalizasyon su ve elektrik altyapısı ağır hasar gördü. Kadim medeniyetlerin yaşadığı topraklar kendi halkı üzerinde kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyenlerin vahşi bir iktidarda kalma mücadelesine sahne oldu.
15 Mart 2011'de Dera şehrinde Arap Baharı'ndan etkilenen sivil halkın daha fazla özgürlük talepleri ile başlayan gösterileri geniş çaplı tutuklamalar işkenceler polis şiddeti ile karşılık buldu. Halkın devlet şiddetini protesto eden gösterileri bütün ülke çapına yayıldı. Rejim halktan gelen taleplere karşılık vermek siyasetin önünü açmak 1963'den beri elinde bulundurduğu iktidarı paylaşmak yerine gösteri yapılan şehirleri tank ateşine tutarak ve havadan bombalayarak cevap verdi. Şiddet yoluyla halkını yola getirmek isteyen Rejim ile muhalifler arasındaki çatışma uluslararası güçlerin müdahalesi ile çığırından çıktı. 2015 yılına gelindiğinde Rejim Suriye topraklarının %92'si üzerinde hâkimiyetini kaybetmişti.
Rusya'nın Suriye üzerinde mutlak hükümranlığı
Esed rejiminin "müşterek meşru müdafaa hakkı" gerekçesi ile davet ettiği Rus ordusu 30 Eylül 2015'te Suriye savaşına müdahil oldu.
Suriye ile Rusya'nın siyasi-askeri işbirliği Sovyetler Birliği (SSCB) döneminde İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra başlamıştı. 1953'ten sonra Baas Rejiminin yönetimi ele geçirmesi ile birlikte Suriye-Rusya ilişkileri siyasi ekonomik ve askeri boyutlar kazandı ve Suriye Rusya'nın Akdeniz ve Ortadoğu'daki en büyük müttefiki haline geldi. Suriye ordusu Rus silahları ile donatıldı. Suriye 1956-2000 yılları arasında 26 milyar dolarlık Rus silahı satın aldı. Suriye askerleri Ruslar tarafından eğitildi ve doktrine edildi. Rusya'ya eğitime gönderilen Suriye subaylarından 8 bini Rus kızlarıyla evlenerek döndüler ve Suriye'de ayrı bir sınıf oluşturdular.
Sovyetlerin dağılıp Rusya Federasyonu kurulmasından sonra da ilişkiler devam etti. 2005 yılında Beşar Esed'in Rusya ziyaretinde silah alımlarından kaynaklanan borçlarının %70'ine tekabül eden 13.4 milyar dolarlık borç Putin tarafından silindi. 2007-2010 yılları arasında teslim edilmek üzere Suriye ile 4 7 milyar dolarlık yeni bir silah satış anlaşması imzalandı. Alacağından vazgeçen Rusya bu tarihten sonra Suriye üzerinde mutlak tasarruf sahibi oldu.
Rusya'nın geleneksel Akdeniz'e inme ve sıcak denizlerde söz sahibi olma stratejisi bakımından Suriye'nin kendisine mutlak bağlı şekilde elde tutulması Rusya bakımından hayati önem taşımaktadır. Soğuk savaş dönemi müttefiki Baas rejimi yerine İslâmi hassasiyeti yüksek bir muhalefetin iktidar olması Rusya için 60 yılı aşan bir çaba ve maliyetin boşa gitmesi demekti. Suriye'deki İslâmi eğilimli muhalefetin başarısı onlara göre Rusya'nın şiddetle bastırdığı Kafkaslardaki ayrılıkçı hareketlerin de tekrar canlanmasına yol açabilirdi.
Bütün bu sebeplerin yanısıra Rusya Sovyetlerin dağılması ile birlikte dünya nezdinde zaafa uğrayan süper güç kapasitesinin hala devam etmekte olduğunu Suriye'de en sert biçimde göstermeyi fırsat olarak değerlendirdi.
Uluslararası düzenin iflası
Rusya Baas rejimine karşı mücadele eden ve ülkede hakimiyetini %92'ye kadar yayan halk muhalefetini bastırmak üzere Suriye'ye askeri müdahalesini "Suriye hükümeti tarafından davet edilen tek ordunun Rus ordusu olduğu" teziyle meşrulaştırmaya çalıştı.
Uluslararası barış ve güvenliğin tedariki ve korunmasını amaçlayan Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 2/4 maddesinde bir devletin başka bir devletin topraklarında silahlı saldırı veya askeri müdahale gerçekleştirmesi ya da o devleti silahlı saldırı ile tehdit etmesi yasaklanmıştır. Ancak istisnai durumlarda uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanımına izin verilmiştir (Md.51). Bu istisnai durumlar meşru müdafaa veyahut müşterek meşru müdafaa hakkını gerektirecek durumların oluşması ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kuvvet kullanımıdır.
BM Anlaşması devletlerarası ilişkiyi düzenlemiştir. Dolayısıyla müşterek meşru müdafaa için yabancı bir devleti müdahaleye davet edecek olan devleti temsil edenlerin en başta meşruiyetinin bulunması gerekir. Ağır insan hakları ihlalinde bulunan 2013'te halkına karşı kimyasal saldırıda bulunarak 1400 kişiyi katleden nüfusun % 41'inin evlerini terk etmesine neden olan ve 2015 yılı itibariyle ülkenin sadece %8'lik kısmında hâkimiyeti bulunan bir Rejimin meşruluğundan elbette ki bahsedilemez.
Ancak mevcut uluslararası sistemin böyle bir meşruiyet talebi de yoktur. Demokratik olmayan ağır insan hakları ihlali yapan rejimler de uluslararası sistemin bir parçasıdırlar; hatta BM Güvenlik Konseyi'nin üyesidirler. Önemli olan devletlerin uluslararası sisteme ve kurallarına biatıdır. Devletleri bağımsız olarak tanıyan ve sisteme kabul edenler çoğu zaman devleti yönetenlerin kendi halklarına ne yaptıkları ile ilgilenmezler. Ta ki o devlet uluslararası sisteme başkaldırana kadar. O zaman halklar birden önemli hale geliverirler…
Kısaca sistemin adı "uluslararası" da olsa bir "uluslararası hukuk" tan da bahsedilse hukuku korunacak olan "ulus" değil küresel sisteme tabi olan yönetici erktir. Sistem uluslar-arası değil hegemonik güçler ile ona tabi olanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir.
Sistemin sahipleri önceden koydukları kurallar kendi manevra alanını daralttığında hemen bir gerekçe bularak/icad ederek istisnalar oluşturmakta ve bir süre sonra istisnaları genelleştirerek çıkarlarını ve biat ilişkisini devam ettirmenin formülünü bulmaktadırlar. ABD ve koalisyon ortaklarının Afganistan ve Irak'ta milyonlarca Müslümanın ölüm ve yaralanmasına memleketlerinin yıkımına yol açan işgalleri de üretilmiş gerekçelere dayandırılmıştır. Mesela Irak işgalinin gerekçesi olan Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı ürettiği iddiası boşa çıkmış ancak ABD işi pişkinliğe vurmuştur.
Büyük güçlere mazeret üretmenin son örneği olarak BM 20 Kasım 2015'te aldığı 2249 sayılı kararla üye devletlere IŞİD'e karşı gerekli her türlü önlemi alma yetkisi vermiştir (UN Security Council Resolution S/RES/2249 2015). Bu kararla herhangi bir devlet (elbette hegemonik devletleri kasdediyoruz) İŞİD'in faaliyet gösterdiği bahanesi ile bir başka devlete askeri müdahalede bulunma hakkını elde etmiştir.
Rusya Suriye'ye ortak oldu
Suriye'de çıkarlarını maksimize etmek için İŞİD gerekçesini en iyi kullanan Rusya olmuştur. Rus uçakları Suriye'ye girdiği andan itibaren İŞİD'in faaliyet göstermediği bilinen Türkmen dağını ısrarla vurmuş ve Türkmenlerin bölgeyi boşaltması için uğraşmış hatta defalarca Rus uçakları Türkiye hava sahasını ihlal etmiştir. Nitekim bu ihlaller 24 Kasım 2015'de bir Rus uçağının Türk sınırında vurulması ile sonuçlanmıştır.
Rusya yoğun hava saldırıları ile bir yandan muhaliflerin hâmisi Türkiye'yi zorda bırakmak için halkı göçe zorlarken diğer taraftan şehirleri yerleşim yerlerini bombalayıp sivil muhalefetin direnişini kırmaya çalıştı. Hastaneleri okulları pazar yerlerini insani yardım konvoylarını tahliye konvoylarını bombalamada beis görmedi. Sivil muhalefetin gücünü kırdı. 2015 yılı itibariyle tükenmiş Beşar Esed'in Suriye coğrafyasındaki hakimiyetini yüzde 96.5'a çıkardı.
Sovyetler dağıldıktan sonra Gürcistan Ukrayna ve ardından Suriye'ye yaptığı sert askeri müdahaleler ile süper güç olduğunu göstermek isteyen Rusya'ya demokratik dünyadan (!) gelen tek tepki öldürürken kimyasal kullanmamasından ibaret oldu.
Beşar Esed halkıyla paylaşmadığı iktidarı Rusya ile paylaşmayı tercih etmişti. Nitekim 2018 Nisan ayında bir heyetle birlikte Suriye'yi ziyaret eden Birleşik Rusya Partisi milletvekili ve Suriye Dostluk Gurubu üyesi Dmitry Sablin Esed'in "Rusya Suriye'de artık misafir değil ev sahibi. Verdiğimiz mücadelenin tüm süreçlerini bizimle birlikte yaşadı" dediğini aktarmıştı. Mesele açığa kavuşmuştu. Rus müdahalesinin amacı Suriye'ye ortak olmaktı terörizm işin bahanesi idi. .
Uluslararası düzenin garip bir cilvesi olarak Rusya 2008 yılında resmi olarak Gürcistan toprağı olan Güney Osetya'yı Oset halkının kendisini davet ettiği iddiasıyla Gürcistan ile savaşarak işgal edip bağımsızlaştırmıştı. 2015 yılında bu defa tam tersini yaparak Rejimin daveti üzerine halkı ezmek üzere Suriye'ye girdi
Uluslararası sistemin özeti:
Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuşsa
derenin alt tarafında su içen kuzuyu
kendi içtiği suyu bulandırmakla suçlayacaktır.
================================
SİNAN TAVUKCU : KAFKASLAR VE ÇÖKEN ULUSLARARASI SİSTEM
Kafkasya modern uluslararası sistemin bütün parlak sözlerinin ve parıltılarının söndüğü bir coğrafyadır.
Kafkaslar üzerinde hâkimiyet kuran hegemon gücün tıpkı diğer batılı büyük güçler gibi kolonileştirmelerini "medenileştirme" adı altında meşrulaştırdığı buna direnenlerin ezilip sürgünlere yollandığı bir yurdun adıdır Kafkasya.
Uluslararası ilişkileri belirleyici ana unsurun "çıkar" olarak kabul edildiği mevcut uluslararası sistemde uluslararası ilişkilerin temel aktörü "egemen devletler" olmuştur. Devletlerin amacı bireylerin güvenlik ve refahının sağlamak ulusal çıkarlarını korumak ve maksimize etmek kendisine tanınan egemenlik alanının sınırlarını koruyacak kadar güç sahibi olmaktır.
Bu uluslar arası sistemde egemen devletlerin yanısıra sistemin gerçek sahibi hegemonik güçler küresel düzeni sağlamakla sorumlu lider ülkeler olarak kabul edilmektedirler. Hegemonik güçlerin küresel sorumluluğu bir şekilde kurulmuş bulunan güçler dengesinin muhafaza edilmesi yeni bir aktörün hegemonik güç olarak sisteme girişinin önlenmesidir. Hegemon devletlerden birinin diğerleri aleyhine nüfuzunu genişletmeye çalışması savaş sebebi olarak kabul edilmekte ve çoğu zaman nüfuz altında bulundurulan topraklarda cereyan eden vekâlet savaşları ile mücadele sürdürülmektedir.
Modern uluslararası sistemi kuran Batılı hegemon devletler kendi medeniyet standartlarını insanlığın evrensel değeri olarak sunmuş ve Batılı olmayan halklara aşağılık duygusunu empoze etmişlerdir. Diğer devletler hegemon devletler tarafından işbaşında tutulan yönetici elitler eliyle medenileştirme adı altında hegemon devleti üstün kabul edip kendi halklarını hegemonya sahibi halka benzetmeye ve tâbi olmaya icbar etmişlerdir.
Sistem her ne kadar uluslararası dense de uluslararası denen ilişki hegemon devletler ile onların işbaşında tuttuğu yönetici elitler arasındaki ilişki olarak cereyan etmektedir. Bu ilişkilerde gerçekte ulus/halk yoktur. Yönetici elitlerin kendi halklarına zulmü değişime zorlaması hatta bir kesimi yok etme politikası uluslararası mevcut düzene/güç dengesine zarar vermediği müddetçe bir egemenlik hakkı olarak kabul edilip ses çıkarılmamaktadır.
Bugün için modern uluslararası sistemde hegemon güçler (ABD İngiltere Fransa Çin ve Rusya) kendilerini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimi üyeleri olarak konuşlandırmışlardır.
Kafkasyanın hegemon gücü Rusya bu uluslararası sistemin tipik devletlerinden birisidir. Nüfuzu altında bulundurduğu halklar ve diğer devletlerle ilişkisi bakımından batılı hegemonik güçler olan ABD İngiltere Fransa'dan bir farkı bulunmamaktadır. Rusya Federasyonu Çarlık Rusyası ve SSCB'nin devamı olarak tarihi mirası sahiplenmekte ve devraldığı politikalarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Kafkasya
LİNK : http://mapsof.net/caucasus/the-caucasus-physical
Çarlık Rusyası'nın 1554 yılında Astrahan'ı işgal ederek başladığı sıcak denizlere ulaşım yollarını ele geçirme hedefi I. Petro'dan itibaren bütün bir Kafkasya'nın işgali ile devam etmiştir. Kafkas halklarını medenileştirme söylemiyle işgalini meşrulaştırmaya çalışan Rusya 200 yıldan beri hâkimiyeti altında tutmaya çalıştığı Kafkaslarda ciddi direnişlerle karşılaşmış katliamlara maruz kalan milyonlarca Çerkes ve Türk topraklarını terke mecbur edilerek sürgüne yollanmıştır.
50'nin üzerinde dil ve 60'ı aşkın etnik grup ve birçok farklı mezhebin yaşadığı Kafkasya'nın bu yapısı Rusya'nın Kafkasları değişik gruplar halinde taksim etmesini ve yönetmesini kolaylaştırmıştır. 200 yıl içinde Rus dili kültür değerleri aşağılanan halkların birinci dili haline getirilmiştir. Rusya bölgede nüfuzunu devam ettirmek ve ihtiyaç duyduğunda güç kullanımak için Rusça konuşan hakların hâmisi rolünü üstlenmiştir.
SSCB'nin çökmesinden sonra Rus hâkimiyetinin zayıfladığı Güney Kafkasya'da üç devlet (Azerbaycan Gürcistan ve Ermenistan) bağımsızlığını elde etmiş Kuzey Kafkasya özerk cumhuriyetleri de bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir. Çeçen bağımsızlık mücadelesi Rusya tarafından şiddetle bastırılmıştır. Rusya'nın bütün çabalarına rağmen Kuzey Kafkasya halklarının Rus halkına entegrasyonu bir türlü sağlanamamış birbirleriyle biraraya gelme ihtimali bulunan halklar yeni dönemde Güney Federal Okruğu ve Kuzey Kafkasya Federal Okruğu arasında bölünmüşlerdir. Bağımsızlık sonrası jeopolitik önemin artması ile Güney Kafkasya (Azerbaycan ve Gürcistan) ekonomileri hızla gelişirken Kuzey Kafkasya halen Rusya'nın en fakir bölgesi durumundadır işsizlik çok üst düzeydedir. Rusya Moskova'ya sadık yerel otoriteleri iktidarda tutarak sosyal patlamaları anti-terör politikaları ile bastırmaya çalışarak bölgede hâkimiyetini devam ettirmeye çalışmaktadır.
Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki stratejik bölgede yer alan Kafkasların jeopolitik ve jeostratejik önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Hazar petrollerinin yanısıra Ortaasya'dan Avrupa'ya taşınacak enerji hatlarının ve dünya ticaretinin akışını değiştirecek olan Çin İpek Yolu'nun Gürcistan ve Azerbaycan koridorundan geçecek olması bütün hegemonik güçlerin Kafkasya'ya olan ilgisini artırmıştır. Enerji geçiş hatlarında Azerbaycan Gürcistan ve Türkiye işbirliği bölgede yeni bir jeopolitik güç oluşması sonucunu doğurmuştur.
Rusya için Kafkasya bir yandan Avrupa ile Orta Asya arasında geçit köprüsü diğer taraftan Karadeniz ve Hazar Denizine kıyısı olması sebebiyle Karadeniz-Boğazlar-Akdeniz yolu ile Süveyş kanalına ulaşabileceği jeopolitik bir bölgedir. Bu jeoolitik avantajları ile Kafkasya Rusya stratejisi bakımından hayati önemdedir. SSCB'nin dağılmasından sonra özellikle Güney Kafkasya'da etkinliğini kaybeden Rusya Putin döneminde Ermenistan'daki askeri gücünü takviye edip 2008'de Gürcistan'ın kuzeyindeki Abhazya ve Osetya'yı Gürcistan'dan ayırarak bu bölgeye askeri olarak yerleşti. Dağlık Karabağ işgalinde Ermenistan yanlısı politikası ile siyaseten Azerbaycan'ı sınırlamaya çalıştı. Rusya tarih boyu işine geldiğinde ortodoks-slav kimliğini işine geldiğinde medenileştirici rolünü öne çıkararak emperyal güç olarak kalmaya çalıştı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimi üyelerinin karşılıklı olarak birbirlerinin emperyal arzularına göz yumma insan hakları ihlalleri ve işgallere ses çıkarmama ilkesine dayalı olarak sürdürdükleri uluslararası sistemde Rusya bu düzenin avantajlarından sonuna kadar yararlanmış ve Kafkaslarda Sovyetler Birliği sonrası dönemde güce dayalı olarak hâkimiyetini yeniden tesis etmeyi başarmıştır.
Sonuç
Modern uluslararası sistem hızla itibarını kaybetmektedir. Az sayıdaki ülkenin askeri gücüne ve iletişimi kontrol etmek suretiyle kültürel üstünlüğünü v'az etme kapasitesine dayalı bu düzenin devam ettirilme imkânı kalmamıştır. Kendilerine uluslarası toplum payesini veren büyük güçlerin kurduğu modern uluslararası sistemin üzerine inşa edildiği değerler kendileri tarafından yıkılmış ahlâken çökmüştür.
Yeni uluslararası sistem içinde yeni aktörlerin yer alacağı ulusal çıkar ve güç kavramlarının yerini adaletin tesisine terk edeceği yeni değer ve kavramları esas alan bölgesel ittifaklar şeklinde örgütlenmiş bir yapı olarak zuhur edecek görünmektedir.
1 7 milyar nüfusu ile İslâm dünyası bu yeni sistemin en önemli aktörü olmaya adaydır. 200 yıldır uluslarası sistemin sahiplerinin işgal yıkım ve sömürüsüne maruza kalan İslâm Dünyası kendi iç dinamiklerinin harekete geçmesi ile hegemon güçlerin işbaşında tuttuğu yönetici elitleri tasfiye ederek kendi tabii mecrasına yönelecektir.
Kafkaslarda bu dönüşüm ve yeni yapılanmanın dışında kalamayacaktır. Bu nedenle içinde Türkiye İran ve Rusya'nın da yer aldığı bütün Kafkas devletleri ve halkları modern uluslararası sistemin ardından kurulacak olan yeni dünya düzeninde bu düzenin üzerine kurulmak zorunda olduğu adalet temelli yeni bir anlayış ve model üzerinden bölgeyi yapılandırmaya hazırlık yapmalıdırlar.
-- a45UyF587661 Devrimin amacini kavramis olanlar surekli olarak onu koruma gucune sahip olacaklardir. Gazi Mustafa Kemal ATATURK
-------------------------------------------------
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas! 15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder