16 Ocak 2019 Çarşamba

Bu gün öne çıkan bazı haberler.... 2019-1-15 1

TOKMAK: ÇİRKEFLERİN SALDIRISI!

İhlas Finans'ın sahibi Mücahit Ören halktan topladığı paraları Amerika'ya kaçırarak ABD vatandaşı oldu.

Türkiye'de on binlerce bağrı yanık İhlaszede bırakan Ören'in halen 67 bin kişiye 400 milyon dolar borcu var.

Devletin ve vatandaşın paralarını korumakla yükümlü TMSF Yargıtay 11'inci Ceza Dairesi'nin "Nitelikli dolandırıcılık" suçundan mahkûm ettiği bu şahsı neden koruyup kolluyor anlamak mümkün değil. Dolandırılan vatandaşlar "Devlet ne bekliyor? Neden hakkımızı ödemiyor?" diye feryat ediyor.

Mücahit Ören borçlarını ödeyeceği yerde iki tetikçi kullanarak SÖZCÜ'ye saldırıyor.

Yalan iftira ve çirkin ifadelerle SÖZCÜ'ye saldıran iki tetikçi Mücahit Ören'in sahibi olduğu TGRT televizyonunda dolaylı yoldan Cumhurbaşkanı'nın adını kullanarak "SÖZCÜ'ye Mart ayına kadar kayyum gelecek" tehditlerini savuruyor.

Cumhurbaşkanı'nın adının kullanıldığından haberi var mı?

Her türlü çirkefliği yapan tetikçilere ne hazindir ki RTÜK de göz yumuyor.

Mücahit Ören yanlış yolda… Şaklabanlarını hayasızca saldırtacağı yerde 67 bin kişiye olan 400 milyon dolar borcunu ödemeli. Aksi halde karga kılavuzlarıyla gideceği yer bellidir.

Malûm; kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmaz!

================================

RİFAT SERDAROĞLU : YENİ MALTA SÜRGÜNLERİ

Bu yazıyı yakın tarihimizi inceleyemeyen Türk Gençleri için yazıyorum. Siz değerli okuyucularımdan ricam yazıyı çocuklarınıza çevrenizdeki gençlere mutlaka okutmanızdır. Okutalım kararlarını kendileri versinler.

Osmanlı 1914 yılında Almanya-Avusturya Macaristan-Bulgaristan bloğu içinde İngiltere-Fransa ve Rusya'ya karşı savaşa girdi. 1918'e kadar süren savaşta mağlup oldu.

Osmanlı 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesini imzaladı. Bu anlaşma Osmanlı Devleti'ni yok edecek parçalayacak bir anlaşma idi. Mondros Mütarekesinin; 4. Md'si; Ermeni tutuklularının derhal İstanbul'da toplanıp İngilizlere teslim edilmesini 24. Md'si; Doğu Anadolu'da Ermeni Vilayetleri denilen 6 vilayette yani Sivas'a kadar olan bölgede kargaşa çıkarsa buraların işgal edileceğini yazar…

Sadece bu iki madde bile İngiliz-Fransız-Rusların Anadolu'yu parçalama niyetinde olduklarının ve yerine Ermeni ve Kürt Devletini kuracaklarının açık ifadesidir.

İngiltere 1919-1920 yılları arasında 145 üst düzey Türk Asker Devlet Adamı ve Yazarını Ermenilere soykırım uyguladıkları iddiasıyla önce İstanbul'da Bekirağa Bölüğü Hapishanesine kapattı. Sonra da Malta'ya sürgün etti.

Amacı Türk Milletini başsız bırakmaktı. (AKP-FETÖ işbirliği ile aynı kumpas yaklaşık 100 yıl sonra Ergenekon Davalarıyla yapıldı!)

Bu tutuklamalara izin veren iblisin adı "Damat Ferit Paşa" idi! (Türk Ordusunun Komuta Heyetini zindana atıp binlerce yıllık devlet sırlarımızın yabancı istihbarat örgütlerinin eline geçmesine ve 833 tane çok iyi yetiştirilmiş Türk İstihbaratçısının PKK tarafından öldürülmesine sebep olan şimdiki yöneticinin adını sizler bilmiyor musunuz?)

Damat Ferit'in sıkıyönetim mahkemelerinde önce Tokat-Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'e sonrada Bayburt Kaymakamı Nusret Bey'e "Ermenilere Soykırım" uyguladıkları iftirasıyla idam kararları verildi ve anında uygulandı.

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçerek kıl payı kurtulmuştu. Anadolu'da peşine düştüler İngilizler ve Kürtçüler Atatürk'e suikast düzenlediler ama başarılı olamadılar.

Malta sürgünleri iki yıla yakın bir süre yargılanmadan zindanda tutuldular. (Şimdi ise iddianamesi yazılmadan bir yıldan fazla zamandır zindanda tutulanlar yok mu?) İngilizler ellerindeki tüm belgeler ile suçlamaya çalıştılar. Ellerindeki belgeler yetmeyince Amerikalıların elindeki belgeleri de istediler. İki yılın sonunda zindanda tutulan kahramanlarımızın "Ermeni Soykırımı" yaptıklarına dair tek delil bulamadılar. (Ergenekon davalarında da böyle olmadı mı? Ben Ergenekon davalarının savcısıyım diyen kişi sonra "aldatılmışım kumpasmış" demedi mi?) Daha sonra Atatürk'ün emriyle bu kahramanlar yurda döndüler…

1. Malta Sürgünleri başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerin "Ermeni Devleti ve Kürt Devleti" kurmak için tezgahladıkları bir plan idi. Emperyalistlerin bu planı uygulamaya koymalarından yaklaşık üç sene sonra Türk Milleti Büyük Atatürk'ün önderliğinde emperyalistlerin planlarını Lozan Antlaşması ile kafalarında parçaladı.

Bu vahşetten 100 (Yüz) sene sonra emperyalist devletlerin ülkemizde ve bölgemizde tezgahladıkları Genişletilmiş Ortadoğu Projesine gönüllü olarak eşbaşkan olan bir parti Türk Milletine 2. Malta Sürgünleri macerasını yaşatmaktadır… (Amaç yine aynıdır. Bölgede 2. İsrail olarak görev yapacak Kürt Devletini kurmak!)

Ülkede Demokratik Parlamenter rejimi bitiren hukuk devletini yok eden soyan bu iktidardan kaçan varlıklı insanlar çeşitli Avrupa ülkelerine yerleşmekteler! Bunlarla ilgili düşüncelerimizi ileride yazacağız.

Fakat tüm Sabancı Ailesinin Malta vatandaşlığına geçmesi bizi derinden yaraladı! Servetlerini Türkiye'de ve Türk Milleti sayesinde kazanan böyle simge ailelerin şirketlerinin yönetimini ve servetlerini yurtdışına kaçırmaları bizce vatana ihanetle eşdeğerdir. Ülkede kalıp Türk Demokrasisi için gayret sarf eden vatanseverlere destek olacaklarına kaçmayı seçmek kendini Türk Milletinden sayanlara hiç yakışmadı!

Sözüm 2. Malta Sürgünü dediğim Sabancılker gibi kaçkınlaradır; Gidin giderken bizim sırtımızdan kazandığınız servetlerinizi de götürün. Bizler Türk Milleti olarak hem demokrasimizi düze çıkarır hem de kaybettiğimiz ekonomik değerleri yine kazanırız. Ama sizler o zaman hangi yüzle Türkiye'ye geleceksiniz? Ya vatan toprağına bıraktığınız aile büyüklerinize ne diyeceksiniz? Onlar Kurtuluş Savaşı sırasında sizler gibi kaçtılar mı?

Giderken Malta yatırımcısı Binali Yıldırım'ı ve Güler Sabancı'yı da götürün. Nasılsa Damat da arkanızdan gelecektir. Ve lütfen geri dönmeyin…

Sağlık ve başarı dileklerimle 05 Ocak 2019

================================

SERVET AVCI: BİR KADINI LİNÇ EDEN DİNDARLIK!

Oyuncu Deniz Çakır'la içkili mekânda bulunmayı artık dert etmeyen başörtülü bacılarımızın adliyeye ve siyaset kürsülerine taşınan tartışmasına geçmeden şu hatırayı aktarmak istiyorum:

Arkadaşlarla 30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesi tartışıyoruz "Ne tür provokasyonlarla karşılaşılabilir?" diye... Siyaset bilimcisi bir arkadaşımız şu öngörüde bulunmuştu: "Ayın 28'inde Ankara Tandoğan Meydanı'nda CHP mitingi var... Seçimler çok kritik olduğu için burada provokasyon denenebilir... Organize biçimde başörtülülere saldırılabilir..."

Seçimlere iki gün kala gerçek bir 'şeytan' bile bunu yapmazdı çünkü bilirdi 'siyasî mâliyeti'ni... Ama o gün orada gerçek şeytanı cebinden çıkaracak siyasî şeytan ve paralı askerleri vardı... Öngörülen senaryoyu harekete geçirdiler... İblisçe son hamleyi yayınlayabilecekleri son gece yandaş televizyonlarda döndürmeye başladılar... Sözde CHP mitinginden dağılan bir grup oradan geçmekte olan bir otobüsün içindeki başörtülü vatandaşları taciz ediyordu!. .

Olayın öncülüğünü yapan yüzleri kapalı tipler bulanık görüntüler Erdoğan'a hakaret sesleri otobüsün camına vurulan yumruklar... Ve kimsenin kimliğinin tespit edilemeyeceği şekilde ayarlanmış görüntülerin televizyonlara servis edilmesi... Televizyonların da özellikle Ankara seçimi için 'altın vuruş'u...

Sonra... Ne bir tespit çalışması olmuştu ne de savcılığın başlattığı soruşturma... Anlaşılmıştı ki başörtüsü bir kere daha istismar edilmişti...

***

Kabataş en kara yalanlarından birisi olarak geçmiştir siyaset ve medya tarihimize... Bir de 'câmide içki' meselesi... Siyaset kürsüsünde karşılık bulan bu aşağılık organize yalanları gören vardı kamera kayıtlarını izlediğini söyleyen vardı nümüzdeki Cuma yayınlıyoruz" diyen vardı köşesinde yazan vardı ama gerçek asla yoktu... İhtiras uğruna gözler ve vicdanlar kararmış kalpler taş kesilmişti...

Burada da maalesef özne 'başörtüsü'ydü 'başörtülü bacımız'dı...

***

Ankara'daki provokasyon sonrası şu sonu düşmüştüm: "Başörtülü birini taciz alçaklıktır fakat başörtüsünü beşerî amaca ulaşma uğruna işportaya düşürmek ve inancının gereğini yerine getiren başörtülü insanları istismar etmek daha büyük alçaklıktır... Rakibe son bir çalım için Kabataş benzeri yöntemlerden medet umanların o gün yaptıkları maalesef budur..."

Çünkü hep şu gerçeği savunmuştum: nancı milliyeti ve ideolojisi ne olursa olsun 'düşman'ın bile bir hukuku savaşın bir ahlâkı olmalı... Cenevre Konvansiyonu'ndan değil en basit delikanlılık kuralından söz ediyoruz... Kişi veya kurum yenmek için her türlü yolu mübah görme âdiliğinden sıyrılmalı mertçe kapışmalı... En azından Müslüman'sa yalan ve iftirayı kendine yakıştıramamalı..."

***

Bugüne kadar ağzıma içki koymamış sigaranın bile yanından geçmemiş birisi olarak soruyorum: Oyuncu Deniz Çakır olayındaki başörtülü bacılarımızın artık içkili mekânı tercih edebiliyor olmaları neyin nesiydi? Bu hangi çürümenin eseri hangi dönemin özetiydi?

Bugün kalabalıklarına güvenip aslan kesilen kimilerinin fişlenmekten kurtulmak için mescitleri boşalttığı kiminin birbirini ihbar ettiği kiminin yurdunu kapattığı kimisi iş adamı derneğinden kaçtığı o karanlık 28 Şubat günlerinde başörtüsü özgürlüğünü savunan yazılarımızdan dolayı başını mahkemelerden kurtaramayanlar bizlerdik... Şimdi ise başörtüsünün hak etmediği şekilde siyasî kavgaların objesi haline getirilmesi karşısında nasıl değer kaybettiğini görüp üzülen de...

Dinin bir hükmü her seçimde 'meze' muamelesi görüyor ve bloklaştırmanın aracı olarak kullanılıyor... Bu gerçeğin giderek örtüyü başkalarının gözünde 'nefret objesi'ne dönüştürmesinin inançlara ne gibi katkısı olacak?

***

Ortada izlenmiş bir görüntü yokken adlî süreç devam ederken -siyasî düşüncesi ne olursa olsun- oyuncu Deniz Çakır'a yapılan açıkça linçtir... 28 Şubat sürecinde gümüş yüzüklerini nereye saklayacaklarını bilemeyenlerin hukukunu nasıl savunduysak şimdi de adaletsizce infaz edilen bir kadının hukukunu savunmak durumundayız...

Çifte standart bizden ırak her değeri kendisine seçim aracı yapanlara yakın dursun... Asparagas haber asparagas dindarlık ve asparagas insanlıkla birlikte. .

================================

MURAT MURATOĞLU: TRUMP BİLE EKONOMİDEN VURUYOR!

Öncelikle sözüm Twitter'ın kurucusu Jack Dorsey'e… Senin kurduğun kuracağın sitenin yüzüne tüküreyim. Trump denen Amerikan Başkanı canı sıkıldıkça siten üzerinden Türkiye'ye sallıyor. Türkiye'de ekonomi karışıyor!

Trump yine enteresan bir tweet atıp Türkiye'ye sallamış; "Biz Suriye'den çekildikten sonra Kürtlere saldırırlarsa Türkiye'yi ekonomik olarak çökertiriz" demiş. Arkasından da sıvamak için "Kürtlerin de Türkiye'yi provoke etmesini istemiyoruz" diye ilave etmiş.

★★★

Açık bir şekilde "ekonomik savaş" tehdidi. Yapabilir mi? Yapabilir! Haliyle 450 milyar dolar döviz cinsi borcun olunca el âleme ülkeyi böyle tehdit ederler. Sen hâlâ ekonomiyi düzeltmek için betoncuyu topçuyu kurtarmaya karar ver.

Bizim stratejist danışmanlara sorsan Ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtılıyor. Dağıta dağıta kart kalmadı. Yeni deste geldi o da eskidi…

★★★

Peki neye güvenerek bu tweet'i atıyor? Her şeyiyle dışa bağımlı kırılgan bir ekonomiye sahip bir ülke gerçeğine dayanarak Türkiye'yi yokluyor. Nitekim bir tweet ile çökebilen çok sağlam bir ekonomimiz olduğunu o da biliyor!

Trump bunu daha önce Rahip Brunson ile denedi. Şahıs özel uçakla ülkesine geri gönderildi. Baktı işe yarıyor aynı üslupla devam etti. Adam açık açık "Ben yokken bir şey olursa" diye söze girdi Türkiye'yi para ile tehdit etti!

Yahu Trump bir dur gözünü seveyim. Zaten ortalık karışık… Dolar almış başını gitmiş. Ne yatırım yapabiliyoruz ne borçları ödeyebiliyoruz. Faturalar kol gibi geliyor. Bir sus!

Zira biraz geç davrandı. Çökertecek pek bir şey kalmadı. Onun yerine ülkeyi yönetenler bu çökertme işini çoktan yaptı! Trump bile ekonomide "kriz"olduğuna uyandı. Bizimkiler bir türlü inanmadı!

★★★

Trump tüccar kafasıyla düşündüğü için Amerika'nın bu askeri harcamalardangelen faturasına baktığında fenalaşıyor bu gidişata son vermeyi kafaya koyuyor. Bütçeyi denkleştirmek için her yerden askerleri çekmeye karar veriyor.

Haliyle Türkiye devamlı "Bir gece ansızın gelebiliriz" mesajı verdiğinden açık açık Türkiye'ye gözdağı veriyor. Diplomaside böylesine önemli mesajlarTrump'ın yaptığı gibi tweet atıp dünyanın gözü önünde verilmez. Eğer veriliyorsa o mesajın muhatabı sadece devlet değildir!

★★★

Benim bildiğim AKP bundan bile mağduriyet çıkartır. iPhone'ları çekiç ile kırdırır. Lakin iş ciddi… Türkiye Ortadoğu çukuruna hiç girmemeliydi. Suriye ile görüşüp bu işi halletmeliydi.

"Stratejik derinlik" dedi… Koca ülkeyi kimlerle muhatap etti! Sahi ne oldu bizim Şam'da Emevi Camii'nde namaz işi?

Not: Twitter'da Murat Muratoglu @sozcumuratoglu adresimde Trump'ı kıskandırıyorum.

================================

SONER YALÇIN: ERDOĞAN TEHLİKENİN FARKINDA MI

Adı Rudolf Christian Karl Diesel (1858-1913)…

Alman idi.

Dünya onu 1892 yılında patentini aldığı dizel motorun mucidi olarak tanıdı.

Diesel aynı zamanda 1890'ların sonunda yer fıstığı yağından biyoyakıt yaptı. Ve…

Biyoyakıt ile çalışan dizel motoru Paris Dünya Fuarı'nda sergiledi. Ancak petrolün revaçta olması sebebiyle ilgi görmedi.

Ta ki 1970'lere gelindiğinde petrol sıkıntısı nedeniyle alternatif enerji kaynakları arandığında akla geldi! Biyodizel ismi ilk olarak 1992'de Amerika Ulusal Soy Diesel Geliştirme Kuruluşu tarafından kullanıldı.

Peki…

Mucit Rudolph Diesel'in başına 80 sene önce ne geldi?

Diesel 29 Eylül 1913'te İngiltere'ye gitmek için SS Dresden vapuruna bindi. Londra'da Consolidated Diesel Manufacturing Ltd. şirketi yöneticileriyle buluşacaktı.

Mürettebata sabah 06.15'te uyandırılmak istendiğini söyledi. Ve…

30 Eylül sabahı İngiltere'nin Harwich limanına yanaşan gemiden inenler arasında yoktu. Kamarası boştu. Yatağı bozulmamıştı. Araştırıldı…

29'u 30 Eylül'e bağlayan gece ortadan kaybolmuştu. Manş Denizi'ne atlayıp intihar etmiş olduğu kayda geçirildi!

Olan sır değildi; Rudolf Diesel'in biyodizel çalışmaları petrol üreticisi firmaların işine gelmiyordu!

Ah tesadüfler! "Su yakıtlı pil" petrolün yerini alacaktı; mucidi Stanley Allen Meyer (1940-1998) zehirlenerek öldürüldü…

Bu örneği neden verdim?

Kenevir konusu gündeme geldi. Erdoğan kenevir üretileceğini açıkladı.

Tehlikeli konu…

Bakınız…

SAKLI SEÇİLMİŞLER

Kenevir ABD'de 1930'larda yasaklandı.

Başını şu isimler çekti:

William R. Hearst (1863-1951) ABD'de gazete dergilerin çoğunun sahibiydi. Ormanları vardı ve kağıt üretiyordu. Eğer kenevirden kağıt yapılırsa milyonlarını kaybedebilirdi…

Petrol dünyasının en büyüğü Rockefeller ailesini biliyorsunuz; biyoyakıt olan kenevir yağı da elbette onun en büyük düşmanıydı…

Andrew W. Mellon (1855-1937) petrol devi Gulf Oil (Chevron) alüminyum devi Alcoa sahibiydi. Dupont şirketinin hissedarıydı; petrol ürünlerinden plastik üretmek için patente sahipti. General Motors kurucularındandı…

Başka isimler de vardı…

Şunu yaptılar:

Kenevirin tehlikeli olduğunun öne sürülmesi ve "marihuana" adıyla en zararlı uyuşturucu olarak yaftalamak Hearst'ün gazeteleri-dergileri aracılığıyla kolayca gerçekleştirildi.

Marihuananın oy birliğiyle yasaklanması kenevirin üretiminin yasaklanması demekti. ABD'de 1937'de çıkarılan Marihuana Vergi Yasası ile kenevir çok zararlı bitki yapılıverdi.

Meselenin "yasa" tarafını halletmeleri zor olmadı. Zaten Andrew W. Mellon Maliye Bakanı idi ve ABD Başkanı Herbert C. Hoover'ın en yakınıydı. Hemen "Narkotik büro" (FBNDD) oluşturuldu; başına da Harry J. Anslinger getirildi. Tesadüf! Aslinger Mellon'un kayınbiraderiydi!

Kenevir "ölüm bitkisi" ilan edildi.

Karalama kampanyaları ve artan baskılar sonucu kenevirden elde edilen ilaçlar ve petrokimya yasaklandı.

Bugün…

Kenevirin üretimi ve satışı dünyanın çok ülkesinde yasak.

KANVAS PANTOLON

Kenevire "Saklı Seçilmişler" kitabımda ayrıntılı yer verdim.

Kenevir "cannabaceae" familyasında yer alan bitki…

Üç farklı türü var:

Cannabis Indica… C. Sativa… ve C. Ruderalis…

Bu üç tür arasında keyif verici "marihuana" olarak bilinen ve dilimize "Hint keneviri" olarak geçmiş olan C. Sativa…

Faydalı kenevir türü ise C. Indica…

Yararları yazmakla bitmez:

Kenevirde yüzde 25 oranında vücudun temel gereksinimleri olan protein E vitamini fosfor potasyum magnezyum sülfür kalsiyum demir ve çinko bulunuyor. Örneğin biftekten alacağınız proteinleri benzer ölçüde kenevir tohumundan karşılayabilirsiniz!

İçindeki iki yağ asidi AIDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltıyor; romatizma sara astım gibi en az 250 hastalıkta yararlı olduğu biliniyor.

Plastik ürünlerin tamamı kenevirden üretilebilir; kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolay.

İlk kot pantolon kenevirden yapıldı. Hatta "kanvas" kelimesi kenevir ürünlerine verilen isim. Kenevir ayrıca ip halat çanta ayakkabı şapka yapımı için de ideal bitki.

Arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla.

Binaların yalıtımında kullanılabilir; dayanıklı ucuz ve esnek.

Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler suyu kirletmiyor.

25 dönüm orman arazisinin ürettiği kadar oksijen üretebiliyor. Orman ağaçlarının büyümesi yıllar alırken kenevir dört ayda yetişiyor.

Dünyanın her yerinde yetiştirilebiliyor ve çok az suya ihtiyaç duyuyor.

Kenevirle beslenen hayvanlar hormon takviyesine ihtiyaç duymuyor.

Yazmakla bitmez faydaları…

Meseleyi "küresel baronların para kazanma hırsı" diye görmeyin!

Nedenini kitapta yazdım…

Süleyman Demirel'in haşhaş ekim yasağına karşı çıktığı için ABD tarafından 12 Mart 1971'de iktidardan darbeyle düşürüldüğünü anımsatırım!

================================

EMİN ÇÖLAŞAN: YÜKSEK YARGI BAŞKANI YAKINIYOR

Sevgili okurlarım gazete dışında rastlaşıp konuştuğumuz kimselerin sözlerini burada pek yazmam… Çünkü onlar ayaküstü yapılan kısa ve özel sohbetlerdir.

Ama dün yaşadığım olayı kısaca yazmam gerektiğine inanıyorum.

Bir yüksek yargı kuruluşunun emekli başkanının sözleri…

Biliyorsunuz Türkiye'de üç yüksek yargı kuruluşu var.

Yargıtay Danıştay ve Anayasa Mahkemesi.

Hangisinin emekli başkanı olduğunu burada açıklamak istemiyorum yakın çevresi zarar görebilir.

Dokunsam ağlayacak durumdaydı.

Önce kendi ismi nedeniyle bazı yakınlarına yapılan haksızlıkları anlattı… Akıl alacak gibi değildi. Keşke yazabilsem isimleri verebilsem!

★★★

Şöyle diyordu:

"İnanın ülkemizin gidişini düşündüğümde sabahlara kadar uyku uyumam mümkün olmuyor. Biz yıllarca adaletten bir milim sapmadan binlerce karar verdik. Ama şimdi olanlara bakınca şaşırıyorum…"

"Adalet yok mu artık" diye sordum:

"Adalet sıradan davalarda belki var ama ülkenin genelini kapsayan siyasi davalarda ne yazık ki kalmadı. Adaletsizlik kamu kurumlarında başlatılıyor en üst kurumlara kadar yansıtılıyor. Hakimler ve savcılar özellikle kritik davalarda baskı altında. Onlar da insan fazla direnmeleri mümkün olmuyor. Direnen ya punduna getirilip meslekten ihraç ediliyor ya da en hafif ceza olarak sürgüne gönderiliyor…

Sordum:

"Böyle şeyler sizin zamanınızda olmuyor muydu?"

"Bazen haksızlıklar bazı kimseleri korumalar olsa bile bu düzeyde kesinlikle değildi. Yargımız bağımsızdı. Biz hakim ve savcılar olarak ne yaptık da ülkemiz bu durumlara düştü. Bu olanlarda mutlaka bizim de sorumluluğumuz vardır. Uykusuz gecelerimde hep bunları düşünüyorum…"

Biraz içini döktü vedalaştık.

serit-atmaaa

Sevgili okurlarım Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun dün Hürriyet'te yer alan sözlerini yüzüm kızararak okudum. Uğur Ergan'ın haberine göre Meclis komisyonunda yaptığı konuşmada şunları söylemiş:

"Dışişleri Bakanlığı mensubu olmadığı halde dışarıdan büyükelçi olarak atadıklarımız eleştirilerin aksine son derece başarılıdır.

Kimse kusura bakmasın ama bu konuda birinci sıraya Tokyo büyükelçimiz Murat Mercan'ı ikinci sıraya Pekin büyükelçimiz Abdülkadir Emin Önen'i koyarım…"

Bakan Bey kendi kafasında sıralama yapmış eleştirilere böyle yanıt vermiş!

Beyefendi daha sonra CHP ve İYİ Parti milletvekillerine şunları söylemiş:

"Neden Dışişleri mensupları büyükelçi yapılmıyor diye soruyorsunuz ama her kaymakam da vali olmuyor. Dışarıdan büyükelçi ataması yaparken atama yapacağımız ülkeye en uygun olan ismi seçiyoruz. Öyle kafamıza göre isim seçmiyoruz. Tokyo büyükelçimizin Pekin büyükelçimizin ne kadar başarılı olduklarını bakanlık mensubu personelimiz de biliyor ve söylüyor.

ABD'de atanan büyükelçilerin de yarıdan fazlası başkanın özel olarak dışarıdan atadığı isimler. Ben ekipçilik yapmıyorum. Benden öncekiler(AKP'li bakanlar) yapmış olabilir…"

★★★

İşi gücü yabancı ülkelere posta koymak olan dün de Türkiye'de bulunan Lüksemburg Dışişleri Bakanını kürsüde azarlayan bu arkadaş ne yazık ki gerçekleri görmüyor görse bile söylemek işine gelmiyor ve saptırıyor.

Dışişleri Bakanlığı ilginç bir yerdir. Şimdi nasıldır bilmiyorum ama eskiden bu bakanlığa çok ciddi meslek eleme sınavlarıyla girilirdi.

Kazanan diplomatları daha sonra başka sınavlar beklerdi.

"Ben sınavı kazanıp bakanlığa girdim bundan sonra ense yaparım"anlayışı yoktu.

Çeşitli aşamalarda sözlü ve yazılı terfi sınavları yapılırdı. Bunlarda yüksek not almak önemliydi.

★★★

Her diplomatın amacı günün birinde büyükelçi olabilmektir.

Büyükelçilik bakanlıkta son aşamadır.

Bulunduğu ülkede devleti ve hükümeti temsil eder.

Şimdi ataması yapılan büyükelçilere bakıyorsunuz aklınız duruyor!

Her yeri olduğu gibi bu bakanlığı da particilik ve torpil hastalığı sarmış durumda.

Pırıl pırıl genç insanlar bekleyedursun dışarıdan adamını bulan birileri yurt dışına büyükelçi olarak atanıyor.

Bir günlük diplomasi deneyimleri yok bakanlıkta bir gün çalışmışlıkları yok.

★★★

Örnek mi istediniz!. . İşte size Merve Kavakçı…

Bu kadın da bir süre önce kafadan büyükelçi yapıldı.

Şu anda Türkiye Cumhuriyetini Malezya'da temsil ediyor.

Merve Kavakçı ve büyükelçilik!

Hangi bilgi birikimi ve hangi deneyimleri ile?. .

★★★

Hakkında bildiğimiz şey Meclis'e türbanıyla gelip Türkiye'yi karıştırmış olması.

İkinci bildiğimiz ise daha da önemli.

Bu olay sonrasında hakkında yapılan soruşturmada ABD vatandaşı olduğu ortaya çıkmıştı.

Sadece ABD'nin amaçlarına hizmet edeceği konusunda ABD makamları önünde yemin eden bu kadın şimdi yurt dışında ülkemizi "Büyükelçi" olarak temsil ediyor.

★★★

Bir şeye daha dikkatinizi çekerim çok önemlidir:

Dışarıdan büyükelçi olarak atananlar ya Saray danışmanı ya AKP eski milletvekili ya da siyasi iktidarın torpilli mensupları!

Dışişleri Bakanı istediği kadar "Ben ekipçilik (Particilik) yapmıyorum" desin…

Bunu bu saatten sonra kimse yemez!

İnanmayan Dışişleri Bakanlığında görevli diplomatlara sorsun torpilli isimleri öğrensin.

================================

ARSLAN BULUT: SURİYE'DE TAMPON BÖLGE 100 YILLIK ABD PROJESİ!

ABD Başkanı Trump "Kürtlere saldırırlarsa Türkiye'yi ekonomik olarak mahvedeceğiz. 20 millik güvenli bölge kuracağız. Aynı şekilde Kürtlerin de Türkiye'yi provoke etmesini istemiyoruz" diye tehdit edince Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "Trump'ın durumunu anlıyoruz üzerinde çok ciddi baskı var. Son tweetinde bir iç politika olduğunu biliyoruz ama stratejik ortaklar sosyal medya üzerinden konuşmaz. Hiçbir tehdide pabuç bırakmayacağımızı söyledik" diye bir değerlendirme yaptı.

Yalnız Trump'ın mesajının ABD'nin değil seçime giden Türkiye'nin iç politikasına dönük olduğunu söyleyenler de var!

***

Asıl sorun şu ki Türkiye ekonomisini mahvetmekle tehdit eden bir ülkeden hâlâ "stratejik ortak" diye bahsedebiliyor! Ve Başkan düzeyindeki mesaja önce sözcüler sonra Dışişleri Bakanı cevap veriyor. Trump'ın muhatabı onlar mı?

Yine Çavuşoğlu "30 kilometre gibi bir güvenli bölge... Bu ABD'nin de fikri değil. Bu cumhurbaşkanımızın teklifidir. Obama yönetimi bunu gerçekçi bulmuyordu. Bahanelerle bu fikrimizi desteklemediler. Türkiye'nin kararlılığını gördükten sonra bu fikri ortaya attılar. Biz buna karşı değiliz. " dedi.

Gerçekten öyle mi? Yani güvenli bölge Tayyip Erdoğan'ın teklifi midir?

Arşivler yalan söylemez! Bu konuyu 19 Mart 2012 tarihinde incelemiştim.

Tayyip Erdoğan Suriye'ye müdahale ile ilgili olarak bir gazetecinin sorusu üzerine "Gündemde tampon bölge var güvenli bölge var" demişti.

Ben de Yaşar Büyükanıt'ın Çekiç Güç ile ilgili itiraflarını hatırlatmıştım. Büyükanıt 16 Mart 2007 günü "1991 yılında Irak'ta 36'ncı paraleli çizip ona destek vererek Kuzey Irak'ta bugünü yarattığımız bir gerçektir. Kendi yaptığımız hataları da başkasına yükleme şansımız yoktur" demişti!

Türkiye 1991 yılında Irak'ta güvenli bölge uygulamasına evet demiş sonuçta Barzani devleti doğmuştu!

Suriye ile ilgili güvenli bölge projesi kimindi peki?

Kimin olacak? Yine ABD'nin... Zaten 1991'de Çekiç Güç Türkiye tarafından davet edilmiş gibi gösterilmişti. Turgut Özal ile Baba Bush böyle anlaşmıştı!

Bu sebeple "Suriye'de tampon bölge"yi şöyle yorumlamıştım:

"Irak'ta tampon bölge veya güvenli bölge oluşturulması İsrail tarafından çekip çevrilen bir Kürt devleti kurulmasına yol açtı. . Şimdiki hükümet ise Türkiye-Suriye sınır şeridini mayın temizleme bahanesiyle bir İsrail şirketine yani İsrail gizli servisine vermek için olağanüstü bir çaba sarf etti. Şimdi daha net anlaşılıyor ki maksat ileride kurulmak istenen güvenli bölgeye zemin oluşturmak ve Suriye'yi karıştırmak için bu ülkeye terörist gönderebilmekti. "

***

Bu tartışmadan yedi yıl sonra Trump eski başkanlardan daha dürüst davranarak Suriye ile Türkiye arasına tampon bölge kurma fikrinin ABD'ye ait olduğunu itiraf etti. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı ise "Hayır bu bizim projemizdi" dedi!

ABD bu projeyi Lozan'da da gündeme getirmişti. Yeni bir durum değil!

Hatırlayalım; Türkiye'nin 25'inci Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 2015 yılında Sözcü'den Özlem Gürses'e konuşmuş ve Lozan Konferansı'nda ABD'nin Azınlıklar Alt Komisyonu'na "Suriye'nin kuzeyini Ermeniler için korumalı bir yurt haline getirelim. Böylece Türkiye ve Suriye arasında tarafsız bir bölge kurulmuş olur. Bu toprak parçasının denize kolay bir çıkış yolu da vardır" önerisinde bulunduğunu anlatmıştı.

Atatürk de Nutuk'ta tam 100 yıl önce 1919'da işgalcilerin Çukurova'da tampon bölge kurulması için çalıştığından bahseder.

Şimdi Çukurova ve çevresine yerleştirilen Suriyeli göçmenler arasında tehcirden kalan unsurların oranı biliniyor mu acaba?

================================


--   a45UyF587661    Gencligi yetistiriniz.  Onlara ilim ve irfanin muspet fikirlerini veriniz.  Gelecegin aydinligina onlarla kavusacaksiniz.  Gazi Mustafa Kemal ATATURK  


-------------------------------------------------
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder