ÜLKER MUSAZADE : TÜRKİYEDE ÇEK UYGULAMASI İLE NASIL SONUCA VARABİLİRİZ?
27 Ocak 2019
Avrupa ülkesi sayılan Çek Cumhuriyeti devletlerinden göçmenleri uzaklaşdırmak amacıyla yeni bir proje başlatdı. Aslında iyi bir proje. Hatta bu projeyi kardeş Türkiye Cumhuriyeti bile Suriye ve diğer Arap ülkelerinden Türk topraklarını zapt etmiş göçmenlerden kurtarması için kendi memleketinde uygulayabilirdi.
Projeye göre Çek Cumhuriyeti devletlerinde bazı ülkeleri temsil eden göçmenlerin bulunmaması için onlara para karşlığında Cek Cumhuriyetini terk etmek teklifinde bulunuyor. Terk edilmesi için verilen para Çek kronu ile 102.500 krona Türkiye lirasıyla 24-25 bin Tele ediyor.
Düşünün her bir Arap göçmenine bu kadar para karşılığında Türkiyeyi terk etmek teklifi olunursa bu Türkiyenin ekonomisini nasıl etkiler?
Tabi ilk defa 1468 yılında Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmetin zamanında Osmanlı topraklarına göçmenlerin getirilmesi başlasada şu dönem o dönem değildir. Bu gün Türkün misafirperverliğini hem dini yükümlülük hem de insanlık vazifesi olarak kalbini her zaman mazluma çaresize ve yurtsuza açmasını öne getirerek her halde Vatanımızı Türkden daha fazla sahiblenmelerine müsade etmemiz de yalnış politika olurdu.
Bu bakımdan Çek Cumhuriyetinin başlatdığı projenin Türkiye Cumhuriyeti tarafından uygulanması en azından tertemiz Türkiyeye kavuşmak gibi bir sonuc orataya koyabilirdi. Osmanlıdan bu güne kadar tarihi bir masal gibi takdim edilen Türkiyenin manavi değerlerinin korunmasınıda sağlardı.
Her halde Çek Cumhuriyetinin Osmanlı Türkiyesi ile kıyaslanmayacak kader büyük bir tarihi yolu ve korunması gereken adetleri de yokdur. Ama var olan tarihin göçmenler tarafından yok edilmesinede gönülleri müsade etmiyor anlıycağınız. O zaman biz Türkler neden dillere destan olan bir tarihimizi Vatanımıza ayak koyan her göçmeninin ayakları altına seriyoruz?
Çek Cumhuriyetinin göçmenlerle alakalı projenin bir kısım ödemesini Avrupa Birliği karşılıyacakmış. Projenin tam sonucu 2022 yılında elde edilecekmiş. Projeye göre Çek Cumhuriyetinden ilk önce Rusya Afganistan Hindistan Vietnam Nigerya ve Üzbekistan devletlerinden gelen göçmenler gönderilecekmiş. Projenin uygulanmasına 1 nisan 2019 yılından başlatılacağı bildiriliyor.
2017 yılının istatistik verilerine göre Türkiyede 175.752 düzensiz göçmenin sınırı geçmesi tesbit edilmişken Türk hükumeti mazluma destek sloganı altında bu göstericiye tepkisiz kaldığı halde 2018 yılının istatistiklerine göre Çek Cumhuriyeti 5.000 düzensiz göçmen yakalamışdır ve hemen de yukarıda altını çizdiğimiz projeyi başlatmışdır.
Acaba Türkiye Cumhuriyeti göçmenlerle alakalı hangi rakamlar veya hangi sonuçları aldıkdan sonra aynı projenin uygulamasına yanıt vere bilir?
Ülker Musazade
================================
AHMET KILIÇASLAN AYTAR : ERDOĞAN'IN VENEZUELA'SI
ABD Dışişleri Bakanı M. Pompeo BM Güvenlik Konseyi'nde milyonlarca Venezuela vatandaşının ülkeyi terk etmesinden ve ülkedeki insani krizden;
"Gayrimeşru" olarak nitelendirdiği Nicolas Maduro hükümetini sorumlu tuttu.
Venezuela'da kendini geçici devlet başkanı ilan eden Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido'nun tanınması ve demokratik geçiş sürecine destek verilmesi çağrısında bulundu.
Maduro'nun "gayrimeşru mafya" devletinden kendini kurtarmaya çalışan Venezuela halkına destek istedi.
"Bütün ülkelerin taraf tutma zamanı geldi. Ya özgürlüğü seçen güçlerin yanında olursunuz ya da Maduro ve kargaşasını seçersiniz" dedi...
*
"Tarih boyunca tımarhane ve hapishane iktidarların sopası olmuştur" diyen Fransız filozof Michel Foucault "Dünya Düzeni" ni;
"Bilgi iktidar ve gücü iktidar ve güc de bilgiyi üretir.
İnsanın insan üzerinde güç ve iktidar kurma mücadelesi tarihin değişmeyen kuralıdır.
Sorun insanların eşitlikle mi yoksa baskıyla mı bir arada olacakları gerilimidir" ifadesiyle açıkladı.
*
Hakikaten yaşam insanların faydaları ve mutlulukları için bilgiyi talep etmeleri gerçeğinden hareket ediyor.
Bilgi teknolojilerini elinde bulunduran güç ya da iktidar da sömürgeciliğini insandan geliştirip tüm dünyaya işliyor.
Bilgi teknolojileri ABD'nin tekelindedir O'da bu küresel enformasyonel emperyalizmini dünyaya sunuyor.
Yani sahip olduğu gücle diğerlerinin zihinleri ve eylemleri üzerinde kontrol iddiasında bulunuyor...
*
Şirkete dönüşemeyen devletler taşınamıyor.
Şirketlerin al-ver ilişkilerinde kolay borçlanmaya ve geri ödeme politikalarına öncelik vermek üzere
Ekonomi ve siyaset; rafine rasyonel bürokrasisi oturmuş finans sisteminin belirleyici olduğu hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapılar istiyor
İster istemez devletler sosyal devlete değil birer şirkete dönüşüyor sonra refah devleti oluşur deniliyor.
Bu gereklerin tamamına "Demokrasi" deniyor...
*
Artık devletlerin değil şirketlerin emir merkezinden hareket eden bürokrasi dikey olmayan yatay bürokratik örgütlenmeler oluşturuyor.
Piyasaların sağlıklı işlemesi için egemenlik parlamento bürokrasi gibi kurumlar hiç gündeme gelmiyor...
*
ABD işbu felsefenin dünya lideridir ve Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'yle bütün ülkelere;
1- ABD'nin uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu
2- Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinde jeopolitik bir zihniyeti benimsediğini
3- ABD'nin BM Örgütündeki sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni BM temel statüsünün belirlediğini
4- ABD'nin ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edebileceği bildiriyor.
Bu 4 madde ABD'nin elinin çok öncesinde kazandıklarından dolayı çok kuvvetli olduğu iddiasıdır...
*
İşte Venezuela'nin hikayesi bu anlayıştan çıkıyor.
Madem ABD dünyayı tek kutuplu olarak düşünüyor dolayısıyla artık ne müttefikleri ne de düşmanları vardır.
Eğer bir halk ABD'nin her zaman kontrolü altında tutması gereken doğal kaynaklara sahip topraklarda yaşıyorsa
Bu kaynaklar aynı zamanda hem ulus-devletler hem de Pentagon tarafından kontrol altında tutulamayacağı için;
Bu bölgedeki devlet yapılarının iş göremez hale getirilmeleri gerekiyor.
*
Bu yüzden ABD petrol zengini Venezuela'ya 2000'den bu yana müdahale ediyor.
Tarassutuyla ekonomik yaptırımlar Venezuela vatandaşlarının ve iş hayatını zorlaştırmıştır.
Venezuela hiçbir zaman bugün ki kaotik durumla yüz yüze gelmemiştir...
*
Her şey Latin Amerika'nın "sola dönüş" olarak adlandırdığı bir dizi gelişmenin sonucuydu...
1990'larda Latin Amerika'da kapsamlı özelleştirmeler yapılıyor ve yabancı sermaye girişinin önündeki engeller kaldırılıyordu.
Ama "Washington Mutabakatı" yla oluşan serbest piyasacılık giderek toplumsal kutuplaşmanın ve kitlesel yoksulluğun koşullarını yarattı...
*
Çin ekonomisinin yükselişi Latin Amerika'nın ve Venezuela'nın da temel dayanağı olan emtia fiyatlarında sürekli artışı
Artan ihracat gelirlerinin bir kısmı da sosyal yardım programlarını finanse etmekte kullanıldığı ekonomik koşulları oluşturdu.
Bunlar Venezuela'nın sol ulusalcı bir görünümü benimsemesini ABD emperyalizminden daha fazla bağımsızlık iddia etmesine yol açtı.
*
Hugo Chaves 1992'de başarısız bir askeri darbeye önderlik eden paraşütçü bir yarbaydı.
Sendikaların yanı sıra bütün büyük partilerin tümüyle gözden düşmüş olduğu koşullarda bu başkaldırı ile halkı yanına çekmeyi başardı.
Kısa süreli bir tutukluluğun ardından popülist ve sol ulusalcı bir programla 1998'de devlet başkanı seçildi.
*
Hugo Chavez'in ardından Cumhurbaşkanı Nicolas Maduro ülkenin en karmaşık işsizlik yolsuzluk açlık gelir eşitsizliği gibi sorunlarını çözmek için basit bir çözüm önerdi.
Tüm ekonomiyi ya da serveti nüfusa yeniden dağıtmak için kamulaştırdı.
Ama böyle bir yeniden dağılım sadece hükümetin yakınında gerçekleşti ve Venezuelalıların daha çoğunun yoksulluğu daha çok arttı…
*
Dünya genelindeki sol gruplar Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi'ni (PSUV) "21. yüzyıl sosyalizmi " nin bir örneği olarak selamlıyordu.
Ama Chavezcilerin Maduro'cuların yönetimi altında üst düzey hükümet yetkililerinin yanı sıra finansçılardan siyasi bağlara sahip iş adamlarından ve taşeronlardan oluşan yeni bir egemen sınıf tabakası Venezuelalı kitleler zararına kendilerini zenginleştiriyordu.
Bu dönem boyunca uygulanan asgari sosyal yardım programları nüfusun kabaca yüzde 80' inin yoksulluk yüzde 51'inin ise aşırı yoksulluk içinde yaşamasına engel olamadı…
*
Chavez ve Maduro'nun PSUV'u kapitalizm yanlısı burjuva ulusalcı politikalarla Venezuelalar için toplumsal bir felaket yarattı.
Çünkü planlı bir ekonomik gelişme yoktu ekonominin tümü petrol ihracatına bağımlıydı.
Üstelik Venezuela uluslararası kapitalist emtia piyasalarındaki fiyat dalgalanmalarına karşı savunmasızdı.
*
Çünkü Venezuela'da "sola dönüş" eliyle üretilen krizin altında;
Bu ekonomik koşullarda dünya kapitalizminin derinleşen krizi: Çin büyümesinin hız kesmesi: Emtia fiyatlarındaki hızlı düşüsün neden olduğu sarsıcı bir değişim vardı.
Venezuela'da ihracat gelirlerinin yüzde 90'ını sağlayan petrolün fiyatındaki düşüş enflasyonu altı haneli rakamlara çıkardı.
Halk zorunlu ihtiyaç malzemelerinde yaygın bir kıtlıkla karşı karşıya kaldı.
Aslında "Sola Dönüş " yaşanan Latin Amerika'nın tümünde Venezuela'ya benzer sorunlar yaşanıyordu.
Latin Amerika'da en zengin yüzde 1'i bölgesel servetin yüzde 41'ini alıyor 2022 projeksiyonları bunların nufusun geri kalan yüzde 99'unun servetinden daha fazlasına sahip olacaklarını gösteriyordu.
*
Maduro ülkenin siyasi istikrarsızlığı konusundaki eleştirileri kırmak için medyaya kısıtlamalar getirdi.
Yabancı muhabirleri sınır dışı etti muhalefet liderlerini hapsetti.
Venezuelalar açlık yaşamaya başladı.
Hükümet halk desteğini kaybetmeye başladığında arkasındaki stratejik gücü oluşturan askerleri yargı mensuplarını ve atanmış yetkilileri korumak için elinden geleni yaptı.
Yaygın yolsuzluk çöken bir ekonomik sistem sistematik insan hakları ihlalleriyle bugünlere gelindi.
*
Hugo Chavez İran Cumhurbaşkanı M. Ahmedinejad ve Suriye Devlet Başkanı B. Esad'ın ile yakınlaşmıştı.
Birlikte Bağlantısızlar Hareketi'ni örnek aldılar ve "Özgür Müttefikler Hareketi" adıyla hükümetlerarası bir yapı kurmaya yeltendiler.
N. Maduro'da aynı söylemde tamamen farklı bir dış politika uygulamayı tercih etti.
Rusya ile yakınlaşma politikasını sürdürdü ve Venezüella'da Rus bombardıman uçaklarına ev sahipliği yaptı.
*
Maduro NATO üyesi olan ve ordusu halen Suriye'nin Kuzeyini işgal eden Türkiye ile yakın bağlar kurdu.
İstanbul' a dört kez geldi Erdoğan ise Caracas'ı bir kez ziyaret etti.
İsviçre anayasasını yazarken danışmanlık yaptığı Hugo Chavez' in müttefikiydi.
Maduro ise ülkesinin altınlarını İsviçre'de rafine ettiremeyeceğinden kaygılandı.
Venezuella'nın altınları petrol sözleşmelerinin teminatı olarak İsviçre bankalarında muhafaza edilirdi.
Bu defa altınlarını külçeye dönüştürmesi için Türkiye'ye gönderirken Türkiye'den gelen gida maddeleriyle altın takas edilmeye başlandı.
*
Bir ABD girişimi olarak Venezuella 12 Şubat 2015 darbe girişimi ardından ulusal para birimine yönelik saldırılar ve göçlerin örgütlenmesiyle devam eden bir istikrarsızlaştırma kampanyasına maruz bırakılmıştır.
Türkiye ise Venezüela'ya ABD yaptırımlarını dolanma olanağı sağlamıştır.
İki devlet arasındaki ticaret 2018'de on beş katına çıkmış bulunuyor.
*
Maduro ikinci dönem başkanlığında vaad ettiği altı maddelik eylem planında;
Şiddetin faillerinin silahsız ve şiddetsiz siyasi mücadeleye katılabilmeleri için geniş çaplı bir birleşme ve pasifleştirme politikasını sağlamak üzere iktidardaki Sosyalist Partisi (PSUV) ile siyasi muhalifleri arasında diyalog ve uzlaşmayı
Ülkenin ekonomik istikrarı sağlamak ve toparlanmaya ulaşmak için verimli bir ekonomik anlaşmayı
Her türlü yolsuzluğa karşı yenilenmiş baştan sona bir mücadeleyi
Devletin finanse ettiği halk eğitimi ve konut dahil sosyal programları güçlendirmeyi ve genişletmeyi
Venezüela'yı emperyalizmin saldırı ve ABD'nin yaptırımlarından korumayı
Venezüela sosyalizmini Hıristiyan ve Bolivarcı özelliklerle geliştirmeye devam etme vaadlerini yerine getirememiştir.
*
Şimdi Venezuela uluslararası alanda çok zordadır.
ABD Başkanı Donald Trump göreve geldiğinden beri Venezuela'ya karşı demokrasi ve insan hakları gerekçesiyle ekonomik ve mali yaptırımları defalarca genişletti.
ABD vatandaşlarının ve işletmelerinin Venezüela hükümetine borç vermesi yasaktır.
ABD açıkça Venezüela'nın petrol endüstrisini hedef alıyor
Venezüela'nın ekonomik ve politik istikrarına yıkıcı darbe yapacak başka yaptırımlar da sırasını bekliyor...
*
Bu noktada Türkiye Küba Bolivya El Salvador ve Rusya gibi ülkeler Maduro'yu desteklerken
ABD AB İsrail Brezilya Peru Panama ve diğer Latin Amerika ülkeleri seçildiği günden beri Maduro'yu reddediyor.
*
Romalı Lucius Annaeus Seneca "Mutluluk bile haddini aşarsa azap olur "diyor...
29.1.2019
Ahmet Kılıçaslan AYTAR ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
================================
İNOVATİF STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ (İNOSAM) TARAFINDAN ÇANKAYA - BALGAT OFİSİNDE DÜZENLENEN "2019'DA DEĞİŞEN TEHDİTLER VE TÜRKİYE'NİN ÇIKIŞ STRATEJİLERİ – 2" BAŞLIKLI SEMİNERDE YİNE GÜNCEL DEĞERLENDİRMELER ELE ALINDI.
"Türkiye'nin mevcut sınırlı kaynaklarını verimli ve çağın gereklerine uygun kullanarak çocuklarına parlak bir gelecek hazırlaması en büyük ödevidir. Bu anlamda sayıları 5 bine dayanan İmam Hatip Ortaokulu ve Lisesinin yüzde doksanını Matematik Ekonomi Fen Yazılım ve Kodlama Yüksek Teknoloji Tarım ve Hayvancılık okullarına/liselerine dönüştürmesi gerekmektedir" şeklinde konuşan İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı düzenlenen tartışmalı toplantıda şunları kaydetti:
İmam Hatip Okulları Acilen Dönüştürülmelidir!
Önerimi İmam Hatip okullarını siyasi polemik konusu yapmak gibi bir lüksümüzün de kalmadığını hatırlatarak sunmak istiyorum. Spor lisesi Sağlık lisesi Sosyal liseler yahut güzel sanatlar lisesi değil özellikle İmam Hatip okulları gerek yapısal ve nitelik gerekse insan kaynağı açısından dönüşüm için en stratejik uygunluğa sahiptir.
İmam Hatip okullarının Matematik Ekonomi Fen Yazılım ve Kodlama İleri teknoloji Tarım ve Hayvancılık vb liselerine dönüştürülmesi yoksul ve eğitimsiz bırakılmış ezgin halk çocuklarına kaliteli eğitim fırsatı sunacak onları dünyaya bağlayacak potansiyellerini ortaya çıkaracak onların önünü açacaktır.
Dönüşüm sırasında ihtiyaca göre İmam Hatip okullarının bir kısmı bırakılacaktır ki geçmiş yıllarda da İmam Hatip okulları zaten ülkemizin ihtiyacı gereği kurulmuştur. Artık bu ihtiyaç büyük oranda ortadan kalkmış ve her eğitim basamağında dini eğitim almanın önündeki engeller de kalmamıştır. 2012 yılından itibaren aileler çocukları İmam Hatip okulunda okumasalar dahi Kur'an-ı Kerim Siyer ve Temel Dini Bilgiler gibi takviye dersleri seçerek çocuğuna aldırabiliyor alternatif sistemlerde çok fazla.
Bugünün Türkiye'sinin ihtiyacı yüksek teknoloji ürünleri katma değerli inovasyonları tasarlayabilen gençlerdir. Bugünün Türkiye'sinin ihtiyacı tam donanımlı mühendisler formasyonu güçlü iktisatçılar dünyanın en iyi yazılımcıları en birikimli tarım ve hayvancılık girişimcileridir.
DÜŞÜK TEKNOLOJİ VE KATMA DEĞERİ YETERSİZ ÜRETİM KAPANINDAN KURTULACAĞIZ!
Türkiye sadece inşaat turizm ve lojistikle kalkınamaz ve güçlü bir ekonomiye sahip olamaz. Türkiye düşük teknoloji ve katma değeri yetersiz üretim kapanından ancak böyle kurtulabilir.
Yeniçağın eğitimi inovasyona dayanıyor. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın çocuklarımıza daha reel yüksek hayaller ve gerçek hayata dokunan kısa ve orta vadeli hedefler sunması gerekiyor. Eğitim sistemimizin ortada olmayan bir şeyi tahayyül ettirmeye değil bir değer ortaya koymaya ihtiyacı var. Bu değerin katma değerler üreten bir değer taşıması da gerekiyor. Eğitim sistemimizin standart nitelikleri olması bilgi ve sentezlere özgürce ulaştırması icat inovasyon ve patent üretmesi gerekiyor.
İfade ettiğim gibi bugün bilgi toplumu yüzyılında dijital çağda yaşıyoruz. Türkiye'nin dijital çağda bilgi toplumu hedefini yakalayabilmesi için teknoloji ve yüksek katma değerli ürünler üretmesi gerekir. Aksi halde toplum olarak akıllı telefonlara tablet ve bilgisayarlara günde 8 saat harcayarak en yeni teknolojik ürünlerin müşterisi tüketicisi olarak bilgi toplumunu yakaladık diyemeyiz. Bilim Türk toplumunda toplumu ilgilendirmeyen salt bilim adamlarının ve batının işi olarak kabul ediliyor. Halk yalnız bilimin ürünü olan teknoloji ve yenilikler ile ilgileniyor. Dünyanın en gelişmiş uçaklarıyla donatılmış Türk Hava Yolları'yla övünmek 21. Yüzyıla ortak olmak demek değildir. Her şeyiyle yerli üretimle yapılmış son teknoloji ürünü bir Samsung cep telefonu yapmaktır. Biz bunu yapacak bir milletiz. Geçmişte defalarca yaptık.
Türkiye'nin gelişmesi zenginleşmesi refah ve barış üretebilmesi için çok çok acilen sayıları 5 bine dayanan bir buçuk milyona yakın öğrencinin eğitim gördüğü İmam Hatip Ortaokulu ve Lisesinin yüzde doksanını Matematik Ekonomi Fen Yazılım ve Kodlama İleri teknoloji okullarına/liselerine dönüştürmesi gerektiğine inanıyorum. Hükümetin teknokent ve teknopark sayısını ve buralara verdiği destekleri artırarak bir gelişme ve teknolojik bir ilerleme yakalayamayacağını düşünüyorum ki sonuçlara bakarsak ne kadar haklı olduğum ortadadır. Böylesi yanıltıcı yatırımlar yerine uzun vadeli ve derinlikli çözümler üretmeliyiz. Türkiye'nin ileri teknoloji tarım – hayvancılık yazılım vb ürünleri tasarlayabilen gençlerin sayısını artırmaya katma değeri olan ürün ihracatı oranını yükseltmeye ihtiyacı vardır.
YOKSUL HALK ÇOCUKLARINDAN MÜTEŞEBBİS YETİRTİRECEĞİZ!
Bu ülkenin dezavantajlı ailelerinin yavruları fakir halk çocukları ulusal ve küresel iş piyasasında işsiz kalmayacak ucuz iş gücü olmayacak ara elemanlığa sıkışmayacak ve yenidünyanın yeni iş ve mesleklerinde kariyer ve terfi imkânı bulacak belki de bu topraklar yüzbinlerce başarılı müteşebbis çıkaracak ve hayatlar kurtaracaktır.
Bu liselerde Anadolu'muzun en ücra köylerinden kentlerimizin yoksul semtlerinden çıkacak en zeki çocukların okuması sağlanacaktır. Bu liselerdeki müfredat ağırlıklı olarak uygulamaya dönük olacak ve tatillerde bulunduğu ilin üniversitesi ile işbirliği içinde hocalarının dönüşümlü dersler vermesi sağlanarak okul yöneticilerinin akademisyenlerden seçildiği en gelişmiş yabancı dil öğrenme tekniklerinin uygulandığı 21. Yüzyılın cesur ahlaklı ve kendine güvenen necip gençlerimizin yetiştirildiği okullar haline gelecektir.
Yeniden büyük güçlü müreffeh olmak için huzur barış ve kardeşliğin hâkim olduğu Türkiye için İmam Hatip okullarının dönüştürülmesi gerekmektedir. Türkiye'nin yüzyılın kalanında nerde olacağı bu tür vizyoner açılımlar ve büyük reformlarla belli olacaktır. Dezavantajlı halk çocuklarına; Çankaya'da Şişli'de Karşıyaka'da kolejlerde okuyan şanslı ve ayrıcalıklı çocuklar kadar; güzel bir gelecek hazırlama mecburiyetimiz vardır.
TAŞRA ÜNİVERSİTELERİMİZİN EĞİTİM KALİTESİ DE ARTACAK!
Sayıları 200'ü geçen üniversitelerimiz nitelikli eleman yetiştirmekte yetersiz kalıyor. Milyonlarca öğrencimizin ve ailelerinin oyalandıkları ve işsizlik kervanına katılmadan önce zaman kazandıkları üniversitelerimizce verilen milyonlarca diploma maalesef enternasyonal anlamda akreditasyon değeri taşımıyor. İşte bu durum eğitimdeki kalite sorunumuzun delillerinden birisidir.
Türkiye'de üniversite okumak işsizliği geçici anlamda askıya alıyor o kadar. Taşradaki çoğu üniversitenin kariyer günlerine yerel şirketler dahi rağbet göstermiyor. Çünkü Türkiye'de üniversiteden önceki eğitimde kalite çok düşük. Orta ve lise eğitiminde eğitim kalitesi yükseltilmedikçe üniversitelerimizden nitelikli ve formasyonu güçlü mezunlar vermemiz imkânsız. Taşradaki birçok üniversitede yüksek lisans ve doktora yapmış gençler üniversitelerde istihdam edilmeye devam ederse bu üniversiteler liseden farksızlaşacak ve kamu kaynakları israf edilmiş olacaktır.
Ekonomi bölümünden mezun olup ekonomi bilmeyen mühendis diplomasıyla mezun olup endüstri meslek lisesi mezunu düzeyinde teknisyenlik dahi yapamayacak milyonlarca üniversite mezunumuz bulunuyor. Özellikle bu yüzden İmam Hatiplerin çoğunu ileri teknoloji matematik tarım ve hayvancılık ekonomi liselerine dönüştürmek zorundayız. Bu liseden mezun olanların tarım ve hayvancılık yazılım mühendislik ekonomi okuması üniversitelerimizin eğitim kalitesini müthiş derecede artıracaktır. Eğitim sistemimiz Batının taşeronu ve fason imalat yeri değildir ve olmamalıdır. Hiçbir bağımsız onurlu ve özgür ülke gençlerini bir başka ülkede iş bulması için Avrupa'ya Amerika'ya Kanada'ya kapağı atsın diye eğitmez. Beyin göçüne zemin hazırlamaz.
MASTER VE DOKTORALI GENÇLERİMİZE İSTİHDAM ALANLARI AÇILACAK!
Görüldüğü üzere hem kaynaklarımız çok sınırlı hem de ciddi bir kalite sorunumuz bulunuyor ve çok zaman kaybetmiş durumdayız. O yüzden mevcut okullarımızdan bazılarını ve özellikle İmam Hatip okullarını derhal Matematik Ekonomi Fen Yazılım ve Kodlama Yüksek Teknoloji Tarım ve Hayvancılık okullarına/liselerine dönüştürmeliyiz. Üniversitelerimizin iktisat işletme ekonomi ziraat veterinerlik bilgisayar bilişim fen edebiyat mühendislik alanlarından mezun yüksek lisans diplomalı doktoralı gençlerimizi bu liselerde öğretici olarak istihdam edebiliriz.
İMAM HATİP'LERE POZİTİF AYRIMCILIK YAPILMASI KAMUSAL EĞİTİMİ AŞINDIRIYOR!
Bugün 5 bine yakın İmam Hatip ortaokulu ve lisesinde bir buçuk milyona yakın öğrenci eğitim görüyor. Her geçen gün çok sayıda okul ihtiyaç olmamasına rağmen öğrenci ve velilerin itirazlarına rağmen imam hatip okullarına dönüştürüldü. İmam Hatip okullarında yüz bini geçkin boş kontenjan bulunuyor ve İmam Hatiplerin yarısına yakını yarı kapasite ile eğitim veriyor. Öğrenciler merkezi sınavlarda tercih etmedikleri halde cebren İmam Hatip okullarına kayıt ediliyor. İmam Hatip okullarında gerek öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gerek sınıf mevcutları diğer devlet okullarına nazaran oldukça düşük. İmam Hatip okullarına dönük rahatsız edici bir pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Eğitim bütçesinin aslan payı da İmam Hatip okullarına ayrılıyor.
DİN EĞİTİMİ AİLELERE BIRAKILSA DAHA İYİ OLUR!
Din eğitimi büyük oranda ailelere bırakılması gereken bir konu çünkü ailelerin farklı moral değerleri vardır ve anne babalara çocuklarını istedikleri gibi yetiştirebilme hakkı tanınmalıdır. Devlet eliyle herkesin vergisiyle belli bir mezhep/itikat ve dini inancın çocuklara dayatılması en başta muasır ve demokratik bir eğitim sistemine sığmaz.
Okullarda din öğreterek başarılı olmuş bir eğitim sistemi yoktur. Ayrıca Türkiye'de bilimsel anlamda din öğretimi başarılı bir şekilde verilemediği gibi Ortadoğu ülkeleri ve Yunanistan hariç dünyada din liseleri olan bir başka ülkede yoktur. Hemen her ilimizde İlahiyat fakülteleri açılmıştır ki bu politikaları da efektif bulmuyorum.
EĞİTİMİ ÇOK CİDDİ ANLAMDA DERT EDİNMEMİZ GEREKİYOR!
Kaldı ki Türkiye'nin sorunu ideolojik bir eğitim değildir. Bu eğitim sistemi işlemiyor. Elimizde çok başarısız olduğumuzu belgeleyen ulusal ve uluslararası veriler var. Herkes eğitimin öneminden bahsediyor ama Türkiye'de eğitimle ilgili ciddi tartışmalar çalışmalar ve haberler ilgi görmüyor. Herkes eğitim sisteminin başarısızlığından dem vuruyor fakat gerçek anlamda kocaman ülkede beş on kişinin hakiki anlamda dert ettiği bir sorun haline geldi eğitim sistemimiz.
Bu büyük başarısızlığın kimse hesabını sormuyor. Kimse bedelini ödemiyor. Eğitim politikalarını baz alan ona göre oy veren bir seçmen kitlesi yok Türkiye'de. Oysa günümüzde eğitimi ciddi anlamda dert edinmeyen toplumlar geleceğini de dert etmiyor demektir. Çünkü eğitim gelecek demektir. Eğitim ekonomi demektir. Onur barış huzur ve itibar demektir.
Öte yandan küreselleşen yenidünyada ve dijital çağın içinde yaşadığımız günümüzde okulların bir din ideoloji yeni bir kişilik disipline bir karakter ya da telkini bir kimlik kazandırma kabiliyeti kalmamıştır ve mümkün değildir. Çözüm ailededir ve aile eğitimi esas alınmalıdır. Okullarımızda özellikle İmam Hatiplerde çocuklara bir takım dini ve moral değerleri talim ve tedris ettiriyoruz ama okuldan çıktığı anda çocuğun karşılaştığı gerçek hayat daha baskın ve farklı oluyor.
OKULLARIMIZIN TOPLUMUN ÖNÜNDE OLMASI TOPLUMU DÖNÜŞTÜRMESİ GEREKİYOR!
Türk eğitim sistemi milyonlarca öğrenci veli ve öğretmenin talepleri dikkate alınmadan hatta onlara rağmen ve hiç durmadan değiştiriliyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde eğitim sistemi tek bir merkezden tek bir kişinin emir komutasıyla yürümüyor. Okulların toplumun önünde olması gerekirken okulların toplumu dönüştürmesi lazım gelirken Türkiye'de okullar ve eğitim sistemi maalesef toplumun vahametli aynası durumundadır.
Öğretmenlere ve okul yöneticilerine özgün / yeni yöntem ve çözümler denemesine inisiyatif tanımayan katı merkeziyetçi bir eğitim sistemimiz var. Türkiye'de bölgeler arası eğitimde nitelik ve başarı farkı yüzde ellilere yaklaşmış durumda. Çankaya'daki bir okul ile Hakkâri'deki bir okul aynı kitabı ve aynı müfredatı uyguluyor aynı kurallar ve mevzuatla sistemi yönetiyoruz. Öğretmenler mecburi hizmet bölgelerinde çalışmak istemiyor. Oysa mecburi hizmet bölgeleri sürgün yerleri değil görevde yükselmek için çalışılması gereken yerler olmalıdır.
Hayat sürekli değişiyor. Eğitiminde sürekli değişmesi gerekiyor fakat Türkiye eğitimde reform yapmayı beceremiyor. İmam Hatipler konusunda da öyle. Türkiye'de eğitim sistemindeki değişimler veriye dayanarak yapılmıyor. Örnek uygulamalarla test edilerek belirli bir data birikimi sağlanmadan ve olgunluğa ulaşamadan ülke geneline bir günde yaygınlaştırılıyor. Reformlar eğitimin paydaşlarına sorulmadan onların fikirleri alınmadan yapılıyor. Bu yüzden Milli Eğitim Bakanı Sayın Selçuk eğitim reformlarını Milli Eğitim Şuralarında demokratik bir şekilde tartışıldıktan sonra hayata geçirse toplumsal desteğini perçinleyeceği ne kadar doğru bir iş yapılmış olur. Yani toparlarsak Türkiye din sanat ve kültür ile bilim arasındaki ilişkinin yakınlığını dahası ahlak sanat ve kültürün sağladığı bilimsel açılımın ve bütünlüğün olanaklarını eğitim sistemi içerisinde gerçekleştirmek zorundadır. Cumhuriyetle birlikte bunun alt yapısı kurulmuştur. Bu politik bir görev değil bilimsel bir sorundur. Türkiye'nin özgürlük hareketlerinin yalnızca demokrasiyi değil bilimsel özgürlüğü de kapsaması şart olmuştur.
================================
UĞUR MUMCU
06 YR 245
Renault 12.
1984 model.
Mavi.
Park halindeydi.
Sahibi geldi bindi.
Vitesi boşa aldı.
Kontağı çevirince havaya uçtuğu yazıldı ama öyle değildi. Kriminal incelemede anlaşıldı ki kontak sıfır pozisyonundaydı kontak anahtarı da rahmetlinin cebindeydi. Isıya duyarlı plastik patlayıcı bubi tuzağı düzeneğiyle harekete duyarlı hale getirilmişti. Çok güçlü mıknatıs kullanılmış vites koluyla el freni teli arasında her iki şaşesin bittiği egzost susturucusunun üst kısmına yapıştırılmıştı. Vites kolu levyesine misina bağlanmış patlayıcı için tetik haline getirilmişti. Tatbikatlarda görüldü ki otomobilin altına girip bu düzeneği monte etmek en fazla 45 saniye sürüyordu.
Rahmetli otomobiline bindi.
Vites bire takılıydı.
Parkederken öyle bırakmıştı.
Kontağı çevirmeden önce boşa aldı.
Misina gerildi bum!
Darmadağın olan otomobilin parçaları kriminal polis laboratuvarına götürüldü. İncelendi emniyetin otoparkına kaldırıldı.
10 sene geçti. Emniyetin otoparkındaki hurda yığını otomobil için rahmetlinin ailesine 10 senelik vergi borcu çıkardılar iyi mi!
20 sene geçti. Suikast davasını gören mahkeme paramparça otomobilin ?miras? olarak aileye iade edilmesine karar verdi.
İzmir gazeteciler Cemiyeti aileye başvurdu basın müzesinde sergilenmek üzere otomobili istedi. Eskişehirli gazeteciler de Çağdaş Gazeteciler
Derneği aracılığıyla aileye başvurdu bize verin dedi. O sırada Profesör
Yılmaz Büyükerşen devreye girdi. İzmir geri çekildi. Çünkü İzmirli gazeteciler emindi ki bu manevi emanete Profesör Büyükerşen?den daha iyi kimse sahip çıkamazdı.
Aile onay verdi. Otomobil kamyona yüklendi Eskişehir?e götürüldü. ?Anıt? haline getirmek için proje geliştirildi. Odunpazarı belediye başkanı Kazım
Kurt sırf bu anıtı yakışır şekilde yaşatabilmek için sekiz bin metrekarelik park yaptı.
06 YR 245 plakalı 84 model mavi reno?
Tamamen camdan oluşan bir yapının içinde mermer kaidenin üzerine yerleştirildi. Önündeki granit levhaya da şu yazıldı: Vurulduk ey halkım unutma bizi!
Evet? Uğur Mumcu'nun otomobili o.
Elbette öngörüleri fikirleri makaleleri kitapları yaşıyor ama? Uğur Mumcu denilince her sene anma töreni yapılan Cebeci asri mezarlığındaki kabri ve siyah beyaz fotoğrafından başka şey yoktu elimizde? Artık var.
Dehşeti tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bu anıt sayesinde özellikle genç kuşakların Uğur Mumcu'yu çok daha yürekten hissedeceğini? Uğur Mumcu zihniyetini yoketmek isteyenlerin vahşetini çok daha somut çok daha derinden idrak edeceklerini düşünüyorum.
Orhan Oscar
Hülya ıldır
-- a45UyF587661 Devrimin amacini kavramis olanlar surekli olarak onu koruma gucune sahip olacaklardir. Gazi Mustafa Kemal ATATURK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder