7 Mart 2011 Pazartesi

Ahmet Şık ve Nedim Şener inandırıcı değil ama...


Son operasyonun ardından bazıları "Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın Ergenekoncu olması" inandırıcı değil diyor. Oysa "Ergenekon" anlatısı uzun süredir inandırıcı olmaktan çıkmıştı.

"Ergenekon" operasyonu kapsamında yapılan, basında "Kara Perşembe" olarak adlandırılan ve gazetecilerin çeşitli eylemlere imza atmalarına yol açan, üç yılı aşkın tarihinde en fazla soru işaretine neden olan 3 Mart 2011 tarihli baskın ve gözaltılarla, aslında en büyük darbeyi "Ergenekon" operasyonunun bizzat kendisi yedi. 

Birbirinden oldukça farklı siyasi geçmişleri ve konumlanışları olan sayısız insanı aynı davada sanık sandalyesine oturtan, gazetecileri, gazetelerini bombalayanlarla aynı davada buluşturan, işkenceci polis şefinden "sosyalist" yaratan "Ergenekon" operasyoncuları bunlarla yetinmedi. Dönemin Nokta dergisinde, emekli Oramiral Özden Örnek'in "Ergenekon" soruşturmasının başlatılması için bir motif olarak kullanılan günlüklerini yayımlayan ekibin içinde yer alan fakat ilerleyen dönemde "Ergenekon" sürecine karşı eleştirel yazılar yazan gazeteci Ahmet Şık'ı dahi "Ergenekoncu" yaptılar.

Varolduğu iddia edilen "Ergenekon örgütü" buysa, zararlı olamaz!
Odatv bilgisayarlarından çıkan fakat kimilerinin kendileri dışında bilgisayarlarına yüklendiği, kimilerinin de zaten medyaya sızdırılmış olan ve internet üzerinden de ulaşılabilen belgeler olduğu savunusu, Odatv yöneticilerinin tutuklanmalarının önüne geçemedi. Ahmet Şık ve Nedim Şener de benzer bir durumla karşı karşıya kaldılar.

Yalnız tuhaftır ki, "Ergenekon" adı koyulan bu "örgüt", üç yılı aşan soruşturma ve dava sürecine, her gün bir yenisi eklenen operasyonlara rağmen, hâlâ ortalık yerde "belge" bırakmaktan gocunmuyor. Bu bir türlü sonu gelmeyen "örgüt", eylemleri ile değil, artık ne anlam verilmesi gerektiğine operasyonların en sıkı destekçilerinin bile şaşırdığı uydurma "belge"leri ile varlığını sürdürüyor. Ülke tarihindeki neredeyse her kötülüğün arkasında olduğu resmedilen örgüt, operasyon başlayalı seneler geçmesine rağmen belge bırakmamayı, olan belgeleri saklamayı beceremiyor.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "Türkiye Cumhuriyeti'nde kaos ortamı yaratarak askerî darbeye zemin hazırlamak amacı ile suikastlar düzenleyen bir silahlı teşkilat" olduğu iddia edilen "Ergenekon örgütü", 12 Haziran 2007 tarihinde İstanbul Ümraniye'deki bir gecekonduya yapılan baskınla start alan operasyonlar yine üç yılı aşkın bir süredir devam etmesine rağmen, herhangi bir eylemine şahit olunamayan, hep "eyleme geçmeden önce yakalanan" bu "örgüt"ün varlığı, tüm bu sebeplerle inandırıcılığını daha da yitirdi.

Üç yıldır bir şey yapamıyorlar ama her yere sızmışlar
Bu "Ergenekon" denilen esrarengiz örgütün -önceki iddialar bir yana- üç senedir bilinen bir faaliyeti yok. Örgüt hep "önceden" yakalanıyor. Ancak aynı örgütün, her yere sızmış olmasına inanılması bekleniyor. Bu kadar beceriksiz olan örgütün, PKK ve DHKP-C'yi de kontrol ettiği savcılar tarafından iddia ediliyor.

"Ahmet ve Nedim olamaz" diyenlerin, bu örgüte nasıl inandıklarını kestirmek oldukça güç.

"Uyanık ve zeki" iseniz, siz de "Ergenekon üyesi" olabilirsiniz!
Yine davanın iddianamelerinde, bu tuhaf durumun pek çok işaretinin varolduğu gözlenebiliyordu. Ergenekon Davası'nın yanı sıra, Devrimci Karargâh, Balyoz gibi davaların iddianamelerinde de, "bunları hukukçular mı hazırladı" sorularına yol açan sayısız tuhaflık olduğu biliniyor.

Örneğin, 21 Mart 2008 tarihinde Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınan ve iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan, 21 Haziran 2010 tarihinde ölen, bu nedenle, "Ergenekon terör örgütü üyeliği"nden suçlandığı, hakkındaki dava düşen İlhan Selçuk ile ilgili olarak, iddianamedeki şu akıl dışı ifadeler hafızalarda yer etti:

"... İlhan Selçuk, (12 Mart dönemindeki) iddianamenin tanzimine neden olan suçlamalardan dolayı gözaltına alındığında, savunmasının içine akrostişler yerleştirmiş olup, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfleri yan yana getirildiğinde 'işkence altındayım' ibaresi ortaya çıkmıştır. Buradan sanık İlhan Selçuk’un ne kadar uyanık ve zeki olduğu, Ergenekon Terör Örgütü içindeki faaliyetlerinde de açık vermemeye çok dikkat ettiği, örgütün gizlilik ilkesine maksimum uyduğu anlaşılmıştır... Bundan 35 yıl öncesinde, bu derece örgütçülüğünü ortaya koyan kişinin, geçen zaman ve edindiği tecrübeler de hesaba katılırsa, atılı suçları işlediğine ilişkin, yazıları dışında olayın aydınlatılabilmesinin ne kadar zor olacağı açıktır. İlhan Selçuk, cep telefonu kullanmamaktadır. Sabit telefondan yaptığı görüşmelerde de çok dikkatli konuştuğu, örgütsel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğu tespit edilmiştir." (Sayfa 1785-1787)

Polis şefinden "sosyalist" yaratan Ergenekon
"Ergenekon" operasyonları çerçevesinde gözaltına alınarak tutuklanan Hanefi Avcı'nın Devrimci Karargâh ile ilişkilendirilerek "sosyalist" ilan edilmesine varan tuhaflıklar silsilesinde, bu skandallara şaşanlar, daha büyük yaratıcılık ve fanteziler barındıran birinci, ikinci ve üçüncü "Ergenekon" iddianamelerine dönüp bakma ihtiyacı duymuşlardı.

"Haliçte Yaşayan Simonlar" adlı bir kitap yayımlayarak Fethullahçıların Emniyet'te nasıl örgütlendiğini anlatan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, bu kitap ile cemaati rahatsız etmişti ve Devrimci Karargah'a yardım ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Ülkücü ve işkenceci geçmişi ile bilinen polis müdürü Avcı'nın sol bir örgüte yardım ve yataklık ettiği iddiası, hiç kimseye inandırıcı gelmedi. 

"Gizli tanık" evresinden "bilgisayar virüsü" evresine
Ergenekon Davası'nın görüldüğü mahkeme Üçüncü İddianame'nin 185 klasörlük delilleri sanık avukatlarına dağıtılırken, tam 214 klasör "çok gizli" olduğu gerekçesiyle avukatlara bile verilmemişti. Öyle ki, "Ergenekon" adı verilen bu yapılanmanın, devletin en kritik yerlerindeki en mahrem bilgilere ulaştığı, arşivlediği ve bunlar üzerine strateji geliştirdiği, sadece bu "çok gizli" klasörlerin sayısının bile ne tür bir örgütlenme ile karşı karşıya olunduğunu ortaya koyduğu iddia edilerek, operasyonun kurgusu sağlamlaştırılmaya çalışılmıştı.

Ek klasörlerde dikkat çeken noktalardan birisi de "gizli tanık"lardı. Birinci ve ikinci iddianamelerde ifadeleriyle gündem oluşturan "gizli tanık"lar Üçüncü İddianame'de de eksik değildi. Birinci ve ikinci iddianamelerde "Kıskaç", "Aydos", "Hisar" başta olmak üzere yirmiye yakın "gizli tanık" vardı. Üçüncü İddianame'de "gizli tanık"lardan "Anadolu", "Gurbet" ve "Mehmet" de çok "çarpıcı" ifadeler vermişti.

Fakat ilk günden bu yana "gizli tanıklık" meselesi üzerine tartışmalar sürdü. "Gizli tanık"ların ne kadar güvenilir olduğu soruları, yandaş kalemler tarafından, "hücre tipi yapılanmış, gizliliğin temel esas olduğu örgütlenmelerde içeriden birinin gizli tanık olması çok önemli. Dosya sadece ifadeler üzerine kurulmuyor fakat bazen bir ifade kilit taşı rolü üstlenebiliyor" şeklinde açıklanmaya çalışılıyordu.

Dava sürecinde gizli tanıkların bir kısmının bizzat savcılar tarafından deşifre edilmesinin, "iddianameyi açıklasınlar" baskısı yüzünden gerçekleştiğini iddia eden yandaş basında, "gizli tanıkların gizliliği hayati öneme sahip. Çünkü karşımızda bombalara, tetikçilere, silahlara sahip bir yapılanma var. Ve savcıların iddiasına göre de gerektiğinde naylon terör örgütleri kurma yeteneği de mevcut. Uzantılarının da hâlâ aktif olduğu düşünülürse deşifre olacak gizli tanıklar da hayati tehlikeyle karşı karşıyalar" dendi.

Son iki dalgada, Odatv yöneticilerinin, suçlamaya zemin teşkil eden belgelerin bilgisayarlarına kendi bilgi ve yetkileri dışında yüklendiğinin söylenmesine ve bu iddianın kanıtlanmasının çok uğraş gerektirmemesine rağmen "Ergenekon üyeliği"ne delil sayılan "bilgisayar virüsü", ne olduğu belirsiz "gizli tanıklar"dan sonra yeni bir yöntemin devreye sokulduğunu gösterdi. En son gözaltına alınarak tutklanması talebiyle mahkemeye sevkedilen gazeteci Ahmet Şık da, Fethullah Cemaati hakkında hazırladığı kitabın taslaklarının Odatv bilgisayarında ne işi olduğunu bilmediğini zira kendisinin göndermediğini söylemesine rağmen, dava ile ilişkilendirildi.

Hâlâ "sulandırılmasın" edebiyatı...
"Sonuna kadar gidilsin" sloganıyla "Ergenekon" operasyonlarına toplumsal onay sağlamaya çalışan pek çok odağın önde gelenlerinden olan Taraf gazetesi ise son gelişmelerle birlikte yine "sulandırılmasın" edebiyatına sarıldı.

Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan ise dünkü yazısında, gazeteci gözaltıları nedeniyle tepki toplayan "Ergenekon" operasyonuna ilişkin dikkatleri gazetecilerden çok evine baskın düzenlenen MİT görevlisi Kâşif Kozinoğlu'na çevirecekleri bir habercilik yapacaklarını duyurdu.

Altan'a göre, MİT bulunan "belge"lerin resmi olmadığını, arşivlerinde bulunmadığını açıkladığına göre, Kozinoğlu'nun AKP'liler hakkındaki istihbarat çalışmaları kendi inisiyatifiyle gerçekleşmişti ama bu denli kapsamlı bir işte muhakkak kendisine yardımcı olan bir örgütlenme kurmuştu veya bir örgütle işbirliği yapmıştı.

"Kozinoğlu'nu kim korumuş? Eğer, hangi nedenlerle yapıldığı hâlâ anlaşılamayan ve hükümetin 'basın özgürlüğü' konusundaki tutumu hakkında ciddi kuşkular yaratan 'gazeteci gözaltıları' olmasaydı, bütün Türkiye dikkatini Kozinoğlu'na ve onun yaptıklarına çevirecekti. Devletin içinde varlığını sürdüren, karanlık amaçlı bir yapılanmanın ipuçları hep birlikte izlenecekti. Ergenekon'un MİT'in içine uzanan bir kolu sorgulanacaktı" diyen Altan, "Ergenekon örgütü"nün hâlâ aktif olduğu yorumuna sarılma cüreti de gösterdi.

(soL-Haber Merkezi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder