14 Şubat 2015 Cumartesi

Soner Yalçın : Atatürk’ün rüşvetle imtihanı

Soner Yalçın : Atatürk'ün rüşvetle imtihanı

Twitter: hsoneryalcin syalcin@sozcu.com.tr

4 Ocak 2015

TBMM Soruşturma Komisyonu, 17-25 Aralık operasyonlarıyla ilgili AKP'li dört eski bakanın Yüce Divan'a sevki konusunu yarın oylayacak. "Eski Türkiye" ile "Yeni Türkiye"nin rüşvete nasıl baktığını bir örnek olayla gözler önüne serelim. Büyük Kurtarıcı Atatürk bir gün arkadaşlarına şöyle dedi. "Rüşvet aldım çocuklar!" Şaka yapmıyordu. Bir rüşvetin sıra dışı soruşturması…

Yıl; 1927…

Ekim ayının son günleri…

Atatürk; Nuri Conker, Salih Bozok, Recep Zühtü, Ruşen Eşref Günaydın ve Yusuf Kemal Tengirşek ile sohbet ediyordu.

Atatürk, Sofya Ataşemiliterliği günlerini anlatıyordu. Konu, Şakir Zümre'ye geldi.

Atatürk, Fevzi Çakmak'ın akrabası Şakir Zümre ile Sofya'da tanışmıştı.

Şakir Zümre, ilköğrenimini Varna'da tamamladıktan sonra, lise ve hukuk fakültesini Cenevre'de okumuştu. Varna Türk milletvekili olarak Bulgar Parlamentosu'ndaki 17 Türk'ten biriydi.

İstiklal Savaşı döneminde yurtdışından Anadolu'ya silah ve cephane gönderdiği gibi savaş sanayisinde değerlendirilmek üzere Türkiye'ye usta ve teknisyen bulunmasında da yardımcı olmuştu. Bu üstün hizmetleri nedeniyle İstiklal Madalyası sahibiydi.

İstiklal Savaşı'ndan sonra Türkiye'ye dönen Şakir Zümre, Atatürk'ün onayıyla Türkiye'nin savunma sanayisinin ilk özel sektör fabrikasını kurmuştu…

Pırlantalı Tabaka

Atatürk'ün Sofya anılarını anlatmasının bir sebebi vardı; Şakir Zümre dün ziyaretine gelmişti. "Avrupa'dan dönüyormuş, bana da güzel bir hediye getirmiş. Altın, pırlantalı bir tabaka."

Konuklarına göstererek, "Pırlantadan da inisiyalleri var! Bayağı pahalı bir şey. İşleri iyi gidiyor anlaşılan" dedi.

Tengirşek, "Milli Savunma'nın taahhüt işlerini yapıyor" dedi. Ve bu söz üzerine Nuri Conker yüzüne anlamlı bir teşebbüs yerleştirince, Atatürk kızdı: "Ne var, neye gülüyorsun?"

Conker, "Siz, 'işleri iyi gidiyor' dediniz de, 'iyi gidiyor' ne demek, karun oldu karun" yanıtını verdi.

Atatürk dedikodu sevmezdi. Sinirlendi. "Ne zamandan beri başkasının parasında gözün var?"

Conker "haşa" dedi, "başkasının parasında pulunda gözüm yok; yalnız milletin parasında gözüm var."

Atatürk açık konuşmasını istedi. Conker, "Yusuf Kemal Bey söyledi, Milli Savunma Bakanlığı'na çürük çarık şeyler sokuşturuyor, sonra da milyonlar vuruyor."

Atatürk masadakilere sorular yöneltti. Sonra…

"Ya demek, eski arkadaşlarımız bize sırtını dayayıp hazineyi soyuyorlar, bize de rüşvet veriyorlar, öyle mi?"

Nuri Conker araya girdi: "Size sırtını dayayan yok. Bir yere sırtını dayamış ise, Milli Savunma Bakanı Recep Peker'in sırtına yaslanmıştır herhalde. Çünkü içtikleri su bile ayrı gitmiyor."

Armağan'mış

Atatürk'ün Şakir Zümre ile anıları nereden nereye gelmişti…

Başyaveri Rusuhi Savaşçı'dan Recep Peker'in nerede olduğunu öğrenmesini istedi.

Haber kısa sürede geldi: Kılıç Ali'nin evindeydi.

Atatürk, "Kalkınız Kılıç Ali'nin evine gidiyoruz" dedi.

Eve vardılar; Atatürk sağ elinin başparmağıyla zile uzun süreli bastı.

Zil sesini duyan Kılıç Ali heyecanlandı; "Atatürk geldi; bu onun kapı çalışı…"

Atatürk, Recep Peker'i görünce habersizmiş gibi göründü; "Kılıç misafirin varmış" deyip tokalaştı.

Atatürk sohbet arasında, "Çocuklar size sansasyonel bir haberim var; dün rüşvet aldım!" dedi.

İlk kez Recep Peker'in yüzüne bakarak, "Aldığım rüşveti görmek ister misin Recep Bey?"

"Estağfurullah Paşam, şaka yapıyorsunuz herhalde."

Atatürk sesini sertleştirdi:

- "Şaka falan değil. Rüşvet, bildiğin rüşvet."

Pırlantalı tabakayı getirtti. Peker'e uzattı.

- "Güzel bir tabaka Paşam, güle güle kullanın."

Atatürk karşılık verdi:

- "Sana 'rüşvet' diyorum, sen bana 'güle güle kullan' diyorsun; sana gelse sen kullanır mıydın?"

Peker, "Paşam sanırım şaka yapıyorsunuz; rüşvet olsa siz bunu alır mısınız?" deyince Atatürk şu yanıtı verdi:

"Hiç kimse insana 'rüşvet' diye vermiyor ki, 'armağan' diye veriyor."

Kılıç Ali, meselenin ardında neyin olduğunu merak etti ve dayanamayıp sordu: "Paşam bu rüşveti kimden aldığınızı bize söyleyebilir misiniz?"

"Tabii… Şakir getirdi."

Peker, "Paşam, şaka yapıyorsunuz. Şakir sizin bunca yıllık yakın arkadaşınız, hiç rüşvet olur mu bu?"

Atatürk kızdı, "Senin de arkadaşın, sana ne getirdi?" Yanıtını beklemeden devam etti: "Şakir senin bakanlığa öte-beri satıyormuş; sana kim bilir neler neler getirmiştir?"

Bu sözler üzerine evin salonuna bomba düşmüş gibi oldu.

Kısa bir süre sonra Atatürk ve misafirler çıkıp gitti.

Kılıç Ali ile Recep Peker evde bir başlarına kaldı…

Hükümet İstifa Etti

Kılıç Ali misafirine "Kahve ister misin" diye sordu.

Recep Peker, "Ne kahvesi bana bir viski ver" dedi. Çok üzgündü. Atatürk'ün böyle bir davranışı kendine reva görmesini kabul edemiyordu. Rüşvet yemeyeceğini bilmez miydi?

"Ne yapmalıyım" diye sordu.

Kılıç Ali, "istifa et" diye yanıtladı. "Atatürk'ü iyi tanırım, bu sana bir ihtar."

Recep Peker istifa etmeyeceğini belirtti. "Eğer istifa edersem kuşkuların haklı olduğunu kabul etmiş olurum."

Ertesi gün…

Kılıç Ali, Çankaya Köşkü'ne çıktı; Recep Peker'in kararını Atatürk'e bildirdi.

Atatürk, "Bir Milli Savunma Bakanı da kolundan tutulup atılmaz ya, kendi bileceği bir iş" dedi.

O akşam…

Atatürk ile Başbakan İsmet İnönü yan yana geldi.

İnönü, Peker'in istifa etmemesinin dedikoduları daha artıracağını söyledi. Sonra bulduğu yöntemi söyledi: "Hükümet olarak istifa etmek."

Atatürk öneriye sıcak baktı.

İnönü Hükümeti 1 Kasım 1927'de istifa etti.

Tarih: 2 Kasım 1927.

Başbakan İsmet İnönü yeni hükümetini Çankaya Köşkü'ne sundu.

Yeni kabinede Milli Savunma Bakanı Recep Peker yoktu….

Sonra Ne Oldu

Recep Peker rüşvet almış mıydı?

Tabii ki hayır. Yoksa….

Bir sonraki İnönü Hükümeti'nde Bayındırlık Bakanı yapılır mıydı?

CHP Genel Sekreteri yapılır mıydı?

1931-1936 yılları arasında Atatürk ve İnönü ile birlikte dönemin "güçlü üçüncü adamı" yapılır mıydı?

Ve en sonunda başkanlığa getirilir miydi?

Recep Peker dürüst bir devlet adamıydı.

Keza….

Şakir Zümre değerli bir işadamıydı.

TSK'nın ihtiyacı olan ilk silah ve cephaneler, ilk Türk denizaltı su bombaları, Şakir Zümre Fabrikası'nda üretildi. 1937'de Yunanistan, Bulgaristan, Polonya, Mısır gibi ülkelere silah ve cephane ihraç etti. Ne yazık ki, İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD ile yapılan anlaşmalar gereği, yapılan silah yardımı nedeniyle Şakir Zümre Fabrikaları, silah ve cephane üretimini terk etmek zorunda kaldı. Soba üretmeye başladı!

Peki… Atatürk neden bu kadar sert tepki gösterdi?

Üç nedeni vardı; Atatürk laubalilikten hiç hoşlanmazdı; Sovyetler Birliği heyetine Ankara'da verilen davet sırasında ev sahibi Milli Savunma Bakanı Recep Peker'in davetlilerden Korgeneral İzzettin Çalışlar'ın çenesini kaşımasına çok kızmıştı. Böyle laubali birinin bakan olmasını kabul edemiyordu.

İkincisi… Doğru bile olmasa dedikodulara adı karışmış arkadaşından hediye almayı kabul edememişti, kızgındı…

Üçüncüsü... Halkın parasının soyulmasına büyük tepki gösteriyordu; bu konularda çok hassas davranıyordu…

Recep Peker olayı ne ilk'ti ne de son'du… Şöyle…

iŞ TAKiPÇiSi MEBUSA ATATÜRK'ÜN SERT TAVRI


Başbakan İsmet İnönü milletvekillerinin ihalelere katılmalarına, iş takipçiliği yapmalarına karşıydı. Bunu yasaklayan yasa çıkarmak istiyordu.

Atatürk ayrı görüşteydi: "Bu kanunla olmamalı. Milletvekilleri böyle işlere girmenin sakıncalı olduğunu kendileri anlamalıdır. Bir milletvekiline 'ihalelere girmeyeceksin' demek, milletin seçtiği insanın idrakine güvenmemektir. Birkaç milletvekilinin yaptığı yanlış tüm milletvekillerinin üstüne yayılmamalıdır."

Kuşkusuz konu basında da yer aldı. Falih Rıfkı Atay, İnönü'den yanaydı; görüşünü Ulus'taki köşe yazısına taşıdı.

O günlerde, Milli Savunma Bakanı Abdülhalik Renda'nın İnönü'yü ziyaret ettiği ve ihale takipçiliği yapan bir milletvekilinden duyduğu rahatsızlığı ilettiği bilgisi, Atatürk'ün kulağına geldi.

Milli Savunma Bakanlığı silah alımı için ihale açmıştı ve iki firma adına bir milletvekili, iki ayrı teklif vermişti. Yani… İhaleyi hangi firma kazanırsa kazansın, kâr aynı kişinin cebine gidecekti!

Firmalar adına teklif veren kişi, Maraş Milletvekili Mithat Alan'dı.

Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin ablası Naima ile evliydi; yani eniştesiydi.

Atatürk, İnönü'ye sordu:

- Bu işin içinde Kılıç Ali'nin de parmağı olabilir mi?

Sanmıyorum Paşam, belki kullanılıyor olabilir!

Sorunu çözmek Atatürk'e kaldı…

O akşam konunun muhatapları Abdülhalik Renda, Falih Rıfkı Atay, Kılıç Ali vs. Çankaya Köşkü'ne davet edildi.

Atatürk birden Kılıç Ali'ye, "Enişten nasıl" diye sordu.

Kılıç Ali, "Sayenizde iyidir Paşam" yanıtını verince Atatürk sinirlendi: "Neden benim sayemde iyi olacakmış, kendi sayesinde iyidir."

Sonra, "Haydi Mithat Bey'in evine baskın yapalım" diyerek sofrada bulunanlarla Mithat Bey'in evine gitti.

Sofrada Atatürk konuyu milletvekillerinin iş takipçiliğine getirdi. "Bir milletvekili demek, o ülkenin en yetişkin insanı demektir. Millet için yararlı olabilmesi buna bağlıdır. Onun için dokunulmazlığı vardır. Milletvekili beyaz eldivenli adam demektir. Ben arkadaşlar arasında eldivenini lekeleyen birilerinin olacağına inanmak istemiyorum."

Falih Rıfkı'ya dönerek, "Hiçbir milletvekili böyle alçak işlere tenezzül edemez, rahat ol sayın yazar, rahat ol!" dedi.

Ardından… Mithat Alan'a bakarak; "Sizin işler nasıl gidiyor sayın vekilim?" dedi..

- Milletvekili olunca elimdeki ufak tefek işleri dağıttım Paşam. Şimdi ticaretle

uğraşıyorum.

- Yaa öyle mi? Demek yanlış biliyorum, senin bazı temsilcilikler yaptığını

söylemişlerdi.

- Bir-iki silah fabrikasının mümessilliği, temsilciliği var Paşam.

- Hangileri onlar?

- Biri Çekoslovakya'nın, diğeri Fransa'nın…

- Ticaretle uğramadığını söylediğine göre bunlar fahri işler herhalde.

- Fahri değil pek Gazi hazretleri, iş olursa küçük bir komisyon veriyorlar.

- Nasıl yani yüzde 5, yüzde on?

- Gazi Paşam yüzde yarım, yüzde bir bazen yüzde iki…

- Peki siz bu komisyona karşılık ne yaparsınız?

- Fabrikaların Türkiye'deki işlerini gözetirim. İhale olursa haber veririm. Fabrika adına teklif veririm.

- Anlaşıldı. Yani Türkiye'de fabrikaların işini kovalarsınız.

Atatürk sonra Kılıç Ali'ye döndü:

"Yani Kılıç, para kazanacak ne işler var görüyor musun? Sen bunlardan bana hiç bahsetmezsin."

Kılıç Ali çok üzgündü, "Paşam beni bilirsiniz, ben bu işlerden anlamam ve yapanlardan da pek hoşlanmam. İşte yüzü burada, ben Mithat'a kaç defa söyledim bu işlerle uğraşma diye. Milletvekili milletvekilidir o kadar."

- Bak bunu iyi söyledin Kılıç, milletvekili milletin vekilidir, milletin derdiyle uğraşacak.

Sonra tekrar Mithat Alan'a döndü Atatürk:

- Siz eskiden beri bu fabrikaların temsilcisi misiniz Mithat Bey?

- Çekoslovakya silah temsilciliğini iki yıldır, Fransız silah temsilciliğini dört aydır Paşam.

Atatürk, Bakan Renda'ya sordu:

- Orduya silah alım ihale ilanını kaç ay önce vermiştin sayın bakan?

- Dört ay önce efendim…

Bu yanıt üzerine Atatürk, "Haydi arkadaşlar kalkalım!" dedi.

Kılıç Ali, eniştesi Mithat Alan ile konuştu. Ortada hırsızlık, rüşvet yoktu. Fakat… Bir milletvekilinin iş takipçiliği yapması doğru değildi. Eniştesinin istifa etmesini istedi.

Dört dönemdir Maraş milletvekilliği yapan Mithat Alan elindeki istifa mektubuyla Çankaya Köşkü'ne çıktı. Atatürk makamına kabul etmedi. Elindeki istifa dilekçesini yavere bırakıp gitti.

"Eski Türkiye" ile "Yeni Türkiye" farkıdır bu…

 


a45UyF587661-150213161248 Oraj Poyraz oraj.poyraz@openmail.cc
2015/02/14  11:20 3  49  1 undefined Ciddiyizbiz@googlegroups.com

 

Alimler Islamin bayraktari, cennetin sakinleridir.

Anonim

Kuva-i milliyeciler kudurmus haydutlardir.

Medrese Hocalari Dernegi (Cemiyet-i Muderressin)

Gelecegin dini kozmik bir din olacak.
Kisisel Tanriyi asmali ve dogma ile teolojiden kacinmalidir.
Hem dogal hem de tinsel dinselligi kusatarak, anlamli bir butunluk olarak dogal ve tinsel her butun her seyin deneyiminden doga bir dinsel duygu uzerinde kurulu olmalidir.
Budizm bu tanima cevap verir.
Eger modern bilimsel ihtiyaclarla basa cikabilecek herhangi bir din varsa o Budizm olur.
Eger insanlar sadece cezalandirilmak korkusuyla ve odullendirmek umuduyla iyi insan iseler; bu durumda, gercekten cok uzgunuz.

The religion of the future will be a cosmic religion.
It should transcend personal God and avoid dogma and theology.
Covering both the natural and the spiritual, it should be based on a religious sense arising from the experience of all things natural and spiritual as a meaningful unity.
Buddhism answers this description.
If there is any religion that could cope with modern scientific needs it would be Buddhism.
If people are good only because they fear punishment, and hope for reward, then we are a sorry lot indeed.
Albert Einstein, quoted in Madalyn Murray O Hair, All the Questions You Ever Wanted to Ask American Atheists (1982) vol.ii., p.29


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder