8 Ekim 2017 Pazar

ZEYNEP ALTIOK AKATLI : ORWELL’IN HAYVAN ÇİFTLİĞİ, POPÜLER KÜLTÜR VE CEHALET…



ZEYNEP ALTIOK AKATLI : ORWELL'IN HAYVAN ÇİFTLİĞİ, POPÜLER KÜLTÜR VE CEHALET…

08.10.2017 - CHP Genel Başkan Yardımcısı

Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan -adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı'nın bir kitabına Shakespeare'den esinle isim olarak verdiği- "kültürsüzlüğümüzün kışı"nı yaşadığımız gerçeğidir

TDK'ye göre 'diktatör'ün tanımı: Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse.

TDK'ye göre 'adalet'in tanımı: Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması.

Hayvan Çiftliği, Onuncu Bölüm: "Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir!"

Birini tercih edeceğiz. Ya yasalar önünde eşit yaşayan özgür ve demokrasiye bağlı bireyler olacağız. Ya da diktatör ne derse o olacak…

Yani ya hepimiz ya da hiçbirimiz…

• • •

Son günlerde Orwell'in Hayvan Çiftliği romanı üzerinden yapılan açıklamaya bakılırsa AKP'nin Genel Başkanı ne derse olsun istemenin de bir adım ötesine geçmiş ne uydurursa o olsun istiyor! 15 yıllık AKP iktidarı boyunca sistemli şekilde öncelikle eğitimi hedef alarak yerleştirilen kültürsüzlük, bu yozluğun inşası için kullanılan popüler kültür ve kalıcı olan teslimiyet sayesinde koca ülke sahici bir çiftliğe dönüştü.

Öyle ki kulaktan dolma bilgilerle afili yazar, filozof isimleri kullanmak bu yolla aydın postuna bürünmek de yetmiyor. Hiç söylenmemiş sözleri, hiç kastedilmeyen yorumları bu isimlere atfederek, çıktığınız tahttan büyük bir özgüvenle 'hayvan çiftliğindeki sürülere' doğru savuruverdiniz mi daha güvenilir, bilge ve inandırıcı görünüyorsunuz anlaşılan. Kimse işin gerçeğini bilmez, kimse sorgulamaz nasılsa. Sorgulamayan, düşünmeyen sadece beyana inanan bir toplum inşa edilmiştir artık. Düşünenler susturulmuş, konuşanlar tutsak edilmiş, ısrarcılar bir şekilde yok edilmiştir. 'Kral çıplak' diyebilecekler de korkudan susmaktadır.

Hayvan Çiftliği olabilecek en ince ve ironik biçimde tam da bu tabloyu anlatır. Kitapta özetle; çiftlikte yaşayan hayvanlar baskılar ve kısıtlanan özgürlüklerden yılmıştır. Arzuları kendilerine iyi davranılması olan hayvanlar başkaldırır ve yönetimi ele geçirirler. Bir kanun çıkartırlar. İnsanlar gibi olmayacaklar, asla başka bir hayvanı öldürmeyeceklerdir. Başta her şey yolunda gider ve kendi aralarında yaptıkları eşit iş dağılımı ile çiftliği mükemmel şekilde işletirler.

Ancak iyilik bu kadar kolay değildir. Diğerlerinden üstün olmak isteyen hırslı domuzlar iktidarı ele geçirir ve insanlardan da daha baskıcı bir düzen kurarlar!

Snowball adındaki domuz okumayı öğrenip diğer hayvanlara öğretmeye başlar. Snowball düşünen biri olduğu için zamanla liderliğini kaybetmekten korkan Napolyon'un kinini kazanmaya başlar. Napolyon gücünü koruyabilmek için yavru köpekleri polis gibi eğitip kendi himayesine alır. Gücü eline geçirdiğinde Snowball'u hain ilan ederek çiftlikten attırır. Napolyon ihtiras ile kendine göre kararlar almaya başlar. İlk olarak kelime oyunları ile anayasa'da değişikliklere gider. Tabi ki değişiklikler hep kendi rahatı, rantı ve iktidarı içindir. Çiftliğe propaganda için yandaş medya'yı getirir ve sürekli kendini haklı gösteren ve öven yayınlar ile hayvanların beynini yıkamaya başlar! Çiftlikte bir sorun olduğunda bir zamanlar kovdurduğu ve ortalıkta görünmeyen Snowball'a suçu atar. Güzel bir şey olduğunda da kendi marifeti olduğunu bağırarak anlatır. Muhalif bir görüş olduğunda ise polis köpeklerini salarak korku yaratır.

Napolyon çiftlikte kıtlık başlayıp açlık baş gösterdiğinde tavukların yumurtalarını satmaya karar verir. Fakat tavuklar karşı çıkınca onları hain ilan eder ve hepsine ölüm cezası verir. Anayasada da maddeyi "hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç" diyerek değiştirir. Bunun üzerine tüm tavuklar öldürülür. Napolyon başkan olmanın konforunu sonuna kadar yaşamak ister ve bu yüzden bir zamanlar çiftlikten kaçırdığı insanlarla anlaşma yapar. Keyfi için çiftliğin ürünlerini onlara satar ve ihtişam içinde hayatına devam eder…

Bu kısa özete baktığımda benim aklıma gelen Birleşmiş Milletler olmadı nedense. Hatta kitabın yazıldığı dönemde eleştiri getirdiği Stalin ve onun iktidarı da aklıma öncelikli olarak düşmedi.

Tarihsiz bir sistem eleştirisi olarak Hayvan Çiftliği'nin, muktedirin diline nasıl ve neden düştüğüne bakalım. İktidarın siyasal İslâm etkisi altına alarak topyekûn değiştirmek istediği eğitim sistemi felsefeye, edebiyata, sanata düşman. Geçmiş ve bugün bağını yok etmek üzere belleksiz ve bilgisiz bir toplum yaratma emeliyle ilk ve orta öğretimi tamamıyla imam hatiplere teslim eden anlayış iş yüksek öğretime geldiğinde intihallerle profesör olan, "Cemevi, Ali, insana saygı, Madımak, hoşgörü diyen ne kadar namussuz mezhepçi varsa Halep'te katillerle beraber. Lanetliler topluluğu…" sözleriyle halkı açıkça kin ve düşmanlığa teşvik eden açık nefret dili kullanan akademisyenler gibileri koruyup kollar hatta iktidarın kilit görevlerini emanet eder.

Cahilleştirilen kitleler toplumsal hafızasızlık da eklendiğinde süslü sözlere, kof vaatlere kolayca inanır hale geldi. Öyle ki bilgisizliği açığa çıkaracak, ifşa edecek birikimde eğitmen, siyasetçi, gazeteci de bulunmaz oldu genç nesil arasında. Tarihi, doğruyu, bilgiyi eğip bükme de yetmez olunca okkalı yalanlar devreye giriveriyor şimdilerde. Öyle ya Kabataş'ta gündüz ortası 100 adamın bir türbanlı bacımızı üstleri çıplak, deri pantolonlar ve zincirlerle çevreleyip üzerine işediği ve gelip geçen kimsenin de müdahale etmediği müthiş bir zulüm tablosuna ülkenin önde gelen "okumuş yazmış" gazetecileri, genel yayın yönetmenleri bile inanır!

"Camileri ahır yaptılar" klişesi yetmemiş olsa gerek "cenazeleri yıkayacak imam yoktu" safsatasını sorgulayacak 'cenazeyi imam yıkamaz ki' diyebilecek "dindar" bile bulunamaz olur. Bu söylemler ve eğitim politikalarının bugün ülkemizi getirdiği yer 993 bin 794 öğretmen, 156 bin akademisyen yanında 101 bin imam-Kur'an kursu hocası-müezzin; 61 bin 201 okul yanında 87 bin 806 cami bilançosudur. İstanbul Müftüsü "10.000 cami daha gerek İstanbul'a" diyor. Sanırsınız büyük bir zulüm var. Evet 21. yüzyıl Türkiye'sinde cenazeler yerlerde kalıyor ama imam yokluğundan değil. İnsanlık ve vicdan yokluğundan!

Bugün ömründe bir edebiyat eseri okumamış, konsere gitmemiş siyasetçiler "Yeni Türkiye"nin inşası için kolları sıvamış; büyük bir kurtuluş savaşının ardından kurulan köy enstitülerinde yetişen öğretmenleri, sanatçıları, gazetecileriyle aydınlanan genç Cumhuriyetin bilimle sanatla, kültürle yetişen bireyleriyle üreten, büyüyen Atatürk'ün Türkiye'sinin fabrikalarını, TDK, TÜBİTAK gibi kurumlarını, okullarını, üniversitelerini, demir yollarını, topraklarını, ormanlarını talan ediyor.

Bunu yaparken de Orwell'i çarpıtıyor, August Comte gibi 'sorunlu bir şahsın' fikirlerinin kabul görmesinden rahatsız oluyor. Öyle ya "yerli ve millisi" dururken! Oysa "kendinden" bildiği İbn-i Haldun'u yasaklayan sandığı gibi ilerici, laik, kesimler değil gericiliği, baskı ve yasakları ile nam salmış Abdülhamit'tir. İbn Haldun'un dinsel, siyasal olaylara ideolojik bir açıdan bakmadığını, akıl ve bilimi esas aldığını bilse böyle sever miydi bilinmez. Ama "kindar ve dindar" kitlesi İbn Haldun'u da bilse bilse reisi kadar bilir nasılsa.

Şöyle bir bakalım bizim "ben söyledim oldu" çiftliğinde kimler başka neler söylemiş:

Recep Tayyip Erdoğan: "Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı."

159 gazeteci tutuklu, hapishaneler yetmiyor 175 yenisi inşada.

Bekir Bozdağ / Eski Adalet Bakanı: "Türkiye'de tweet attı diye tutuklanan bir Allah'ın kulu yok"

Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği iddiasıyla 1845 kişiye dava açıldı. Bu sayı Ahmet Necdet Sezer için 26, Gül İçin 139 kişiydi.

Onlara hakaret mi edilmiyordu? Daha mı çok seviliyorlardı? Ortada hakaret falan yok bu bir cadı avı mı?

Mehmet Şimşek: "Ortada OHAL varmış gibi bir hal yaratılıyor"

Yok canım olur mu hiç. OHAL zaten olağan halde lale devri demek. Ha bu arada 111 bin 240 kamu görevlisi ihraç edildi. 1656 kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklu ve 35 kişi intihar etti…

Burhan Kuzu / Eski Anayasa Komisyon Başkanı – AKP Milletvekili – "Profesör":

"Türkeş, 27 Mayıs cuntacılarının idam kararını onaylamalarına karşı çıkınca, Hindistan'a sürüldü, tabutluklara konuldu ve tırnakları söküldü."

Oysa Türkeş'in tabutluk "iddiası" Tarhan Erdem'in dediği gibi 1944'te, Yeni Delhi'ye gönderilmesi 14 Kasım 1960'da, idam kararlarının onaylanması 16 Eylül 1961'deydi… Ne gam! 'Ben söylerim bugün gündem köpürtür, cahili dolduruşa getirir, muhalefeti hedef gösteririm.' bakışı, sosyal medyada gerçeği bilenler tarafından alay konusu olunca da koskoca profesör "yapan aynı da ondan" diye savuşturur.

Yine Burhan Kuzu:

"Madımak vahşeti, Uğur Mumcu'nun öldürülmesi, Eşref Bitlis Paşa'nın helikopter kazası ve Özal'ın zehirlenmesi aynı yıl; 1993… İktidarda SHP var."

Burhan Kuzu insanların acılarından siyaset çıkaracağına, o acıları bizlere yaşatanlara neden kol kanat gerildiğini anlatırsa belki kendisini dinleyen, ciddiye alan birileri çıkacaktır.

Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan -adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı'nın bir kitabına Shakespeare'den esinle isim olarak verdiği- "kültürsüzlüğümüzün kışı"nı yaşadığımız gerçeğidir.

İktidarın yarattığı kültürsüzlük ikliminde hangi birine ne anlatsam bilemedim. Ama eyleme geçmiş cehaletin; aralarında babam Metin Altıok'un da bulunduğu Behçet Aysan, Asım Bezirci, Uğur Kaynar, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Asaf Kocak gibi aydınları düşündükleri ve aydınlattıkları için ateşe verdiği 35 insan adına onları ve nicelerini hedef alan siyasal İslam ideolojisinin bugüne şekil verdiği günlerde bu bilinçli aldatmacaya bir yanıt vermek gerekli. Zira o gün ateşe verilen Madımak'ta asıl hedef bugün yaşadıklarımızdı. Şimdi iktidar muhterislerinin çoklukla kullandığı bu yanlışa karşılık kısa bir 'ders' zamanı…

1-Sivas Katliamı olduğunda Kuzu'nun iddia ettiği gibi SHP iktidarda değildi. 25 Haziran 1993'te kurulan 49. hükümet DYP ve SHP koalisyonuydu ve hükümet daha 1 haftalıktı! İçişleri, Milli Savunma ve en önemlisi Başbakanlık DYP'deydi.

2- Bugün Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı üzerinden yürütülen "ılımlı İslam" soslu rejim değişikliğinin ilk ve en keskin denemesi

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta "Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak", "kahrolsun laiklik" sloganlarıyla Cuma namazından çıkan ve devletin göz yumarak izin vermesi sonucu 15 bin kişiye ulaşan kalabalık tarafından yapılmıştı. Sivas Katliamı'nın zaman aşımına uğramasına 'hayırlı olsun' diyen de AKP'nin Genel Başkanı'nın ta kendisi. O gün aydınlarımızı yakan zihniyet bugün Sivas Katliamı'nı savunan neredeyse tüm avukatları parlamentoya ya da devletin çeşitli sorumlu kademelerine taşıdı. Son örnek Gümrük Bakanı ve çiçeği burnunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.

3-Bir haftalık iktidar ortağını Madımak Katliamından sorumlu tutanlar 15 yıllık tek başına ve blok iktidar döneminde kırmızı bültenle aranan katliam sanıklarının yakalanması için üzerine düşeni yapmadı, adaletin yerini bulması için dinlenmesi gereken kilit isimleri sorgulamadı, karanlığın aydınlatılması için adım atmadı. Faili meçhul siyasi cinayetlerin aydınlatılması için Toplumsal Bellek Platformu Meclis'e tam 27 kez önerge getirdi bunların tamamı salt AKP oyları ile reddedildi!

Evet! Ya hepimiz ya da hiçbirimiz…

https://www.birgun.net/haber-detay/orwell-in-hayvan-ciftligi-populer-kultur-ve-cehalet-183324.html

 
a45UyF587661-171008165924 Oraj Poyraz At Alpinaasia oraj_poyraz@alpinaasia.com
2017/10/08  17:08 1  39  3-ekim-dernegi@googlegroups.com


 
--

Kardes kardesi atmis, yar basinda tutmus.

Anonim

General Paraskevopulos un ordusu, simdi surat ve siddetle harekata devam eyleyecek olursa, birkac haftada Ankara onlerinde bulunacaktir.
Yunan ordusunun basarisi icin dua ediniz!
Yunan ordusunun ilerlemesi hukumetimizin programina uygundur.
Bu ordu bizim ordumuzdur!

Adliye Naziri (Medrese cikisli) Ali Rustu - 12.07.1920

ALBERT EINSTEIN : NEDEN SOSYALIZM

Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkinda gorus bildirmesi dogru mudur?
Ben buna birkac neden yuzunden evet diyorum.
Gelin, bu soruyu once bilimsel bilgi acisindan degerlendirelim.
Ilk bakista astronomi ve ekonomi arasinda onemli yontemsel farkliliklar gorulmeyebilir.
Her iki alanda da bilim adamlari kisitli sayidaki gorungulerin(fenomen) aralarindaki baglantilari mumkun oldugu kadar anlasilir yapmak icin genel kabul gorecek yasalar kesfetmeye calisirlar.
Fakat aslinda yontemsel farklar vardir.
Ekonomi alaninda genel kabul goren yasalarin kesfedilmesini zorlastiran gozlemlenecek ekonomik gorungulerin pek cok faktorden etkilenmeleri ve bu etkilerin tek baslarina degerlendirilememesidir.
Ayrica, -hepimizin bildigi gibi- insanlik tarihinde uygar donem in baslangicindan bu yana edinilen deneyimler ozunde ekonomik olmayan faktorlerden etkilenip kisitlanmistir.
Ornegin, bircok buyuk devlet sekli varliklarini fetihlere borcludurlar.
Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ulkenin -yasal ve ekonomik olarak- ayricalikli sinifi yapmislardir.
Toprak sahipligini tekellerine gecirmisler ve ruhani grubu kendi aralarindan belirlemislerdir.
Egitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sinif ayrimini kurumlastirmislar, insanlarin bundan sonra cogunlukla bilincsizce toplumsal davranislarini yonlendirecek bir degerler sistemi yaratmislardir.

SOSYALIZMIN GERCEK HEDEFI

Ancak tarihsel gelenek, insanligin gelismesinin dune kadar Thorstein Veblen in yagmaci donem adini verdigi asamanin otesine hicbir yerde gecemedigini gostermektedir.
Gozlemlenen ekonomik gercekler o doneme aittir ve onlardan turetilecek yasalar insanligin diger donemlerine uygulanamaz.
Sosyalizmin gercek hedefi bu donemin otesine gecerek, insanligin gelisimini yagmaci donemden daha ileri bir doneme tasimak olduguna gore, ekonomi bilimi, mevcut haliyle, gelecegin sosyalist toplumuna cok az i$ik tutabilmektedir.
Ikinci olarak sosyalizm, amaci toplumsal-ahlak olan yone yonelmistir.
Ancak bilim amac yaratmadigi gibi, bunlari insanlara da asilayamaz; bilim, en fazla, amaclara ulasilmasini saglayan araclar yaratabilir.
Ancak amaclar yuce ahlaki ideallere sahip kisiliklerce kavranilirsa ve bu amaclar olu dogmamissa, yasamsal ve guclulerse bir cok insan tarafindan ileri tasinarak, toplumun yavas/agir evrimine yon verir.
Bu nedenlerden oturu insana iliskin sorunlarda bilimi ve bilimsel yontemleri fazla abartmamaya dikkat etmek ve toplumun orgutlenmesini etkileyen sorunlarda sadece uzmanlarin soz hakki oldugunu da varsaymamak gerekir.

BIR CIKIS VAR MI?

Bir suredir cok sayida kisi toplumun bir krizden gectigini one surerek, toplumun dengesinin ciddi olarak bozuldugunu ifade etmektedir.
Boyle durumlarda kisilerin farkli dusunmeleri, hatta ait olduklari gruba karsi dusmanca hisler beslemeleri tipik bir davranistir.
Ne dedigimi anlatmak icin basimdan gecen bir deneyimimi aktarayim.
Gecenlerde zeki ve iyi yetismis bir kisi ile yeni bir savas tehdidini tartisirken, boyle bir savasin insanligin varligini ciddi bicimde tehlikeye sokacagini ve bu tehlikeyi ancak uluslarustu bir organizasyonun onleyebilecegini soyledim.
Bunun uzerine muhatabim bana gayet sakin bir bicimde, Insan irkinin yok olmasina niye bu kadar karsisin? dedi.
Eminim ki daha bir asir onceye kadar hic kimse boyle gayr-i ciddi bir soylemde bulunamazdi.
Bu soylem kendi icinde bir denge saglamak icin bosuna ugrasmis ve bunu basarma umudunu az-cok kaybetmis bir adamin soylemi idi.
Bu soylem aci veren bir yalnizligin ve tecrit olmanin ifadesidir ve bu gunlerde cok kisi ayni aciyi cekmektedir.
Sebebi nedir?
Bir cikis var mi?
Boyle bir soruyu sormak kolay, ancak belli derecede ikna edici bir yanit vermek zordur.
Ancak duygularimizin ve ugraslarimizin celiskili, belirsiz olduklarinin bilincinde olarak ve onlarin kolay ve basit formullerle ifade edilemeyecegini bilerek yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya calisip, yanitlamayi deneyeyim.

BIREYSEL VE SOSYAL VARLIK

Insan hem tek basina yasayan hem de sosyal bir varliktir.
Tek basina yasayan bir varlik olarak kisisel isteklerini tatmin etmek ve dogustan edindigi yeteneklerini gelistirmek icin kendisinin ve yakinlarinin varligini koruma cabasi icindedir.
Sosyal bir varlik olarak ise, cevresindeki dostlarinin sevgisini ve takdirini kazanmaya, mutluluklarini paylasmaya, acilarini dindirmeye ve yasam kosullarini iyilestirmeye calisir.
Iste sadece bu cesitli, zaman zaman celiskili cabalarin varligi, insanin ozel karakterini aciklar; bunlarin ozgun bilesimi bireyin icsel bir dengeye erisme derecesini belirler ve toplumun esenligine katkida bulunur.
Genel olarak bu iki durtunun gorece direnclerinin kalitimla duzenlenmis olmasi mumkundur.
Fakat nihai olarak ortaya cikan kisilik, buyuk olcude insanin gelisimi sirasinda kendisini icinde buldugu cevre, icinde buyudugu toplumun yapisi, o toplumun gelenekleri ve belirli davranis bicimlerinin ovulmesi ile olusur.
Soyut toplum kavrami birey acisindan cagdaslari ile ve onceki nesillerle dolayli dolaysiz iliskisinin toplami anlamina gelir.
Birey dusunebilir, hissedebilir, mucadele edebilir ve kendi basina calisabilir fakat -fiziksel, entelektuel ve duygusal varligi ile- topluma oylesine bagimlidir ki- onu toplum cercevesinin disinda dusunmek ve anlamak imkansizdir.
Ona gida, giyecek, ev, is araclari, dil, dusunce bicimleri ve buyuk olcude dusuncenin icerigini saglayan bu toplum dur.
Bu kucucuk toplum kelimesinin ardinda sakli, gecmiste yasamis ve bugun yasamakta olan milyonlarca insanin emegi ve becerisidir ona hayat veren.
Dolayisiyla, bireyin topluma bagimliliginin doganin ortadan kaldirilamayan bir gercegi oldugu kanitlanmistir.
Aynen karincalar ve arilar gibi.
Fakat karincalarin ve arilarin tum yasam sureci en ince ayrintisina kadar kati, kalitimsal icguduler ile belirlenmisken, insanoglunun sosyal kaliplari ve karsilikli iliskileri son derece degiskendir ve degisime aciktir.
Hafiza, yeni birlesimler olusturma kapasitesi, sozel iletisim kurabilme ustunlugu insanoglunun biyolojik zorunluluklarinin buyurmadigi gelismeler saglamasini mumkun kilmistir.
Bu gelismeler kendilerini edebiyatta, bilimsel ve teknik basarilarda, sanat eserlerinde, gelenekler, kurumlar, orgutler olarak gosterir.
Bu bir anlamda insanin kendi yasamini kendinin nasil yonettigini ve bu surecte bilincli dusunme ve istemenin nasil bir rol oynadigini aciklar.

DEGISKENLER-DEGISMEZLER...

Insanoglu dogustan, kalitimsal olarak, insan turunun karakteristigi olan dogal istekleri de iceren, sabit ve degismez olarak niteledigimiz biyolojik bir bunyeye sahiptir.
Buna ek olarak, yasam suresi icinde, iletisim ve baska etkiler araciligiyla yasadigi toplumdan kulturel bir bunye edinir.
Zaman icinde degisime acik olan ve bireyle toplum arasindaki iliskiyi buyuk olcude belirleyen iste bu kulturel bunyedir.
Modern antropoloji bize ilkel denilen kulturlerin karsilastirmali olarak incelenmesi yoluyla, insanoglunun sosyal davranislarinin gecerli kulturel kaliplara ve topluma egemen olan orgut tiplerine bagli olarak cok buyuk degi$iklikler gosterdigini ogretmistir.
Iste insan turunu iyilestirme mucadelesi verenlerin umutlarinin dayanagi sudur: Insanlarin birbirlerini mahvetmek istemelerinin ya da zalim, kendi kendine kasteden kaderin ocagina dusmus olmalarinin nedeni biyolojik bunyeleri degildir.
Yasami olabildigince doyurucu kilabilmek icin toplum yapisinin ve insanin kulturel yaklasiminin nasil degistirilmesi gerektigini kendimize sorarsak, degistiremeyecegimiz bazi kosullarin varligi gerceginin surekli bilincinde olmamiz gerekir.
Daha once de belirtildigi gibi insanin biyolojik yapisi, nereden bakilirsa bakilsin degismez.
Ustelik son birkac yuzyilda yasanan teknolojik ve demografik gelismeler kalici durumlar yaratmistir.
Varliklarinin devami icin vazgecilmez sayilan urunlerle, nufusun gorece yogun oldugu yerlerde, asiri ayrintili bir isbolumu ve son derece merkezi bir uretim aygiti mutlak zorunluluk haline gelmistir.
Bireylerin ve nispeten kucuk topluluklarin tamamen kendine yeterli olduklari, geri donup baktigimizda son derece huzurlu gorunen zaman sonsuza dek yitip gitmistir.
Insanoglunun artik bir uretim ve tuketim gezegeni olusturdugunu soylersek fazla abartmis olmayiz.

CAGIN OZU

Cagimizin ozunu bana gore neyin olusturdugunu kisaca belirtebilecegim bir noktaya simdi varmis bulunuyorum.
Bu toplumla bireyin iliskisi ile ilgilidir.
Birey topluma olan bagimliliginin gecmiste olmadigi kadar bilincindedir.
Ama bu bagimliligi organik bir bag, koruyucu bir guc, olumlu bir varlik olarak gormek yerine, daha cok dogal haklarina hatta iktisadi varligina karsi bir tehdit olarak algilamaktadir.
Dahasi toplumdaki konumu oyle bicimlenmistir ki, yapisinin egoistce suruklenisi surekli vurgulanmakta, dogal olarak daha zayif olan sosyal yapisi gittikce bozulmaktadir.
Toplumdaki konumlari ne olursa olsun tum insanlar bu bozulma surecinde rahatsiz olmaktadirlar.
Kendi egolarinin mahkumu olduklarini bilmeksizin, kendilerini guvensiz ve yalniz, yasamin basit, sade, dogal tadindan yoksun kalmis hissederler.
Insan kisa ve cetin de olsa yasamin tadina varabilir, yeter ki kendini topluma adasin.
Bugunku haliyle kapitalist toplumun iktisadi anarsisi bence belanin asil kaynagidir.
Onumuzde bireylerinin, birbirlerini kolektif emeklerinin meyvelerinden yoksun birakmak icin yilmadan -zor kullanarak degil fakat yasalarla belirlenmis kurallarin tumune gonulden uyarak- ugrastigi dev bir ureticiler toplulugu gormekteyiz.
Bu baglamda uretim araclarinin -yani tuketim mallarini ve buna ek olarak yatirim mallarini uretmek icin gereken tum uretim kapasitesinin- yasal olarak ve cogu kez bireylerin ozel mulkiyetlerinde oldugunun onemini kavramamiz gerekir.
Konuyu basitlestirmek icin, asagidaki anlatimda uretim araclarinin mulkiyetini paylasmayan herkesi isci olarak adlandiracagim, bu terimin yaygin kullanimina tam olarak denk dusmese de.
Uretim araclarinin sahibi, iscinin isgucunu satin alabilecek durumdadir.
Isci uretim araclarini kullanarak kapitalistin mali haline gelecek yeni mallar uretmektedir.
Her ikisi de gercek deger uzerinden olculmek uzere, iscinin urettigi ile ona odenen arasindaki iliski bu surecin esas noktasidir.
Is sozlesmesi serbestce belirlendigi surece, isciye yapilan odemeyi belirleyen urettigi malin gercek degeri degil, iscinin asgari gereksinimleri ve is icin rekabet eden isci sayisina iliskin olarak kapitalistlerin isgucune ihtiyaclaridir.
Teoride bile isciye yapilan odemenin urunun degeri tarafindan belirlenmediginin anlasilmasi onemlidir.

KAPITALIZMIN YASASI

Kismen kapitalistler arasindaki rekabet ve kismen teknolojik gelismelerin ve artan isbolumunun daha buyuk uretim birimlerinin kucuklerin yerini almasini saglamasi sonucunda, ozel sermaye az sayida elde yogunlasmaktadir.
Bu gelismelerin sonucunda, demokratik olarak orgutlenmis bir siyasi toplumda bile etkin olarak denetlenemeyecek devasa bir guce sahip ozel sermaye oligarsisi olusur.
Bu boyledir cunku yasama organlarinin uyeleri, nereden bakilirsa bakilsin secmenle yasama organinin birbirinden ayiran ozel sermaye tarafindan buyuk olcude finanse edilen ya da baska sekillerde etki altina alinan siyasi partiler tarafindan secilir.
Bunun sonucunda halkin temsilcileri gercekte nufusun temel haklardan yoksun kesimlerinin cikarlarini yeterince koruyamazlar.
Ustelik, mevcut kosullar altinda, ozel kapitalistler kacinilmaz olarak temel bilgi edinme kaynaklarini (basin, radyo, egitim) dogrudan ya da dolayli olarak denetlerler.
Dolayisiyla, bir vatandasin bireysel olarak nesnel yargilara varmasi ve siyasi haklarini akillica kullanmasi hayli zor hatta cogu zaman imkansizdir.
Sermayenin ozel mulkiyetine dayali ekonomilerde egemen olan durum iki ana ilke ile nitelendirilir: Birincisi, uretim (sermaye) araclarinin ozel mulkiyetidir ve mulk sahipleri bunu diledikleri gibi kullanirlar; ikincisi serbest is sozlesmesidir.
Bu anlamda tabii ki saf kapitalist toplum diye bir sey yoktur.
Iscilerin uzun ve aci siyasi mucadeleler sonucu, bazi kategorilerde serbest is sozlesmesi nin iyilestirilmis bir bicimini saglamayi basardiklarini ozellikle belirtmek gerekir.
Ama butun olarak ele alindiginda bugunku ekonomi saf kapitalizmden fazla farkli degildir.
Uretime kar icin devam edilir, kullanim icin degil.
Calisabilecek durumda olan ve calismak isteyen herkesin is bulacaginin bir garantisi yoktur.
Hemen hemen herdaim bir issiz ordusu vardir.
Isci her zaman isini kaybetme endisesi tasir.
Issiz ve cok dusuk ucret odenen isciler karli bir pazar olusturmadiklari icin tuketim mallarinin uretimi sinirlidir ve sonuc mesakkatlidir.
Teknolojik ilerleme cogu zaman isin zorlugunu hafifletmek yerine daha fazla issizlige neden olur.
Kar gudusu, kapitalistler arasindaki rekabetin durumuna gore gittikce daha fazla derinlesen bunalima yol acan sermaye birikiminin ve kullaniminin istikrarsizligindan sorumludur.
Sinirsiz rekabet, emegin cok buyuk olcude heba olmasina ve daha once de sozunu ettigim gibi bireylerin sosyal bilinclerinin sakatlanmasina yol acar.
Bana kalirsa kapitalizmin en buyuk kotulugu bireylerin sakatlanmasidir.
Tum egitim sistemimiz bu beladan muzdariptir.
Gelecekteki kariyerine hazirlanmak icin acgozlu bir bicimde basariya tapmak uzere egitilmis ogrenciye abartili bir rekabetci yaklasim asilanir.

BELADAN KURTULMANIN TEK YOLU: SOSYALIZM

Ben bu korkunc beladan kurtulmanin tek yolu olduguna eminim.
Bu yol, toplumsal hedefler dogrultusunda yonlendirilmis bir egitim sisteminin eslik ettigi sosyalist ekonominin insasidir.
Boyle bir ekonomide toplumun kendisi uretim araclarinin sahibidir ve uretim araclari planli bir tarzda kullanilir.
Uretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planli bir ekonomi isi calisabilir durumda olanlara dagitir ve erkek, kadin, cocuk herkesin gecimini garanti eder.
Bireyin egitimi, dogustan sahip oldugu yeteneklerin gelistirilmesinin yaninda, gunumuz toplumundaki guc ve basarinin yuceltilmesi yerine, bireyin icinde cevresindekilere karsi sorumluluk hissi gelistirmeyi hedefler.
Yine de planli ekonominin henuz sosyalizm olmadigini unutmamak gerekir.
Boylesi bir planli ekonomiye bireyin tamamen kolelesmesi eslik edebilir.
Sosyalizmin basarisi son derece zor bazi sosyo-politik sorunlarin cozulmesini gerektirir.
Siyasi ve ekonomik gucun merkezilesmesinin yarattigi etki alaninin genisligi gozonune alindiginda burokrasinin mutlak gucunu ve kendini begenmisligini engellemek nasil mumkun olacaktir?
Bireyin haklari nasil korunacak ve burokrasinin gucunu dengeleyecek demokratik bir karsi-guc nasil saglanacaktir?
Yasadigimiz bu gecis surecinde sosyalizmin hedef ve sorunlarinin netligi cok onemlidir.
Mevcut kosullarda, bu sorunlarin ozgurce ve engelsiz tartisilmasi guclu bir tabu haline geldigi icin, bu derginin cikarilmasinin onemli bir kamu hizmeti oldugunu dusunuyorum.

ALBERT EINSTEIN


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder