24 Ekim 2010 Pazar

TÜRK DEVLETİNİ BÖLMEYE GÖTÜREN YOL GERÇEKLEŞİYOR.

ÖNEMLİ OLAN AŞAĞIDAKİ RESİMDİR.
Fazla lafa gerek yok...

.......................................................................................................................

DIŞ GÜÇLERİN KULLANDIĞI  TÜRK DEVLETİNİ BÖLMEYE GÖTÜREN YOL GERÇEKLEŞİYOR.


           Devlet itibarı olan bir müessesedir. Bu itibarın paraya yansıması elzemdir. Devletin parası döviz değilse dünyada geçerli, konvertible, rezerv ( altın gibi saklanmaya değer ) para değilse, o paranın sahibi devletin itibarı yok demektir. Bunun göstergeside dünyadaki paraların gözüktüğü banka ve döviz listelerinde o devletin ve parasının adının yazılmamasıdır.

           Örnek :

 

           Bu önemli bilgi Atatürk'den bilhassa 1954 den sonra ufak dönemler hariç, Türk Devletini idare edenlerde anlaşılamadı. 56 yıldan beri Türkiye'ye gelip giden siyasiler bu gerçeği bilmedikleri için Türkiye buğün son noktaya hızla gidiyor. Aşağıdaki yazıları okursanız ne kadar hatalı ve tehlikeli bir yolda olduğumuzu anlayacaksınız.

           Aşağıdaki sözlerden Atatürk'den sonra gelmiş geçmiş bütün partilerimizin bu önemli tehlikeyi anlamadıklarını göreceksiniz.

           22 eylül 2010 Hürriyet gazetesi Ege CANSEN yazısı.

           Merkez Bankası Başkanı Durmuş YILMAZ yıl sonuna kadar rezervler 100 veya 120 Milyar dolara çıkabilir. Ancak kur istenilen seviyeye gelmeyebilir. Merkez bankasının döviz rezervleri 120 milyar dolara çıkarsa bırakın döviz fiyatlarının istenilen düzeye çıkmasını, tam aksine döviz fiyatları düşer. Nasıl oluyorda ortaya taban tabana zıt iki görüş çıkıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisinin ( TİM ) danışmanlar kadrosunda Profesörlük mertebesine yükselmiş çok sayıda iktisatçı vardır. Ayrıca Başbakanlığın elinin altında hatta bir kısmı milletvekili olan iktisat ve mali hocaları mevcuttur.

           Ulusal katma değeri arttırıp cari açığı azaltmak için ne yapmalı sorusu hükümet içinde veya alt komisyonlarda tartışılmıştır. TL karşılığı döviz alıp o dövizleri %1 faizle yabancı bankalara yatırırken kendisinin piyasaya verdiği TL ye de %7 repo faizi ödemesinin ne anlami var ? Zaten bu Türk milli gelirini sıcak parayla sifonlama sistemi Londra bankerleri tarafından uzun süredir kullanılmaktadır. Rezerv artırmak bu sömürüyü artırmaktan başka bir işe yaramaz.

           Merkez Bankası cari açığın kapanmasına katkı yapmak, Türkiye riskini azaltmak istiyorsa, sıcak para girişlerini caydırmalıdır. O zaman döviz fiyatları olması gereken yere gelir.

Son söz : Cari açığı olan ülkenin döviz rezervi olmaz.

           Murat MURATOĞLU'nun 20 eylül 2010 yazısı

           MERKEZ BANKASI AYAĞIMIZI BAĞLIYOR.

           Yetkililerin “Merkez Bankası bağımsız Bir şey yapamıyoruz, döviz rezervlerini en az 100 milyar dolara çıkarmalı” sözleri piyasalarda gündem oldu.

           Merkez Bankası Başkanı çıktı, konu ile ilgili açıklama yaptı. Referandum mitinglerinde “ben özerk kurumlardan memnun değilim”            diyerek Merkez Bankası ve BDDK gibi kurumları kontrol altına alınmaya çalışılacağının ilk işaretlerini vermişti.

           İhracatçılar ve bazı hükümet üyelerinin sürekli olarak kur seviyesinin yükselmesi için Merkaz Bankasının daha yüksek döviz rezervi tutmasını istedikleri biliniyor.

           Merkez Bankası kanununda bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını kendisi belirler yazıyor. IMF arttırılsın istiyordu, yani tek hedef enflasyon, döviz kuru ile ilgili hedef yok.

           Ancak, biliyoruzki IMF nin bu isteğinin asıl sebebi sıcak paranın kolayca geri dönmesini sağlamak. Ancak döviz rezervlerini artırmak kurtarıcı hiç değil. Sıcak para kısa vedelidir. Sermaye değildir, bir nevi dış borçtur. Sıcak para daha hızlı gelecek, yüksek faizini alıp gidecektir.
           REZERV ARTIRMA İŞİ BEDAVA DEĞİL BİRDE BUNUN MALİYETİ VARDIR.           

           Merkez Bankasının döviz rezervlerinin bir kısmı kendi borcu, tuttuğu rezervler için faiz ödemektedir.

           Rezerv artırma işi ençok Amerika'yı memnun eder. Bu sayede kendine maliyetsiz 25 Milyar dolar kaynak yaratmış olur.

           Murat MURATOĞLU'nun 22 eylül 2010 tarihli yazısı

BÜYÜMENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI

DÜŞÜK KUR YÜKSEK FAİZ GETİRİR

           Ülkenin ihracatı, ithalatın çok altında olunca cari açık ilk 7 ayda 24 milyar dolar olmuş, yıl sonunda 45 milyar dolar olacak. SICAK PARA BÜYÜSÜ. Dünyada destek adı altında piyasalara okadar çok para ( döviz ) sürüldüki , bu paralar nereye gideceklerini şaşırdılar. Faizler düşük seviyelere geriledi, Türkiye'de ne giren ne çıkan paradan nede kazançtan vergi almıyor. Dolayısiyle bizede ciddi oranda giriş oldu. Nitekim incelediğimizde büyümenin kaynağının iç tasarruflar ve üretim artışı değil borçlanma olduğunu, ülkeye giren sıcak para olduğunu farkediyoruz.

           Şimdi işimiz daha zor. Dışarıya sermaye kaymasını önleyeceksin, devlet yatırımları yapacaksın, para ve maliye politikasını vatandaş yerine belirleyeceksin ve birde bizim yaptığımız gibi kuru düşük tutup faizleri indirip çıkarıcaksın. Bunun yurt içinde etkisi daha sert olacak.

REZERVLERİ ARTTIRMAYI PLANLAYAN MERKEZ BANKASI

KUR GARANTİSİ VERMİYOR.

           Merkez Bankası Başkanı YILMAZ döviz alım ihalesi ve diğer yöntemler ile döviz rezervlerini güçlendireceğini açıkladı. İşsizlik oranlarının hala yüksek olduğuna dikkati çekti. Önem verdiğimiz diğer konu gerek yurtiçi gerek yurtdışı borçlanma vadelerinin uzatılması ve mevduat yasasının daha uzun süreye yayılması, üçüncü olarak gerek kamu gerekse özel sektörün döviz pozisyonunun güçlendirilmesi.

           Sonuç : Yukarıdaki bütün yazılarda bugünkü sistemin Türk milli gelirini sıcak para ile sifonlama sistemi olduğunu, Londra bankerleritarafından kullanıldığını, sömürü arttırmaktan başka bir işe yaramadığını, Merkez Bankası'nın cari açığı kapamak için sıcak para girişini caydırması lazım olduğunu, o zaman döviz fiyatlarının olması gereken yere geleceğini, cari açığı olan ülkenin döviz rezervi olmayacağını, döviz kuru için bir hedef olmadığını, döviz rezervlerini arttırmanın kurtarıcı olmayacağını, sıcak paranın dış borç olduğunu, yüksek faiz alıp gittiğini, rezerv arttırmanın yabancılara kaynak yarattığını, bu paralardan vergi alınmadığını, bu işlerin üretim artışı değil borçlanma olduğunu, kuru düşük tutup bunun etkisinin sert olacağını gördük. Bu gerçekler varken sayın ekonomistlerimiz Türk hükümetlerini niçin uyarmadınız ve uyarmıyorsunuz ? Türkiye de bu memleketi idare edenlerin sorunları anlayamadıklarını görüyoruz. Ekonomistlerin uyarıları zayıf olduğu için bu memleketi idare edenlerin dertleri çeşitli yönlerden anlatmakla bir keşmekeş içinde oldukları ne yaptıklarını bilmediklerini anlıyoruz. İçinden bir örnek alalım. Yurtiçi ve yurtdışı borçlanma vadelerinin uzatılması. Bir tek kelime söyleyeceğiz. Borçlanmanın vadesinin uzatılmasını düşüneceğine, borçlanmayı durdurmayı niçin düşünmüyorsun ? Türk parasının dünyada geçerli olması ile bir günde borçlanmayı durdurmayı niçin düşünmüyorsun ? Döviz rezervi yapacağın yerde Türk milletinin ihtiyacı olan tedavüle çıkacak parayı, TL olarak niçin çıkaramıyorsun.

           Türkiye'de çalışıp Türk parası kazanacak özel sektörü, Türk parası ile borçlandıracağın yerde, 300 milyar dolar yabancı parası ile niçin borçlandırıyorsun ? Bu özel sektör batmasın diyerek dövizi düşük tutarak, Türk ihracatını geriletip, ithalatı arttırarak Türk halkını işsiz ve parasız kalmasına niçin devam ediyorsun ? Yukarıdaki bütün ekonomistlerin üzüntülerini çeşitli yoldan anlattıkları için okuyucunun kafası iyice karışıyor. Fakat asıl önemli olan siyasilerimizinde kafası karışmış, Türkiye bir ekonomik bunalıma, felakete gidiyor.

           11 Ağustos 2010 Sözcü gazetesi yazar Ege CANSEN

           Başbakan yardımcısı Babacan “ Kur rejiminde tartışmaya bile girmem, biz dalgalı kurdan vazgeçip sabit kur sistemine geri dönmeyiz.” demiş. Sanki Türkiye'de birileri sabit kur sistemine geçelim diyor, bakanda buna karşı olduğunu söylüyor. Son 30 yıl içinde dalgalı kuru bırakalım sabit kur rejimine geçelim diyen bir Allah'ın kulu oldumu. Bunu beyan etmek konuyu saptırmaktan başka bir şey değildir. Tartışılan konu cari açık meseleseinin nasıl halledilebileceğidir.

           Parası döviz olmayan ülkeler, deviliasyon, enflasyon sarmasına kapılmış kedi kuyruğunu kovalar gibi nafile dönüp duruyorlar. Bu ülkeler” enflasyonu yenemiyorsa onla beraber yaşamayı öğren” diye türlü parasal canbazlıklar icat ettiler. Bu arada bizde enflasyon düştü.           Türkiye'nin son 9 yılda uyguladığı iktisadi politika ” cari açığı kapamayamıyorsan bunu nasil finanse edeceğini düşün” dür. Bu aöaçla şu işler yapılmaktadır.

           1 . Özelleştirme veya kamu mülklerinin satışı yoluyla ülkeye yabancı para çekmek.

           2 . Merkez Bankası Döviz rezervlerini büyütmek.

           3 . Sıcak döviz girişlerini aksatmamak için, yabancı kreditörlere veya borsa yatırımcılarına kolaylık sağlamak.

           4 . Özelleştirme gelirleriyle kamu borçlarının milli gelire oranını düşürüp, reyting şirketlerinin gözüne girmek.

           5 . Cari açık vererek, ihracatla değil, iç tüketimle büyümeyi sağlamak.

           Sayın Ege Cansen IMF nin bize getirdiği ekonomik programı güzelce özetlemiş.

           16 Ekim 2010 Hurriyet Gazetesi Ekonomi Bölümünü okuyoruz.

           2001 de Türkiye'ye bugünkü dalgalı kuru getiren adam Stanley Fischer Stanley Fischer 2001 de İsrail adına IMF ye Türkiye yönetime girsin mesajı verdi. IMF de başkan yardımcısı olduğu dönemde, 2001 de ekonomik krizle boğuşan Türkiye ile ilgilenip uygulamadaki dalgalı kuru getiren ve şu anda İsrail Merkez Bankası Başkanı olan Stanley Fischer, IMF nin yönetiminin yeniden yapılandırmasında koltuk isteyen Türkiye'ye arka çıktı. On yıldan beri Türkiye ekonomisini idare eden yukarıda adını gördüğününüz teşkilat Türkiye'nin bugunkü durumunun sorumlusudur. Türkiye ekonomisini, Türkiye'nin Hükümetleri ve o hükümetin mecliste dahi olan sayısıs ekonomistleri, profesörleri, yetkili bakanlıkları, Türkiye Devleti idare etmiyorsa söz söyleyecek kelime kalmadı.

           Bu yanlış gidişe en büyük muhalefet partimizde kapılmış.

 

KILIÇDAROĞLUNUN DEĞİŞİM SİNYALi

                      Halk Partisi'nin büyük değerli ekonomistlerine sormak lazım. Türk milletinin ümit ettiği en büyük partiyi yönetiyorsunuz. Kemal DERVİŞ'in dünya bankası tarafından Türkiye'ye üçlü koalisyonun son döneminde düşük kur yüksek faiz gibi inanılmaz hatalar yüzünden düştüğü zor durumda gönderildiğini ve bunların tavsiyesi üzerine IMF tarafından yapılan ekonomik programın 10 yıldır Türkiye'de uygulandığını Türkiye'nin bu çok önemli yanlış ekonomik program ile ne acılar çektiğini nasıl parasız ve işsiz bıraklıldığını, borçlandırıldığını bilmiyormusunuz ? Sayın Kemal DERVİŞ'e danışacaksanız IMF nin tavsiyeleri doğrultusunda Türkiye'yi yönetecekseniz size ne luzum var ? Esasen yukarıda okuduklarımız, keşmekeş bu tavsiyeler ile yönetildiğimiz için oluyor. Kürt sorunu bile bu kadar yanlış idare edilen ekonomik programa karşı, Türkiye'nin bu zayıf noktasını bularak dışarıdan yönetilen bir isyan olduğunu anlıyamıyormusunuz ?

           Son söz : Yazımızın başında söylediğimiz devletin parası döviz olmalıdır, devletin parası Türkiye'de ki çıpalı kur ile tayin edilemez. Bu ekonomik programla yönetilen devletin dış siyaseti bile olamaz.

           Türk parası dünya da geçerli olmalıdır. Bunun içinde Türk parası ile dünyada ticaret yapılmalıdır. Dünya pazarına çıktığın zaman cebinizdeki TL dünya pazarında geçerli olmalıdır. Bununda ölçüsü Türk parasıyla Türkiye'de esas ihtiyaçlardan ne alabiliyorsak, aynı malı Türk parasının karşılığı olan döviz ile alabilmesi. Bununda kararını, bizim kur oyuncuları yapamaz.

Onların yaptıkları kendilerine büyük servet getiren çıpalı kur, Türk parasının kuru değildir.

           2002 yılında 1,5 Milyar dolar olan tarım ürünleri ithalatı 2009 yılında 4,4 Milyar dolara fırladı.            2009 yılında 112 milyon dolar açık veren tarım ürünleri dış ticaretimiz, 2010 yılının ilk 5 ayında 646 milyon dolar bir açık seviyesine ulaştı.Türkiye ihtiyacının ayçiçeğinde %54'ünü, kırmızı mercimeğin %55'ini, yeşil mercimeği %35'ini, incirin %25'ini, mısırın %20'sini, kuru fasülyenin %16'sını ithal ediyoruz.

           Pamukta dünyanın en geniş ve verimli ekim alanlarına sahip olan Türkiye, dünyanın ikinci pamuk ithalatçısı olmuş, sadece 2009 yılında pamuk ithalatı 1 Milyar doları aşmış vaziyette.

           Köylü milletin efendisidir diyen büyük önderimiz Atatürk'den sonra bu gün köylü-çiftçi tarımdan vazgeçmek üzere yukarıdaki bilgileri okudunuz.

           Bu gün Türk köylümüz banka borçlarını ödeyemediği için tarlalarını satıyor. Eskilere ve bu günkü hükümete sormalıyız. Köylümüze borç vereceğine, onun yetiştireceği malın hakkını verseydiniz daha adaletli bir Devlet olmazmı idik? Bütün bu yanlışlar 1955 den sonra ithalata prim vermek için yapıldı ve Türkiye borçlandı, IMF Türkiye'ye geldi.

           Türk parasının kuru tayininde örnekler verelim.           

İthal ettiğimiz bazı ürünler

Türkiye'deki fiyatları

Türkiye dışındaki fiyatları döviz fiyatı olarak

Buğday

550 TL = 1 Ton

170 US Dolar = 1 Ton

Pamuk -

ROLL EGE ST-1

3.500 TL = 1 Ton

1.800 US Dolar = 1 Ton

Et - Kasaplık

  30 TL = 1 Kg

11 US Dolar = 1 Kg

           Türkiye'de 1 ton buğday 550 TL. ABD'de 1 ton buğday 170 dolar. 550 TL ile Türkiye'de 1 Ton buğday alırsak 550 TL karşılığı dolar ilede ABD'de 1 Ton buğday almalıyız. O halde 550 TL karşılığı 170 dolar olmalıdır.            550 / 170 = 3,23 bulunur.

           Türkiye'de et 1 Kg = 30 TL. Amerika da et 1 paund =450 gr 5 dolardır. O halde 1 kg et 11.1 dolar olur. Türkiye'de et 1 kg = 30 TL olduğuna göre bu fiyatların oranı 30 / 11,1 = 2,70 bulunur. Türkiye'de 1 ton pamuk 3500 TL, Amerika'da 1 ton pamuk 1800 Dolar olduğuna göre

3500 / 1800 = 1,94 bulunur.

           Yukarıdaki tabloyu bütün ürünler için yapması lazım gelen parti ekonomistleri dünya borsalarında olan Türk parasının hakiki değerini bulacaklar ve Türk parasını dünya döviz kurları arasındaki layık olduğu yere yazdırmaları lazımdır.

           Diğer buğday fiyatı Amerikada 1 ton 150 dolardır. Bunun üzerinden hesap yapılırsa kur fiyatı 550 / 150 = 3,66 bulunur. 550 TL ile Türkiye'de sana 366 dolar verecekler. Sen gidip Amerika'dan Türkiye'de 1 ton parası ile 2 tona yakın buğday alabiliyorsun. Çünkü 2 ton buğday Amerika'da 2 x 170 = 340 dolar. Demek ki Amerika buğdayı Türk köylüsünün yarı fiyatına mal ediyor. Bu şekilde bütün anamaddelerde hesap edilerek muhtelif masraflar düşünülerek dünya piyasasında Türk kuru tayin edilir. Bu kur Takriben 3 TL ye yakın olabilir. Türk köylüsü buğdayını pahalımı satıyor. Bizdeki gazetecilerin dediği gibi Türk köylüsü çok para kazanmakmı istiyor diyen gazetecilere sormak lazım. Anlamadığın işlere ne karışıyorsun ?

           Sayın okuyucu burada büyük bir yanlışlık var. Bizim köylümüze ve Türk milletine bankalar yolu ile korkunç haksızlık yapılıyor. İthalatçıya 1 doları 1,50 TL. ye satan Türkiye dışında ne banka ne de başka bir kur değiştiren müessese yoktur. 1 dolar = 1,50 TL değildir. Dünyada bu kurla Türkiye'ye kimse dolar vermez. İthalatçıya 1 doları 1,50 TL ye satan Türkiye'de bankalar o dövizleri Türk hükümetinin borçlandığı paralardan ve Türk ihracatçısının kazandığı dolarların hakkını kesen, ihracatçının kazandığı dövizin hakkı olan paranın yarısını ödeyen bu sahte kurun ne olduğunu Türk siyasileri ve Türk milleti anlamalıdır.

           Türk hükümetleri, yukarıdaki şekilde borçlanarak ve ihracatçının hakkını vermeyerek, ihracatçıya 3 TL vereceği yerde, onun hakkının yarısını keserek ve borç alarak ithalatçılara ve yurt dışında seyahat yapanlara, yurt dışında yatırım yapanlara vererek bu kur oyununu oynayanların ve bankaların neler kazandıklarını ve onların bu kazançlarının Türkiyenin varlıklarını satarak ödediğini, bu yanlış durumun devam etmesine niçin müsaade edildiğini bilmiyoruz. Yarım asırdan beri yüksek döviz kuru baskı guruplarının, ithalatçının, bankaların isteği üzerine yapılıyor.Türk Lirası kredi alacak Türk iş adamlarının bu yanlış kurdaki menfaatleri için TL ile borçlanacakları yerde dolar borçlandıklarını, bu ucuz dolarları alarak Türkiye yerine Türkiye dışına yatırım yaptıklarını, onların dolar borçlarının faizlerini kolay ödeyebilmeleri için bu yanlış kura devam edildiğini anlamalıyız.

           İthalatla alakası olmayan Türkler dahi Türk lirasına güvenmedikleri için birbirlerinden aldıkları borçları Türk lirası borçlanacakları yerde dolar borçlandılar. Yetkililer şaşkın. Türk parasının hakiki değerini kabul etmek onlar için çok zor bir karar. Geçmişteki devaleasyon felaketleri ve bu günkü acı durumumuz Türk parasının dünya üzerindeki geçerli kurunun yapılmamasından gerçekleşti. Bütün ekonomistlerimiz “döviz kuru yanlış olunca herşey yanlış oldu” sözü doğrudur. Bu yanlışlıktan kurtulmak hükümetler için seçim kaybederiz korkusunu düşündürmektedir. Korkunun ecele faydası yoktur. Ne kadar geç kalırsak o kadar kurtulamaz noktaya geliriz. Bunu millete anlatacak ve bütün seçim tehlikelerini göze alacak bu günkü partimize veya bunları millete anlatacak başka bir partiye ihtiyacımız var.

           Bugün olduğu gibi biz paramızı 2 kat değerli gösterirsek, senin parana kimse itibar etmez. Türkiye bu yolla 55 yıldan beri Türk ihracatçısının hakkının yarısını kesti. Bu kestiği parayı ithalatçıya ödedi, Türkiye'yi bu güne getirdi. Bu hata sonunda sabit kurla, devaliasyon oyunlarıyla, türlü ithalat hileleriyle varlıklarımızı satarak dünyanın en borçlu ülkesi haline geldik.Yukarıdaki ekonomistlerimizin anlattıkları yanlışlar ve keşmekeş bu gerçeği kabul etmemekten doğmuştur.

           Ben bu konuda ve deprem konusunda 50 yıldan beri Dış Ticaretin İç Yüzü, Türkiye'yi Ekonomik Buhrandan Kurtaralım, Parasız Bırakılan Türkiye, Bu parayla bu sorunlar çözülmez, Adana depremi, 1999 körfez depremi ve Deprem Suçluları gibi birçok kitap bastırdım. Parasız paralı dağıttım. Siyasetçilerimizden okul arkadaşlarım dahil bu konular üzerine ciddi olarak hiçkimse eğilmedi. Hiçkimse Türkiye'nin bu günkü sorunlarının bu yanlış kurdaki Türk Lirası ile çözülemeyeceğini bilemedi. Düşük kur yüksek faiz oyununun Türkiye'yi felakete götürdüğünü söylediler fakat çaresini millete bu yazılar ve Bu para ile Bu Sorunlar Çözülmez kitabım kadar açıkca anlatamadılar. Fakat ben bu yanlışlığın acısını yaşayarak bu ileri yaşlarıma kadar yaşadım, çok geç kalmadan birgün düzeleceği ümidimi kaybetmedim.

           Sıcak paranın sımsıcak getirisi

07 EKİM 2010 TARİHLİ SAYIN ŞÜKRÜ KIZILOT'UN HÜRRİYET GAZETESİ YAZISI

 

SICAK PARANIN SIMSICAK GETİRİSİ


TÜRKİYE'ye dolar ya da Euro getirip, TL'ye çevirdikten sonra, borsada değerlendirenler yaşadı.

           100 gün önce dolar getirenler yüzde 36.2, 200 gün önce Euro getirenler ise yüzde 37.2 kazanç sağlayıp diğer yatırımcıları kıskandırdılar.
36 VE 37'NİN HESABI

              Sıcak (emanet) para sahipleri, Türkiye'ye getirdikleri dolar, euro ya da diğer ülke paralarını bozdurup borsada, mevduatta, hazine bonosu ya da tahvilde değerlendirerek, inanılmaz getiri sağladılar.
              DPT'ni derlediği verilere göre, Türkiye'deki sıcak para stokunun Haziran sonu itibariyle, yüzde 61.4'ü borsada, yüzde 27.3'ü devlet iç borçlanma senetlerinde, yüzde 10.4'ü de mevduatta değerlendirildi. Ancak, sıcak para girişi devam etti ve yurtdışı yerleşiklerin haziran sonunda borsada 56 milyar dolar değerindeki portföy stoku 5 Ekim itibariyle yaklaşık 75 milyar dolara çıktı.
. 100 gün önce dolar bozdurup borsada değerlendirenler:
- 6 Ekim 2010 itibariyle, borsada son 100 gün içinde yüzde 22,45 getiri sağladılar.
- 6 Ekim'de tekrar dolar aldıklarında, dolardaki değer kaybının da etkisiyle borsadaki kazancı katladılar.
- Buna göre, 100 gün önce 10 milyon dolar bozduranlar, 6 Ekim 2010'da 13 milyon 630 bin dolar aldılar. Başka bir anlatımla, yaklaşık 3,5 ayda dolar cinsinden yüzde 36,2 getiri sağladılar.
- 200 gün Euro bozdurup borsada değerlendirenler:
- 6 Ekim 2010 itibariyle, son 200 gün içinde yüzde 29.2 getiri sağladılar.
- 6 Ekim'de tekrar Euro aldıklarında, Euro'daki değer kaybının da etkisiyle borsadaki kazancı katladılar.
- Buna göre, 200 gün önce 10 milyon Euro bozduranlar, 6 Ekim 2010'da 13 milyon 719 bin Euro aldılar. Yani Euro cinsinden yaklaşık 6,5 ayda yüzde 37,2 getiri sağladılar.
- Mevduat, bono ya da tahvilde değerlendirenler ise yılbaşından bu güne kadar aynı dönemde, dolar cinsinden yaklaşık yüzde 11, Euro cinsinden de yaklaşık yüzde 16 getiri sağladılar.
VERGİSİ NE KADAR?
Borsadaki inanılmaz kazancı okuyunca;
“Peki, bu kazancın vergisi yüzde kaç?”
Diye soracağınızı tahmin ediyorum.
Onu da açıklayayım; yüzde SIFIR!
Evet, yanlış okumadınız, 100 günlük bir dönemde dolar cinsinden yüzde 36 getiri sağlayan sıcak paracılar, 1 dolar dahi vergi ödemiyorlar. Tabii ki Euro cinsinden yüzde 37 getiri sağlayanlar da!
Niye mi?
Yasa böyle diyor da onun için efendim!

 

07 Ekim 2010 TARİHLİ SAYIN ERDAL SAĞLAM'ın HÜRRİYET GAZETESİ YAZISI

SEÇİM EKONOMİSİNİN YENİ ADI: SICAK PARA


           BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'ın “değerli TL iyidir” açıklamasından sonra, artık Türkiye'nin sıcak para politikası resmileşmiş oldu. Bu açıklamanın ardından da sıcak para girişinin daha da hızlandığını gözledik.
Merkez Bankası'nın bu hafta her gün 100 milyon dolar döviz alma uygulamasının da TL'nin değerlenmesine karşı bir çare olmadığı artık anlaşıldı. Merkez Bankası haftanın ilk üç günü 100'er milyon dolar aldı ama kurlar aşağı gelmeye devam etti. Dün dolar kurunun 1.41'a kadar indiği gözlendi. Belli ki bu uygulama sürecek ama yine çare olmayacak.
Bununla birlikte hisse senetleri piyasası coştu, faizler düşmeye devam etti...
Peki, TL'nin bu kadar değerlenmesi, sıcak para girişinin bu kadar yüksek olması, içerideki piyasaların sıcak paraya bağlı olarak bu kadar coşması, olumlu bir seyri mi gösteriyor?
Her şeyden önce tüm dünyada bizim gibi ülkelerin kendi ulusal paralarının fazla değerlenmesini önlemek için aldıkları tedbirlere bakmak gerek. Yani sıcak para girişini kısıtlamak için bizim gibi ülkelerin yaptıklarına bakarsanız, o kadar olumlu bir gidişat içinde olmadığımızı rahatlıkla söylemek mümkün.
Ya da sadece bizimkiler doğruyu yapıyor, geriye kalan yanlış yapıyor...
Çünkü, küresel krizden çıkış uzadıkça gelişmiş ülkelerdeki likidite bolluğu, düşük faizler artarak devam etti ve buradaki paralar bizim gibi ülkelere kaymaya devam ediyor. Ancak diğer gelişmekte olan ülkeler bu kadar yüksek girişi istemedikleri için önlemler a lıyor. Bizimkiler ise başka ülkeler kısıtlama koyarken bir şey yapmayarak, adeta daha fazla sıcak parayı ülkeye davet etmiş oluyor lar.
Peki, bizimkiler gerçekten mi bu işi bilmiyor yoksa bilerek mi bu kadar yüklü sıcak parayı davet ediyor? Bence bilerek yapılıyor ve nedeni açık...
Dün, çok saygı duyduğum bir iktisat Hoca sı ile konuşurken, “Kimse bütçede açık verileceğini beklemesin, ama seçim ekonomisi sadece bütçe açığı demek değil ki ; Hükümet başka yollarla seçim ekonomisi mutlaka uygulayacaktır” diyordu...
İşte size seçim ekonomisinin yeni şekli: daha fazla sıcak para çekerek, hem ülkede göreli bir fiyat istikrarı sağlanıyor, hem de tüketim artırılıyor. Yani seçime giderken sıcak para dopingli bir bahar havası yaratılıyor.
İHRACATÇILAR KUR SAVAŞLARINI İZLİYOR MU?
Yaratılan havanın gerçek bir bahar olmadığını ise büyük ihtimalle seçimlerden sonra anlamış olacağız. Zaten sıcak para politikasının uzun süre devam etmesinin ardından ya krizler geldi, ya da radikal büyük ekonomik önlemler. Çünkü cennet havası yaratan sıcak para ya birdenbire geri çekilip cari açık krizleri yarattı, ya da bu kadar ithalat sonucu kaçınılmaz olarak üretim seviyeleri çöktü, işsizlik daha da arttı.
Başbakan “değerli TL” diyene kadar, uygulanan politikalara yüksek sesle karşı çıkan ihracatçılar ve bakanların asıl şimdi, yani dolar kuru 1.41'e kadar inmişken bağırıp çağırmalarını beklersiniz, değil mi? Bence şimdi bağırsalar artık haklı konuma gelirlerdi ama artık seslerini bile çıkarmaz oldular. Vazifelerini, doğru ya da yanlış olması önemli değil, Başbakana bağlı hareket etmek olarak görenlerin bazıları ise artık kura çatamadıkları için “Merkez Bankası faiz indirsin” demeye başladılar. Yanlış üstüne yanlış.
Başkanları, bakanları belli ki artık kur konusunda bir şey demeyecek ama gerçek ihracatçılara önerim; son günlerde bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sıcak para konusunda, yani döviz girişleri konusunda ne yaptıklarına bir bakmaları. Brezilya'nın artırdığı vergilere, Japonya, İsviçre, Endonezya, Kolombiya, Peru, Şili, Güney Kore'nin aldığı radikal önlemlere baksınlar, son dönemde “kur savaşı” başlıklarıyla çıkan haberleri izlesinler...
En azından üye olduklarının meslek kuruluşu mu, siyasi organizasyon mu olduğunu görürler.

 

           Yukarıdaki iki yazıda ekonomi yazarlarımız Şükrü KIZILOT ve Erdal SAĞLAM ın yazılarını okluyun. Çözümü çok basit olan Türkiye'nin en büyük sorununu bizim yazdığımız kitaplarda ve yazılarda size gösderiyoruz. Türkiye'nin en büyük sorunu olan bu sorunu partinin programına alınmasının milli bir görev olduğuna inanıyorum. Lütfen bu konuya eğilmenizi ve Türkiye'nin 55 yıldan beri yapılan bu büyük hatalardan buğünkü düştüğü zor duruma geldiğini milletimize anlatmanızı saygılarımızla arz ederiz.

 

Saygılarımla

Orhan PEKİN           

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder