YAHUDİ İSLAMCILARProtestanlık, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda doğmuştur. Martin Luther’in 1517 yılında Wittenberg Kilisesinin kapısına 95 maddelik o meşhur protesto yazısını asmasıyla, Hristiyan dünyasındaki en büyük bölünmenin temelleri atılmıştır. Luther bu 95 maddelik tezde bütün reformist görüşlerinin özünü işlemektedir. Esas itibariyle savunduğu düşünce; Papalığın otoritesini reddetmek, onun yerine Kutsal Kitap’ın yani (Eski Ahit) Tevrat’ın tek dini otorite olduğunu göstermekti. Protestan hristiyanlar sadece incil’i değil ayrıyetten Yahudiliğin Kutsal kitabı (Eski Ahit) Tevrat’ıda okumaktadırlar. KAPİTALİZM, PROTESTANLIK VE YAHUDİLİK ÜÇGENİ Katolik dünyası, dindar Müslümanlar gibidir. Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek konusunda Müslümanlara benzerler. Bazı Avrupa ülkelerinde Ka¬tolikler davranışları ile sanki isim değiştirmiş Müslümanlar gibi bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. İşte bu yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin işine gelmez. On¬lar için iyi din Protestanlıktır. Yani para kazan ne kadar kazanırsan o kadar iyisin, Hıristiyanlık inancın da bu¬nun bir kenarında dursun. Batı kapitalizmi için Hıristi¬yanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk değil, Eski Ahite (Tevrat’ı) kabul etmiş Protestanlıktır. Çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir. Burada asıl amaç insanları Hıristiyan Ortodoks ya da Katolik yapmak değil, Protestan yapmaktır. Amerika Birleşik Devletleri'nde Protestanlık ve Yahudiliğin adı Ka¬pitalizm, Püritenlik ise İngiliz Yahudiliğidir. İsa öğrencilerine dediki ; “Zengin kişi göklerin hükümranlığına güçlükle girecektir. Yine size derim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi zengin kişinin Tanrı’nın hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” (İncil - Matta 19 / 23-24) İsa gözlerini öğrencilerine kaldırarak; “Ne mutlu siz yoksullara!” dedi. “Çünkü Tanrı’nın hükümranlığı sizindir. Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz. (İncil - Luka 6 / 21,24) “Bir başkan İsa’ya, İyi Öğretmen, sonsuz yaşamı (ahireti) miras almak için ne yapmalıyım? diye sordu. “İsa’da ona “Bir şeyin eksik kalıyor” dedi. Varını yoğunu sat, yoksullara dağıt. Böylelikle göklerde varlığın olacaktır. Sonra da ardım sıra gel.” Adam bunu duyunca yüreği tasayla doldu. Çünkü çok zengindi. İsa onun tepkisini görünce, “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmesi ne denli güçtür!” dedi. “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bireyin Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” (İncil - Luka 18 / 18,22,23,24,25) “Ne mutlu yoksulluk ruhuna sahip olanlara”, “gururlu kişi dünyevi krallıkları, yoksulluk ruhuna sahip kişi de Göklerin Egemenliğini arar.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, 1893 Filmcilik Ltd. Şti. s. 577.) Katoliklerin ve Protestanların farklı özelliklere sahip olduğu red edilemez bir gerçektir. Genel anlamda Weber, Katolikler ve Protestanlar arasındaki ayrımı şu cümlesiyle ortaya koymaktadır; Protestan ahlakı, kapitalist ruhu beslemiştir. Zamanla bu süreç tersine işleyecektir. Protestan ahlakı zamanla kapitalist ruhtan etkilenerek değişime uğrayacaktır. Protestan etiğinin etkili olması ve sekülerleşmenin bu etikte bu kadar başarılı olmasının sebebi, bireyin en derininde yatan güdülenmelere yoğunlaşmış olmasıdır. (R. Schroeder, Max Weber ve Kültür Sosyolojisi, çeviri; M. Küçük, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1996, s. 17.) Sabri Fehmi Ülgenere göre, kapitalizmin oluşumunu Protestanlıktan çok daha önceleri ortaya çıktığını söylemektedir. Ülgener’e göre Protestanlık, burjuvanın dinsel yorumu şekillendirmesinden ortaya çıkmıştır. Yani Ülgener’in söylemek istediği şey insanlar Protestan oldukları için kapitalist olmaları değil, kapitalist olduklarından dolayı Protestan olmalarıdır. (A. Rıza Zorlu, Sabri Fehmi Ülgeneri Okumak, Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız (1. Baskı) içinde (242- 261). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.36) YAHUDİLİKTE FAİZ VE ZENGİNLİKNitekim Haham Benjamin Blech “Yahudilikte Yoksulluk ve Zenginlik konusunu” şöyle açıklamaktadır; Yahudilikte zenginlik caiz bir düştür. Paran varsa, akıllı ve yakışıklısındır. Para insanın birçok mitzva (emiri) yerine getirmesini sağlar. Hristiyanlık yoksulluk yeminini idealleştirir. Yahudilikte yoksulluk övgüye değer bulunmaz. Yahudi varlık edinmeye çalışmalıdır. Haham Benjamin Blech Yahudilikteki Ahiret kavramına ise şu şekilde bir açıklama getirmektedir; Hristiyanlık, İsa’nın şu sözlerini vurgular: “Krallığım bu dünyada değildir.” Fakat Yahudilikte Tanrı insanlara “Krallığım bu dünyadadır” der. Bu dünyada hayatınızı iyi yaşayın; sonrası sizi şimdiden ilgilendirmez. (Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, çev. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş. İstanbul 2003. s. 87.90-91.) Görüldüğü üzere Yahudilikteki ahiret kavramıda diğer ilahi dinlere kıyasla çok zayıf kalmaktadır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Yahudilik yeryüzünde zenginlik ve yeryüzü hakimiyeti hedefindedir. Katoliklik, Ortodoksluk ve İslamiyet bunun tam tersidir. Nitekim her iki dinin en önemli mihenk taşı ahirete olan inançtır. Katolik, Ortodoks ve İslamda kurulacak olan düzen dünyada değil ahirettedir. Yahudilikte yoksulluk, insanı dünyadan uzaklaştıran ve tüm amaca ulaşmaktan alıkoyan günah olarak görülür. (Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, A.g.e. s. 94.) Yahudi kaynaklarını, Torayı ve Talmud’u inceleyen birisi olarak sizlere şunları söyleyebilirimki “Çok para kazanmanın kutsallığı”, “zenginlik” ve çalışmanın ibadetten üstün olduğunu Talmud’un Mişna bölümünde sık sık vurgulanır. Tanrı, üstünde yaşadığımız dünya küresini yarattığı vakit, canlı varlıkların ve bilhassa insanların, yaşamlarını sürdürebilmeleri için uğraşmaları / çalışmaları gerektiği prensibini koymuştur. Kutsal kitaplarda dünyamız " olam amaase ", " çalışma dünyası " diye adlandırılır. Tanah'ta, İyov kitabında şöyle yazılıdır: " Adam le-amal yulad " ( İyov 5/7) " İnsan, çalışmak için dünyaya gelmiştir. " (Talmud - Mişna 5 Perek 3,/ Pirke Avot, Rabi Eliyau Kohen, s. 116. Mişna Yahudilikte Medeni ve Ceza Hukuk'u olan Talmud'un ilk bölümüdür. ) Allah, Kuran’da; Ben İnsanları ve Cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi 51/56) diyerek ibadeti çalışmaktan öncelikli kılmıştır. Yahudilikte ise bu durum tam tersidir. Kapitalizmin ham maddesi olan faiz, Tora (Tevrat) kaynaklıdır. Tora’da faiz konusu şöyle bildirilmektedir; “Kardeşine ister para faizi, ister yiyecek faizi olsun, faiz alınan başka herhangi bir şeyin faizi olsun faiz vermeyeceksiniz. Yabancıya faiz verebilirsin, ama kardeşine faiz veremezsin.” (Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21) Ortaçağ’dan günümüze ekonominin can damarı olan faiz, görüldüğü üzere meşrutiyetini Tevrat’tan almaktadır. Faiz’i büyük günah sayan Katolik Avrupa toplumlarına faiz, Protestanlık vasıtasıyla kabul ettirilmiş ve tarihten günümüze kadar yaygınlaştırılmıştır. Protestanlıkta Yahudilikte faizi, kulllanmanın meşruluğunu Tevrattan almaktadır. Nitekim bu durum Katoliklikte ve İslam’da günahtır. Bu açıdan Kapitalizmin tarih sahnesine çıkışını ve yaygınlaşmasını incelemek istediğinizde Weber’in ve Sombart’ın tespitlerinden yola çıkaraktan Tora ve Talmud’un iyice incelenmesi gerekmektedir. WERNER SOMBART’IN KAPİTALİZM VE YAHUDİLİK TEZLERİAlman İktisatçı Prof. Dr. Werner Sombart, Kapitalist ruhunu, Weber’in tersine lüks ve harcama şevkinde aramıştır. Sombart kapitalist ruhun ilham aldığı kaynağı, din ve felsefe olarak göstermiştir. Werner Sombart, Yahudiler ve Modern Kapitalizm adlı eserinde püritan ahlakın özünün Yahudi dininden kaynaklandığına ve Avrupa’da kapitalizmin ilk aşamasında ve kolonileşme sürecinde Yahudi sermayesinin önemine dikkat çekmekteydi. Yahudilerin kendilerine has karakteristikleri sayesinde kapitalizmin bu kadar gelişme kaydettiğini söylemektedir. Sombart’a göre kapitalizmi üreten Protestanlık değil, Yahudilik’tir. Sombart, din ve felsefenin kapitalizmin ruhunu beslediğini hatta dinin çok eski tarihlerde bile bu şekilde toplumsal hayatı etkilediğini ve (Eski Ahit) Tevrat’ın kapitalist bir ruha sahip olduğunu vurgulamaktadır. Sombart’ın düşüncesine göre kapitalizmin bu hale gelmesinde Yahudilerin payı çok büyüktür. Sombart, kapitalist zihniyetin oluşmasında dinin önemli bir yeri olduğunu vurgulamaktadır ve kapitalizmin çıkış noktasının Yahudilik olduğunu savunmaktadır. Weber’in savunduğu kapitalizmin hareket noktasının Protestanlık olduğu düşüncesini hiçbir zaman kabul etmemiştir. Sombart, Yahudiliğin izinden Protestanlığın gittiğini söylemektedir. Sombart’a göre kısaca püritanizm, Yahudilikten doğmuştur. Sombart Weber’den farklı olarak kapitalizmin doğuşunda ve gelişmesinde Yahudilerin önemli bir yeri olduğunu düşünmektedir. Sombart Yahudi ve Hıristiyanlar arasında karşılaştırmalar yapmış, ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Sombart’a göre gizli Hıristiyanlık yoktur ama gizli Yahudilik vardır. (Tarihte bunun Amerika ve İspanyadaki benzerine Konversoluk, Osmanlıda ve günümüzde ise Sabetayizm diyoruz.) Çünkü Yahudilik dinlerini gizli sürdürülebilecek kadar bağlayıcıdır. Sombart, püritenciliğin görüşlerinin Yahudi görüşleriyle bağdaştığını ifade etmekte, hatta Yahudi dini, Püritenlikten önce olduğu için Püritenliğinde Yahudilikten geldiğini söylemektedir. Yahudilerde yabancıya faizle para verilmekte fakat kendi halkından kişilere faizle borç para Weber'in mantığı kullanılarak kapitalist müteşebbisler arasında Yahudilerin sayısının az olmadığı, bu sebeple Yahudilik ahlâkı ile kapitalizm arasında bir ilişkinin bulunması gerekebileceği savunulabilir. Bütün bu örnekler Weber'in temelde bir yanlışlığa düştüğünün kanıtı olabilir. MAX WEBER’İN TEZLERİMax Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli eserinde ortaya konan ve kapitalizmin hızla yaygınlaşmasını ve kökleşmesini Protestanlıkla ilintilendiren yaklaşımı batılı entelektüeller tarafından çok daha önce dillendirilmiştir. Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eseriyle, 20. yüzyıl başlarında ilk bakışta birbiriyle bağdaşmaz gözüken kapitalist zihniyet ile dinin ilişkisi üzerinde durmuş ve Protestanlığın Kapitalizmin gelişmesinde en önemli unsur olduğunu savunmuştur. Kapitalistleşmeyi yaratan en önemli etki Protestan inancının değerleridir. Çünkü Protestanlık, kapitalizmi doğuracak rasyonalizme sahiptir. Diğer toplumlarda kapitalizmin ortaya çıkmamasının nedenlerinden birisi de, o toplumların kültürlerinde ya da dinlerinde “çok kazanma” etiğinin olmamasıdır. Weber, bu şekilde toplumsal değerlere bağlı fikir akımlarının toplumsal değişimi gerçekleştirdiğinin savunmaktadır. Weber, kapitalizmin oluşumunda Protestanlığa içerdiği asketik/Püriten yapıdan dolayı önemli bir rol atfetmiş, Protestanlığın geliştirdiği ahlak sisteminin kapitalizmin doğmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bir anlamda Protestan ahlakı kapitalizmin ruhunu oluşturmaktadır. Protestan ahlakına göre, insanlar ebedi kurtuluşa ulaşmak için, Tanrı’nın şanını artırmayı, bunun içinse sürekli çalışmayı hedeflemelidirler. Meslek uğraşısı, insanlara verilen tek ödevdir. Kazanç peşinde koşma, tüketimin sınırlandırılmasıyla birleştiğinde ortaya önemli bir sermaye birikimi çıkmaktadır. Bu birikimin yeniden üretim için kullanılması Weber’in kapitalizmin ruhu olarak adlandırdığı yaşam biçimini ifade etmektedir. Max Weber’in İslam hakkındaki düşüncelerinde Weber, İslam’ın patrimonyal yapıya sahip olduğunu ve bu yüzden rasyonel kapitalizmin gereklerini yerine getiremeyeceğini savunduğu görülmüştür. Weber’e göre İslam dini, esnek yapısından dolayı İslam toplumları tarafından Max Weber’de Sombart gibi Yahudilik dinini, kapitalizmin gerçekleşmesinde önemli bir özellik olarak görür. Yine Sombart’tan farklı olarak kapitalizmin oluşumu ve gelişiminde Protestan ahlakının önemli bir yeri olduğunu ifade etmektedir. Katoliklerin mesajlarında açıkça fakirlik ve yoksulluk övülmektedir. Bu söylem Hıristiyan dünya görüşünü oluşturmaktadır. Batı medeniyetinin maddi zenginliğe erişmesinin “Reform” sonrası ve Protestan Hıristiyanlıkla beraber olması tesadüf değildir. Toplumların ekonomik gelişimleri incelenirken ne kadar Protestan özellikleri gösterdiği ya da bu ahlaka ne kadar olduğu konusu önemlidir. Çünkü bugün bu durum İslam toplumları içinde de söz konusudur. İslam toplumlarının kapitalist dünyadaki paylarını incelerken Protestan ahlakı ve Protestanlığı oluşturan Yahudi ahlakını dair benzerliklerini de göre önünde bulundurmalıyız. İSLAM’DA ZENGİNLİKİslamiyet’te özel mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hakkın, milli gelirin bölüşümünde adil bir dağılıma götürülmesi de esastır. İslam, sebepsiz zenginleşmeyi, adaletsiz gelir dağılımını ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu kabul etmemektedir. Hz.Peygamber, peygamberliğinin yanında dünyevi yönleri bulunan devlet başkanlığı, komutanlık, hakimlik, muallimlik görevlerini yapmasına rağmen şaşalı ve depdebeli bir hayat sürmemiş, israf ve lüksden uzak, sade ve mütevazi bir yaşantıyı tercih ederek ümmetine örnek olmuştu. Hz. Peygamber bu sosyal yapıyı olabildiğince “Adil Paylaşılan” bir zemine taşımaya çalıştı. Mevcut sınıfları, çatışan gruplar değil, diyalog içindeki taraflar olabilmeleri için gerekli düzenlemeler yaptı. Bu Hadislerin zühd başlığı altında yer alan rivayetlere bakıldığında, tam anlamıyla bir “fakir” taraftarı söylemin Hz. Peygamber’in hadislerine hakim olduğu görülmektedir. Fakirlik benim övünç vesilemdir, ben onunla övünürüm. (Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Kitâbu’z-Zühdi’l-Kebir, Dâru’l-Cinan, Beyrut 1987, s.102.) Ümmetin en hayırlıları fakirlerdir. Onların cennete en çabuk yerleşenleri de zayıflardır. (Gazali, Ebu Hamid, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut tsz., IV, 194.) Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde; Sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum. (Buhari, Rikak, B. 7, Cizye, B. 1, Megazi, B. 12; Müslim, Zühd, H.No: 6.) “Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır”. (Tirmizi, Zühd, 26, (IV, s. 569) Hz. Ömer ra. buyuruyorki; Bir gün Peygamber efendimiz (sav)’min huzuruna geldim. Peygamberi üzerinde örtü bulunmayan bir hasır üzerinde yattığını gördüm. Bu yüzden hasırdan dolayı vücudunda derin izler meydana gelmişti. Baş tarafında ise içi hurma lifleriyle dolu yastık vardı. Evde bulunan eşyaların tamamının tabakalanmamış üç deri ve bir köşede duran bir avuç arpadan ibaret olduğunu gördüm. Şöyle bir içeriye baktım evde bunlardan başka birşey göremedim. Bu durumu görünce ağlamaya başladım. Resullah sav. dediki niçin ağlıyorsun buyurdu ? Ya Rasulllah niçin ağlamayayım şu hasırın izleri mübarek bedeninizin üzerinde yer etmiş. Evin bütün eşyaları karşımdakiler dedim. Sonra şunları söylemeye devam ettim; Ya Rasulullah dua ediniz ki ümmetinize biraz bolluk verilsin. Şu Roma ve Farslar kafir olmalarına, Allaha ibadet etmemelerine rağmen bu kadar bolluk içinde olsun Kayser ve Kisra bağlar ve nehirler arasında yaşasınlar da sen Allahın Rasulü ve onun seçkin kulu olarak bu durumda mı olasın dedim.. Peygamber a.s, Hz. Ömer’in bu sözünü duyunca hemen doğruldu ve ona şöyle dedi. “Ey Ömer sen hala anlamadın mı? Sen hala bu konuda tereddüt mü ediyorsun öyleyse dinle. Ahiret bolluğu dünya bolluğundan daha hayırlıdır. Rahatlık ve güzel şeyler kafirlere bu dünyada verildi. Bizimkisi ise ahirettedir”. Bu söz üzerine Hz. Ömer, ya Rasulallah benim için istiğfar ediniz çünki ben gerçekten hata yaptım dedi.. (Muhammed Zekeriya Kandehlevi, Fezail-i Ama’l, Hiyakatü’s Sahabe, tercüme; Hayri Demirci, Gülistan Neşriyat, İstanbul 1995, s. 39.) İşte Allahın rasulunün hayatı böyleydi..Bizim İslamcılarımızın yaşantıları ise Firavunlar gibi. Bunlar dinden konuşup, dünyayı istiyorlar. Bunların derdi de, hedefi de dünya.. Mal, mülk, mevki ve makam isteği içinde eriyip gitmektedirler. Kapitalizmi en sert eleştiren yazarlardan biri Seyyid Kutub’tur. Ona göre kapitalist düzen, insanların üstün değerlerini, ahlak ve vicdanlarını bozmuş, adalet anlayışını alt üst etmiş, devlet ve halk arasındaki dayanışmayı ortadan kaldırmış, sıkıntıları çoğaltmış, huzuru yok etmiştir. (Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 10-19.) İslam’ın tavsiyesi, üretim ile ticari hayat ve son derece etkin, büyük ölçüde sosyal refah ve adil bir gelir dağılımının sağlanmasıdır. İslam’ın esas amacı, sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Bu da mülk edinme hürriyetinden farklıdır. İslami bir ekonomide ise temel hedef insandır, insanın ve bütün toplumun dünyada refahını, ahirette (kurtuluşunu) sağlamaktır. Bunun yolu ise, ferdi zenginlik yerine, toplum sosyal refahını gerçekleştirmekten geçer. Hatta amaç serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Şu halde İslam’da esas servetin dağılmasıdır. Müslüman çalışıp kazanacak, fakat hedefi, serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmak olmalıdır. Yani İslam’da paranın akışkanlığı vardır, bu akışkanlığı kesersen para bir yerde birikir, biriken para biriktireni zenginleştirirken diğerlerini de fakirleştirir. İslam tarihinde, fakir kitleler varken, servet yığmanın tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran kimseler de vardır. Bunu ilk olarak savunan, sahabe Ebu Zer el-Gıffari’dir. Ona göre bir Müslüman’ın, ailesinin temel ihtiyaçlarından fazla mala sahip olması şeriata aykırıdır. (Abdulaziz Duri, İslam İktisat Tarihine Giriş, (Tercüme; Sabri Orman) Endülüs Yay., İstanbul 1991, s. 31.) İslam’da zenginlik kınanmamış, aksine servet sahibi kişilerin bu zenginliklerini toplum yararına kullanmaları tavsiye edilmiştir. Ayrıca, İslam’da biriken sermaye konusunda, ihtiyaç fazlası nakdi servet hoş görülmemiş, bunların yatırım ve harcamaya dönüşmesi teşvik edilmiştir. (Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, DİB Yay. 275, İlmi Eserler: 48, Ankara 1996, s. 110.) Kuran-ı Kerimde şöyle denilmektedir; “sizleri halife kıldığı (yönetiminize verdiği) mallardan infak edin” (Furkan Suresi, 24/133; Zariyat, 51/19.) bu nedenle, insanlar onları kendi, bencil ve keyfi tutumlarına göre değil, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda harcamaları, yani infak etmeleri, insanların refah ve saadeti ile sosyo-ekonomik adaletin sağlanacağı bir tarzda kullanmaları esastır. Yahudi geleneklerini benimsemiş İslamcıların dine bakış açılarına en güzel örneklerden birisi de Fazlur Rahmanın demeçleridir; Üretim yapmakla ve servet üretmekle meşgul olan bir Müslüman, neticede Allah’a hizmet ediyor demektir. Peygamberimiz, fakirliğin neredeyse imanı reddetmeye (küfre) götürdüğünü söylemiştir. (Fazlur Rahman, “İslam’ın İktisat İlkeleri” İslamiyat, C. V (2002), Sayı: 2, s. 141.) Fazlur Rahmanın bu demeçleri, gerçekte Tevrat ve Talmud ile bire bir örtüşmektedir. Nitekim onun gibi düşünen Müslümanların sayısı da günümüzde çok fazladır. İslam’da üretimin ihtiyaç duyulan sahalardan başka yöne kaydırılması, lüks tüketim maddelerinin üretimine yatırım yapılması, kaynak israfı olarak değerlendirilmiş, uygun görülmemiştir. İktisatçı Abdurrrahman el-Maliki’ye göre; İslam, tespit etmiş olduğu Hukuki düzenlemelere uymayan anonim şirketlerin kuruluşunu kabul etmemektedir. Tröst ve kartel amaçlı birçok anonim şirketin tek çatı altında bir araya getirilmesini de yasaklamıştır. Çünkü İslam’a göre şirketler, vakıf ve vasiyet gibi münferit bir irade türünden bir işlem değil, alış-veriş ve icare gibi akitler gurubundandır. Bunun için şirkette, şirket ortaklarının doğrudan doğruya, bizzat şirketin işleyişinde yer almaları (Muşareke akdi) veya doğrudan doğruya bedenen şirkete ortak olan kimse ile mallarını ortak kılmaları (Mudarebe akdi) gerekir. Bu tür bir ortaklık ise tabiatı icabı büyük miktarda sermaye birikimine imkan tanımaz. Bu nedenle İslam’daki şirket hükümlerine göre kurulan bir şirket, büyük fabrikalar kurabilecek devasa sermaye birikimine imkan tanımadığı için bu güç ancak devlette bulunacaktır. (Abdurrahman El-Maliki, İdeal Ekonomi Politikası, Türkçesi: Muhammet Hanifi Yağmur, Ta-Ha Yay., Ankara 1997, s. 111-112.) İslam'da tekelleşmenin bozucu etkileri önlenmek istenmiştir. Kuran'da malın zenginler arasında dolaşan bir “devlet” yani bir güç olmaması gerektiği belirtilmektedir. Ekonomik hayatta özel sektör aşırı büyürse, Kuran’ın bu emri gerçekleşmez. Çünkü sermaye faktörü tekellerin elinde çoğu zaman üretici rantlarına yol açarak tüketiciyi sömürülme alanında bırakmaktadır. İslam daha başlangıçta aşırı büyümenin kaynağı olacak bu aşırı büyümeyi ve sömürüyü durdurmuştur. KAPİTALİST İSLAMCILAR AKP’nin kapitalist politikaları benimsemesi, MÜSİAD’a destek vermesi, çevredeki işadamlarını merkeze taşımayı hedeflemesi İslami sermayenin gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır. İslam ekonomisini, diğer sistemlerden ve özellikle kapitalist ekonomiden ayıran temel özelliklerinden biri olarak “faiz yasağı”dır. İslam, kazancın ve mülkiyetin temelinde sadece emek aramaktadır. (Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 55.)
Son 15 yılda Diyanetin Fetvalarını incelediğimizde Diyanetin faiz karşısındaki tutumu tamamiyle Judaize’dir. Nitekim camilere toplanılan yardımlar, vakıflara ve diğer kurslar için toplanan yardımları da göz önüne aldığımızda bu durumun Ortaçağ Engizisyonundan hiçbir farkı yoktur. Salim Meriç |
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Düşmanları tanımada gayret gösterdiğin gibi dost aramayı da ihmal etme. Anonim Nasihat oO-------------------------------------------------------------------Oo http://orajpoyraz.blogspot.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder