9 Temmuz 2017 Pazar

SİNAN MEYDAN : İKİNCİ FATİH



SİNAN MEYDAN : İKİNCİ FATİH

1453 İSTANBUL'UN FETHİNE ANLAM KATAN 1923 İSTANBUL'UN KURTULUŞUDUR…

Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u fethetti. İstanbul, İtilaf devletlerinin 13 Kasım 1918'deki fiili işgaline kadar tam 465 yıl Türk toprağı olarak kaldı. II. Mehmet'in (Fatih'in) fethettiği İstanbul'u VI. Mehmet (Vahdettin)kaybetti. İstanbul, fiilen işgal edildiği 13 Kasım 1918'den kurtarıldığı 6 Ekim 1923'e kadar 5 yıl işgal altında kaldı. Fethinden tam 470 yıl sonra İstanbulyeniden ele geçirildi. Bu İstanbul'un ikinci fethiydi; Atatürk de ikinci fatih…Ancak bu ikinci fethin birinci fetihten bir farkı vardı; ikinci fetih silahsız, savaşsız bir fetihti.

KARA BİR GÜN

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan iki hafta sonra 13 Kasım 1918'de 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık İtilaf donanması Boğaz'a girerek İstanbul'u işgal etti. 15 Kasım'da bu donanmadaki gemilerin sayısı 167'ye çıktı. İlk aşamada 3500 kişilik bir işgal kuvveti şehrin değişik yerlerine yerleştirildi.

8 Şubat 1919'da işgalci Fransız General d'Esperey, Beyoğlu'na doğru bir zafer alayı düzenledi. Fatih'in İstanbul'u fethederken bindiği beyaz ata benzer bir ata binmişti. Atın iki yanında yürüyen iki sömürge askeri ona eşlik ediyordu. Kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu, atını ürküttüğü için kırbacını sallayıp "sus" diye bağırarak durdurdu. Dolmabahçe Sarayı'nda oturmak istediğini belirterek padişahın oradan uzaklaştırılmasını istedi.

Ertesi gün Süleymen Nazif'in, Hadisat Gazetesi'nde "Kara Bir Gün" başlıklı yazısı çıktı. Bu yazıyı okuyup çılgına dönen d'Esperey, Süleyman Nazif'in önce kurşuna dizilmesini istedi, sonra Malta'ya sürgün edilmesiyle yetindi.

KAN AĞLAYAN ŞEHİR

İşgalciler her fırsatta İstanbul'daki Müslüman Türkleri aşağıladı. G. Jaeschke'nin ifadesiyle "Etrafa galip sıfatıyla meydan okundu. Türk örf ve adetlerine karşı saygısız davranıldı."

O günlerde İstanbul'da bulunan Halide Edip (Adıvar), işgalcilerin çirkinliklerini"Türk'ün Ateşle İmtihanı" adlı romanında şöyle anlatacaktı: "Müttefik kuvvetleri küçük bahanelerle durmadan Türkleri tutukluyor, cezalara çarptırıyor ve bazen de müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler zorla sahiplerinin ellerinden alınıyor, içeridekiler dışarıya atılıyordu. (…) Fesler, kadın peçeleri yırtılıyor ve bütün bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sakin davranıyordu."

İşgalciler padişahı kontrol ederek istedikleri hükümetleri iş başına getirdiler. İşbirlikçi Damat Ferit Hükümeti'ne her istediklerini yaptırdılar. Asker-sivil yurtseverleri tutuklayıp Bekirağa zindanlarına attılar, Malta'ya sürdüler. Sözde Ermeni kırımına karıştığı iddiasıyla Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey'i idam ettirdiler. İstanbul üzerindeki uçaklarıyla halka korku saldılar. Basına sansürkoydular. Anadolu'ya kontrol subayları ve ajanlar gönderdiler. İşgalci Yunan ordusunu her bakımdan desteklediler.

Lord Curzon, 2 Ocak 1918'de ve 4 Ocak 1920'de İstanbul'un Türklerden alınmasını ve Ayasofya'nın yeniden kilise yapılmasını önerdi. YunanlarAyasofya'ya çan takmayı kafalarına koymuştu.

16 Mart 1920'de İstanbul resmen işgal edildi. Bu işgal sırasında 50-60 kişilik bir İngiliz birliği sabahın erken saatlerinde Şehzadebaşı Karakolu'na gelerek zorla içeri girip henüz yataklarında bulunan 61 Türk askerini şehit etti. İmalat-ı Harbiye Muhafız Tabur Karargâhı ve Muhafız Birliği'nin bulunduğu kışla binasını kuşattılar. Kışlanın etrafına makineli tüfekler yerleştirdiler. Bahriye Nezareti'ni basarak 5 dakika içinde boşalttılar, buradaki bütün silahlara el koydular, telefon tellerini kestiler. Harbiye Nazırı'nın odasını basıp nazırın göğsüne silah dayadılar. Beyoğlu, Beşiktaş, Kasımpaşa, Kadıköy ve Üsküdar'da caddeleri tutup geliş gidişi engellediler. Boğaz'da vapur ve sandalları durdurdular. Fransızlar ise Ahırkapı İnşaat Fabrikası, Otomobil Taburu ve Müze-i Hümayun'u işgal ettiler. Süleymaniye Camii avlusundaki ve Ayasofya'daki Türk askerlerini makineli tüfekle tehdit ettiler. Harp Okulu'na, İngiliz ve Fransızelçiliklerine, Beyoğlu'na toplar yerleştirdiler. Tüm devlet dairelerine el koydular.İngilizler şehirde sıkıyönetim ilan ettiler. Son Osmanlı Mebusan Meclisi'ni dağıtıp birçok milletvekilini Malta'ya sürdüler.

Yedi tepeli şehir 5 yıl kan ağlayacaktı.

Sevr Antlaşması'nda İstanbul'dan "Constantinople" diye söz edilecekti.

AutoResizeImage.http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2017/05/29szt02a_ant_izm_ist_ank_trb_adn.jpg

GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER

Kaderin garip bir cilvesidir! Düşmanın İstanbul'a geldiği 13 Kasım 1918'de Atatürkde İstanbul'a geldi. Saat 12.45 sularıydı. Haydarpaşa'da trenden inip Kartal istimbotuna bindi. Boğaz'daki işgal donanmasının arasından geçerken yanındaki Yaveri Cevat Abbas (Gürer)'in duyacağı şekilde, "Geldikleri gibi giderler" dedi. Cevat Abbas, "Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız paşam" deyince Atatürk hafif gülümseyerek "Bakalım" demekle yetindi.

Gerçekten de geldikleri gibi gideceklerdi ve onları göndermek Atatürk'e nasip olacaktı.

İNGİLİZLER ÇARESİZ

30 Ağustos 1922'de Atatürk'ün başkomutanlığındaki Türk Orduları, İngiliz destekli Yunan ordularını yendi. Büyük Taarruz kazanıldı.

9 Eylül 1922'de İzmir, 18 Eylül 1922'de Batı Anadolu işgalden kurtarıldı.

Anadolu kurtarılmıştı, ama İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya hâlâ İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgali altındaydı.

11 Eylül'de Atatürk İzmir'e geldi. Limanda demirli İngiliz donanmasını görünce"Ne işi var bu donanmanın İzmir Limanı'nda" dedi. Bu donanmanın 24 saat içinde İzmir Limanı'ndan çıkıp gitmesini istedi. 24 saat sonra, İngiliz donanmasıdemir alıp Türk sancağını selamlayarak ağır ağır limandan uzaklaştı.

Türk Zaferi ezilen, sömürülen mazlum milletleri coşturdu. Hindistan'dan, Tunus'tan, Mısır'dan, Cezayir'den, Irak'tan, Suriye'den ve başka yerlerden Atatürk'e kutlama telgrafları geldi. (Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, s. 41-59) Örneğin, Hindistan Hilafet Merkez Komitesi'nin telgrafında, "Türkiye'ye karşı yeni bir savaş bütün İslam dünyasını kızdıracaktır. İngiltere, Türkiye'ye karşı savaş açarsa Hindistan Müslümanları kitle halinde Türk Ordusu'nun safında yer alacaklardır" deniliyordu. (Bilal Şimşir, Lozan Günlüğü, Ankara, 2012, s. 8,)

Ayrıca Sovyet Rusya da muhtemel bir Türk-İngiliz savaşında, Türkiye'nin yanında yer alacağını açıkladı. Moskova'da Komünist Enternasyonali Merkez Yürütme Komitesi yayımladığı bildiride İngiliz emperyalizmini tehdit ediyordu. Bildiri şöyle bitiyordu: "Kahrolsun İtilaf emperyalizmi! Türk halkına barış ve özgürlük! Kahrolsun yeni emperyalist savaşlar!"

İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, Lord Curzon'a gönderdiği 14 Eylül 1922 tarihli telgrafta şöyle diyordu: "Konferans çağrısı için şimdi en uygun zamandır. Yoksa Mustafa Kemal rahat durmaz. Ordularına 'İlk hedefiniz Akdeniz'dir' diyen Mustafa Kemal'in ikinci hedefi Trakya'dır. Konferans olmazsa Trakya'ya geçmeye çalışacaktır. Geçirirsek güç durumda kalırız… Meriç'e kadar Trakya'nın geri verileceği bildirilirse Mustafa Kemal'in ileri harekâtı durdurulabilir." (Şimşir, Lozan Günlüğü, s. 8, 31.)

İtalyanlar, 9 Eylül'de İngilizlere başvurup acele bir konferans toplanmasını istemişti. Fransızlar ise 18 Eylül'de Yüksek Komiser General Pelle'yi İzmir'e gönderip Atatürk'ü Trakya üzerine yürümekten vazgeçirmeye çalıştı. Atatürk,"Türk Orduları hedeflerine ulaşmadan duramaz, ancak Trakya Türkiye'ye teslim edilirse oraya asker geçirmeye gerek kalmaz" dedi. Fransa, Meriç'e kadar Doğu Trakya'nın Türkiye'ye bırakılması için İngiltere'yi ikna etmeye karar verdi.

Fransız General Pelle'nin, 19 Eylül'de İzmir'de Atatürk'le görüşmesinden bir gün sonra, 20 Eylül'de Paris'te, Fransa Dışişleri Bakanlığı'nda İngiltere-Fransa-İtalya görüşmeleri başladı. Görüşmeler başlarken Fransa Başbakanı M. Poincare'nin elinde Atatürk-Pelle görüşmesinin raporu vardı.

Paris'te tam üç gün, İngiltere, Fransa ve İtalya, Atatürk'e ne cevap vereceklerini tartıştılar. Sonuçta Türkiye'ye karşı kuvvet kullanma konusunda yalnız kalanİngiltere pes etti. 23 Eylül'de müttefikler, konferansın toplanmasına ve Meriç'e kadar Trakya'nın Türkiye'ye bırakılmasına karar verdiklerini Atatürk'e bildirdiler.

11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi'yle Doğu Trakya'nın, Edirne ile birlikte Türkiye'ye teslim edilmesine karar verildi.

Doğu Trakya'nın, üstelik kurşun atmadan, Yunan işgalinden kurtarılması, Batı'da, "Türklerin yeniden Avrupa'ya dönüşü" olarak görüldü.

Türkiye derhal İzmir'de bir barış konferansı toplanmasını istedi. Müttefikler bu isteği ağırdan aldılar, ama sonra konferansın 13 Kasım'da Lozan'da toplanmasına karar verdiler.

İsmet Paşa Lozan'a giderken, İstanbul ve Boğazlar hâlâ İngiliz işgalindeydi.

AutoResizeImage.http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2017/05/cami-1.jpg

İKİNCİ ÇANAKKALE SAVAŞI ÇIKIYORDU

İngiliz Kabinesi,15 Eylül 1922'de yaptığı toplantıda Çanakkale'deki "tarafsız bölgeye" giren Türklerin ateşle karşılanmasına, bölgeye asker gönderilmesine, ayrıca Fransa, İtalya, İngiliz sömürgeleri ile Romanya ve Yugoslavya'dan asker istenmesine karar verdi. İngilizlerin bu çağrısını dünya basını "Call of War" (Savaşa Çağrı) diye duyurdu.

Ancak İngiltere, Çanakkale'ye yığınak yaparken Fransa ve İtalya Çanakkale'deki birliklerini çekmeye başladı. Ayrıca İngiliz sömürgeleri dâhil hiçbir ülke böyle bir macera için İngiltere'ye asker vermedi.

Bu sırada Atatürk'ün emrindeki Türk Orduları iki koldan Çanakkale'ye doğru ilerliyordu. 23 Eylül'de Türk Orduları "tarafsız bölgeyi" aşıp Gelibolu'nun karşısındaki Lâpseki'yi kurtardılar. İngiliz birlikleri biraz geri çekilip yeni bir hat üzerinde mevzilendiler.

Fransızlar; General Pelle, Franklin Boullon ve Amiral Dumesnil aracılığıyla Atatürk'le görüşerek onu Çanakkale'ye yürümekten vazgeçirmek istedi.

23 Eylül-28 Eylül arasında General Harington ile Atatürk arasında Çanakkale'deki askeri durum konusunda karşılıklı yazışmalar oldu. Harington,Türk birliklerinin "tarafsız bölgeden"; Atatürk ise Fransa ve İtalya gibiİngiltere'nin de Çanakkale'nin Anadolu kıyılarından çekilmesini istiyordu.

29 Eylül günü İngiliz Hükümeti, General Harrington'a, Çanakkale'deki Türk komutanına ültimatom vermesini ve Türk orduları geri çekilmezse İngiliz kuvvetlerinin karadan, havadan, denizden Türk Ordularına ateş açması emrini verdi. Ancak General Harrington bu emri uygulayamadı.

ATATÜRK'ÜN SİLAHSIZ ZAFERİ

29 Eylül'de Çanakkale'de İngiliz ve Türk Orduları burun buruna geldi. İkinci Çanakkale Savaşı'nın çıkması an meselesiydi. Savaşı önleyen "barış dehası" Atatürk oldu.

Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Yazar Jean Paul Garnier'e kulak verelim:

"Londra'ya çekilen bazı telgrafların kopyalarından General Charles Harington'un son dakikada boyun eğeceğini hesaplayıp kestiren Mustafa Kemal şöyle diyordu: 'İngiliz dün kımıldayamadı, yarın da kımıldayamaz.' Bu düşünceden şu sonuç doğdu: Kararlaştırılan bir işaret üzerine iki seçkin Türk alayı silahlarının dipçiklerini havaya, namlularını yere çevrilmiş olarak İngiliz mevzilerinin üzerine yürüyecek, İngiliz uyarılarına aldırmayacak ve yürüyüşüne devam edecek. Sessizce düşman mevzilerini aşacak. Tek el bile ateş edilmeyecek.

AutoResizeImage.http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2017/05/ha.jpg

29 Eylül günü ürpertici bir sessizlik içinde bu manevra uygulandı. Ne yapacaklarını kestiremeyen İngiliz subayları şaşırıp kaldılar. Bir astsubay, 'Nişan al' komutu verdi. Türkler aldırmadı. Yürüyüşe devam ettiler. Tam o anda… Elinde bir flama sallayan bir motosikletli son hızla geldi. Soluk soluğa, o bölgenin komutanı majesteleri albayına yetişti. İngilizler, 'Silah bırak' diye haykırdılar. Kemalist alayların komutanları da aynı anda dur emri verdiler. Taraflar oldukları yerde kaldı. Kan akıtmamak için son anda bir silah bırakma yapıldı. Sör Charles Harington boyun eğmişti." (Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, s. 100)

Atatürk, dünya savaş tarihinde daha önce görülmemiş bir yola başvurmuş, savaş aracı silahı, barış aracına dönüştürmüştü. Atatürk'ün, silahlarının namlularını aşağı, dipçiklerini yukarı çevirmiş askerleri savaşsız, kansız, ölümsüz bir zafer kazandı. Böylece Boğazlar ve İstanbul'un kurtuluş yolu açıldı.

Mudanya Konferansı'na gözlemci olarak katılan Franklin Bouillon, Paris'e dönünce verdiği demeçte şöyle dedi: "Bu barışı dünya, Mustafa Kemal Paşa'ya borçludur. Onun insana hayranlık veren itidaline borçludur. Kendisi savaş yapabilecek durumdaydı ve muzaffer ordusunca savaşa doğru itiliyordu. O, ordunun bu coşkunluğunu dizginledi. Ben buna tanığım ve hiç kimse beni yalanlayamaz."

Lozan Antlaşması'na ek Tahliye Protokollerine göre antlaşmanın Türkiye tarafından onaylandığı müttefiklere bildirildikten sonra müttefikler İstanbul ve Boğazlardan derhal çekilecekti. 6 hafta içinde Türk toprakları boşaltılacaktı. Nitekim işgalciler 2 Ekim 1923'te Atatürk'ün ifadesiyle "geldikleri gibi gittiler." 6 Ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk Orduları görkemli bir törenle İstanbul'u geri aldı. Bu bir anlamda İstanbul'un ikinci fethiydi, Atatürk de ikinci fatih…

 
a45UyF587661-170709191207 Oraj Poyraz oraj.poyraz@openmail.cc
2017/07/10  00:27 2  65  alelma@yahoogroups.com


 

Kimsenin zenginligi seni degerlendirmez.

Anonim

Baska bir hadiste ise Allah en cok sevdigi kullarina, en agir ve siddetli musibetleri verdigi bildirilmektedir:

Insanlarin en cok musibete ugrayanlari evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine gore (veliler ve salihler) gelir.
Kisi dinine gore bela ve imtihanlara maruz kalir.
Eger dine bagliligi varsa, belasi daha da artar.
Fakat dininde gevsek yasiyorsa ona gore musibetlerle karsilasir.
Kisiye belalar gelir gelir de artik onun uzerinde hicbir gunah kalmaz

(Tirmizi, Zuhd 57; Ahmed b.Hanbel, I/172, 174)
Lutfen bundan sonra Muslumanlardan eza, cefa ceken, basina bir musibet gelenler aglayip, zirlamasin.
Cunku baslarina gelen her turlu olumsuzluk onlarin Allahin sevgili kullarindan oldugunu gosteriyor.
Ben demiyorum, hadisler, ayetler boyle soyluyor.

Kur an daki Celiskiler Ve Nedenleri (4)
Kur an da Celiski Olmadigini, Celiskili Bir Mantikla One Surme Kurnazligi!

Fransizlar, Le coeur a sa raison, que la raison ne connait pas! derler ki, Kalbin kendine ozgu bir mantigi vardir ki, mantik dahi onu tanimaz anlamindadir. Kur an da celisme bulunmadigi iddiasina sarilan Islamcilar, hani sanki bu yukaridaki formulu dogrularcasma, kalp denen organin iyi ve kotu yonde belli bir gorus ve bilgilere sahip oldugunu, bu gorus ve bilgilerin oraya Tanri tarafindan kondugunu ve iste kalbin bunlardan birine dogru egilim gostermesiyle, kisinin dogru yola ya da aksine sapikliga suruklendigini soylerler. Hani sanki kalp denen sey, aklin gorevini ustlenmis gibidir ve bu niteligiyle iyi ya da kotu olandan birini secmektedir ya da akil denen sey, insandaki bes duyunun algilarinin varip dayandigi algilama yolunu aydinlatmaktadir.(1)

Seriatcilar, bu gorusu acikliga kavusturmak amaciyla, Enam Suresi nin 125. ayetini ornek alirlar. Bircok kez belirttigimiz gibi, bu ayet aynen soyledir:

Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete acar. Kimi de saptirmak isterse, goge yukseliyormus gibi kalbini dar ve $ikintili kilar. Allah inanmayanlari, kufur batakliginda birakir (Enam Suresi, ayet 125).

Dikkat edilecegi gibi, bu ayetin tumceleri celismeyle doludur: Tanri, diledigini Musluman, diledigini de saptirip kafir yapiyor ve kafir yaptigini kufur batakligina sokuyor! Yani kisiyi kafir yapan da Tanri dir, kafir dirler diye kufur batakliginda birakan da odur. Ve iste bu celismeyi ortbas edebilmek icin, Fahruddin Razi gibi yorumcular soyle derler: Tanri insanin kalbinde, hem iman m iyi hem de imansizligin kotu bir sey olduguna dair gorus ve bilgiler yaratir. Bu ikisinden birini secmek kalbin isidir. Daha baska bir deyimle, Tanri, insanda iman olmasini murat ettigi zaman, onun kalbinde buna iliskin egilim olusturup guclendirir. Tersini murat ettigi zaman da tersini yapar . (2) Ve iste guya kalp, bu iki egilimden dogru olani, yani Islama yonelik olani sectigi zaman, kendi yararina is gormus olur; aksini yaptigi zaman ise, kendisi icin kotu olur. Daha baska bir deyimle, Islamcilara gore, eger kalp gecerli bir akla sahipse iman yolunu secer; sahip degilse, Tanri nin gosterdigini anlayamayacagi icin inanmaz . Soylemeye gerek yoktur ki, butun bu laf cambazliklarinin altinda, kalbin kendine gore ve kendisinin de anlayamayacagi bir mantigi bulundugu safsatalari yatar. Daha baska bir deyimle, seriatcilar, Kur an da celiski olmadigini, celiskili bir mantikla kanitlama yolunu secmislerdir. Enam Suresi nin yukaridaki ayeti vesilesiyle one surdukleri goruslerin safsata oldugunu ortaya koyan olaylar vardir ki, bunlardan biri, ilerideki sayfalarda ele alacagimiz Ebu Talib olayidir. Cunku, Islam kaynaklarinin bildirmesine gore, bu ayet, Ebu Talib le ilgili olarak, daha dogrusu onun olumu sirasinda konmustur. Daha once deginmis olmakla beraber tekrar belirtelim ki, Ebu Talib, Muhammed in amcalarindan biri olup, onu kendi oglu gibi yetistiren bir kimseydi. Kureys in ileri gelenlerinden biri oldugu icin, Muhammed onu Musluman yapmak icin cok ugrasmistir. Ebu Talib olum dosegindeyken, onun basucuna giderek Musluman olmasi icin cok yalvarmis, fakat basari saglayamamistir. Saglayamayinca, cevresindekilere karsi kendisini temize cikarmak uzere sorumlulugu Tanri ya yuklemis ve Tanri diledigini Islama sokar, diledigini sokmaz seklindeki ayeti Kur an a yerlestirmistir. Yani demek istemistir ki, Ebu Talib in Islam olmadan olmesini Tanri istemistir! Bu dogrultuda olmak uzere Kur an a. koydugu ayetler arasinda, Tanri nin iman denen seyi insanin kalbine suslu (sevimli) bir sekilde yerlestirip, onu insana sevdirdigini (ornegin, Mucadele Suresi, ayet 22) ya da aksini yapip insanlarin kalplerini muhurledigini, kulaklarini perdeledigini (Bakara Suresi, ayet 6-7; Nahl Suresi, ayet 106-109; Casiye Suresi, ayet 23 vd...) ve Ey Muhammed! Tanri dilese nenin kalbini de muhurler... (Sura Suresi, ayet 24) dedigini yansitanlar vardir. ote yandan, yine Muhammed in soylemesine gore, Tanri, diledigini dogru yola soktugunu anlatmak uzere soyle demistir:

(Ey Muhammed!... (Taun) seni yetim bulup barindirmadi mi? Sasirmis bulup da yol gostermedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi?.. (Duha Suresi, ayet 6-8).

Yine bunun gibi, Tanri, iman etmek konusunda tereddut eden kimseleri, diledigi zaman inandirma yoluna gitmistir. Ornegin, Kur an da Ibrahim in, Tanri ya inanmak konusunda tereddut gosterdigi, tereddudunu gidermek icin ondan oluleri nasil dirilttigini bana goster! .diye mucize bekledigi, bunun uzerine Tanri nin, (Sen) Bana inanmadin mi? demekle beraber mucize gosterme yoluna gittigi yazilidir (Bakara Suresi, ayet 260). Yine bunun gibi Isa nin havarilerinin de, Tanri ya inanabilmek icin, Ey Meryem oglu Isa, Rabbin bize gokten donatilmis bir sofra indirebilir mi? diye Tanri dan mucize bekledikleri ve Tanri nin da onlari inandirmak icin gokten sofra indirdigi yazilidir (Maide Suresi, ayet 111-115).

Muhammed in Kur an olarak ve Kur an olmayarak ortaya koydugu yukaridakilere benzer hukumlerden anlasilan su ki, kisileri diledigi gibi dogru yola sokan ya da saptiran ne akildir ne de kalptir; sadece ve sadece Tanri dir. Ve Tanri, yine Muhammed in soylemesine gore, dogru yola soktuklarini mukafatlandirmakta, saptirdiklarini da azaba sokmaktadir. Nereden geliyor bu celiski? diye sorulacak olursa, cevabini asagida ozetleyecegiz.

Dipnotlar;

1) Bu konuda bkz. Turan Dursun, Kur an An$iklopedisi. Kaynak Yayinlan, Istanbul, 1994, c.l,s.295

2)Fahruddin Razi den bu alinti icin bkz. Turan Dursun, Kur an An$iklopedisi. Kaynak Yayinlari, istanbul,1994, c.l, s.308.
https://kuranelestirisi.wordpress.com/2011/11/25/kurandaki-celiskiler-ve-nedenleri-4/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder