İstanbul'da yine UH-1 tipi bir helikopter düştü ve her zaman olduğu gibi Türkçe konuşabilen Anadolu ve Trakya halklarına TSK yük geldi askerler ölecekse başka yerlerde ölsünler diyerek bölgede bulunan helikopter birliği kent dışına sürüldü.
UH-1 tipi helikopterler F-4'ler ve eski askeri araçlar söz konusu olunca hemen aklıma yaşamım boyunca sahip olduğum eski arabalarla yaşadığım deneyimle ve bu deneyimler sonucunda vardığım fikirler geldi.
Evet hayatım boyunca hep ikinci el ya da çok eski arabalar kullandım. Ancak bundan on sene kadar önce rekor kırdım. Arabam 17 yaşındaki bir Renault Flash. Tüplüydü. 2500 TL'ye almıştım. O zaman galerideki en ucuz 2nçe al araba buydu. Daha ucuzu yoktu. Arabayı alıp da şehre doğru giderken ilk arıza sinyalini verdi. Düz yolda belirli bir yük yokken araba sık sık hararete giriyordu.
Büyük eksiklikleri vardı eski diye benden önceki sahipleri bolca ihmal etmişler arızaları biriktirmişler uyduruk çözümlerle sorunları geçiştirmiş ve biriktirmişler.
İşte bu araba bana arızanın eskimenin yaşlanmanın felsefesini yaptırdı.
Bu günlerde ne zaman Friedrich Nietzsche'enin şu meşhur sözü var ya "öldürmediyse güçlendirir" işte bunu her duyduğumda öfkem tepe yapar. Evet büyük düşünürlerde yanlış yaparlar. Bu sefer Nietzche gerçekten zırvalamış. Ben ise başka bir söz söyleyeyim hiç takla atan arabayla atmamış olan bir olur mu? Ya da bir toplama kampından kurtarılmış kişi ile el bebek gül bebek yaşamış olan bir olur mu?
Evet mekanik ısıl psikolojik gerilimlere maruz kalan her şey araçlar binalar cihazlar hayvanlar insanlar yıpranır eskir hırpalanır gevşer sarkar.
Ben bunu eski arabamda pek çok şekilde yaşadım. Örneğin arabamın arabanın çeşitli yerlerinden tuhaf gıcırtılar sesler gelirdi. Bu şu demektir arabanın bazı vidaları somunları gevşemiştir hatta düşmüştür belirli parçaların menteşelerinde ek yerlerinde çatlaklar olmuştur ve parça artık serbestçe hareket ediyor vibrasyon yapıyor ses üretiyor demektir. Arabanızda bir yerlerden ses gelirse bilin ki bir süre sonra oralarda bir şeyler düşecek sarkacak kopacak kırılacak demektir.
Peki malzemeler neden çatlar?
En önemlisi malzeme yorgunluğuna maruz kalır. Bir arabayı galeriden alsanız doğruca garaja çekseniz takozlar üzerinde saklasanız bile materyal yorgunluğu yaşar. Kaldı ki köy yollarına sokarsanız kasislerden hoyratça geçirirseniz materyal yorgunluğu daha da hızlı olur. İşte bu nedenle adamlar ilanlarda bayan doktordan lafını kullanırlar ama dikkat kimse köy yollarında gezmiştir diye ilan vermez.
Dökülmüş olan bütün alaşımlar karışımlar metaller hatta çimento bile ilk anda karmaşık bir kristal yapısına sahiptir esasen metalleri dökümden ve şekillendirdikten sonra yapılan tavlama işlemi de malzemenin kristal örüntüsünün belirli bir düzende olmaması karmaşıklaşması içindir. Malzeme kızdırılır ve şok soğutma ile kristal yapısı olabildiğince düzensiz şekilde katılaştırılır.
Ancak zamanla yük binen statik gerilime maruz kalan malzemede gerilim hatları boyunca daha önce olabildiğince düzensizleştirilmiş kristaller hizaya girer ve gerilim hatlarına uyumlu paralel hatlarda yeniden düzenlenir. İşte bu hatlar aynı zamanda kırılma hatları olacaktır.
Malzeme yorgunluğuna maruz kalmış bir elemanı istediğiniz kadar boyayın cilalayın ısıtın soğutun artık o zayıf dayanıksız bir elemandır. Ve onu tekrar gençleştirmenin tek yolu elemanı eritip yeniden dökmek ve tavlamaktan ibarettir.
Eğer insan kemiğini düşünürseniz hiçbir zaman sabit kalmadığını yaşam boyunca sürekli şekil değiştirdiğini büyüdüğünü üstüne binen yüke göre yeniden şekillendiğini fark edersiniz. Eğer insan kemikleri sabit bir döküm malzeme olsaydı en geç birkaç ay içinde galeta gibi kırılganlaşırdı. Netekim kırıklarda kemikleri bağlamak için kullanılan özel alaşım malzemeler vücutta kaldığı sürece yorulur ve kırılganlaşır bu nedenle insan vücudundan çıkarılmış platinler(!) yeniden kullanılamaz.
Malzeme yorgunluğu malzemenin maruz kaldığı statik gerilimle orantılıdır. Misal günümüz inşaatlarında bir beton kolonun birim alan başına taşıdığı yük X miktar olsun. Bu her geçen yıl belirli bir yüzde azalır her depremde de ekstradan biraz azalma olur. Diyelim ki ilk döküldüğünde 100 birim taşıma kapasitesi olsun ve her sene %3-5 dayanımı azalsın ve bu beton kolonun kırılma eşiği de 50 olsun. Bundan sonrası kolay bir hesaptır. Oturur hesaplarsınız şu kadar yıl sonra bu bina kırılma eşiğine kadar varan bir malzeme yorgunluğu yaşar ve bundan sonra en küçük bir yük değişiminde kırılma gerçekleşecek diyebilirsiniz.
İşte bu nedenle ülkemizde her yıl şuralarda buralarda bazı binalar kendilerinden yıkılır. Bunlar hem malzeme kalitesi ve miktarındaki eksiklikler nedeniyle dayanımlarının yetersiz olmasıyla olur ama esas olarak geçen yıllar içerisinde dayanımlarının kırılma eşiğini aşmasıyla olur.
Bir başka örnek verirsek Amerikan arabaları çoğu zaman 2-2 5 ton çeker İngiliz ve Alman arabaları ise çoğu zaman 1 5 -1 7 ton civarında çeker Japon arabaları ve bizim için üretilmiş uyduruk arabalar ise çoğu zaman 0 9-1 ton civarında çeker.
Ancak bilmek gerekir ki bu arabalar birbirine yakın segmentte olduğu halde neden ağırlıkları böyle farklıdır? En önemli sebep Amerikalı mühendislerin tasarladıkları araçlarda saç kalınlığını malzeme kalınlığını daha yüksek hesaplamalarıdır. Doğal olarak hemen aynı boyutlarda Amerikan arabaları çok daha ağırdır. Bu ağırlığı taşımak için daha yüksek beygir güçlü ve hacimli motorlar taşırlar bu motorları harekete geçirmek için doğal olarak daha yüksek kapasiteli aküler taşırlar. Bu bir zincirleme reaksiyondur. Herşeye karşın Amerikan arabaları antikalaşabilir çünkü kalınlığına kıyasla malzemeler daha az yüke maruz kalır. Örneğin bir Harley-Davidson antika olabilir bir BMW motor antika olabilir ama yüksek performanslı bir Yamaha R1 asla antika olamaz. Çünkü olabildiğince hafif tutmak için en az malzemeden en çok performans istenmiştir. Gofret kadar hafif bir motor blokundan 16bin devre kadar çıkan ani ve patlayıcı devirlenmeler yüksek basınç oranları istenir. Oysa eski bir Harley Davidson 1700 küsur hacimden en çok 2100 devir ve 80 küsur beygir üretir. Malzeme yorumlamaz ve yaşlanması hayli geç olur.
Mimariden örnek verirsek tarihe geçmesi istenen binalarda taşınması gereken statik gerileme kıyasla çok daha fazla malzeme kullanılır. Arzu ederseniz tarihi camiler katedrallere bir gidin o fil ayaklarının büyüklüğünü bir görün. Ayasofyanın da Sultan Ahmet'in de taşıyıcı sistemi üzerindeki ağırlığa göre son derece fazla tutulmuştur. Mimar bunu malzeme yorgunluğunun yüzyıllar içerisinde taşıma kapasinde yaratacağı azalmayı karşılamak için böyle yapmıştır. Ancak modern tekniklerle inşa edilmiş binaların hiçbirisinin ömrü yüz yılı aşamaz. Çünkü taşıyıcı kolonlar en çok o kadar yıl dayanacak kadar kalın tutulmuştur.
Eski araçlarda cihazlarda bu nedenle başlangıçta insan gücüyle kırılamaz derecede sağlam elemanlar eskiyince galeta haline gelir.
İşte UH-1'lerde ve buna benzer eski araçlarda yaşanan en büyük sorun budur. İstediğiniz kadar ömür uzatma projeleri uygulayın cilalayın boyayın yeterli olmaz.
Uçaklar helikopterler gibi araçların çok yoğun ilgi bakım tamir ve değişim gördüğünü biliyoruz. Ancak gövde şasi asla değiştirilemez. Malzeme yorgunluğunun yarattığı en büyük sorunlardan birisi mikroçatlaklardır. Böylesi araçlarda sonografik röngenografik yöntemlerle çatlakları kaynak yerlerindeki gevşemeleri tespit etmeye çalışırlar. Ama bütün bir gövdenin tam olarak takibi ve incelenmesi asla mümkün olmaz.
İşte bu nedenle malzeme yorgunluğunun artık takip tamir edilmesinin imkansız yararsız verimsiz hatta rantabl olmadığı eski araçlar TSK'nın tabiri ile HEK'e ayrılır. HEK "hurda eskimiş kullanılamaz" demektir.
Bir de vida somun ve puntolarla yapılan bağlantılar vardır. Benim eski külüstük arabamda da zaman zaman arabanın tabanında nereden düştüğü belli olmayan somunlar vidalar görürdüm arayıp bulabilirsem yerine takardım. Baktım ki bu iş sıklaşmaya başladı elimin altında uçları değiştirlebilen bir alyan yıldız düz tornavida takımı bulundurmaya başladım. Her gün boş vakitlerimde görebildiğim her yerdeki vidaları tek tek sıkıyordum. Ancak .bilmek gerekir ki en kötü arabada bile binlerce vida somun var. Dahası aracın görünmez yerlerinde de pek çok sıkılmayı bekleyen ama ulaşamadığım vida ve somun vardı.
Ve emin olun şu düşen külüstür UH-1'e bakım yapan bir sürü teknisyen vardır ve onlar da ellerinde tornavida setleri gördükleri her vidayı somunu sistematik olarak sıkıyordur ancak bilmek gerek aracı tam olarak parçalamadan her vida ve somuna ulaşamazlar standart protokol ise her vidanın sıkılmasını garantilemez.
Bir de vidaların ve somunların yalama olmak gibi kötü bir huyu vardı. Onlar da yaşlanır ve bir de bakarsınız ki diş tutmaz olmuş.
Kısacası artık aracın bakımı bütünüyle bir vida somun sıkma tutup tutmadığını kontrol etme töreni haline gelmiş.
İyi arabalarda vida ve somunların gevşememesi için tırnaklı rondela koyarlar. Bu rondela vibrasyonla vidanın somunun sıkılaşmasını sağlar gevşeyip düşmesini engeller. Misal BMV Mercedes gibi araçlarda bunu esirgemezler ve bu nedenle bu arabalar çok uzun yıl yıllar oralarından buralarından ses gelmeden bir yerleri düşmeden sarkmadan çalışır. Ama bizim Koç Grubu arabalarda Renault ve Toyota Hundai gibi yerli montaj arabalarda maalesef bu dünyanın en ucuz elamanından tasarruf ederler.
Araçların yaşlanmasında gözden kaçan bir diğer faktör ise elektrik ve elektronikle ilgilidir.
Çoğu insan kabloların üzerindeki plastik kaplamanın kabloyu aynı zamanda nemden koruduğunu zanneder ancak nem difüzyonla kablo kaplamalarından yavaş yavaş da olsa geçer. Ve bir süre sonra kablonun koruyucu tabakasını sıyırdığınızda bakır liflerin yemyeşil olduğunu korozonla bakır lif kesitinin azaldığını görürsünüz. Bunun net iki sonucu olur. İlk olarak kablonun iletkenliği azalır ve kablonun iç direnci artar. Bu kablonun ısınmasına ve bir gün yüzey kaplamasını eriterek kısa devre yapmasına sebep olur. İşte bu nedenle sürekli olarak eski ahşap evlerde kısa devre yangınları çıkar.
İkinci olarak korozyona maruz kalan kablolarda kırılmalar olur. Bu temassızlık arızalarına sebep olur. En belalı arızalar temassızlık arızalarıdır.
Örneğin benim hurda arabamda her gün bir elektrik devresi teması yitirirdi bazen de aldığımdan beri hiç çalışmayan ve benim de umudu kestiğim bir eleman durup dururken çalışmaya başlardı.
Hiç unutmam bir gün saç cam kapanmaz oldu hemen sanayiye gittim ustayla artık akraba olmuşuz usta elektrikçilerin o meşhur bir ucu ampullü kablolu kontrol kalemiyle kontrol etti. Temassızlık yaratan kabloyu buldu yeni kablo çekti tamam hocam oldu dedi.
Sanayiiden çıkıyorum kasisten geçtim araba şöyle bir sallandı merak ettim kontrol ettim aynı cam yine çalışmıyor hemen geri döndüm yine aynı kasisten aynı şekilde sallanarak geçtim ustaya vardım ustaya arızayı gösterceğim o ne ben şok cam çalışıyor.
Bir gün de aldığımdan bu yana hiç çalışmayan arka cam sileceği kendiliğinden çalışmaya başladı ilgili olabilecek bütün düğmelere bastım yok bir etkisi yok camı çizmesin diye sileceği kaldırdım yine ustaya vardım. Usta da sileceği kontrol eden düğmeyi bulamadı. Ancak sileceğin fişini çekerek durdurabildi.
Ben bu türden arızaları cin girmesi olarak anlatıyorum. Eski Amerikan filmlerinde vardır böyle bir tip. Şirin bir cindir özellikle de uçaklara musallat olur. Pilotun personelin haberi olmadan küçük şirin sabotajlar yapar ama bunlar ölümcüldür elbette.
Genelde arızalar ya hep ya hiç kuralına uyar. Yani arıza ya vardır ya yoktur. Ama temassızlık arızları böyle değildir bir olur bir olmaz. Ne zaman olacağını bilmek imkansız gibidir. Küçük bir sarsıntı vibrasyon pozisyon değişikliği arızayı ortaya çıkarabilir ya da tam tersi düzeltebilir de.
Örneğin arabalarda omur ilik gibi çok damarlı bir ana kablo vardır. Bu kablo akü alternatör ön gösterge paneli kontroller farlar stoplar sinyaller ve lambalarını kabloların içeren tek ve büyük bir kablodur. Normalde en kalın yerinde birkaç parmak kalınlığında olur. Üreticiler yine tasarruf kaygısı ile bu kablo demeti içinde bulunan her bir kabloyu olabildiğince az tutarlar. Ve neme bağlı korozyon işte bu kablo demetinin can düşmanıdır. Eski araçlarda böylesi kablo demetlerinin korozyona bağlı iç kırıkları temassızlıkları kullanıcıları servis elemanları bitirir tüketir. Bu türden arızaları kalıcı olarak gidermenin tek yolu böylesi kabloları aynısıyla ve yenisiyle değiştirmektir.
Malesef eski araçlar için böylesi kritik parçaları ilerleyen yıllarda üretimden kalktığı için bulmak bazen imkansız olur. Ve elektrikçiler her buldukları temassızlık arızası için bu ana kablo demetini pas geçen yeni kablolar döşerler bir süre sonra araçta içinden çıkılmaz bir kablo karmaşası oluşur.
Uçaklarda ve helikopterlerde de durum aynıdır onlarda da kablo yükünü azaltmak için böyle demet kablolar kullanılır. Ve aynı arızalar aynı cin girmesi olayları baş gösterir bir süre için onlar da yeni ve eski kablo sistemini by-pass eden kablolar çekerler. Ama sonunda iş içinde çıkılmaz olur.
İşte uçaklarda ve helikopterlerde büyük update programlarında yapılan şey tam olarak budur. Araç parçalanır bütün parçalar muayene edilir göya evsafı bozulmamış olanlar yeniden kullanılır bazı parçalar yenilerin ve montaj yapılır.
Bir de pahallı oluşu nedeniyle doğrudan hurdalıktan temin edilen askeri malzemeler vardır. Örneğin Amerika'da hurdaya ayrılmış uçakların çekildiği bir çöl arazisi vardır. Yorulmuş yıpranmış eprimiş de olsa üretimden kalkmış uçakların ihtiyacı olan yedek parçalar buradan tedarik edilir. Kiii bu işlem bizde de yapılır. Elde kalan uçak ve helikopterlerin bazıları yedek parça deposu olarak kullanılır. Ve gööeööya bütün bu parçalar sonografik röntgenografik incelemeye tabii tutulur. Aslında parça yıllanmıştır bu bile tek başına kullanılmaz olması için yeterlidir ama devletlerin en bol bulduğu sarf malzemesi insandır.
Bir de son elli yılda ortaya çıkmış olan fiber optik aksam vardır. Fiber optik kablolar da eskir bu kabloların optik özellikleri önemlidir kablonun iç yüzeyinde yansıtıcı yüzeyin optik mükemmelliği de önemlidir. Termik ve oksidatif etkilerle bu kablolar da bozulur. Malum plastiğin baş düşmanı ışıktır. Bu nedenle bu kablolar özellikle ışıktan korunmaya çalışılır. Ama neylersiniz ki bu kabloların en önemli özelliği de ışık taşımalarıdır. Bu nedenle bu kablolar zamanla opaklaşır yansıtıcı yüzey kaplamaları da bozulur. Ve ilk imal edildiği zamanki performansını kaybeder ve bir gün ilettiğinden çok tükettiği için artık faydasız olur. Burada temel sorun diğer unsurlarla aynı eskiyen bir elemanın tam da uçuş ya da çalışma sırasında su koyverme ihtimalinin tespit edilmesinin imkansızlığıdır.
Ve bir de elektronik elemanlar var. Transistörler kapasitörler ve benzeri bir sürü devre elemanı. İşte nem ve ısı bu elemanların da can düşmanı. Bir entgere devreyi bir mikroişlemciyi bir baskılı devreyi yıllarca kullanabilirsiniz ve hareketli eleman olmadığından bahisle bu unsurlara çok da güvenirsiniz oysa bunlar da eskir eprir yıpranı ve yaşlanır. Isıl stres bu elemanların performansını düşürür iletkenliğini azaltır iç direncini artırır daha çok ısınmasına sebep olur amaçlandığı işi yapmasına engel olur.
Ve bir gün bu elemanlar durduk yerde yanarlar kısa devre yaparlar sistemin tamamına etki eden ama bulunması zor arızalar çıkarırlar.
Evet teknisyenlik mesleği bu işler için icat edilmiştir ama çok eski bir sistemde bu arızalar ve bakım ihtiyacı çok fazla artmıştır kontrol edilmesi gereken unsur ve elemanlar sanıldığından çok fazladır.
Bir de optik aksam var bunlar içinde prizma lens içeren dürbin mikroskop teleskop nişangah gibi aksamdır. Bakın bu gerçekten de çok derin çok uzun bir konu ama gazı aldım bir kere onu da anlatacağım.
Kuzey ve Güney Amerika'nın yeni keşfedildiği yıllara geri dönelim İspanyollar ve Portekizli yağmacılar bu topraklarda bir sürü zenginlik buluyor altınlar gümüşler ve akla gelen ve gelmeyen her şey.
İşte bu akla gelemeyen her şey içinde tuhaf şeyler de var. Mükemmel lensler.
Bu lensler o derece mükemmel ki renk aberasoyonu odak aberasyonu yok. Avrupa'da o yıllara kadar görülmüş şey değil. Bir düşünün Venediğin gümüş sır kaplı aynaları bile stratejik bilgi sayılıyor bilgi sızdıranlara tek ceza var. İdam. Ama henüz kimse lenslerle ilgilenmiyor bile.
İşte bu mükemmel lensler tıpkı diğer hazineler gibi Avrupa'ya taşınıyor. Bunların değerini ve anlamını bilen kimse olmadığından bu lensler müzeler konuyor.
Sonradan İspanya İç Savaşı başlıyor. Yağma tecavüz ölüm kan dehşet gırla.
Ve devreye Alman'lar giriyor Luftwaffe geliyor Condor tugayı falan. Ve bu lensler bir şekilde Almanya'ya gidiyor.
Alman bilim adamları bu lensleri inceliyor ve bunlarda tuhaf şekilde renk ve odak sapmasının olmadığını belirliyorlar. Ve lensleri incelediklerinde yüzeylerinde pek çok katman halinde mineral kaplamalar olduğunu fark ediyorlar.
Bu arada dünya yavaş yavaş ikinci Dünya Savaşı ortamına giriyor.
İnka ve Mayalıların üretim tekniğini de buluyorlar meğer lensler on yıllara varan sürelerle çeşitli minerallerden zengin solüsyonlarda bekletiliyormuş. Almanlar yöntemi hızlandırıyor. Ve savaş sırasında askeri nişangah dürbin periskop ve benzeri araçların lens ve prizmalarını bu teknolojiye göre yapıyorlar.
Sonra Almanlar savaşı kaybediyor optik fabrikalar Sovyetlerin eline geçiyor onlarda savaştan sonra birden Laica diye bildiğimiz lens ve optik fabrikasını kuruyorlar.
Ve bildiğimiz dünyanın en gelişmiş lenslerini hala daha bu fabrika üretiyor misal eğer çok pahallı bilimsel ağır bir teleskop ya da benzeri bir malzeme için Amerikalılar Japonlar lens ya da prizmaya gereksinim duyarlarsa bunun siparişini birkaç yıl önceden işte bu fabrikaya veriyorlar.
Peki ben bunları nereden biliyorum? Konu yine aynı eskime yaşlanma.
İhtisasım sırasında klinik laboratuvarında çok eski tarihlerde alınmış pek çok mikroskobun artık yeteri kadar iyi olmadıkları için terk edildiğini gördüm. Olympuslar ve daha neler neler. . Ve bunları diriltmek ve kurtarmak için çaba harcamaya karar verdim.
Elimde yaklaşık olarak 15 kadar çok eski opkik aksı kirlenmiş mikroskop vardı. Hemen hepsi de aynı markaydı bu nedenle bunlardan hiç değilse birkaç tane iyi mikroskop elde etmeyi hayal ediyordum.
Bunun için bütün bu mikroskopları kendimce bütün elemanlarına kadar parçaladım. Optik olmayan malzemeyi çeşitli solventler ile yıkadım cillop gibi yaptım kuruttum ve bunların çıplak elle dahi tutmadım.
Sonra sıra optik malzemeye geldi onları da yıkadım cillop gibi yaptım. Üstün bir temizlik için asitler alkoller içeren pek çok banyo yaptırdım.
Peki sonuç ne oldu?
Kocaman bir sıfır.
Çünkü optik aksam üzerinde birikmiş tabakalanmış toz ve yağı arındırmak isterken kullandığım pek çok solvent asit ve alkol solüsyonu lensler ve prizmalar üzerindeki mineral kaplamayı çözdü ve yok etti.
Mikroskopları monte ettiğimde okülerden gördüğüm adeta gökkuşağının bütün renklerinden oluşan gayet bulanık bir görüntü idi. Bu görüntü asla odaklanmıyordu.
Açıkçası imalat sırasında çok özel yöntemlerle yapılmış yüzey kaplamaları ortadan kalkınca lenslerin bütün odak ve renk kusurları ortaya çıkmıştı.
Tercümesi optik aksama asla el süremezsiniz yüzey kirliliklerini fiziksel olarak arındıramazsınız bunları yeniden kazanmak neredeyse imkansızdır.
O halde askeri malzemelerde bulunan optik aksamında belirli bir ömür vardır bu aksamı olabildiğince toz ve yağlardan koruyabilirsiniz ama asla geri kazanamazsınız.
Bir de içinde sıvılar, yağlar, sular içeren bölmeler, tüpler var. Benim külüstür arabam düzenli olarak motor yağı sızdırırdı. Her gün sabah arabamın yağını, suyunu kontrol eder, ve bagajda bulunan yağ ve suyla tamamlardım. Öyle ki, arabamı çektiğimde altında asfalta birikmiş olan yağ birkaç yıl daha orada kaldı ve iz bıraktı.
Motor yağının, motor soğutma suyunun dolandığı kanalcıklar, tüpler, valfler, filtreler var. Bunların ek yerlerinde sayısız conta var. Buyrun size ek bir arıza kaynağı daha. Bunlar da niteliğini yitiriyor, sızdırıyor, patlıyor. Eksiğini koymazsanız, motorun yatak sarma, hararete düşmesi büyük ihtimal.
Bir de basınca maruz kalan ek yerlerinde contalar var, bunlardan en önemlisi motor contası. Bunlar yanabiliyor, kompresyon kaçırabiliyor ve daha neler neler.
Bunların tamamı da benim külüstürde vardı. Motoru açmaya kalksanız, tekrar toparlamak istediğinizde bir sürü yeni malzeme gerekirdir. Contalar, rondelalar, fitiller, tamponlar ve bunun gibi.
İşte helikopter, uçak dediğimizde karmaşayı ve malzemenin karşı karşıya kaldığı basınçları ve ısıyı biraz daha artırın. Hidrolik boruları, yağın eritici etkisine maruz kalan contalar, yağın hidrostatik basıncını sürekli olarak karşılayan bir sürü aksam.
Yine benim eski hurda arabama geri dönelim. Arabamı bir gün dost bir tamirciye bıraktım. Arkadaş benim gösterdiğim arızadan başka her yerine bakmış iyice incelemiş. Ve bana dedi ki abi bu arabayı satalım. Neden abi bu arabanın arızaları artık baş olmaz bir noktaya gelmiş dedi. Ben şoför kapısının kendi kendine sarkmasını ve kapanamaz olmasını şikayet etmiştim. Öyle ki bazen ben kapıyı aşağıdan yukarı asılarak tıpkı bir hamura şekil verir gibi kaldırabiliyordum. Tamirci arkadaş kapının menteşelerini tam olarak çürümüş şekilde bulmuş sonra onun bağlandığı sol ön direği de tamamıyla çürümüş bulmuş sonra şoför altındaki saçın sonra yolcu altındaki saçın tamamıyla çürümüş olduğunu bulmuş. Gördünüz mü bakın işte bir basit arıza ne kadar büyüdü. Bana bu iş için 1500 TL masraf olacak araba zaten 2500 TL.lik araba gel satalım diye neredeyse yalvardı adam.
Dedim ben bu arabayı satarsam 40-50 bine yeni araba alamam sen bunu yap dedim. Ve abi çok ısrar ettiyse de benim kararlılığım karşısında bütün bu bulduğu kusurları giderdi ben de parasını takdim ettim. Aradan bir süre geçti bu sefer de sağ ön cam kapanmıyordu cam açık kaldı öylece. Yine aynı muhabbet yine usta bana yalvardı abi satalım bu arabayı yardımcı da olurum diye ısrar etti. Ben yine kararlıyım.
Bu sefer ben de yanındayım usta kapıyı sökmeye başladı camı kontrol eden motora ulaşacak önce kapı kaplamasın söktü kapının içinde neredeyse bütün boşluğu dolduran bir toz ve çamur yumağı cam motorunun fişi yanmış tamam arıza basit ama sökülen her şey tamircinin elinde kalıyor camın fitili bütün contalar mekanik her kapı yeniden toplanırken elimizde kalıyor gözlerimle görmesem inanmayacağım o derece. Ve sonunda kapı toparlandı her şey çalışır durumda ama kapının içinde ne varsa her şey yenilenmiş oldu.
Sonuç olarak bir iki ay sonra ben iki yıl önce 2500 TL ye aldığım üzerine belki 5000TL masraf yaptığım arabamı fukara bir polis memuruna 3750 TL'ye satmış oldum.
Kısacası eski kalp krizi geçirmiş, by-passlı bir kişi olarak umutsuzca şunu belirteyim. Arızalar asla münferit değildir, her zaman sistematiktir. Örnek bu sefer ben olayım, benim tıkanan tek damarım asla koroner damarlarım değildir, bir süre sonra beyin, böbrek ve daha başka kritik organlarımı besleyen damarların da aslında çoktaaan tıkanmış olduğunu anca bunca zamandır belirti vermediğini bir gün acı bir şekilde anlayacağımı biliyorum ve o günü bekliyorum.
Eskiyen bir uçak, bir helikopterde asla yalnızca belirli bir sistem eskimez. Her şey eskir, ancak eskiyen unsurlardan önce hangisinin ölümcül olacağını bilmek imkansızdır.
İşte helikopter uçak olunca siz farklı zannetmeyin sistem aynı. Malzeme çatlaklar gevşeyen somun vida ve puntolar termik stres ve oksidatif korozyona maruz kalmış iletkenler devre elemanları optik özelliğini yitirmiş optik elemanlar....
Hep aynıdır. Bir gün gelir ya düşer ya patlar ya çatlar ya da siz yeteri kadar akıllı ve basiret sahibi iseniz HEK'e ayırırsınız.
L2fSIJNoA0xfSNxA
İSTANBUL'DA HELİKOPTER DÜŞTÜ: DÖRT ASKERİMİZ SEHİT
İstanbul Çekmeköy'de Kirazlıdere Mahallesi'nde bulunan Parkverde Sitesi yakınlarına UH-1 tipi bir askeri helikopter düştü. İstanbul Valisi Ali Yerlikaya kazada dört askerin şehit olduğunu açıkladı. Düşen helikopterin kahraman pilotu Yüzbaşı Özer helikopteri boş alana yönlendirip sivil kayıpları önledi. Dört askerin şehit olduğu helikopterin modeli de UH-1 çıktı. 2020 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin envanterinden çıkarılması planlanan UH-1 tipi bir helikopter de en son 26 Kasım 2018 tarihinde İstanbul'da düşmüş beş asker şehit olmuştu...
12 Şubat 2019
İstanbul Çekmeköy'de askeri helikopter zorunlu iniş yaptığı sırada bir sitenin çocuk oyun alanının yakınına düştü. Olay sırasında pilot Yüzbaşı Ümit Özer görebildiği en boş alanı seçerek sivil kayıpların önüne geçti. Kirazlıdere Mahallesi Sultangazi Caddesi Parkverde Sitesi'ne düşen askeri helikopterdeler ilgili ilk açıklamayı İstanbul Valisi Ali Yerlikaya yaptı.
Vali "Helikopterde bulunan dört askerimiz yaralı olarak Sancaktepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı. Ancak maalesef dört askerimiz hastanede şehit şehit olmuştur. Milletimizin ordumuzun başı sağ olsun. " dedi. Yerlikaya kazadabaşka bir yaralanma ve can kaybı olmadığını sözlerine ekledi.
Milli Savunma Bakanlığı helikopterde bulunan Pilot Yüzbaşı Ümit Özer Yüzbaşı Semih Özcan Astsubay Başçavuş İlyas Kaya ve Astsubay Üstçavuş Yakup Avşar'ın şehit olduğunu olayla ilgili inceleme başlatıldığını duyurdu. Saat 18:51'de düşen helikopterin 18:17'de havalandığı ve sadece 34 dakika havada kaldığı öğrenildi.
https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/istanbulda-helikopter-dustu-dort-askerimiz-sehit-3490246/
HELİKOPTER KAZASININ ARDINDAN FLAŞ KARAR
Milli Savunma Bakanlığı dördüncü 4. Hava alay komutanlığı'nın Trakya bölgesine taşınacağını duyurdu. Açıklamada "HU-1 helikopteri motor testi sırasında kaza kırımı meydana geldi. 4. Hava alay komutanlığı Trakya'da bir bölgeye taşınacak" ifadeleri yer aldı.
12 Şubat 2019 Salı
İstanbul'da askeri helikopterin düşmesinin ardından Çekmeköy'deki 4. Hava Alay Komutanlığı'nın taşınması için çalışma başlatıldı. Komutanlığın Trakya'da bir bölgeye taşınacağı bildirildi.
İstanbul Çekmeköy'de Kirazlı Mahallesi'nde site içine düşen içindeki 4 askerin şehit olduğu helikopterin modeli de UH-1 çıktı. UH-1 tipi bir helikopter de en son 26 Kasım 2018 tarihinde İstanbul'da düşmüş 5 asker şehit olmuştu.
- - - - - - - - -
Bugun hepimize dusen ortak gorev ulusal degerlere bilince Cumhuriyet e sahip cikmak Canakkale yi Kurtulus Savasi ni kazanan ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kusaklara aktarmaktir.
Turk Ulusu dili kulturu tarihi ve saygin kimligiyle aydinlik yarinlara el ele guclu bicimde yuruyecektir.
Gazi Mustafa Kemal ATATURK
- - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI
43. NE ALLAH INSAN ICIN YAPILMISTIR NE INSAN ALLAH ICIN
Eger Allah sonsuz ise, Allah insan icin yapilmistir demek, insan karincalar icin yapilmistir demekten daha abestir. Bir bahcenin karincalari, bahcivanin amacina, arzularina, projelerine uygun olarak hareket etseler, bahcivanin fikrine gore hareket etmis olurlar mi? Karincalar, Versay parkinin kendileri icin yapilmis oldugunu ve gorkemli bir hukumdarin comertliginin bu parki olusturmasinin ancak kendilerini mukemmel bir sekilde yerlestirmek amacina yonelik oldugunu ileri surseler, bu karincalar yanilmamis olurlar mi? Insana gore cok kucuk bir bocek ne kadar asagidaysa, Allah'a gore insan, ondan bin kat daha asagi bir yerde kalir. Dolayisiyla teolojinin aciklamasina gore, ozellikle tanrisalligin sifat ve amaciyla ilgilenen teoloji, yani ilahiyat, deliliklerin en tam olani, deliliklerin en buyugudur.
- - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder