28 Şubat 2011 Pazartesi

VATANA İHANET ETMEK SİZCE NEDİR? [Erdal Sarızeybek]

VATANA İHANET ETMEK SİZCE NEDİR?

ERDAL SARIZEYBEK

21 Şubat 2011

 

Türkiye zor bir dönemden geçiyor.

Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verilen iktidar partisi Anayasa Mahkemesi’nce mahkûm ediliyor, ama zeki ve fakir çocuklarımızı elimizden alıp laiklik karşıtı örgütleyerek cumhuriyet rejiminin temel değerlerini yok etmeye çalışan, çocuklarımızı Atatürk düşmanı, Cumhuriyet rejimi düşmanı gibi yetiştirme gayreti içinde olan  Fethullah Gülen’e suç yok, yargılandığı ağır ceza mahkemesinde beraat ediyor.

Basit bir mantıkla, bu iki olayı yan yana getirdiğinizde karmaşık ve anlaması güç bir durum ortaya çıkıyor;  laiklik karşıtı eylemleri yüzünden bir siyasi partiyi yargılayan ve mahkum eden hukuk anlayışı, aynı eylem içerisinde olan bir Gülen’i görmezden geliyor ve  beraat ettiriyor, hukuken nasıl açıklanabilir bu?

Önce bu tür eylemlerin geçmişine bir göz atalım, sonra birlikte soruna yasal bir çözüm arayalım.

HIYANET-İ VATANİYYE KANUNU

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana kuruluş felsefesine karşı eylemlerin hedefi olmaktan kendini bir türlü kurtaramamıştır. ‘Laiklik karşıtı eylem’ olarak ifade edilen irticanın ve ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylem’ olarak anlaşılan terörün yıkıcı ve bölücü tehdidiyle hep yaşamıştır.

Mustafa Kemal döneminde bu zararlı faaliyetler elbette vardı ama adı terör değildi, adı laiklik karşıtı eylem değildi. 1920 yılında terör; devletin varlığına ve otoritesine karşı gelmek ve isyan etmek idi. Cezası idamdı. Kanunun adı; Hıyanet-i Vatniyye Kanunu idi. Bugünkü adıyla, Vatana İhanet Kanunu. Bu kanunda ve bu tarihte irtica tanımı yoktu, kanunlar suç saymadığı için de cezası yoktu. Ama 1925 Şeyh Sait isyanıyla işler değişti. Nasıl mı?

Şeyh Sait isyanı, kısa ve öz olarak, bir takım feodal güç odaklarının, ağaların, beylerin, şeyhlerin ve şıhların ‘din elden gidiyor’ diyerek halkı kışkırtması sonucu devlete karşı girişilen bir isyandır. Bu isyan, Cumhuriyet’i kuranlara, halkımızın kutsal din duygularının nasıl suistimal edilebildiğini ve bu zihniyet sahiplerinin örgütlenmesi halinde, yine gelecek kuşaklara ve Cumhuriyet’e ne denli ağır bir tehdit olabileceklerini açıkça göstermiştir.

Bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi için ‘Milli Eğitim’le ilgili tedbirler bir yandan alınırken, öte yandan da kanuni düzenlemeler yapılmıştır. İlk iş olarak da Vatana İhanet Kanunu’na bir madde eklenerek; “Her kim, halkımızın kutsal din duygularını suistimal ederse, din üzerinden siyaset ve ticaret için örgütlenirse ve cemiyet kurarsa, vatan hainidir, cezası idamdır’ denmiştir.

Şimdi konuyu siyasi ve hukuki boyutu ile açalım…

Geçmişteki adıyla Hıyanet-i Vataniyye Kanunu TBMM’nin iki numaralı kanunudur ve 29 Nisan 1920’de çıkarılmıştır. Özelliği nedir; Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasını yapacak olan BMM’nin otoritesine karşı çıkması olası kişi ve grupların etkisiz hale getirilmesi amacıyla yürütme erkinin güçlendirilmiş olmasıdır.

 

Kanunun birinci maddesinde yer alan hüküm ile ;

 

“Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur” şeklinde hüküm ile Büyük Millet Meclisi’nin meşruluğuna başkaldırma niyetinde olarak, söz, eylem ve yazı ile karşı koyanlar ve karışıklık çıkarmak isteyen kişiler vatan haini sayılmıştır”.

Burada görülen vatana ihanet kavramı; “yeni cumhuriyet rejimini ve rejimin ortaya koyduğu temel yapıyı yıkmak için karşı harekette bulunanların eylemi” şeklinde değerlendirilmiş ve günümüzdeki terör eylemlerine karşılık gelen yasal mevzuatın temelini oluşturmuştur.

14 maddeden ibaret bulunan Hıyaneti Vataniye Kanunu'nun vatan haini sayılanları tarif eden birinci maddesi, 15 Nisan 1923 günlü ve 334 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve ”Saltanatın ilgasına ve hukuku hâkimiyet ve hükmüranîsinin gayri kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye halkının mümessili hakikisi olan Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyeti maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338 tarihli karar hilâfına veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya tahriren veya fiilen ankastin muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan kesan haini vatan addolunur.” hükmü eklenerek saltanatı geri getirmeye çalışanların da vatan haini sayılacakları hükme bağlanmıştır.

Cumhuriyet rejimine karşı yapılan ve Musul ile Kerkük’ün kaybedilmesine yol açan Şeyh Sait ayaklanması üzerine, 25 Şubat 1925 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na yeni bir ekleme yapılmış ve ”Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasi gayelere esas olan veya alet ittihaz maksadıyla cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek şekli devleti tebdil ve tağyir veya cemiyeti devleti ihlâl veya dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fiili bir şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezâlik haini vatan addolunur.“ şeklinde bir düzenleme ile dinin politikaya alet edilemeyeceği ve bu suçun da vatan hıyaneti sayılacağı” hükme bağlanmıştır. (556 sayılı Kanun).”

1925 değişikliği aslında bugünkü laiklik karşıtı eylem olarak adlandırılan irtica ile mücadelenin de temel hukuki zeminini sağlamaktadır.

Mustafa Kemal döneminde cumhuriyet rejiminin temel değerlerinin korunması amacıyla çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanununa bu bilgiler ışığında bakıldığında; cumhuriyet rejimini yıkmak ya da rejimin temel değerlerini ortadan kaldırmak amaçlı yapılan örgütlü her eylem vatan hainliğiyle eşdeğer tutulmuş ve bu suç, en ağır ceza olan idam cezasıyla karşılık bulmuştur.

TERÖRLE MÜCADELE KANUNU

12 Nisan 1991 tarihinde çıkarılan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile Mustafa Kemal döneminin ve cumhuriyetin ilk kanunlarından olan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Kaldırılmış ancak yerine ikinci bir Vatana İhanet Kanunu’nu çıkarılmamıştır.

Günümüz anayasasında cumhurbaşkanlarının ancak “Vatana İhanet” suçundan yargılanabileceği yazılıdır, buna karşın günümüz Türkiyesinde böyle bir kanun yoktur. Kaldı ki yine günümüz Türkiyesinde vatana ihanet suçunun maddi ve manevi unsurlarını açıklayan hukuki bir kaynak da bulunmamaktadır. Eylemi suç sayan kanun olmadığından yine günümüz Türkiyesinde vatana ihanetin suç olmadığını da söylemek mümkündür.

Sade ve masum bir gözle konuya bakılarak “Özal siyasetinin yürürlükten kaldırdığı Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’nun yerini Terörle Mücadele Kanunu almıştır ve Mustafa Kemal döneminde vatana ihanet olarak görülen suçların yerini de günümüzün küresel terör suçları almıştır, denilebilir ama gerçek öyle değildir.

Birincisi; Mustafa Kemal döneminin temel endişesi iç güvenliği korumak değil yeni kurulan Türk Cumhuriyeti’nin varlığını ve bekasını korumaktır.

İkincisi ise; o dönemde vatana ihanet suçundan anlaşılan sadece günümüzde yaşadığımız terör olayları değildir; kutsal din duygularımızın siyasete alet edilmesi de, bu temiz duyguların kötüye kullanılarak halk arasına nifak ve ayrımcılık tohumlarının ekilmesi ve bu amaca yönelik yapılan tüm eylem ve söylemler de vatana ihanet suçunun oluşması için yeterli sayılmıştır.

Yeni değiştirilen Türk Ceza Kanunu’nda ise bu ruh ve bakış yoktur; kanun bölücü terörü sadece bir suç olarak görmekte ve sıradan bir suç soruşturmasında uygulanan prosedürü esas almaktadır.

Üstelik bu kanun ile irtica tehdidi bir siyasi parti suçu sayılmış, tarikat ve cemaatlerin din siyaseti ve ticareti eylemleri ise suç olarak dahi nitelendirilmemiştir.

Bu çerçeveden bakıldığında, yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yerine çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu’nun cumhuriyet rejimini koruyacak bir nitelik taşımadığı açıkça görülmektedir.

İRTİCA  İLE TERÖR VE VATANA İHANET

Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan terör, genel anlamıyla; “cebir ve şiddet kullanarak Anayasa’da belirtilen cumhuriyetin niteliklerini ve düzenini değiştirmek, Türk devletinin ve cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, temel hak ve hürriyetleri yok etmek” şeklinde tanımlanmıştır.

Bu tanım, kelimenin tam anlamıyla pkk terör örgütünün eylemleriyle örtüşmektedir. Çünkü pkk terör örgütünün siyasi hedefi Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaktır. Cebir ve şiddet kullanmaktadır. Yine bu tanım, Mustafa Kemal döneminde çıkarılan Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’nun birinci maddesinde yer alan vatan hainliği kavramıyla da suç ve ceza açısından örtüşmektedir.

Ancak yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda, kutsal din duygularının siyasete alet edilmesi, bu amaçla cemiyet kurulması ya da bu yolda eylem ya da söylemlerde bulunulması vatana ihanet suçu olarak kabul edilmişken, günümüz Terörle Mücadele Kanunu’na bakıldığında bu yönde yazılmış bir hükmün bulunmadığı görülmektedir. Bu kanun, cebir ve şiddete başvurulmadan anayasal cumhuriyet rejimini değiştirmeye çalışmayı bırakın terör suçu olarak saymayı, suç olarak dahi nitelendirmemektedir. 

İşte Fethullah Gülen’in irticai eylemlerinden dolayı yargılandığı mahkemede beraat etmesinin altında bu boşluk yatmaktadır.

Yani bugün Türkiye’de şiddet yoluyla rejimi değiştirmeye çalışmak terör suçudur, ama şiddete başvurmadan aynı eylemin yapılması suç değildir.

Peki, irticaya yönelik yasal bir mevzuat hiç mi yoktur? Elbette ki vardır;

Anayasa’nın 68nci maddesi 4ncü fıkrasında “Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz;” şeklinde yer alan hükümle laik rejim karşıtı eylemler bir siyasi parti suçu olarak değerlendirilmiştir. Aykırı hareket edenler hakkında da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce siyasî partilerin kapatılması kararının verilebileceği hükme bağlanmıştır.

Bu durumda iki husus ön plana çıkmaktadır;

Birincisi, cebir ve şiddet kullanmadan anayasal düzeni değiştirmeye kalkışan bir siyasi partiye ancak kapatma cezasını uygulanabilmekte,

ikincisi, din üzerinden siyaset ve ticaret serbest bırakılmış olmakta,

Üçüncüsü ise, cebir ve şiddet kullanmadan anayasal düzeni değiştirmeye kalkışan kişi ya da guruplara karşı ise uygulanabilecek bir kanun hükmü ve ceza bulunmamaktadır.

Bu açıklamaları güncel örneklerle çerçevelemek gerekirse eğer, irtica-siyasi parti ilişkisinde örnek olarak; “bugünün iktidar partisi olan AKP, Anayasa’da yer alan hükme göre,  laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle yargılanmış ve sonuçta Anayasa Mahkemesi tarafından suçlu görülerek devlet yardımdan mahrum bırakılma cezası ile mahkum edilmiştir.”

İrtica ile mücadele içinde yaşadığımız bu trajediyi okurların gözleri önüne serebilmek için şu örneği vermemiz kaçınılmazdır:

“Mustafa Kemal döneminde eğer ki AKP siyaseti aynı suçtan yargılanmış ve bundan dolayı yani “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmak suçundan mahkum edilmiş olsaydı, HEPSİNİN CEZASI İDAM’dı. Çünkü, vatan hainliği ile suçlanacak ve vatan hainliğinden idam cezasına çarptırılmış olacaktı, mesele bu kadar sade ve açıktır…”

İrtica-kişi-cemaat ilişkisinde ise, “laik cumhuriyet rejimini değiştirmek için örgüt kurmak suçundan Fethullah Gülen yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılanmış ancak Özal döneminde Vatana İhanet Kanunu kaldırılmış olduğu için, din üzrinden ticaret ve siyaset serbest bırakılmış olduğu için, eyleminde de şiddet unsuru bulunmadığı için, beraat etmiştir.”

Benzer şekilde Fethullah Gülen’in irticaya yönelik faaliyetleri için de şunu açıkça söylemek mümkündür:

Cumhuriyetin ilk yıllarında aynı suçtan mahkeme önüne çıkmış olsaydı, halkımızın kutsal din duygularını suistimal ettiği ve bu din duyguları üzerinden siyaset yaptığı için, o da vatan hainliği suçlamasıyla yargılanacak ve belki de en ağır cezaya mahkûm edilmiş olacaktı, demek mümkündür”.

Bugünkü Türk Ceza Kanunu,  savaş hallerinde düşmanla işbirliği yapmayı suç saymıştır. Peki, barış zamanında düşmanla işbirliği yapmak suç değil midir?

AKP siyasetine göre suç değildir, çünkü kanunda tanımı yoktur, kanunun suç saymadığı bir eylemden dolayı yargılama yapılamaz.

Peki, barış zamanında düşmanla işbirliği yapmak ne demektir?

Barış zamanında vatana ihanet nedir, iyi anlayabilmek için, AKP siyasetin yapmış olduğu işlere dikkatlice bakmamız gerekmektedir:

Vatana ihanet barış zamanında şudur:

1. 1.              Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni AB’ye üye yapmak varken, Güneydeki Rumları tanımak ve Rumları  AB üyesi ülke yapan anlaşmanın altına imza atmaktır.

2. 2.              Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmak varken, Irak kuzeyindeki Barzani’yi devlet yapmak, devlet gibi tanımak ve Kerkük’ü görmezden gelmektir.

3. 3.              Azerbaycan’ın Ermeni karşısında haklarını korumak varken, Ermenilerle İsviçre’de, Ermenilerin lehine antlaşma imzalamaktır.

4. 4.              Türk Ordusu’na,  Türk vatanını koruması için her türlü hareket serbestisini vermek varken, ABD ile anlaşıp Irak’a müdahale edilmeyeceği garantisini vermektir.

5. 5.              Pkk terör örgütünün finans kaynaklarını kesmek varken, örgüt liderlerini yakalamak ve yargılamak varken, dağa çıkışı durmak varken, İmralı’da yatan hainin sesini kesmek varken, ülkede birlik ve beraberlik çağrıları yapmak varken, bunları yapmayıp Türk Ordusu’nun komutanları terörist diye tutuklandığında sevinçten zafer naraları atmaktır.

6. 6.              Çocuklarımıza Ergenekon’u, Türk Milleti’nin yaratılış destanı olarak öğretmek varken, ülkede Türk ülküsünü güçlendirmek varken, Ergenekon’u terör ve şiddetle yan yana getirmek, Türk tarihini unutturmak, ülkeyi “Türk-Kürt Alevi-Sünni” çatışması eşiğine, yani kardeş kavgasının eşiğine getirmektir.

Daha ne söyleyeyim ben, kanun suç saymadığı için vatana ihanet eden de çoktur bizde, bunu fırsat bilip kılık değiştirip vatan haini de olan çoktur bizde, ama asla umutsuz değiliz, çünkü onların gücü bize yetmez....

 

SONUCA DOĞRU

Cumhuriyetin 2 sayılı kanunu olan Hıyanet-i Vataniyye Kanunu Özal siyaseti tarafından yürüklükten kaldırılmış, yerine Terörle Mücadele Kanunu çıkarılmıştır. Ancak bu kanun, önceki kanunun ruhunu yansıtmamaktadır. Milyonlarca şehit pahasına kazanılan cumhuriyet rejimini yıkmaya çalışmak, başka ülkelerde terör suçu olarak görülebilir ama Türk milleti için terörden öte bir vatana ihanet suçu olarak kabul edilmelidir.

Bugün Türkiye’nin cumhuriyet anayasal rejimi hangi tehditlerle karşı karşıyadır; biri; bölücü terör, diğeri ise; irticadır, yani din üzerinden siyaset ve ticaret. Şiddete dayalı terör suçlarını içeren Terörle Mücadele Kanunu, şiddete dayanmayan ama Cumhuriyet’i tehdit eden irtica suçları için açık kapı bırakmakta, bir şekilde irticanın yolunu açmaktadır. Terör suçları devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alırken irticai eylemler cumhuriyetin laik rejimini hedef almaktadır. Birinde üniter devlet yok edilmeye çalışılırken, diğerinde laik devlet yıkılmaya çalışılmaktadır.

Şehit kanlarıyla kurulan Türk devletinin ve cumhuriyetinin varlığına ve bekasına yönelik bu suçların, bu kutsal topraklarımızın, devletimizin ve cumhuriyetimizin  hangi badirelerden geçmiş olduğu dikkate alınarak, bu özellikleri nedeniyle terör değil vatana ihanet olarak değerlendirilmesi şarttır.

Bununla birlikte son yaşanılan olaylar ve uygulamalar, Türk ulusunun ulusal çıkarlarının yok sayıldığını göstermektedir. Ulusal çıkarlarını koruyamayan ulusların varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle değişmez ancak geliştirilebilir olan ulusal çıkarların Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile somutlaştırılması ve ulusal çıkarları gözetmeyen ülke yöneticilerinin de vatana ihanet suçundan yargı önüne çıkarılması zorunlu görülmektedir.

SONUÇ

Türkiye’de Vatana İhanet Kanunu çıkarılmalı ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile devletin laik rejimine karşı eylemler bu yeni kanun çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararı ile tescil edilen bir partinin iktidar olduğu günümüzde böylesi bir kanunun çıkarılması mümkün görülmemektedir.

Bu dönemde çıkarılması mümkün olmasa da bu konu gündemden hiç düşürülmemeli ve bu devran döndüğünde bu kanun yaşama geçirilmelidir.

Geçiş döneminde ise şiddet içermeyen irtica faaliyetlerinin de yani din üzerinden siyaset ve ticaret yapanların da işlemiş oldukları bu suçların,  terör suçları kapsamına alınmasını istemek demokratik, sosyal, laik ve hukuk devleti olan Türkiye’de en doğal haktır.

Türk Ordusu, Türk Milleti, Türk Cumhuriyeti ve Türk Devleti’nin en büyük teminatıdır. Dört bir yandan gelen tehditlerle kuşatılan Türk Milleti, bu zorlu döneminde Türk’ün varlığına ve bekasına karşı eyleme geçenleri, bir gün mutlaka, tarih önünde, terör ve irticadan değil vatana ihanet suçundan yargılayacaktır.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder