Keltlerin Delfi Apollon tapınağına saldırısı
Pos bıyıklı, küt burunlu, fırça saçlı ve kalın kaşlı sarışın dev adamlar, tanrı Apollon'un kutsal kenti Delfi önlerinde çıplak vücutlarıyla at üzerinde ilk kez M.Ö. 278'de görülmüşlerdi. Kendilerini karşılayan Helen elçileri, önce onlardan
"tanrılara karşı koymamalarını"
rica ettiler. Ama Keltler'in lideri acımasızdı;
"Sizin tanrılarınız fazla zengin..." dedi, "Bundan sonra herkes için daha eli açık olacaklar. Hem de bizden başlayarak..."
Artık ne olacağı belliydi; Keltler, Delfi'nin dillere destan zenginliğinden paylarına düşeni almak için kente saldıracaklardı...
Tapınağa saldırırken, gökyüzünün kararıp, şimşeklerin çakması, Keltleri korkutuyor
Ama çağ; hurafelerin, aklın ve korkunun iç içe geçtiği bir devirdi. Keltler, yüklü ganimetler alıp kenti ve tapınağı tam ele geçirecekken gökyüzü kararmış, şimşekler çakmıştı... Apollon'un rahipleri, bu doğa olayını vakit kaybetmeden kullandılar ve etrafa "tanrının geldiğini ve tapınaktan çıktığını" yaydılar. Bu söylentinin üzerine, kentteki tüm Helenler, mistik bir güçle toparlanıp saldırıya geçtiler. Tıpkı onlar gibi, "gökyüzü ve güçlerinin tanrısal olduğu"na inanan ve olayı böyle yorumlayan Keltler de korkuya kapıldılar; "gökyüzünün başlarına çökecek kadar öfkelendiğini" haykırarak kaçtılar. Durum bir anda tersine dönmüştü... İlk çağların en vahşi savaşçılarından olan Keltler de bu olayın ardından gözlerini daha kuzeydeki Boğazlar'a doğru çevirdiler...
Keltler, önceleri Avrupa'nın batı bölgelerinde yaşıyorlardı
M.Ö. 587 tarihlerine doğru Kimmerler tarafından yurtlarından sürülünce, geçtikleri yerlerde birtakım boylar bırakarak, Orta Avrupa'nın batısından, çeşitli boylar halinde doğuya doğru yayılmışlardı. Güçlü savaşçılar olarak bilinen bu insanlar, kendi adlarıyla anılan Galya'dan, bir başka deyişle bugünkü Fransa'dan göçerek, Bohemya'yı ve Bavyera'yı işgal etmişlerdi. Bir diğer boy da, Alp Dağları üzerinden Kuzey İtalya'ya inmiş ve Etrüskler'in varlığına son vermişti. Bu bölgelerde Kelt boylarından Ligurlar'ı, İsombralar'ı ve Ombrialar'ı bırakmışlar, M.Ö. 395'de Allio Irmağı çevresinde Romalılar'ı yenip, bir aralık başkentleri Roma'ya bile girmişlerdi. Bazı Galyalı gruplar da, İspanya'nın bir bölümünü, başka boylar da Aşağı Tuna ülkelerini istila etmişlerdi. İskender, Tuna seferi sırasında bunların gönderdiği bir heyeti de kabul etmişti. Galyalılar, Trakya Kralı Lysimakhos'un öldürüldüğünü ve devletin yıkıldığını öğrenince güneye inmiş ve hiçbir direnişle karşılaşmadan Trakya'ya yığılmışlardı. Burada üç kola ayrılan Galyalılar'dan birinci kol, Makedonya üzerine yürüyerek yeni kral Ptolemaios Keravnos'u öldürmüş ve ordusunu perişan etmişti. İkinci kol da Presnos idaresinde Yunanistan'a girmiş, Delfi dahil bütün bölgeyi yakıp yıktıktan sonra geri çekilmişti.
Galyalılar Çanakkale Boğazını geçmeye çalışıyorlar
Çanakkale civarındaki Gelibolu yakınlarına yığılan Galyalılar, boğazı geçmek için araç arıyorlardı. Bitinya Kralı Nikomedes, bunları paralı asker olarak hizmetine almayı, karşılığında da kendilerini Anadolu'ya geçirmeyi teklif etti. Galyalılar, teklifi hemen kabul ettiler. Nikomedes de bunları Anadolu'ya geçirecek gemileri temin etti. Anlaşmaya göre, Galyalılar ilk aşamada Bitinya Kralı'nın asi kardeşine karşı savaşacaklardı. Sonra da Selevkoslar'a karşı, Bitinya ve yandaşları olan Bizans, Herakleia, Kalkedon gibi küçük kırallıklarla birleşeceklerdi.
Galyalılar Anadolu’yu yağmalıyor
Anadolu'ya geçen Galyalılar, ilk hamlede Nikomedes'in rakibi ve kardeşi Zipoetes'i yendiler. Böylece bütün Bitinya, Nikomedes'in idaresi altına girmiş oldu. Zaferin sonucu Nikomedes açısından büyük bir ödülü gerektiriyordu; sayıları 20 bin civarındaki Galyalılar'a, halkı saldırgan olmayan Yukarı Frigya'nın dağlık bölgelerinde geniş topraklar önerdi. Böylece kral, Selevkoslar'a karşı savaşçı bir halkın oluşturacağı tampon bir devlet kurulmasını amaçlıyordu.
Ne var ki Galyalılar, bu topraklarda örgütlü bir devlet kurup yaşamak yerine, yakın ve uzak kentleri yağmalamaya başladılar. Anadolu'daki hemen tüm Marmara ve Ege sahillerindeki kentleri adeta perişan ettiler. Selevkoslar dahil birçok site, bu saldırıları durdurmak için Galyalılar'a, "Galatika" denilen bir haracı düzenli olarak ödemeyi kararlaştırdı.
Galyalıların izleri hala var... Gelibolu = Gal kenti...
Keltler, ya da Anadolu'ya geldikleri sıradaki kimlikleriyle Galyalılar, tüm vahşiliklerine karşın, eski dünyada birçok bölgede günümüze kadar uzanan izler bıraktılar. Gelibolu, ya da batılıların değişiyle "Gallipoli", "Gal Kenti" anlamına gelmekteydi.
İstanbul Galata semtinin adı da Galyalılardan kalma
Benzer şekilde bir kısım Galyalılar, tarihçi Polybius'un anlattığına göre Bizans'ı çok beğenince kentin yakınlarına yerleşmişlerdi. Burası, bugüne kadar İstanbul'un tarihi merkezlerinden birisi olan ünlü "Galata" semti olarak kaldı. Çünkü, kökleri Batı Avrupa'ya uzanan Keltler'e Helenler, "Keltai" ya da "Keltoi", Romalılar da "Galli" (tekili Gallus) diyorlardı. Keltler, Anadolu'da Kızılırmak yayı içine yerleştiklerinde ise Helenler tarafından "Galatai" (tekili Galates) adıyla anıldılar. Zaman içinde de Anadolu'da "Galatlar" adıyla tanındılar... Bu ad öylesine baskınlaştı ki, yerleştikleri bölge o zamana kadar "Frigya" olarak anılırken, giderek "Galatya" adı ile ünlendi.
Üç büyük boy halinde Anadolu'ya geçmiş olan Galatlar
Frigya'ya yerleşince, her bir boy bir yöreye yerleşmek üzere bölgeyi paylaştı. Bunlardan "Tolistoages"ler (Tolisto-Boi), Pessinus ve Gordion yöresini (Polatlı ve Sivrihisar civarı); "Tektosages"ler (Volk-Tektosag) Ankara'yı (Ancyra); "Trokmes"ler (Trogmi) de Yozgat Tavion (Büyük Nefesköy) civarını seçti. Üç boydan her biri "Tetrark" denilen dört temsilci tarafından idare ediliyordu. "Pagi" (klan) denilen grupların başı olan tetrarklar'ın yönetiminde bir hakim, bir askeri komutan ve iki komutan yardımcısı vardı. Buna göre üç Galat boyu, 12 tetrark'ın idaresinde bulunuyordu. Bunlar gerektiğinde toplanır, halkı seçmiş olduğu 300 kişiden oluşan ve "Thrunemton" (yüce divan) denilen bir kurultaya başkanlık ederlerdi. Burası, işlevsel açıdan çoğunlukla cinayetlerin yargılandığı bir mahkeme gibiydi.
Galatların başkenti: Ancyra (Ankara)
Eski bir geçmişi olan Ankara, ilk kez Galatlar döneminde başkent oldu. Roma'ya bağlandığı yıllarda Galatlara ilişkin önemli yapı olan Augustus Mabedi yapıldı. Roma döneminde ise, yörenin en gelişmiş kenti oldu. Hamam ve diğer yazılı anıtlar, şimdi açık hava müzesi...
Yakaladıkları tüm esirlerini kurban ederlerdi
Galat boylarının tamamına hükmeden bir kral yoktu. Boy başkanları bu yetkiyi kendi boyları içerisinde yürütürlerdi. Bu insanlar bölgedeki diğer halklara göre çok fazla vahşiydiler; yakaladıkları tüm esirleri "göğe ait tanrısal güç"e kurban ederlerdi. Bu nedenle komşuları her zaman tetikte durmak zorundaydılar. Galatlar'ın en önemli mistik savaş ganimetlerinden birisi insan kafasıydı. Savaşçılar, ellerine geçirdikleri kafaları sandıklarda, ya da raflı nişlerde saklarlardı. Ölü kafalarının, yeryüzünde sahibinin güçlerini barındırdığına ve buna sahip olan savaşçının da bu güçleri kendinde topladığına inanılırdı.
Kendi kültürlerine özgü savaş aletleri ve stilleri vardı
Kendi kültürlerine özgü savaş aletleri, üçgen uçlu kısa kılıç, mızrak ve kalkandı. Ayrıca, savaş arabası, ok ve yay da kullanırlardı. Savaşmadan hemen önce, karılarını, çocuklarını ve mallarını toplayarak bir dağın tepesinde emniyete alırlardı. Bu nedenle her boyun kendine özgü bir dağı vardı. Bu dağın çevresine hendekler açarak bir savunma siperi oluştururlar, savaşırken de yarı çıplak dövüşürlerdi. Gövdelerini dar ve uzun kalkanlarıyla kapatırlar, belden aşağılarında ise yünden dokunmuş bilekten bağlı, potur-şalvar benzeri bir pantolon giyerlerdi. Ata bindiklerinde kadın ve erkek aynı potum giyerdi. Bu yün giysi, savaşmadıkları zamanlarda çiftçilik ve hayvancılık yapan bu toplumun simgelerinden biriydi,
Garip bir kurban geleneği… Erkekliğini sunmak
Galatya'ya yerleştikten sonra Galatlar, kendi tanrılarının yanısıra Anadolu'nun baş tanrılarından Kybele'ye tapınmışlardı. Galat inancında "gök", erkek-baba olarak "toprak" dişi-ana tanrıçayı dölleyen güç olarak kabul ediliyordu. Kybele de, geleneksel Galat inancına yakındı ve "yaratıcı doğa"yı, toprağı temsil eden dişi-ana bir tanrıçaydı. Geleneğe göre "Attis". her ilkbahar (22 Mart), ulu bir çamın altında erkekliğini tanrıçaya kurban ederdi. Attis, özellikle Pessinus'ta rahip ve yönetici karışımı görevleri olan kişilere verilen isimdi. Pessinus'taki on yüksek attis'in beş tanesi Galatlar'a, diğer
beşi de Frigler'e ayrılmıştı. Böyle bir töreni tarihçi Fernand Lequenne şöyle anlatıyor:
"Bazen coşkunun en yüksek noktasına erişmiş bir adam birden ortaya atılır, taş bıçağı eline alır, sunağın üstünde erkekliğini kurban ederdi. Böylece "Gal" olur, Ana ile birleşirdi. O zaman özgürlüğünün simgesi olan Frigya başlığını giyebilirdi. Bundan sonra ona "arınmış", "kusursuz", ya da "ermiş" denilirdi..."
Günümüzde Pessinus antik kentini gezenlerin gözlerine sık sık takılan ve kesilmiş izlenimi veren "fallus"lar yalnızca ilginç bir rastlantı olmasa gerek..
Galatları Antakya’da filler durdurdu
Anadolu tarihinin o güne kadar gördüğü en savaşçı insanlar olan Galatlar'ı durdurmak çok zordu... Delfi'de onları yıldırımlar ve gök gürültüleri durdurabilmişti, Toroslar'ın geçitlerinde de bu işi insanlar değil, ancak filler başarabildiler. M.Ö. 275 yılında Galatlar, Toroslar'ı kısmen geçip Kilikya'ya indiler. I. Antiochos için, Antakya kapılarına dayanan Galat orduları durdurulmayacak bir güçtü. Ama, kumandanlarından bir Rodoslu, Galatlar'a karşı filleri kullanmayı önerdi. Galatlar'ın savaş arabalarına karşı ileri sürülen 16 fil, atları ürkütüp süvarilerini düşürdüler. Galatlar bir türlü toparlanamayınca Galatya'ya doğru kaçmaya başladılar. Zaferini kutlamak için Suriye'ye dönen Antiochos'a ise "kurtarıcı" anlamına gelen "Soter" ünvanı verildi. Tarihçi Lucianos'un bu olay konusundaki yorumu ise şöyleydi: "Kurtuluşumuzu on altı file borçlu olduğumuz için utansak daha yerinde olur!".
Galatlar yeni savaş teknikler karşısında şaşırıyor, yeniliyorlardı
Galatlar, her ne kadar "yaman savaşçı" olarak niteleniyorlarsa da. o günlere göre yeni tekniklerin kullanıldığı savaşların sonunda sık sık "yenilen taraf olmaktan kurtulamıyorlardı. Bu özellikle Roma'nın Anadolu'yu kendi eyaleti yapma özlemlerinin başladığı dönemler için fazlasıyla geçerliydi. Konsül Manlius, bu amaçla M.Ö. 189 ilkbaharında. Efes'ten yola çıkıp uzun bir yürüyüşden sonra Pessinus'u geçerek Gordion önüne gelmişti. Kenti boşaltan Galatlar, Manlius'un bir yağma savaşı yaptığını sanıp yanılmışlardı. Tolisto-Boiler, Manlius'a en yakın yer olan Olympos'ta (yeri kesin değil), Tektosaglar da Ankara yakınındaki Magabia Dağı üzerinde savaş düzeni aldılar. Manlius, sıcak temastan önce, Galatlar üzerine uzaktan ok ve sapan taşı yağdırdı. Böylesi bir savaş tarzından yine şaşkına dönen Galatlar'dan, önce Tolisto-Boiler, sonra da Tektosaglar adeta imha edildiler. M.Ö. 188 yılında ise Manlius, Galat boylarıyla Apameia'da (bugünkü Dinar) yaptığı anlaşmada; artık yağma yapmamak ve kendi sınırları içinde kalmak koşulu ile Bergama Kralı II.Eumenes'le barış içinde kalabileceklerini bildirip anlaştı. Bu dönemlerde Bergama Krallığı güçlü bir devletti. Roma da artık Anadolu'da bir tür hakem rolünü üstlenmişti ve Bergama'nın fazla güçlenmemesi için Galatlar'la Bergamalıların arasını açmaya büyük özen gösteriyordu.
Galatlar Çanakkale’ye geri çekiliyor
Attalos'un niyeti bütün bölgeyi almaktı. Ama bir gece ay tutulunca Aigosages Galatları korkup geri çekildiler. Kral, bunları Çanakkale Boğazı'na kadar götürüp oraya yerleştirdi.
Ancak, bütün Batı Anadolu'yu Galatlar'a karşı savunmuş bir kralın bu davranışı tüm bölge insanının tepkisi çekmişti. Aigosagesler burada rahat durmadılar. Çevrelerine akınlar yaparak her yeri haraca bağladılar. Bergama çevresine bile akınlar yaparak Attalos'u zor durumlarda bıraktılar. Aigosagesler'in akınlarından yılan Bithinya Kralı I. Prusias, bunun üzerine kuvvetli bir orduyla Galatlar'ın üstüne gidip hemen tamamını ortadan kaldırdı.
Bergamalılar Galatları yenince Ege de bayram ilan edildi. Bergama Sunağı yapıldı
Benzer şekilde M.Ö. 166 yıllarında II. Eumenes'e karşı kışkırtılan Galat boyları, Bergama Kralı ile çok kanlı bir savaşa girdiler. Zafer Bergamalılar'ın olunca, tüm Ege kentleri bayram ilan ettiler, atletizim yarışmaları düzenleyip Bergama'ya hediyeler yağdırdılar. Sardes kenti bu bayramı beş yılda bir olmak üzere sürekli kutladı. Miletos'da toplanan kent temsilcileri, krala altın bir taç hediye ettiler ve adına diktirmeyi düşündükleri altın heykelin yerini belirleme kararını Eumenes'e bıraktılar. Kral da bunun yerine, günümüzde "Bergama Sunağı" olarak bilinen ve şimdilerde Berlin'de bulunan ünlü sunağı kazandığı bu zaferin anısına yaptırdı. Kralın anıtın kenarlarına yaptırdığı kabartmalarda, tanrılarla "gigantlar"ın (devlerin) mitolojik savaşı sembolize edildi ve Bergamalılar'ın Galatlarla yaptığı savaş anlatıldı. Galatlar, başlangıçtan beri Bergama'yı tehdit edip haraca kesmişlerdi. Bunu da daha çok Tolisto-Boiler yapmaktaydı. Bergama'nın ünlü kralı I. Attalos, kent kalesinin yanına kadar sokulan Tolisto-Boiler ile Tektosaglar'ı M.Ö. 230'da iki defa yenmişti. İkinci zaferde savaş, Afrodit Tapınağı'nın çevresinde olduğundan, olay "Afrodition Savaşı" olarak anıldı. I. Attalos, Galatlar karşısında kazandığı zaferleri ölümsüzleştirmek için kentte birçok anıt ve heykel diktirdi. I. Attalos'un bu parlak durumu fazla uzun sürmedi. Güneydeki Selevkos tahtına III. Antiochos oturunca, Toroslar'ı geçip Bergama Krallığı'nı sınırları içine soktu. Hatta bir aralık Bergama devletinin gücü, Bergama kenti surlarından öteye işlemez oldu. Attalos, içine düştüğü zor durumdan kurtulmak için Trakya'daki Galat boylarından Aigosagesler'le anlaşma yoluna gitti. Onları kadın ve çocuklarıyla Anadolu'ya geçirip, kendi kuvvetlerine paralı savaşçı olarak kattı. Hiç vakit yitirmeden Misya üzerine yürüdü, Foça'ya kadar olan bütün sahili ele geçirdi.
Galatya Roma eyaleti oluyor
Nihayet, M.Ö. 166 yılında Roma, Galatlar'ı, kendi sınırları içinde kalmaları koşulu ile özgür bir ülke (Galatya) olarak kabul etti. Bu durum, zaman içinde Roma'nın işine yaradı; bütün bölge giderek Roma'nın egemenliğine girdi. M.Ö. 133 yılında, akli dengesinin bozuk ve kendi yakınlarına düşman olan III. Attalos'un vasiyetnamesine, ölümünden sonra ülkenin Roma'ya devredilmesini koydurması üzerine; M.Ö. 129 yılında Ege ve İç Anadolu, o sırada resmen kurulmuş olan "Asya Eyaleti" sınırları içinde sayıldı. M.Ö. 25 yılında da Galatya Roma'ya ilhak edildi. Fakat Romalılar, dört yıl kadar idareyi ele almadılar; ülkeyi yerli Galat prenslerine yönettirdiler. Augustus, bir kararname ile M.Ö. 21 yılında Galatya'nın bir "Roma eyaleti" olduğunu ilan etti.
Ankara yine merkez olarak kalıyordu. Galat ileri gelenleri asalet ünvanları aldılar. Vahşi, yağmacı, savaşçı Galatlar, artık birer saygıdeğer Romalı olmuşlardı.
Antik Çağ'ın paralı askerleri
Galatlar, anlaştıkları ücreti almaları ve başlarında büyük serüvenlere layık yiğit bir şef olması koşuluyla, "ölene dek" bağlılıkları ile herzaman en ünlü kavim olmuşlardı. Yüzyıllar boyunca, Küçük Asya'da Galatlar'ın karışmadıkları hiçbir önemli olay geçmedi.
Ateşli yeni çeşit askerler
Justinus'un yazdığına göre "Galyalı" isminin yarattığı dehşet, silahlarının daimi başarısı o derece etkiliydi ki, onlara başvurmadan hiçbir kral kendini güvenlik içinde duyamaz, ya da düşmüş bir kral tekrar tahtını elde etmeyi düşünemezdi. Tarihçi Jullianus ise, "Herkes, düzenbaz ve değersiz Grek askerlerinden ve Asyalı askerlerden pek göze batacak şekilde ayrılan bu göz kamaştırıcı, ateşli yeni çeşit askerlerin peşinde koşuyordu..." diye yazmıştı.
Vücutları ve salınışları muhteşemdi... Çeşitli ordularda paralı askerlik yaparken bile o ordunun silahlarını almaz, bunun yerine kendilerine özgü silahlarını, boynuzlu ya da boynuzsuz miğferlerini, ayak bileklerinden sıkılı poturlarını, çivili ayakkabılarını, ortası çizgili kalkanlarını kullanırlardı. Kışın yünlerle örtünürlerdi. Ve tabii kutsal işaretlerini her yerlerine takıp takıştırırlardı. Kural olarak, savaştıkları sırada bağımsız milisler halinde şefleriyle bir arada bulunurlar, çoğunlukla karılarını ve çocuklarını da beraber götürürlerdi. Kendi değerlerini iyi bildiklerinden, hizmetlerini pahalıya satarlar, bazen bu hesaba karıları ve çocuklarının hissesini de katarlardı... (Fernand Lequenne "Galatlar")
Coğrafyacı Strabo, Galatya nüfusunun Paflagonyalılar, Frigler, Galatlar, Likaonyalılar, İsaurialılar ve Psidialılar gibi çeşitli etnik gruplardan meydana geldiğini vurgulamıştı. Bunlara ek olarak, Persler, Helenistik artıklar, Romalılar, yerli Anadolu köylüleri ve savaşçı dağ kabileleri gibi halklar da mevcuttu. Bütün bu etnik grupların arasında da bir dil birliği bulunmuyordu. Örneğin, kentlerde yaşayan Galatlar, çağın uluslararası iletişim ve kültür dili olan Grekçe kullanıyor, ama Latince de öğreniyorlardı. Buna karşın, köylerde ve küçük yerleşim birimlerinde yaşayan Galatlar'ın kullandığı dil, batıda Galya'nın Toulouse gibi merkezlerinde kullanılan Keltçe'ydi... Bu farklılık, toplumun önde gelen kişiliklerinin isimlerinde de gözleniyor; birçoğu Grek-Kelt karışımı isimlerle anılıyordu...
İsa'nın doğumundan 25 yıl kadar önce birer Roma vatandaşı olan Galatlar, onun çarmıha gerilmesinden bir 25 yıl kadar sonra da Hıristiyanlık'la tanışmışlardı. 12 Havari'den biri olan Aziz Paulus, önce Hıristiyanlık'ı benimseyen, ama aradan geçen yıllar içinde tekrar pagan inanışlara dönen Galatlar'a şu mektubu yazmıştı:
"Sizi Mesih'in inayetine çağırandan böyle çabukça farklı bir İncil'e dönmekte olduğunuza şaşıyorum; o başka bir İncil değildir.
Fakat sizi karıştıran ve Mesih'in İncili'ni bozmak isteyen bazı kimseler var. Fakat eğer biz, yahut gökten bir melek de size vaadettiğimiz İncil'den başka bir İncil vazederse, lanetli olsun... Ey akılsız Galatlar, gözleri önünde İsa Mesih haça gerilmiş olarak tasvir olunan sizleri kim büyüledi?"
İncil'in "Paulus'un Galatyalılar'a Mektubu" bölümünün 5. babında Paulus, o dönemlerde Hıristiyanlık'ın en büyük rakibi olan Yahudilik'in en önemli geleneklerini uygulamamaları için Galatlar'ı ikna etmeye çalışmıştı. Bu geleneklerden biri de sünnet olmaktı.
"İşte, ben Paulus size diyorum: Eğer sünnet olunursanız, Mesih size hiç faide etmez. Çünkü, Mesih İsa'da ne sünnetlilik, ne de sünnetsizlik, fakat sevgi ile amil olan iman işe yarar. Sizi rahatsız edenler daha iyisi kendilerini hadım etsinler...
Bakın, kendi elimle size ne kadar büyük harflerle yazıyorum. Bedende iyice gösteriş yapmak isteyenlerin hepsi, ancak Mesih'in haçı için eza çekmesinler diye sizi sünnet olunmaya icbar ediyorlar. Çünkü sünnetli olanlar kendileri de şeriati tutmuyorlar; fakat sizin bedeninizle övünsünler diye sizin sünnet olunmanızı istiyorlar. Fakat, rabbimiz İsa Mesih'in haçından başka bir şeyle hâşâ övünmeyeyim; o haç vasıtası ile bana dünya haça gerildi, ve ben dünyaya... Çünkü, ne sünnetlilik, ne de sünnetsizlik, ancak yeni hilkat bir şeydir..."
Britanya’da Kelt kültürü hala yaşatılmaya çalışılıyor
M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Keltler, Gallo-Latin uygarlığıyla kaynaşmaya başlamıştı. VII. yüzyıla doğru ise, dillerini ve geleneklerini koruyabilen Keltler sadece Britanya Adaları'nda kalmıştı. Bu adalarda Kelt geleneği hâlâ titiz bir biçimde sürdürülüyor. Her yıl, temmuz ayının son pazar günü, 50 bine yakın saf Kelt, İrlanda'nın batı kıyısındaki Croagh Patrick bölgesinde toplanıyorlar ve atalarını anıyorlar. Yüzlerce Kelt dilinden bugüne kadar yaşayanların sayısı sadece dört...
En fazla Keltçe konuşanlar Galler de
İrlanda'nın batı kıyılarında yaşayan bin kadar insan hâlâ Kelt diliyle konuşuyor, İskoçya'da Kelt diliyle konuşanların sayısı ise 90 bin civarında... Britanya Adaları içinde Keltçe konuşan insan sayısının en fazla olduğu bölge ise Galler (Wales)... 500 bine yakın kişi hâlâ atalarının dilini terketmiş değil... Ancak, son yıllarda bu sayıda çok hızlı bir düşüş gözleniyor. Geçen yüzyıl Galler bölgesinde nüfusun yüzde 50'si Keltçe konuşurken, bu sayı bu yüzyıl içinde nüfusun yüzde 20'ine inmiş durumda...
Kıta Avrupası'nda ise sadece Fransa'nın Bretagne bölgesinde yaşayan küçük bir nüfus Keltçe konuşuyor. Bu insanların ataları, Sakson saldırısı sonucu Britanya Adası'ndan kaçıp Fransa'nın bu bölgesine yerleşenler. Ancak, Fransa'da kaç kişinin Kelt dilini gerçek anlamında kullandığı bugün saptamak çok güç... Kimilerine göre sadece 20 bin, kimilerine göre ise en az 700 bin Breton Keltçe konuşuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder