Ahmet Erhan Çelik
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, New York Times’a hem zamanlaması hem de içeriği itibariyle kritik bir makale yazdı. Cumhuriyet Türkiyesini bağlayacı görüşler içeren makale bütün olarak okunduğunda, Gül’ün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki isyan hareketlerini “bölgenin yeniden düzenlenmesi” ve“İsrail'in bekasının temin edilmesi” arasındaki ilişkiyle açıkladığı anlaşılıyor.
Gül’ün, bakış açısının siklet merkezinde İsrail’in bulunması son derece dikkat çekici...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Amerika’nın liberal gazetesi New York Times’a hem zamanlaması hem de içeriği itibariyle kritik bir makale yazdı.
Makale, İsrail’in geleceği ve bu gelecekte Türkiye’nin oynayabileceği rol üzerine tarihi tespit ve politika çağrılarıyla dolu. Cumhuriyet Türkiyesini bağlayacı görüşler içeren makalenin İcrai (hükümet etme) sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanlığı makamının imzasıyla yayınlanması da dikkat çekiyor.
En iyisi satır satır analiz yapmak. Çünkü bu yazının - çocuklarımız için – bugünden saklanması gerektiğini hissediyorum:
1 -“Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan isyan dalgalarının tarihi önemi, Avrupa’nın 1848 ve 1989’da tanık olduğu devrimler kadar büyük. Bölge halkları, istisnasız, sadece aynı evrensel değerler için değil, ancak aynı zamanda da uzun süre bastırılmış olan ulusal gurur ve haysiyetlerini yeniden kazanmak için ayaklandı. Ancak bu ayaklanmaların demokrasi ve barışa mı; yoksa tiranlık ve çatışmaya mı yol açacağı, uzun süreli İsrail-Filistin barış anlaşmasına ve daha geniş kapsamlı bir İsrail-Arap barışına dayanıyor. “
(Avrupa’da 1848’de yaşanan devrim silsilesi tarihteki ilk işçi hareketlerinden doğdu. Bu yıl Avrupa’da feodalizmden kapitalizme geçiş adına milat kabul ediliyor.
1848 devrimi işçi iktidarlarını getirmedi. Ancak Avrupa’da yönetim biçimlerini derinden etkiledi. Bugünkü evrensel hakları yakınsayan pek çok fikrin ve kurumun gelişmesi 1848 devrimleri sayesinde oldu.
Devrimin entelektüel gıdasını ise dönemin liberalleri sağlıyordu. Tabi o dönemin liberalleri bugünkülere benzemiyordu.
Liberal adlandırmasının temelinde “özgürlük” fikriyatı vardı. Mesela sosyalizmin kurucusu Karl Marx da o yıllarda liberal kabul ediliyordu”.
Cumhurbaşkanı Gül, bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananları 1848’de Avrupa’da yaşananlara benzetiyor. Bir anlamda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın 160 yıl sonra Avrupa yoluna girdiği tezini savunuyor.
Mısır, Libya, Suriye gibi ülkelerde yaşanan hareketlerin tiranlıkla sonuçlanabileceği tespiti ise Türk dış politikası açısından nirengi noktasını oluşturuyor. Çünkü Gül tiranlık ihtimalini bütünüyle İsrail – Filistin, İsrail – Arap çatışmasına bağlıyor.
Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki hareketleri “mükemmel fırtına” diye tarif etmişti. Acaba bütün bu fırtınanın sebebi İsrail’in bölgedeki geleceğine göre mi şekilleniyor?
NYT’deki yazı bütün olarak okunduğunda, Gül’ün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki isyan hareketlerini “bölgenin yeniden düzenlenmesi” ve “İsrail'in bekasının temin edilmesi” arasındaki ilişkiyle açıkladığı anlaşılıyor.
Gül’ün, bakış açısının siklet merkezinde de İsrail’in bulunması son derece dikkat çekici.
Wikileaks’in yayınladığı Amerikan belgelerinde Gül “Amerikan mantığını en iyi kavrayan lider” olarak tarif edilmişti. Bu bağlamda Gül’ün İsrail’le ilgili görüşünün Amerikan mantığına uyumlu olduğunu ifade etmek abartılı kabul edilmemeli.)
Makale devam ediyor:
2- “Filistinlilerin çektikleri çile bölgedeki huzursuzluk ve çatışmanın temel nedeni ve dünyanın diğer bölgelerinde radikal hareketler için bahane olarak kullanılıyor. İsrail’in bölgedeki yeni siyasi ortama uyum sağlamaya diğerbütün ülkelerden daha fazla ihtiyacı var. Ancak İsraillilerin korkmasına gerek yok. Etrafında demokratik ülkelerin oluşması, İsrail’in güvenliğinin nihai teminatıdır.”
Gül, Filistin’den doğduğunu söylediği radikal hareketler adına – ki bu hareketler ağırlıkla İslami motif taşıyor – bir tür teminat veriyor ve “İsrail’in korkmasına gerek yok” diyor.
Bu satırlar Gül'ün ne kadar özgüvenli olduğunu gösteriyor. Tabi insan merak ediyor; özgüven duygusu acaba hangi dinamiklerce teşvik ediliyor.
Gül, “radikal hareketler” dediği silahlı islami grupların bertaraf edilmesinden yana. Sözkonusu hareketlerin varlık nedenlerinin kalkması ile İsrail’in kalıcı güvenliği arasında doğrusal ilişki kuruyor.
Türk dış politikasının geleneksel çizgisinde “radikal hareketlerle” ilişkili temalardan uzak durma eğilimi hakimdir. Bu anlamda Gül, “daha doğrudan” ifadeler kullanan belki de ilk Cumhurbaşkanı sıfatını hak ediyor.)
3-“Bu karmaşa döneminde, geleceği belirleyecek iki güç var: İnsanların demokrasi arzusu ve bölgenin değişen demografik özellikleri. Er ya da geç, Ortadoğu demokratikleşecek ve doğası gereği, halkın gerçek isteklerini yansıtmak için bir demokratik hükümete gerek duyulacak.
Bu tür devletler, kamuoyu tarafından haksız, onursuz ve aşağılayıcı olarak algılanan dış politikalar sürdürmeyi başaramaz. Yıllar boyunca, bölgedeki birçok hükümet, dış politikalarını yürütürken halklarının arzularını dikkate almadı. Tarih defalarca gösterdi ki, gerçek, adil ve kalıcı bir barış yönetici elitler arasında değil, sadece iki halk arasında yapılabilir.”
(Gül’ün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki totaliter rejimlere atıfla ifade ettiği “Bu tür devletler, kamuoyu tarafından haksız, onursuz ve aşağılayıcı olarak algılanan dış politikalar sürdürmeyi başaramaz” tespiti, kullanılan kelime ve kavramları itibariyle dikkat çekiyor.
Gül’ün “kamuoyu” olarak adlandırdığı şey, daha çok Amerikan çıkışlı Birleşmiş Milletler karar ve belgelerinde kullanılan “uluslar arası toplum” kavramına yakın görünüyor. Uluslar arası toplum kavramı Amerikan jargonunda daha çok dünyanın gelişmiş 10 ülkesi için kullanılıyor.)
4-“İsrail’in liderlerine dar görüşlü taktiksel manevralara başvurmak yerine, barış sürecine stratejik zihniyetle yaklaşmaları için çağrı yapıyorum. Bu bağlamda, Arap Birliği’nin 2002 yılında gündeme getirdiği barış girişiminin ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Söz konusu girişim, İsrail’in 1967 yılı öncesindeki sınırlarına dönmesi ve Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkilerini tamamen normalleştirmesini öngörüyor.”
(Gül, İsrail’in “işgal ettiği” topraklarından çekilmesini teklif ediyor. Referansı ise Arap Birliği.
Ters açıdan bakarsanız, bir Türk olarak Gül'ün güvenli biçimde arap toplumu adına konuştuğunu not etmek gerekiyor).
5-“Sürdürülemez statükoya yapışıp kalmak, İsrail’i sadece daha çok tehlikeye sokmaya yarar. Tarih, ulusların kaderini belirleyen en önemli faktörün nüfus olduğunu göstermiştir. Gelecek 50 yıl içinde, Araplar Akdeniz ve Ölü Deniz arasındaki nüfusun ezici üstünlüğünü ele geçirmiş olacak. Yeni nesil Araplar, demokrasi, özgürlük ve ulusal haysiyet konularında çok daha bilinçli.”
(Gül, İsrail'e strateji değişikliği yapmasını tavsiye ederken, nüfus dengesinin İsrail'i Araplarla uzlaşmaya zorlayacağını savunuyor.
Bu tez 1990'lı yıllardan Amerika'da popülerdi. Yani bugün için biraz demode saymak gerekiyor.
İsrail bu tür tezlere hiç itibar etmedi. Aksine şiddet dozunu artırırken, Filistinlileri (Gazze şeridinde) duvarların içine hapsetmekten bile çekinmedi. Sonuçta Gazze sürekli artan işsiz, çaresiz 1.5 milyon nüfusuyla insan ormanına dönüştü. İsrail'de ormanın bekçisi rolünü oynadı.
Bana göre Gül'ün nüfus tezine sığınması, İsrail'e karşı caydırıcı silah ve araçların son derece kısıtlı olduğunu kabul etmesiyle açıklanabilir. Nüfusla korkutmakta bu anlamda demode kabul edilmeli. Nihayetinde İsrail uçaklarının sorti kabiliyeti araplarınkinden halen 3 – 4 kat daha fazla.)
6-“Bu bağlamda, İsrail Arapların öfke ve düşmanlık deniziyle çevrelenmiş, parçalı bir ada olarak algılanmayı kaldıramaz. Birçok İsrailli lider bu zorluğun farkında ve bu yüzden bağımsız Filistin devleti kurulmasının zorunlu olduğuna inanıyor. İsrail’le yan yana yaşayan, saygın ve yaşayabilir bir Filistin, İsrail’in güvenliğini azaltmayacak, aksine onu güçlendirecektir.”
(Gül'ün yanıtsız bıraktığı soru bir soru var: “İsrail'in güvenliğini güçlendirecek Filistin hangi Filistin'dir.”)
7- “Türkiye, İsrail-Filistin barış sürecine stratejik yaklaşıyor. Bunun sebebi Ankara’nın sadece barış içindeki Ortadoğu’nun kendi çıkarına olduğunu bilmesi için değil, aynı zamanda İsrail-Filistin barışının dünyanın geri kalanına da faydalı olacağını düşünmesi.”
(Gül, “Ankara'nın sadece barış içindeki Ortadoğu'nun kendi çıkarına olduğunu bildiğini” söylüyor. Bu fikir için hiçbir şekilde “yanlıştır” denilemez. Çünkü fikrin doğru olan unsurları oldukça zayıf görünüyor.
Türkiye geçen 50 yılda Ortadoğu kaynaklı tek bir tehditle karşılaşmadı. İran ve Irak yıllarca savaştı. Türkiye tek bir gün savaş bize sıçrar demedi. Saddam, Halepçe katliamını yaptığında Türkiye konuya bitaraf olduğunu ilan etti. Suriye – Türkiye arasında uzun yıllar gerilim yaşandı. İlk dönemler bunun nedeni Hafız Esat'ın Sovyetler Birliği'ne yakınlığıydı. Sonraki dönemlerde ise merkezde PKK sorunu vardı. Başka bir deyişle Ortadoğu menşeili hiçbir çatışma aslında Türkiye'yi rahatsız etmedi.
Peki Gül neden böyle yazıyor?
Gül, Türkiye'nin Ortadoğu'da aktif oyuncu olmasını istiyor. Ama bu istek için yeterli gerekçe üretilemiyor. Örnek olsun diye hatırlatalım. Türkiye ne zaman İsrail - Filistin arasında arabulucu olayım diye çırpınsa, taraflar Türkiye'nin değil Mısır'ın alacağı tavra odaklanırdı. Şimdi Mısır açmazı Amerikan usüllerle çözülmüş görünüyor. Hele bu şartlar altında Türkiye'ye dönüp bakılması için çokta neden görülmüyor.)
8- “Dolayısıyla, Türkiye olarak yapıcı müzakereleri kolaylaştırmak için tüm çabamızı ortaya koymaya hazırız. Türkiye’nin, İsrail’in Aralık 2008’de başlattığı Gazze operasyonu öncesindeki yıllarda attığı adımlar, barışa ulaşma yönündeki kararlılığını gösteriyordu. Türkiye, İsrail komşularıyla barış sürecini devam ettirmeye hazır olduğu sürece, geçmişte oynadığı rolü oynamaya hazırdır.”
(Gül, Hükümet adına taahütte bulunurken, “arabulucu ehliyetinden” şüphe ettiğini de ortaya koyuyor. Aşağıdaki paragrafı dikkatle okuyalım.)
9 - “Uluslararası kamuoyu, tıpkı 10 yıl önce olduğu gibi, ABD’nin İsrail ve Filistin arasında tarafsız ve etkin bir arabulucu olarak rol almasını istiyor. Ortadoğu’da uzun süreli bir barış sağlamak, Washington’un İsrail için yapabileceği en büyük iyilik.”
(İsrail – Filistin arasında arabulucu olayım diyen Türkiye nedense “Amerika'nın arabulucuğunu” daha çok önemsiyor. Türkiye Amerika'dan ricacı olurken hangi saiklerle arabulucu olmaya soyunuyor; Gül bunu açıklayamıyor.)
10-“Filistinlilerle ve Arap dünyasıyla barış yapmadığı takdirde, İsrail’in yeni demokratik ve demografik dalgalarla baş etmesi neredeyse imkansız olacak. Kendi sorumluluğunun bilincinde olan Türkiye, yardım etmek için hazır bekliyor.”
(Türkiye neye hazır, henüz elle tutup gözle göremiyoruz. Ancak yakın gelecekte hepimizin zihninin açılacağını tahmin etmekte zor görünmüyor.)
İyi çalışmalar saygı ve sevgiler
Murat Binzet
1 MAYIS
Van’daki kutlamalara katılan BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekili adayı Aysel Tuğluk, şöyle konuştu:
"Dersim’de şehit olan 7 gerillanın üzüntüsü yaşadığımı belirtmek istiyorum. İnsanı güzelleştiren en önemli değer emektir. Dil de bu emeğin bir sonucudur. Kültür kimlik bir emeğin ürünüdür. Bir mücadelenin sonunda ortaya çıkmıştır. Birileri iktidarları adına bin yıllık emeği yok sayıyorlar. Emeği zorla, zorbalıkla gasp etmeye çalışıyorlar. Bu da yetmiyor onları yok etmeye kalkıyorlar. Peki bu politikaya karşılığında biraz vicdanı olan, insanlık bilinci olanlar buna karşı direnmek durumundadır. Biz tarihin en eski halklarındanız. Değerlerimizle kimliğimizle yaşamak istiyoruz. Ama görüyorsunuz izliyorsunuz böyle yaşamamıza izin vermiyorlar. Kültürümüzü yok ediyorlar. Dilimize bilinmeyen dil diyorlar. Tek millet tek dil diyorlar. Sayın başbakan çıkıp diyor ki benim için artık Kürt sorunu bitmiştir. Peki Kürt sorunu nasıl biter? Başbakan, her gün onlarca genç ölüyor, yüzlerce genç tutuklanıyor. Milyonlarcası direniyorken Kürtlük adına demokrasi adına direniyorken, isyana kalkmışken siz nasıl ’Kürt sorunu bitmiştir’ diyebilirsiniz? Bu bir tasfiye ve teslim alma politikasıdır. Her türlü zorluğu kullanarak sorunu bitirmek istiyorlar. Kürt sorunu sayın başbakanın iktidar zihniyetinin kuşatması altında boğulmak isteniyor. Başbakan bu sözleri ve uygulamaları ile siyasetini çözümsüzlük yolunda kullandığını açıkça ifade etti. Bakmayın İmralı’da Sayın Öcalan’la görüştüklerine. Biliyorsunuz gidip görüşüyorlar. Ancak, dayatmadan başka bir şey yok. Orada da oyalama politikası sürdürülüyor. Öcalan’da diyor; ’cayır cayır tasfiyeyi dayatıyorlar.’ Eylemsizlik içinde olan gerillalar öldürülüyor. Sokaklarda gençler gözaltına alınıyor. Bütün bu politikalar bir soykırım değil de nedir. Bizler halkımızla birlikte bu soykırım politikalarına direnişimizle yanıt vereceğiz. Çünkü değerli halkımızın soykırıma karşı direnişi meşrudur. Kürt halkı bu direnişi en görkemli şekilde gösterecektir. Başka yol kalmamıştır."
Atatürk heykeline BDP bayrağı bağladılar
Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’na çıkarak terör örgütü elebaşının resminin yer aldığı bir bez parçası çıkartan maskeli bir kişi, daha sonra anıttan inerek ayrıldı.
Ayrıca, barikatı aşarak anıta tırmanan bir grup da Atatürk heykelinin boynuna BDP flaması bağladı. Ellerinde parti bayraklarını sallayan ve yüzleri örtülü olan grup, anıttaki heykellerin üzerine oturarak kutlamayı izledi.
Yorum: Özel yetkili savcılar bu kadını sadece dinliyor, şüreksını sadece seyrediyor mu? 70 lik generaller iktidara karşı eylem planlamaktan 3 yıldır Silivri'de istirahat ediyor. Bu ise halkı bölünmeye, isyana davet edip, Devletin terörist dediğine şehit diyor yahu ayıp ayıp. Kim dedi ona silah al dağa çık Mehmetciğin karşısına dikil diye. Diyenlerö Taksim Meydanındakiler gibi belli ama onlara bir yaptırım yok, yaptırım askere, talebeye, doktora, tekel işçisine yani bizlere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder