19 Haziran 2013 Çarşamba

15-Mustafa Balbay, Prof.Dr.M.Kerem Doksat, Cüneyt Arcayürek, Arslan Bulut sizin için yazdı...

Mustafa Balbay: Genç Kuşağın M-izah Gücü!

17 Haziran 2013

Ortak paydası "özgürlük", "artık yeter", "hükümet istifa" şeklinde özetlenebilecek, Taksim'de başlayıp tüm Türkiye'ye yayılan direnişin en büyük gücünü mizah oluşturuyor.

Mizah çok güçlü bir izah tarzıdır.

Gezi edebiyatıyla söylemek gerekirse, m-izah tarzı, diktatörleri bile dize getirecek kadar etkilidir.

Almanların mizah, İngilizlerin yemek, Türklerin demokrasi kitabı çok incedir.

Evrensel bir bakışla damıtılıp paylaşılmış bu sözün Türkiye açısından doğruluğunu bir kez daha yaşıyoruz.

Evet, demokrasi kitabımız zayıf ama mizah kitabımız çok güçlü ve etkili.

Mizahın gücünü toplumsal yaşamda, baskılara direnmede kullandıkça demokrasimiz de gelişecek.
Bunun da meyvelerini şimdiden görüyoruz.

Gezi Direnişi'nin mizah gücünü başta medya olmak üzere herkes gördü, kabul etmese bile hazmetmeye çalıştı.

31 Mayıs'ta başlayan direnişin motor gücünü oluşturan sosyal medyanın başlıca yakıtı da mizahtı.
Yıllardır para-mizaha dönüşmüş olan gülmece sanatı böylece gerçek yerine oturmuş, karamizahın gücü ortaya çıkmış oldu.

***

Ortaçağ Avrupası'nda Rönesans'ın tan yeri mizah olmuştur.
Mizah sarsılmaz sanılan diktatörleri, onların yıkılmaz sanılan kurumlarını gülünç hale getirir ve bitirir.

Bir yönetimi gülünç hale getirmek kadar ciddi bir eleştiri yoktur.

Gezi direnişçileri bunu başardı.

Sonuç ne olursa olsun, Gezi direnişçileri kazanmıştır.
Çünkü bütün gerçeklerin açığa çıkmasını sağlamışlardır.

Seslerini bütün dünyaya duyurarak, dünya üzerinden Türkiye'ye duyurmuşlardır.
İktidar kanadından gelen en ağır sözlere dahi akıl dolu bir mizahla karşılık vermişler, her aşamada üstünlüğü kendi ellerinde tutmuşlardır.

Mizah, hafızanın ilacıdır.
Söylenenin akılda kalmasını sağlar.
Mizah, doğurgandır.
Hem kendisini, hem etrafındakileri çoğaltır.

Mizah, dünyayı gülünç olmaktan kurtarır, herkesi gerçekleri görmeye çağırır.

Mizah, güldürürken düşündürür.
Nasreddin Hoca araştırmacıları onun fıkraları için "güldüşün" derler.

Mizah, yaklaştırır.
En uzaktakini bile içine çeker.

Gülümsemek iki insan arasındaki en kısa mesafedir.
Gülümsemek direnmektir.

Genel kabul gören tanımla 90 kuşağı, 90'dan vurdu, en etkili mücadele yöntemi olarak mizahı seçti.

Yukarıda dile getirmeye çalıştığımız mizahın bütün renklerini kullanmayı başardılar.
İnanıyorum ki bu gücü hiç bırakmayacaklar, bütün kuşakların özlediği, daha yaşanılası ve daha özgür bir Türkiye'yi kuracaklar.

***

Genç kuşaklara yönelik kaygılardan biri de şuydu:

Yabancı dilin kuşatması altındalar.
Türkçe kirleniyor.
Türkilizce diye yeni bir dil ortaya çıkıyor.

90 kuşağı bu kaygıyı da ikinci plana itti.
Yurtdışında eğitim görmüş, yabancı dilde eğitim yapan okullarda yetişmiş gençler dahil tümü Türkçenin bütün zenginliklerinin farkında ve kullanmasını da iyi biliyor.

Türkçe çok iyi bir anlatım dilidir.
Bu alandaki zenginliği dünya dilleri arasındadır.
Bir dilin zenginlik göstergelerinden biri de yeni sözcükler üretme gücüdür.

"Çağdaş" bir toplum özlemi içindeki gençler, sosyal ağlar aracılığıyla gücünü ve etkinliğini artırmasıyla "ağdaş" toplumu yarattı.
"Çağdaş" toplumun kestirme tarifi de yine Türkçenin gücüyle yapılabilir.

90 kuşağı gençleri, tartışılmaz bir biçimde Atatürk'ün 21.
yüzyılın da lideri olduğunu ilan ettiler.

Bunu yaparken Türkçenin çocukları olduklarını da gösterdiler.
Bu topraklarda yetişen Ezop'un, Nasreddin Hoca'nın, Neyzen Tevfik'in, Aziz Nesin'in ardılları olduklarını, üreterek kanıtladılar.

21.yüzyıl Türkiyesi'nin lokomotifi yola çıkmıştır.

Cumhuriyet

000

BM'den flaş Gezi açıklaması!

18 Haziran 2013

Birleşmiş Milletler Komiseri Navi Pillay, orantısız şiddet uygulayan güvenlik güçlerinin cezalandırılması gerektiğine dair bir açıklama yaptı.
Pillay, Türk hükümetini ve sivil toplumu, bu kararı temel kabul ederek, tansiyonu düşürecek bir tarzda hareket etmeye çağırdı.

BM merkezinin bulunduğu İsviçre'nin Cenevre kentinde yaptığı açıklamada Pillay, "Yetkililer için protestoları bastırmak için ilk başta uygulanan ve yaralılara yol açan aşırı müdahalenin hâlâ sorunun büyük bir parçası olduğunu fark etmesi önemlidir" dedi.(ayrıntılar gelecek

000

Prof.Dr.M.Kerem Doksat: AVM'LERE GİTMEMEK BİR ÇÖZÜM MÜDÜR?

18 Haziran 2013

Son hadiselere bakarak AVM'leri protesto etmeye hazırlanan epey insan olduğunu görüyorum.

AVM nedir?

"Alış Veriş Merkezi" demektir.

Peki, bizim bakkaldan veya süpermarketten farkı nedir?

AVM tanımı ya da tiplemelerinin tanımı konusunda ne kadar tanımlamalara girsek de zaman zaman şartlar bizi bu tariflerin dışına itebilmektedir.
Hani bazı konular ve kavramlar zaman içerisinde değişikliğe uğrar.

Bir AVM'nin büyüklüğünü tayin eden faktörler nelerdir?

1-Hedef kitle nüfusu,

2-Mağaza ve marka adetleri ve o bölgeye olan talepler,

3-Yatırım maliyetleri ve tabii ki işletme maliyetleri ile birlikte geri dönüş hızları,

4-Ülke ve dünya ekonomik yapılanması ve/veya eğilimler vs.

Türkiye'de son 10 yılda inşa edilen AVM sayısı 5 kat artarken, bunların ciroları 2009 sonuna bakıldığında bir önceki yıla göre %5.5 artarak, 21 milyar Liraya ulaşmış.
Her yıl cironun 25 milyar Lira civarında artması bekleniyormuş.

Türkiye'de 240 AVM bulunuyormuş ve yaklaşık 30 tane de inşa ediliyormuş.
Böylelikle toplam AVM kiralanabilir alanı da 5.7 milyon metrekareyi aşacakmış.
Hizmete giren yeni AVM'lerin %80'i Ankara ve İstanbul'da bulunuyormuş.
Türkiye'deki 81 ilin 42'sinde AVM yokmuş.
Bin kişiye düşen metrekare dağılımında başı Ankara çekiyormuş.
Ankara'da bin kişiye düşen metrekare 215 iken, Ankara'yı İstanbul 155 metrekare, Denizli 122 metrekare, Eskişehir 120 metrekare, Tekirdağ 105 metrekare, Gaziantep 100 metrekare ve Bursa 100 metrekareyle takip ediyormuş.

Gelişmişlik seviyesi ve nüfus olarak sıralamalarda yukarılarda olan bâzı iller alışveriş merkezleri konusunda ortalamanın altında kalıyormuş.

İzmir'de bin kişi başına düşen kiralanabilir alan 70.4 metrekare, Konya'da 63 metrekare.
Adana'da ise Yüreğir'de açılacak olan 47.400 metrekare kiralanabilir alana sahip olan Outlet Alışveriş Merkezi ile birlikte bin kişi başına düşen kiralanabilir alan 57 metrekare olacakmış.
Rakamlar, bu gibi illerde hâlâ alışveriş merkezine ihtiyaç olduğunu gösteriyormuş.

Peki, şu anki durum iyi ama geçmişte ne oldu diye bakmak lâzım.

2008′in sonunda başlayan küresel krizle beraber iki şey sormak gerekiyormuş: İlk olarak alışveriş merkezlerindeki perakendeciler ne yapmış?
İkincisi yatırımcılar ne yapmışlar?
Burada önemli olan bu soru.
O dönemde yola çıkmış yatırımcılar ve bitmek üzere olan projeler varmış.
Bunlar krize rağmen bitirilmiş.
Henüz yatırıma başlamamış olanlarsa durmuş.
Kriz etkisini en fazla bu alanda göstermiş.

Bankalar her zaman AVM'lere sıcak bakmışlar.
Çünkü her zaman daha fazla yatırım yapabileceklerini öngörmüşler.
Yabancı fonlar da bu mânâda çok talepkâr ve arzulu bir dönem geçirmişler.

İstanbul'da alışveriş merkezine gitmemiş milyonlarca insan varmış.
Yapılan bir ankette İstanbul nüfusunun %20'sinin de denizi görmediği tespit edilmiş.
13-14 milyonu aşmış bir şehirde elbette ki çok büyük bir pazarla karşı karşıyaşındaymışız.

Eh, İzmir'de dahi denizi görmemiş, çoğu göçle gelen ve varoşlarda yaşayan insanların olduğunu söylememek için hiçbir mantıki gerekçe yok.

AVM yatırımları hem İstanbul'da hem Ankara'da hem de İzmir'de, Bursa'da, Eskişehir'de, Adana'da ve diğer potansiyeli olan illerde devam edecekmiş.
İstanbul ve Ankara'da alışveriş merkezleri açısından daha gidilecek çok yol varmış.

Doğru konseptle, doğru yerde, doğru ölçekle yapılan projelerin kötü yönetilmedikleri müddetçe %100 başarı şansı varmış.
Ama araştırması, planlaması, mağaza karması, konsepti, teması, büyüklüğü ve yeri doğru yapılacak en önemlisi iyi yönetilecek olanlar ayakta kalacakmış.
İşte o zaman başarı %100'müş.
AVM'lerin %35′i ise başarısızmış.
Bunun sebepleri de doluluk oranında problemler olmasıymış.
Birbirine yakın ve birbirini çok taklit etmiş alışveriş merkezleri başarısız oluyormuş.
Biri diğerini taklit ediyor, hem de kötü ediyormuş.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.

Bir köyde, kasabada, yürüyüş mesafesi içerisinde her şeyi alabileceğiniz dükkânların olduğu bölgelerde AVM yaparsanız zaten yatırımınız elinizde patlayacaktır.
Meselâ çeşitli Avrupa kentlerinde, İzmir'in Karşıyaka bölgesinde hâlâ böyle "steril" bölgeler var.

Ama İstanbul, İzmir gibi megapollerde ve merkezi bölgelerde ikamet etmekteyseniz, AVM de yoksa sizi şöyle bir garabet bekliyor demektir: Yeni bir ev aldınız.
Bunun tefrişi (döşemesi) var, bahçe düzenlemesi var, mobilya seçimi var; yatak aldınız bazası var, yorganı var; akşam misafirleriniz gelecek, manavı var, kasabı var…

Listeyi uzatmayacağım.

Eğer vahşi kapitalizm ve kontrolsüz liberalizm egemenliğini sürdürecekse –ki, daha epey bir süre sürdürmesi kaçınılmaz görünüyor, böyle merkezlerin yapımının veya kullanımının "out" olması akılcı değildir.

Eğer bir oligark veya her yerde kaprisine müsamaha edilen sonradan görmenin biri değilseniz, yâni emir buyurduğunuz her bir şey adresinize teslim edilip en mutena şekilde de tanzim edilmiyorsa…

Vaktiniz dar, zamanınız ise azsa…

Bir ucundan girip de, birkaç saat veya sabahtan akşama kadar dolandığınızda talep ettiğiniz her şeyi, üstelik rekabeti de kaçırmadan satın alabiliyorsanız.
Rekabet içerisindeki mağazalarda kredi kartınıza tenzilat (indirim) yapıp, adrese teslim eden ve size çok iyi davranan elemanların çalıştığı AVM'lerden kaçamazsınız.

Çünkü sosyal psikoloji açısından buralar insanların sosyalleştikleri (tıpkı köy meydanı gibi), tanışıp ahbaplık kurdukları hatta âşık olup evlendikleri, yiyip içtikleri ve bütün ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra huzur içerisinde yaşadıkları yörelere döndükleri, aidiyet ve mensubiyet hislerinin pekiştiği mekânlar olarak varlıklarını daha en az birkaç on sene sürdürecektir.

Bakın güzel mi güzel bir seyirlik, Joan Baez'den:

http://www.youtube.com/watch?v=CRz090qq4C0&feature=youtu

Ha bu arada, AVM'lerin giriş çıkışlarında, içerlerinde birtakım duran adamlar görürseniz şaşırmayın.
Polisimiz bunları da suçlu bulup içeri attı!

İzmir'de duran adamı yaka paça götüren polis!

Avrupa'nın her yerinde vardır bunlar; kaç kere kendim tongaya düşmüştüm.

Yalnız, bu işi yapmak ciddi bir eğitim gerektirir ve hiç bilmeyen ve alışık olmayanlar bir süre sonra patır kütür fenalaşıp, ayakta duramayacak hale gelebilir.

İzmir'de duran adam destek…

Ha, eğer bir gün şimdilik tamamen ütopik görünen Atlantis (Yunanca "Atlas'ın Adası", Platon'un Timaeus ve Critias kitaplarında bahsettiği efsanevi batık bir kıta ve medeniyettir aslında ve Platon'un diyaloglarında gömülü bir hikâye halinde olan Atlantis, kendi politik teorilerini anlatmak için yaratılmış bir efsaneden başka bir şey değildir) veya

Simeranya (Peyami Safa'nın son ve muhteşem "Yalnızız" isimli romanında yeni bir dünya kurma hülyasıyla yaşayan, fikir adamı ve ana kahraman Samim, bu ismi verdiği hayali ülkesiyle önemli sosyal ve psikolojik problemlere ışık tutup aydınlatmaya çalışır) gibi bir dünya kurulursa…

Hakikaten her bir şeyin hakça paylaşıldığı, dağıtıldığı ve devletin sadece basit bir idari organizasyon haline geldiği mutasarrıf (kendinde kullanım hakkı olan, elinde bulunduran) ama tasarruflu ve hakkaniyetli yöneticilerin olduğu bir dünya kurulursa…

Kulun, kimseye kul olmadığı için diğerlerinin hakkını da yemediği bir dünya kurulursa…

Herkes herkese sonsuz güvenir ve telepatiyle anlaşarak mal mübadelesi (değiş tokuşu) yaptığı bir güzel mavi gezegen olursa…

Homo sapien sapiens'in bunu gerçekleştirmesi mümkündür.

Neden olmasın?

İLK KURŞUN

000

Cüneyt Arcayürek: Şaşkın!

19 Haziran 2013

Gezi Parkı eylemleri RTE'ye öyle bir darbe vurdu ki; söylediklerini kulağı duymuyor.
Duymadığı için de gerçeği göremiyor.

Anlamsız, akla zarar yanlış başka ifadeleri doğruymuş gibi söyleyebiliyor.

Adeta "Şaşkın ördek kıçıyla suya girer" özdeyişine benzer örnekler veriyor…

Son konuşmalarında dünyanın Gezi Parkı eylemleriyle ilgili değerlendirmelerini şu cümlesiyle özetledi:

"Dostumuzu düşmanımızı öğrendik!"

"Dostlarını" saydı.

Pakistan, Malezya, Somali, Filistin...

"Düşmanları" da; Edirne sınırından başlıyor, Avrupa kıtasındaki devletleri içeriyor…

Atlantik'i de aşıyor.
Altı kez Gezi Parkı'na uyguladığı orantısız şiddeti, ifade özgürlüğünü askıya aldığını vurgulayarak kınayan..
gidişattan kaygılandığını açıklayan kadim dostu Beyaz Saray'a ulaşıyor.

Tek bir devlet, tek bir devlet adamı arasında RTE'yi:

Orantısız şiddetinize maşallah, çok iyi uyguluyorsunuz.
Biber gazı kapsüllerinden dört vatandaşınız ölmüş, ikisi de komadaymış.
Doğrusu can kaybını bu kadarda bırakmanız bile şayan-ı tebrik.

Hele bir gecede Gezi Parkı'ndaki gençlerin çadırlarını ilaçlı tazyikli suyla, biber gazlarıyla basarak özgürlük isteyen, yaşam haklarına uyguladığınız dayatmalarımıza karşı çıkan gençleri, pabuçlarını bile giymeye vakit bırakmadan çıplak ayak kaçmak zorunda bırakmanız yok mu, fevkalade…

Civardaki büyük otellerin lobilerine şiddetinizden kaçarak kapağı atanları, içeri giren polislerinizin biber gazı ve tazyikli suyla hizaya getirme çabaları yok mu…

şahane diyen, marifetlerini öven yok!

***

RTE'nin mantığı, aklı o denli karışmış ki; sosyologlar, toplumbilimcileri yurda yayılan Gezi Parkı eylemlerinin demokratik bir ivme olduğunda ittifak ediyor; amma velakin dört beş kıytırık dostuyla birlikte RTE; son konuşmasında eylemlerin "antidemokratik" olduğunda ısrar ediyor ve…

"AİHM'ye göre hastaneler de dahil kapalı alanda gaz kullanmayı orantısız güç" diye tanımlayan, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'ni…

"Barışçıl gösterilerde orantısız güç kullanılmasından endişeliyiz" diyen AB'yi…

Eleştilerini esirgemeyen AB'nin yadsınılamaz uzantısı Avrupa Parlamentosu'nu, topyekûn Batı dünyasını…

"Antidemokratik (dediği) eylemlerin asıl amacını anlamamakla" suçluyor.

Korku imparatorluğunu kurmayı başardığı Türkiye'ye zorla kabul ettirdiği, "Ben ne dersem, yaparsam doğrudur" kafasını; yüzyılların süzgecinden geçen Batı'ya kabul ettirmeye çalışan, yarabbi bu nasıl akıldır?

***

Bu arada konuşmaları arasına sıkıştırdığı bir cümle var: "Sizin bir defa özgürlük anlamınız, tanımınız (benden) farklı" diyor Batı'ya ve "ben değişmem" dediği, gerçek kimliğini açıklayan söyleme, ikinci bir doğruyu ekliyor…

Polis marifetiyle uyguladığı şiddetin "başını dik tutmaya" bir gün yetmeyeceğini kadro olarak gördüklerinden olacak ki; dünlere kadar Batı'nın mutedil dili kullanıyor diye övdüğü yardımcısı Bay Bülent Arınç'tan "gerekirse Türk Silahlı Kuvvetleri'ni de devreye sokacaklarını" içeren bir açıklama geldi.

Kuşku yok, Başbakanından aldığı ilhamla bu kaygı verici sözü söyleyen Bay Arınç;

böylece, halka karşı şiddet kullanan polis yetmiyor ki özelleştirerek, ne ki dili var konuşamayan konuma devşirdikleri TSK'yi de halka karşı kullanmayı planladıklarını açıklamış oldu.
Yalnız RTE'nin değil, iktidar hepsinin gözlerini karartmış bu kadronun!

***

CNN Türk'teki bir programda Prof.
Ahmet İnsel'in içtenlikle yaptığı değerlendirmelerine göre sonuçta hiçbir siyasal görüşün etkisinde kalmadan RTE'nin diktacı kafasına direnen gençler kazandı..
kaybeden taraf RTE oldu.

Gençlik; her dilden, her cinsten, her dinden, her inançtan insanların bir arada, özgürce birlikte yaşayabileceğini, Gezi Parkı'nda sergiledikleri yaşam biçimiyle kanıtlayarak demokrasimizde yepyeni bir çığır açtı.

Gezi Parkı okkalı bir Osmanlı tokadıyla yalnız RTE'yi sarsmadı.
Muhalefet partilerine de yararlanabilecekleri dersler verdi.
Örneğin, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu şu itirafa zorladı: "Yeni nesil çok kıvrak, çok zeki…

Onlara yakın olamadık, onları anlayamadık!"

***

Gezi Parkı eylemlerinin gerçek anlamını hâlâ kavrayamayan biri var: RTE!

Miting miting dolaşıyor.
Toplama kalabalıklara seslenirken; eleştiren Batılılara, "Bunlar şaşırmış" diyor.

Asıl şaşıranın kim olduğunu görmek için aynaya bakmıyor.
Demokrasimizi, antidemokratik eylemlerin gerçek içeriğini anlayamadılar diye bağırıyor..bağırıyor…

Bakalım ne zaman sesi kısılacak...

Cumhuriyet

000

Arslan Bulut: Durumun fotoğrafı!

19 Haziran 2013

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye'nin yaşadığı son günleri değerlendirirken, herkesin önceden yazılmış rolü kapsamında hareket ettiğini ve Gezi Parkı ateşini belirli bir seviyede tutmak için yapılan AKP kontrollü ve güdümlü, derin ellerin de devrede bulunduğu bir operasyon sürdürüldüğünü söyledi.

Erdoğan'ın toplumsal tansiyonu ve kanamayı belirli bir sınırda tutarak gerginliğin sürmesini istediğini belirten Bahçeli, bu ihtimalin kesinlikle yabana atılmaması gerektiğini vurguladı.
Bahçeli, "Zira kendi partisinin zayıflamasını bu şekilde durduracağını düşünmüş olması hesaba katılması gereken bir durumdur" dedi.

***

Bizim dünkü bakış açımız da Bahçeli'nin tespitleri ile hemen hemen aynıydı.
Tabii akıl için yol birdir.
Devlet Bahçeli, zaman zaman kamuoyuna önemli bilgiler verdi.
Mesela "Teröristbaşı nerede?"
diye sordu.
Ardından Öcalan'ın İmralı'dan alınıp CIA ajanları ile görüştürüldüğü anlaşıldı.
Yine, "AKP, PKK ile gizli müzakere yapıyor" dedi.
Tayyip Erdoğan, bunu inkâr etti hatta "ispatlayamazsa şerefsizdir" dedi.
Ardından müzakere tutanakları ifşa edildi…

Biz burada sadece kendi gözlemlerimize dayanarak değerlendirme yapıyoruz.
Bahçeli'ye ise güvenilir kaynaklardan önemli bilgiler geliyor ki somut iddiaları ortaya atabiliyor.
Taksim'de AKP iktidarının şiddet uygulaması ile başlayan olaylar konusunda da Bahçeli, kimsenin beklemediği şekilde, gösterilere MHP'lilerin katılmaması talimatını verdi.
Tabii AKP iktidarına son vermek için sokaklara dökülen milyonlarca insanın beklentisi bu değildi.
Dolayısıyla "Zaten AKP her sıkıştığında, Bahçeli imdada yetişiyor.
Erken seçim kararı ile 2002'de AKP'yi iktidar yaptı, Sonra da Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasını sağladı"
eleştirileri gündeme getirildi.

Bu eleştirileri kimse ağzına bile almaya cesaret edemezken zamanında biz gündeme getirdik.
Fakat şimdi başka bir durum var.
Bir defa Taksim'de oynanan oyuna kendi gözlerimle tanık oldum.
Taksim'deki Atatürk anıtının hemen yanına PKK'lı bir grubun yerleştirilmesini AKP iktidarı bilerek önlememiştir!
Sadece PKK grubuna müdahale edilseydi, meydandaki diğer grupların tamamı, polisi alkışlardı.
Ancak bunu yaptırmadılar ve ülke genelindeki protestoları PKK ve terör ile özdeşleştirerek ve daha sonra "camide içki içtiler, Türk bayrağı yaktılar, başörtülü bir kadını yerlerde sürüklediler" gibi iğrenç yalanlara başvurdular.
Oysa bütün yurtta eylem yapanlar içinde bulunan sol gruplar, bundan önceki yıllarda Türk bayrağı taşımazken, halkın dini duygularını önemsemezken bunun büyük bir eksiklik olduğunun farkına varmıştır.
Tabii solun bu açığını, eylemler sırasında TGB'li gençler kapatmış oldu.
Yine Taksim'de Miraç Kandili için dualar edildi.
Ankara'da polisin öldürdüğü Ethem Sarısülük'ün toprağa verildiği köyün adını duydunuz mu?
Çorum Sungurlu'daki o köyün adı "Beydili"dir.
Yani Sarısülük, 24 Oğuz boyundan biri olan Beydili soyundan bir Türk çocuğudur.
Kısacası bu eylemleri yapan çocuklar, öz be öz bu milletin evladıdır..

Tayyip Erdoğan, onları "Anadolu'dan Trakya'dan kopuk, dertlerini yabancı basına İngilizce anlatan kimseler" olarak gösteriyor ki, bu da oynanan oyunun bir göstergesidir.

***

Bahçeli, bu oyunu açıklarken "Erdoğan, AKP'nin erimesini frenleyebilmek amacıyla iç dinamikleri yapay dış korkuluklarla örtmeye ve ötelemeye çabalamaktadır.
Uluslararası medyaya çatması bundandır"
diyor ki durumun fotoğrafı tam da budur

Bahçeli, "Türkiye daha fazla dara düşer, işler daha da içinden çıkılmaz hal alırsa mutlaka demokratik mekanizmalar harekete geçirilmeli, bu iktidara son vuruş sandıkta yapılmalıdır" dedi ama 6 milyon sanal seçmenli bir seçime nasıl güvendiğini açıklarsa millet de kendisine güvenir!

Yeniçağ

a45UyF587661-201306190919-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Contraria contrariis curantur
Karsitliklar karsitliklara iyi gelir
(civi civiyi soker)

Latince Atasozleri
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder