Semmelweis Refleksi: Tecrübe veya Bilgi Sahibi Olmaksızın Yeni Bilgileri Reddetmek...
 10 Jun, 00:19 
              
"Semmelweis refleksi" insanların bir bilgiyi otomatik (refleks) olarak hiçbir tecrübe veya gözleme tabi tutmadan reddetmeleri durumuna deniyor. Bu terim ilk olarak, yazar Robert Anton Wilson tarafından, lohusa humması çalışmalarıyla ünlü Dr. Ignaz Semmelweis'in başına gelenlerden esinlenerek kullanıldı. Hikaye şöyle:
Dr. Ignaz Semmelweis (1818-1865) Macar asıllı bir kadın hastalıkları doğum uzmanı. 1840'lı yıllarda Avusturya'da Viyana Hastanesi'nde çalışırken lohusa hummasına bağlı (bir çeşit enfeksiyon hastalığı) anne ve çocuk ölümlerinin sayısının beklenenden çok fazla olduğunu düşünüyordu. Hastanede hasta vizitlerinin belli bir sırası vardı ve uzman doktorlar doğum katına çıkmadan önce, tıp öğrencilerine kadavra üzerinde ders anlatıyorlardı. Doktorlar el temizliğinden haberdardı ancak el yıkamanın önemi bugünlerdeki kadar keşfedilmemişti. Eldiven icat olmamış, antibiyotiklerin devri henüz başlamamıştı. Semmelweis, kadın ve çocuk ölümlerinin sebebinin "küçük kadavra parçacıklarının sağlıklı insanlara bulaşması" olduğunu düşünüyordu.
Fransız kimyacı ve eczacı Antoine-Germain Labarraque, tekstil malzemelerini ağartmaya yarayan klorlu bir solüsyonun (şimdiki çamaşır suyunun atası) antiseptik özelliği olduğunu bulmuş ve doktorlara açık yaraların dezenfeksiyonunda bu solüsyonu kullanmalarını tavsiye etmişti. Veba salgınında Fransa'nın başkenti Paris'in her yerinin "klor"la yıkandığı da duyulmuştu. Semmelweis, tüm doktorlardan, kadavra muayenesinden sonra ve her hastadan önce ellerini "Labarraque solüsyonu"yla yıkamalarını istedi.
Ve beklediği olmuştu: Ölüm oranı %20'lerden %2'lere düştü. Lohusa hummasına benzer şekilde, açık ve sulu yarası olanlarla farklı sebeplerden aynı koğuşta yatan hastaların da enfeksiyon kaptığını gözlemledi. "Açık yaralardaki küçük mikropların hava yoluyla taşındıklarını" düşünüyordu. Doğal olarak, tüm bu gözlem ve bulgularını tıp dünyasıyla paylaştı.
Ancak meslektaşları, bu ölümlerin "doktor hatası"yla gerçekleşmiş olabileceği ihtimalini çok sert bir şekilde reddettiler. Doktorların el yıkamalarının yeterli olduğu, özellikle "Viyanalı" doktorların temizliği göz önünde bulundurulduğunda söylediklerinin anlamsız olduğu, kadavradan hastalık geçemeyeceği, eğer söylediği doğruysa ölüm oranlarının çok daha fazla olması gerektiği ve benzeri antitezler ortaya koydular. Semmelweis'in iddiaları abartılı, gerçekdışı, yeterli kanıt barındırmayan ve hadsiz olarak değerlendirildi. Meslektaşları önemli yayın organları ve tıp akademilerine Semmelweis'i şikayet ettiler. 1847'deki bu tartışmalar 20 yıl sonra Louis Pasteur'ün antisepsi çalışmalarından sonra nihai sonucuna ulaştı. Semmelweis haklıydı, sabun eldeki mikropların tamamını öldürmüyordu ve hastalığın sebebi, bilmeden yanlış uygulama nedeniyle sadece ve sadece "doktorlar"dı.
Peki Semmelweis'in iddialarının hepsi doğru muydu? Hayır. Lohusa humması, sanıldığı gibi kadavra parçacıklarından bulaşmıyor. Bu hastalığa, Streptococcus pyogenes denilen ve sağlıklı insanlarda yutak ve normal deride barınan bir bakteri sebep oluyor. Bu hastalık da doğumda hijyen koşulları yeterince yerine getirilmediği zamanlarda kolayca ortaya çıkıyor. Semmelweis, lohusa hummasının sebebinde yanılmıştı ancak yaptığı önemli gözlemler ve uyguladığı akılcı yaptırım sayesinde doktorların hastadan hastaya geçerken "mikropsuz" ellerle müdahale yapmasını sağlamış ve böylece hastalığın ortaya çıkışına engel olmuştu. Tüm bu çalışmaları sayesinde Dr. Ignaz Semmelweis o günlerde "anaların kurtarıcısı", bugün ise cerrahide "antisepsinin babası" olarak hak ettiği yeri aldı.
Hazırlayan: Seda Baykal (Evrim Ağacı)
Düzenleyen: Şule Ölez (Evrim Ağacı)
Kaynaklar ve İleri Okuma:
Contemporary Reaction to Ignaz Semmelweis
http://www.evrimagaci.org/fotograf/73/8287a45UyF587661-160610104626 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2016/06/20 21:00 1 39 1923atamizindeyiz@googlegroups.com
      
 Zannediyorum,          Arkadasimiz Fransiz Mi? Ama Turkiye ye De Fransiz... Biz De          Boyle Guzel Bir Soz Var: Turkiye ye Cok Fransizsiniz
          
          Recep Tayyip ERDOGAN(RTE)
          Turkiye denilen ulkenin basbakani
          
        
 Ankara dakilerin          Yunanlilara hala meydan okumalarina cilginliktan baska bir sifat          verilemez. Yunanlilarla aramizda akilca da, ilimce de, kuvvet          bakimindan ve her acidan bu kadar fark varken onlarla muhabereye          girisilemez.
          
          Yazar Refik Halit Karay - 07.08.1920
          
        
 DOGA YASALARI          UZERINE DUSUNCELER -4-
          
          Evren hakkinda anlasilmasi en zor sey, anlasilabilir olmasidir.          (Albert Einstein)
          
          Yukardaki ironik cumleyi kurarken sanirim Einstein hakliydi.          Doga bir yandan sasirtici bir sadelikle kendini sergilerken,          diger yandan elimizi attigimiz her noktada yine ayni derecede          sasirtici bir matematik barindirmakta. Sularin icinde olusan          burgaclardan, bir gezegenin yildiz etrafinda yorungeye          oturmasina, bir tasin yamactan yuvarlanmasina, iki atomun          birbirleri ile elektron alisverisinde bulunmalarina kadar her          yerde dunyanin en ustun beyinlerini zorlayan yasalar hakim. Uzun          yillar boyunca insanlar, ortaya bir mantik butunlugune bagli          yasalar zinciri koyamadan, seylerin hareketini ancak kopuk kopuk          anlayabildiler.
          
          Galileo, Iki buyuk dunya sistemi uzerine dusunceler calismasinda          evrenin merkezi nerde? diye sormus ve Simplicio ile Salviati yi          konusturarak Aristotales in evren anlayisina ciddi elestiriler          getirmisti. Evrenin merkezinin Dunya olup olmadigi sorusu cok          ciddi bir soruydu ve kisa sure icinde Galileo nun basini belaya          sokacakti. Kendisinden once pek cok dusunur bazi dinsel ve          gizemli sebeplerle, evrenin merkezine Dunya yi          yerlestirmislerdi. Ayrica Pisagor gelenegine bagli kalan Yunan          doga bilimcileri ve ardillari gezegenlerin yorungelerinin tam          bir daire biciminde oldugunu savunuyorlardi. Cunku onlarin          inancina gore, daire evrendeki en mukemmel geometrik sekildi.          Fakat Galileo nun basit bir teleskop ile yaptigi gozlemler bu          fikirlerle uyusmuyordu. Galileo Jupiter in 4 tane uydusu          oldugunu farketti: Europa, Ganymede, Io ve Callisto. (Bu          uydulara Galileo uydulari da denir. Gunumuzde ise Jupiter in 63          uydusu oldugu bilinmektedir.) Bu dort uydu, Jupiter in          cevresinde donuyorlardi ve bu durum Galileo nun kafasini          karistirmisti. Demek ki, evrendeki gok cisimlerinin illa Dunya          cevresinde donmesi gerektigi gibi bir sart olamazdi. Bu durumda,          Dunya nin evrenin merkezinde oldugunu ne hakla savunabilirdik?          Eserinin bir yerinde sunlari yazdi:
          Jupiter in iki uydusunun New Horizons gozlem araci tarafindan          cekilen resimleri. Alttaki Io, ustteki Ganymede. Digerleri gorus          acisi icinde degiller.
          
          Sunu da eklemeliyim ki, ne Aristotales ne de bir baskasi evrenin          merkezinin de facto (gercekten) Dunya oldugunu kanitlayamaz.          Eger evrene bir merkez araniyorsa, oraya Gunes in oturtulmasi          daha yerinde olur, sirasi geldiginde bunu herkes anlayacak.
          
          Artik Gunes imizin evrenin merkezinde olmadigini, galaksimiz          Samanyolu nun dis halkalarindan birinde mutevazi bir sistem          oldugunu biliyoruz. Ama elbette Galileo nun bunu bilmesine imkan          yoktu. Elindeki imkanlar gayet sinirliydi; buna ragmen          dusunceleri kendi cagi icin devrimci ve cok aykiriydi.
          
          Buyuk usta Newton a kadar; gezegenler, isigin hareketi,          kutlelerin birbirlerini nasil cektikleri gibi konular, tabiri          caiz ise bulanik suda balik avlamak gibi bir karmasa icinde          yurudu. Isin icine bolca dinsel inanclar karisiyor ve her doga          tartismasinin ardindan teolojik kavgalar patlak veriyordu. Din          ile bilimin alanlari netlikle ayrilmamisti ve pek cok insan          bilimsel kuramlarin dinsel inanclari tehdit etmeye baslamasindan          rahatsizlik duyuyordu. Daha sonra gelistirilecek olan          belirsizlik gibi yeni kuramlar ve ozellikle Charles Darwin in          evrim teorisi din ve bilim kavgasini doruga tirmandiracakti.          Kavga gunumuzde de surmektedir.
          
          Sir Isaac Newton, tam anlami ile fizikte bir donum noktasi oldu.          Kendince saplantilari olan, kavgaci, gecinmesi zor bir insandi          ve genelde cok yalnizdi. Gencliginde sevmis oldugu bir kadina          kavusamamis ve omru boyunca bekar yasamisti. Newton u anlatmak          icin bir insanin kendi omrunu harcamasi gerekir. Okul yillarinda          hala Aristotalesci gorusler hakimken Newton cebir, geometri,          trigonometri dersleri almis, Latince ve Antik Yunanca          ogrenmisti. Galileo ve Kepler in calismalarini da okumustu.          Neticede, yillar suren bir egitimin ardindan bir ciftlik evine          kapandi ve burda kutle cekimi uzerinde dusunmeye basladi.          Kafasina bir elma dusunce yercekimi kanununu buldugu seklindeki          inanis sadece hos ve gercek disi bir oykuden ibarettir. Gercekte          ise, en verimli calismalarini bir kova suyun hareketlerini          inceleyerek, merkezkac kuvvetin vakum icindeki etkisini          dusunerek yapmistir. Bunun disinda bir prizma ile isigin          tayflarini incelemis ve bazi eklemeler yaptigi bir teleskop ile          evrensel cekim yasalarini gelistirmistir. Calismalari saymakla          bitmez, iyisi mi kendiniz bir yerlerden bulup okuyun derim. En          buyuk eseri Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (Doga          felsefesinin matematik ilkeleri) kitabinda hareket ve kutle          cekim kanunlarini 3 yasa ile matematiksel ve geometrik olarak          anlatilmistir.
          
          Birinci yasa: Tum cisimler bir kuvvet etkisi tarafindan durumunu          degistirmeye zorlanmadikca duzgun dogrusal hareketini veya          duraganligini korur. (Eylemsizlik yasasi)
          Ikinci yasa: Bir cismin momentumundaki degisim, cisim uzerine          uygulanan itme ile orantilidir ve itmenin uygulandigi duz dogru          boyunca meydana gelir. Bir cisim uzerindeki net kuvvet cismin          kutlesi ile ivmesinin carpimina esittir. (F=m.a) (Momentum bir          cismin kutlesi ve hizinin carpimidir.)
          Ucuncu yasa: Her kuvvete karsilik, her zaman esit ve ters bir          tepki kuvveti vardir: veya iki cismin birbirine uyguladigi          kuvvetler her zaman esit ve zit yonelimlidirler.
          
          Newton sadece bazi cikarimlarda bulunmuyor, bir bilim          metodolojisi de gelistiriyordu. Kitabinin girisinde bilimin          amacini ve yontemlerini kisaca soyle ozetlemisti: Olgulardan          doganin kuvvetlerini kesfetmek, sonra da bu kuvvetler yardimiyla          diger olaylari aciklamak. Once olgular gozlemlenmeli, bu          gozlemler sonucu doganin yasalari kesfedilmeli ve olusturulan          kuram olaylari aciklayabilmelidir. 
          Gelistirilen kuramlar mutlaka gozlem ve deneyler ile          pekistirilmeli ve matematiksel olarak modellenebilmeliydi.
          
          Bu yasalardan hareketle Newton daha bir dizi formul gelistirdi.          Hepimiz bunlari okul yillarimizdan az cok hatirlayabiliriz.          Newton un i$ik hakkindaki calismalarina daha sonra, kuantum          bahsinde deginecegim. Simdi artik bilimcilerin elinde, net,          formule edilmis ve her zaman sinayabilecekleri yasalar vardi ve          bilimsel bir yasanin hangi kriterlere uymasi gerektigi epey          sekillenmisti. S.Hawking ve L.Mlodinow un kitabindan devam          ediyorum.
          
          Sir Isaac Newton un (1643-1727) uc hareket yasasi Dunya nin, Ay          in ve gezegenlerin yorungelerini ve gel-git gibi fenomenleri          aciklayan cekim yasasi modern bilim tarihinde yaygin bir kabul          gormustur. Olusturdugu denklemler ve onlardan yola cikarak          gelistirdigimiz matematiksel cerceve gunumuzde hala          ogretilmektedir. Bina cizen bir mimar, araba tasarlayan bir          muhendis veya bir roketin Mars a nasil gidecegini hesaplayan bir          fizikci tarafindan Newton fizigi (cesitli eklemeler ve          revizyonlar ile) kullanilmaktadir.
          
          Doga, bazi yasalar tarafindan yonetiliyor ise, sormamiz gereken          uc soru var:
          
          Yasalarin kaynagi nedir?
          Yasalarda istisnalar var midir, ornegin mucizeler gibi?
          Sadece bir dizi olasi yasa mi vardir?
          
          Bu onemli sorular bilim insanlari, filozoflar ve din bilimciler          tarafindan farkli bicimlerde dile getirilmistir. Ilk soruya          yaygin olarak verilen yanit -Kepler, Galileo, Descartes ve          Newton un yaniti- yasalarin Tanri nin isi oldugudur.
          
          Dr Hawking dogru soyluyor.Descartes, Newton gibi isimler Tanri          yi inkar etmediler. Fakat, onlarin Tanri derken anladigi sey          ile, gelenekci ve kati bir Hristiyan in, ornegin kadinlari          cadilikla suclayan bir engizisyon yargicinin anladigi Tanri          arasinda daglar kadar fark vardi. Zaten Dr Hawking bu inceligin          farkinda. Filozoflar ve doga bilimciler Tanri ile doga arasinda          oyle paralellikler kurmuslardi ki, bir sure sonra Tanri dan mi,          yoksa dogadan mi bahsettiklerini anlamak nerdeyse imkansiz hale          geliyordu. Diger yandan, dindarlarin tanrisi farkliydi. Bu          tanri, yasamin her anina mudahale eden, insanlari cezalandiran          ve korkutan, dahasi O nun adina bazi insanlarin diger insanlara          ceza tatbik ettikleri askin bir tanriydi.
          
          Felsefeciler Tanri yi inkar etmemislerdir fakat onlarin tarif          ettigi Tanri yi doga yasalarinin bir baska ifadesi olarak          gorebilmek de mumkundur. Eger Tanri ya farkli ozellikler          atfedilmezse -Eski Ahit in tanrisi olmak gibi- Tanri yi ilk          sorunun, yani yasalarin kaynaginin yaniti olarak gormek, bir          gizemin yerine bir baskasini koymak demektir.
          
          Guzel bir saptama. Tanri kelimesi bazen sorulardan kacis icin          mukemmel bir siginak haline gelebilir. Bir seyi anlamiyorsak,          isin icinden cikamiyorsak, kisaca Tanri nin hikmeti deyip bir          aciklama yaptigimizi dusunebiliriz. Bu olguyu, ABD li bir yazar          olan Edward Abbey (1927-1989) su sekilde ifade etmisti:          Insanlarin dusunemeyecek kadar yorgun olduklari zaman cikardigi          iniltiye Tanri denir. Benzer sekilde Karl Marx da (1818-1883)          dunyayi yari felsefi yari teolojik cikarimlarla anlamaya          calismanin gerekmedigini, asil onemli olanin dunyayi degistirmek          oldugunu dile getirmis ve Tanri inancinin, evreni yorumlamaktan          aciz insanlarin afyonu oldugunu soylemisti: Dini istirap, bir ve          ayni zamanda, hem gercek istirabin ifadesi hem de gercek          istiraba karsi bir protestodur. Din, ezilen yaratigin ic cekisi,          kalpsiz bir dunyanin kalbi, ruhsuz kosullarin ruhudur. Din,          halklarin afyonudur. 
          
          Oyle gorunmekte ki bazi kisiler felsefe ve dinin binlerce yillik          teolojik yorumlarindan bunalmislar, tum bu yorumlarin dunyadaki          haksizliklari degistirmek icin bir ise yaramadigini anlamislar          ve sonunda isyan bayragini cekmislerdi. Hawking e geri          donuyorum.
          
          Ilk sorunun yanitina Tanri dersek, isin asil zor yani ikinci          soruyla ortaya cikar: Yasalarda mucizeler, istisnalar var midir?          Bu sorunun yaniti hakkindaki gorusler kesin bir sekilde          ayrilmistir. Eski Yunan in en etkili iki yazari Platon ve          Aristotales yasalarda asla istisna olmayacagini savunur. Ancak          Kitab-i Mukaddes in bakis acisina gore, Tanri, yasalari          yaratmakla kalmaz, ona yakarildiginda istisnalar da yaratabilir:          olumcul hastaliklari iyilestirmek, kurakliga son vermek, kroketi          olimpik spor olarak kabul etmek gibi.
          
          Hawking in yazdiklarindaki alayciligi sezmemek mumkun degil.          Sanki, Dr Hawking kroket sporunun olimpik bir spor olarak kabul          edilmemesine biraz karsi. Gencliginde, henuz hastalik          semptomlari ortaya cikmamisken kendisi de kroket oynamisti.          Devam ediyorum.
          
          Descartes in goruslerinin tersine, neredeyse tum Hristiyan          dusunurler Tanri nin mucize yaratmak icin yasalari askiya almaya          muktedir olmasi gerektigini savunmuslardir. Newton bile bu          turden mucizelere inanirdi. Bir gezegenin cekim gucunun diger          gezegenin yorungesi uzerinde bozulma yaratmasindan oturu          gezegenlerin yorungelerinin kararsiz oldugunu, bu kararsizligin          zamanla buyuyerek gezegenlerin ya Gunes e dusmelerine ya da          Gunes sisteminden kopup gitmelerine yol acacagini dusunuyordu.          Tanri nin yorungeleri surekli ayarladigina ya da sistemin          durmamasi icin goksel saati kurduguna inaniyordu.
          
          Anlasilan Newton ilahi sistemin bir kaosa suruklenmesinden epey          korkmus ve Tanri nin bazen ise al atarak ufak tefek ayarlamalar          yapmasi gerektigine inanmis. Bugun ise, hem Gunes imizin hem de          Dunya mizin geleceginin pek de ic acici olmadigi one surulmekte.          Orta buyuklukte bir yildiz olan Gunes in merkezindeki cekirdek          fuzyonu sona erdiginde, Gunes icin bir olum-kalim savasi          baslayacaktir. Hidrojenin tamami helyuma donusecek, cekirdek          buzusecek, yakla$ik 7,3 milyar yil sonra Gunes kirmizi bir dev          haline gelecek ve capi 150 kat artacaktir. Parlakligi ise          simdikinin 5000 misline ulasacak ve etrafindaki gezegenleri          yutmaya baslayacaktir. Ona en yakin gezegen olan Merkur un          kurtulmak icin hicbir sansi yoktur. Venus ve Dunya ise once          atmosferlerini kaybedecek, ayrica Dunya uzerindeki okyanuslar          tamamen kuruyacaktir. Bunun ardindan ise once Venus sonra Dunya,          Gunes in cekim alanina kapilacaklar ve onun tarafindan yutulup          kaybolacaklardir. Astronomlar, Dunya nin bir kurtulma sansi olup          olmadigi uzerinde ciddi olarak dusunmektedirler ama goruldugu          kadari ile sevgili Dunya mizin bu gelecekten kacisi yoktur.          Gerci o zamana kadar daha epey vaktimiz var, dolayisi ile Dunya          uzerindeki senligimize devam edebiliriz.
          
          -devam edecek-
          
          Levent ERTURK
          LEVENTERTURK1961
          https://leventerturk1961.wordpress.com/
          
        
| Grup eposta komutlari ve adresleri | : |   |             
| Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com | 
| Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com | 
| Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | 
| Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com | 
| Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | 
| Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ | 

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder