================================
EMİN ÇÖLAŞAN: Hayal dünyasından gerçeklere
Sevgili okurlarım yatıyoruz kalkıyoruz karşımızda hep aynı konu:
Suriye!
Kendi ellerimizle başımıza öyle bir bela açtık ki sormayın gitsin. Evet gerçekten kendi ellerimizle hem de durup dururken.
Yıl 2011… Suriye halkının bir bölümü Arap baharı yutturmacasının ardına sığınıp Beşar Esad yönetimini protesto etmeye başlamıştı.
ABD tavrını hemen koydu ve kararını bizim AKP iktidarına bildirdi:
"Biz Esad rejimini devirmeye karar verdik. Sizi de yanımızda görmek isteriz. "
Oysa Beşar Esad'la aramızda en ufak bir sorun bile yoktu. Tam tersine ilişkilerimiz çok güzeldi. İki ülke vizeleri karşılıklı kaldırmıştı. Pasaportunu cebine koyan karşı tarafa özgürce geçiyordu. İki taraf da durumdan memnundu.
Esad ailesi Türkiye'de tatillere gelip Erdoğan ailesiyle kucaklaşıyordu.
Recep Bey Türkiye'de düzenlediği mitinglerde kürsülerde nutuk atarken Esad'tan "Kardeşim Esad" diye söz ediyor örneğin Gaziantep mitinginde halka soruyordu:
"Suriye ile vizeleri kaldırdık ticaretimiz acayip büyüdü. Memnun musunuz?. . "
Olacakları kestiremeyen halkımız olanca gücüyle "Çok memnunuuuz" diye haykırıyordu.
★★★
Kasım 2002 seçimlerinde başbakan olan Bay Abdullah Gül ilk dış gezisini Şam'a yapmıştı. Havaalanında Suriye hükümetinin tamamı tarafından karşılanmış Esad tarafından kabul edildiğinde Türk ve Suriye halklarının kardeşliğinden dem vurup durmuştu.
Şimdi aklınıza bir soru gelebilir:
"Peki ama biz Suriye ile niçin papaz olduk? Bize terör mü ihraç ettiler başka bir şey mi yaptılar?. . "
Hayır bu anlamda hiçbir şey olmadı.
Ancak bizi yönetenler ABD'den direktif almıştı:
"Esad'ı birlikte devireceğiz!"
Emir büyük yerden geliyordu…
Ve durup dururken Suriye'ye daldık.
Bizi yöneten aymazlar o sırada ABD'nin Suriye'de üslenen PKK'ya destek vereceğini Suriye'de bir Kürt devleti kurmak için elinden geleni ardına koymayacağını ne yazık ki düşünemiyordu.
★★★
Orta Doğu bir bataklıktır. Tarihteki her türlü pislik her türlü ihanet ve iğrençlik o topraklarda gerçekleşmiştir şimdi de öyledir.
Aynı durum ne yazık ki bizim de başımıza geldi.
Bataklığa balıklama daldık…
"Bu cuma namazını Şam'da kılacağız… Suriye zaten bizim eski vilayetimizdir orada hakkımız vardır" edebiyatını Türk Milleti'ne yutturmaya kalkışanlar hemen ardından bir sürü acı gerçekle yüz yüze geldiler.
★★★
İç savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli sınırı aşıp Türkiye'ye sığındı…
Ve kendi ellerimizle başımıza en büyük belayı açmış olduk.
Atsan atılmaz satsan satılmaz!
Bu olanların en büyük iki sorumlusu var:
Önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı kimliği ile Recep Tayyip Erdoğan.
Önce Dışişleri Bakanı sonra Başbakan kimliği ile Ahmet Davutoğlu.
Bütün dünyayı karşımıza aldık bir sürü ülke ile resmen papaz olduk.
★★★
Olacakları göremediler…
Sosyal yapımız nüfus yapımız her şey değişti ve alabora oldu.
Adeta Arap istilasına uğradık.
Bu olacakları biz küçük beyinlerimizle bile görüyor ve uyarıyorduk da bizi yönetenler nasıl görmüyordu?
Tabii işin bir de çok önemli maddi boyutu var.
Bu Suriye rezaleti sürüp giderken Türkiye Cumhuriyeti olarak cebimizden milyarlarca dolar para harcadık.
ABD'den AB ülkelerinden para dilenmeye kalkıştık ama kimseden ses gelmiyordu:
"Aman abiler zor durumdayız bize bir şeyler verin!"
Sonra iç kamuoyuna mesajlar verdiler:
"Bunlar bize para yardımı yapacakları konusunda söz verdiler ama hiçbir şey yapmıyorlar çok ayıptır!. . "
Ancak gelin görün ki elin oğlu öyle ayıplara falan değil kendi çıkarlarına bakıyordu.
Gülüp geçtiler.
★★★
Suriye'de verdiğimiz nice şehitlerimize falan hiç değinmiyorum çünkü o konuya girersek kolay çıkamayız.
Şimdi birinci konumuz Arap istilası! Yani özellikle Suriyelilerin istilası.
Bugünlerde gazetelerde yeni haberler çıkıyor.
Yüz binlerce kişiden oluşan yeni bir göç dalgası sınırımıza doğru harekete geçmiş. Başımızda bir onlar eksikti!
★★★
Neye yanıyorum biliyor musunuz!. .
Bu belayı başımıza durup dururken Suriye ile aramızda hiçbir sorun yokken açtılar.
Gerçeklerin karşısında başlarını kuma gömmeyi yeğlediler.
Artık açıktan söylemeleri mümkün olmuyor ama hâlâ inat ediyorlar "Biz Esad'ı devireceğiz" diye…
Ama işte gördünüz Esad devrilmiyor kardeşim!. . Tam tersine 2011 yılından beri nice badireler atlattı ülkesi harabeye döndü ama o yerinde duruyor.
Gelin vazgeçin artık şu yanlışlarınızdan.
Bu işin sonu olmadığı artık kesinleşti.
Şu olanları görün artık hayal dünyasından gerçek âleme dönüş yapın başka çareniz kalmadı.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/hayal-dunyasindan-gerceklere-5298343/
================================
Kadınlarımız (Nazım Hikmet)
Toprak öyle bitip tükenmez /dağlar öyle uzakta
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince küçük çeneleri kocaman gözleriyle
anamız avradımız yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde tütünde odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru
================================
HÜSNÜ MAHALLİ: İdlib Suriye toprağı
Daha ilk günden itibaren Arap Baharı'na karşı çıktım ve bunun 'kanlı bir tezgah' olduğunu anlatmaya çalıştım.
Beni 'demokrasi düşmanı' ilan edenler oldu.
Sekiz yılda yüzbinlerce insan öldü bir o kadarı sakat kaldı milyonlarcası göçe zorlandı iki trilyon dolar zarar var ve insanlar çok acı çekti çekiyor.
Yine daha ilk günden itibaren AKP'nin 'bahar' politikasına karşı çıktım ve Suriye müdahalesinin sonsuz sorunlar yaratacağını yazdım.
Bana 'Esad ajanı' diyenler oldu.
O da yetmedi her şeyi açık ve net anlattığım için hapse atıldım.
Şimdi yine söylüyorum:
AKP yanlış yolda ve olası riskler sürekli çoğalıyor.
Medya yazmıyor ama İdlib ile ilgili gelişmeler çok tehlikeli.
Öyle olmasaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan 16 Eylül'de yapılması beklenen Üçlü Zirve'yi beklemeden salı günü Moskova'ya gitme kararı almazdı.
Eylül 2018'de imzalanan Soçi Anlaşması'na göre Türkiye İdlib ve çevresinde 12 gözlem noktası kuracak sonra da Nusra ve benzeri grupların ağır silahlarını alacaktı.
Putin'e göre 'Türkiye sözünü tutmadı çünkü gözlem noktaları kuruldu ama Nusra İdlib'in %90'ını ele geçirdi ve bölgedeki Rus üssüne yönelik saldırılarına devam etti'.
Esad'a göre de 'Türkiye Nusra ve diğer gruplara yardım ediyor'.
İşte bunun için Suriye ordusu İdlib'e yönelik operasyon başlattı ve kısa süre içinde 100 yerleşim bölgesini kurtardı.
Ama bazıları kıyameti kopardı:
'Suriye ordusu Türk gözlem noktalarını tehdit ediyor'.
Bölgeden gelen haberlere bakılırsa Rusya ve İran destekli Suriye ordusu kendi toprağı olan İdlib ve çevresini mutlaka kurtaracaktır.
Rusya o bölgelerde bulunan Çeçen Özbek Uygur Dağıstan ve eski Sovyet vatandaşı 15 bin kadar teröristi mutlaka temizleyecektir.
Bunun için Rusya dünyanın en gelişmiş uçak füze tank ve savaş teknolojilerini Suriye'ye gönderdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan salı günü Moskova'da ne yapar bilemem ama Ankara'nın Suriye ile ilgili hiçbir hesabı tutmayacaktır.
Şam Moskova ve Tahran bu konuda kararlı ve aceleci çünkü İdlib ve Fırat'ın batısı Suriye toprağı.
Tıpkı Fırat'ın doğusu gibi.
Er ya da geç Suriye ordusu oraya da girecektir.
İşte o zaman Ankara son anlaşmayla Amerikalılar tarafından nasıl oyuna getirildiğini anlayacak ama olan da olmuş olacak.
Fırat'ın batısında Esad'a karşı İslamcı grupları sahiplenen Ankara Fırat'ın doğusunda aynı amaçla YPG/PKK'ya mı destek verecek?
Yoksa o bölgeyi yani Suriye toprağını işgal eden 'müttefik' ABD İngiltere ve Fransa ile birlikte mi hareket edecek?
Yoksa BAE Suudi Arabistan Mısır ve İsrail'le yeniden mi dost olacak?
Benden söylemesi:
Önümüzdeki kısa dönemle ilgili korkunç senaryolar anlatılıyor.
Elbette sahne Suriye ve Irak ama neden ve sonuç bakımından her şey dolaylı-dolaysız Türkiye'yi ilgilendiriyor.
Hem de en tehlikeli detaylarla.
Bu işin tek kurtuluş yolu var:
2011 öncesine dönmek ve Şam ile barışmak.
Fırat'ın doğusu da batısı da Suriye toprağıdır.
Tersini düşünmek ya da farklı yanlış hesapların içine dalmak bu gerçeği değiştirmez.
8 yıl önce de söylemiştim:
Ruslar ve İranlılar üçüncü dünya savaşını göze alır yine de Suriye'den vazgeçmezler.
8 yıl vazgeçmediler şimdi de vazgeçmeyeceklerini herkese göstermek için her şeyi her yerde göze alacaklardır.
'Yapamazlar' diyenler Irak İran ve Yemen'de olup bitenleri anlamaya çalışsın.
Herkes 100 ülkenin üzerine çullandığı Suriye'nin nasıl neden ve hangi mucizeyle direndiğine iyi baksın.
Bunu da anlamazlarsa Mustafa Kemal'ın kurtuluş savaşı felsefesini yeniden okusunlar.
Özellikle inanç irade ve kararlılık hikayelerini.
Hem de dış ve iç düşmanlara rağmen.
Yani 'gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunanlara' karşı.
Belki Ahmet Davutoğlu Hocamız 'terör defteri'nden söz ederken buna benzer şeyler anlatmak istiyordur!
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/idlib-suriye-topragi-5298304/
================================
Mehmet FARAÇ: Kameraya yakın vahşet!. .
"Dünya Kadınlar Günü" nedeniyle 8 Mart 2019 günü bu köşede şu satırlar da vardı;
"Doğu ve Güneydoğu'da içinde 'kadın' olan olaylarda öylesine utandırıcı barbarlıklar yaşanıyordu ki 'insan'lık erkek-kadın ikileminde baskıcılığı ve ikiyüzlülüğü en çarpıcı biçimde dışa vuran cinayetlere isyan ediyordu..."
"Doğu'dan Batı'ya göç eden barbarlık" başlıklı o yazıda 1998 yılında yayımlanan "Töre Kıskacında Kadın" adlı kitabımdaki "töre" kurbanı kadınların vahşeti andıran öykülerine yer vermiştim...
Türkiye'nin bugünlerde tartıştığı Emine Bulut cinayetinden daha da barbarca işlenen cinayetlerin kurbanları savunmasız küçücük kızlardı...
Örneğin; 15 yaşındaki Sevda Gök Urfa'da "pastaneye gitti"ği gerekçesiyle yakınları tarafından Süleymaniye Mahallesi meydanında boğazı kesilerek katledilmişti...
Birkaç yakını kurbanın kollarından tutmuş bir diğeri de genç kızın boğazını keserek katletmişti...
16 yaşındaki Hatice'nin dramı daha da ürkütücüydü...
"Sinemaya girdi"ği gerekçesiyle bir yakını tarafından Urfa'nın Asfaltyol Caddesi'nde boğazı kesilerek katledilen Hatice adına "töre" denilen feodal barbarlığın kurbanlarından biri olarak kayıtlara geçmiş ancak o cinayet de ne yazık ki bu günlerde yaşanan olayların zerresi kadar yankı uyandırmamıştı...
Peki ya Urfa'nın Kısas Köyü ile Harran'ın bir mezrasında "töre"ye direndikleri için traktörün altına atılarak parçalanan Rabia ile Şemse'nin yürek yakan öykülerine ne demeli?. .
"Sevdiğine kaçtı"ğı için köy meydanında üzerinden traktör geçirilerek katledilen Rabia'nın çığlıklarını kimse duymamış ve Güneydoğu'da artık sıradanlaşan feodal barbarlığın bir kurbanı olan genç kız da kimsesizler mezarlığında sonsuzluğa terk edilmişti...
Şemse ise Harran'da aile meclisi kararıyla traktörün altına atılarak ezilmiş cinayeti işleyenler "traktörden düştü" şeklindeki komik bir savunma ile "töre" barbarlığının üzerini örtmek istemişti...
Adı bir radyonun istekler programında geçtiği için aile meclisi kararıyla katledilen 16 yaşındaki Hacer'in dramı ise hiç unutulmadı;
"Töre meclisi" tetikçi olarak Hacer'in 13 yaşındaki kardeşini görevlendirmiş o da bir odaya atılarak hapsedilen ablasına domdom kurşunuyla ateş etmiş ve aşiretçiliğin kanlı bayrağını feodalitenin karanlık duvarlarına asmak zorunda bırakılmıştı...
Urfa'dan Kırıkkale'ye...
Şanlıurfa'da 1994 - 1998 yılları arasında beş genç kız "aile meclisi infazcıları"nın kurbanı olmuş Türkiye adına "töre cinayeti" denilen vahşetle tanışmıştı...
Ve diğer Güneydoğu illerinde de 2010 yılına kadar Urfa'dakileri andıran barbarca infazlar yaşanmış onlarca genç kız kurşunlara- bıçaklara hedef olmuş ya da Adıyaman'daki bir vakada olduğu gibi "canlı canlı toprağa" gömülerek katledilmişti...
"Töre Kıskacında Kadın" "Söyleyin Anama Ağlamasın" ve "Yağmur Bekleyen Kadınlar" adlı kitaplarımda öykülerine yer verdiğim kadınlar sosyal medyanın henüz bu kadar etkin olmadığı dönemde işlenen cinayetlerin kurbanlarıydı...
Medyanın da olayları yansıtmaktan çekindiği o dönemlerde olay kameraya ne kadar uzaksa o kadar önemsizdir şeklindeki bir medya zihniyeti Güneydoğu'yu kasıp kavuran töre olaylarının üzerine gitmemiş vakaların İstanbul'da da artması üzerine töre cinayetlerine yönelik ceza uygulamalarında değişikliğe gidilmiş ancak 2008'den bu yana 1500'den fazla kadının katledilmesi önlenememişti...
Evet; Güneydoğu'da artık adına "töre" denilen cinayetler pek gündeme gelmiyor!!!
Olaylar ya intihar adı altında örtbas ediliyor ya da başka yöntemlerle hasıraltı edilerek gündeme gelmesi engelleniyor...
Ancak konu metropoller ya da Batı'daki kentler olunca toplumda kadına yönelik duyarlılık şiddet olaylarıyla ilgili haberlerin hızla yayılmasına ve kamuoyunda infial yaratmasına yolaçıyor...
Barbarlığa neşter zamanı!. .
İşte Kırıkkale'de boşandığı eşi tarafından boğazı kesilerek katledilen Emine Bulut ve kızının olay anındaki kahredici çığlıkları kadına yönelik şiddete karşı neler yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyunun gündemine getirdi...
Ne tuhaf değil mi; Urfa'da 1994- 1998 yılları arasında akrabaları tarafından boğazları kesilerek katledilen Sevda ve Hatice'nin öyküleri sosyal medyanın bu kadar etkin olmaması nedeniyle yeterince duyurulamadı Kırıkkale'deki olay ise vahşetin cep telefonu ile görüntülenmesi nedeniyle Türkiye'nin gündemine oturdu...
Bu kapsamda kadına yönelik şiddet üzerinden çok sayıda soru hafızalarda dönüp duruyor;
Urfa'da 1994'ten itibaren kamuoyuna yansıyan töre cinayetlerinin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen Türkiye'de kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda etkili yasalar çıkartılamadı olaylar azalacağına ne yazık ki zirve yaptı...
Bir başka gerçek daha var ki; Urfa'da kadınlar nasıl sokak ortasında boğazları kesilerek katledildiyse işte Kırıkkale'deki olay da gösterdi ki aradan geçen 25 yılda vahşetin boyutları değişmedi bir kadın kafede herkesin gözü önünde kolaylıkla öldürülebildi...
Ve en önemlisi de insanlık denilen olgunun nasıl çöpe atıldığını gözler önüne serdi Emine Bulut cinayeti;
Güneydoğu'da kadınların kurtarılması için nasıl kimse kılını kıpırdatmadıysa 25 yıl sonra Kırıkkale'deki vahşet de gösterdi ki insanlar "bana değmeyen yılan bin yaşasın" zihniyetinden kurtulamadı...
Velhasıl; yıllar önce medyaya uzak olduğu için gündeme gelmeyen cinayetlerden cep telefonunun sosyal medyaya taşeronluk yaptığı vahşetlere geldi Türkiye...
Asıl önemlisi de şudur; yıllar önce aşiret barbarlıkları gündeme gelirken "töre saikiyle işlenen cinayetler"de ceza indiriminin kaldırılmasından bu yana kadına yönelik şiddette karşı etkili bir "yasa" çıkartılamadı...
Evet; kadına yönelik şiddete verilen cezalar acilen ağırlaştırılmalı... Aksine Doğu'dan Batı'ya göç eden barbarlık vahşi eylemlerinden geri durmayacak...
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kameraya-yakin-vahset-53027yy.htm
================================
NECATİ DOĞRU: Köküne inmezsek!
Pedagoji sözlüklerinde kadın için yapılan tariflerden biri özetle şudur: Kadın erkeklerden daha az zeki değildir farklı bir şekilde zekidir. Erkek beyinleri tarafından düşünülmüş ve düzenlenmiş sınavlarda kadınlar üstün sonuçlar elde edebiliyor; erkekleri geride bırakabiliyor. Bunu direnme melekesiyle mimetizm (benzetme) gücüyle meydan okumuş olmak için yapıyor. Kadın zevkinin ihtirasının merkezine kendini değil sevdiği ve sevilmek istediği kişiyi koyar. Bu onun zaafıdır ama bu aynı zamanda kadının gücünü oluşturur; çünkü o dünyada egoizmin en büyük düşmanıdır.
★★★
Bir kadın öldürüldü.
Boğazlanarak.
Türkiye ayağa kalktı.
Jet hızıyla iddianame yazıldı.
Ağırlaştırılmış müebbet istendi.
Aile Bakanı harekete geçti.
Maçlar bir dakika geç başladı profesörler "Türkiye'de her yıl kocaları nişanlıları ya da sevgilileri tarafından öldürülen kadın sayısı 400'ü geçti… Kadın cinayetlerinde yıllık artış yüzde 25'i buldu" diyen bilgi yüklü konuşmalar yaptılar. Yazarlar yazılarıyla parti liderleri ve kadın örgütleri bildirileriyle "kadın cinayeti canavarlığını" kınadılar.
Haklıydılar.
★★★
Türkiye boşanmış ya da boşanma aşamasında kadınlarını öldüren erkeklerin Avrupa'da (Almanya Fransa İspanya İtalya ve diğerleri ile kıyaslandığında) yüzde olarak en yüksek ülkesi olmaya devam ediyor. Dünyanın her yerinde boşanmak isteyen kadınlarını öldüren erkekler var. Ama en yükseği çok açık ara ile bizde.
Niçin bizde?
Türkiye'de "boşanmış ya da ayrılmak için mahkemeye gitmiş kadın cinayetlerini teşvik eden bak o öldürmüş ben de öldüreyim dedirten kök sebep" nedir?
İddianameyi hızlı yazalım.
Cezaları artıralım.
Asmayı geri getirelim.
Maçları geç başlatalım.
Sebebi bırakıp sonuçla uğraşarak "asıl kök sebebi" görmezden geliyoruz. Bir bilim adamı hocaların hocası Prof. Dr. Özcan Köknel kadına karşı şiddeti cinayeti erkek egoizminin cinnete dönüşerek kadını katletmesinin kök sebebini bu topluma 60 yıldır kongrelerde seminerlerde gazete ve dergi sayfalarında anlattı. Gazeteci Mert İnan Özcan Köknel ile bir nehir söyleşi yapıp "Bilgenin Aynası" adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta Özcan Köknel kök sebebe iniyor. Ben ondan okuduğumu kendi cümlemle özetleyeyim: Kök sebep "Türk Erkek Modeli' dir. Türk toplumunda erkeklerin beyninin içinde "kadın erkeğin malıdır…"diyen değer sistemi yerleştirilmiş. Erkek kadını malı gibi görmeyi öğrenmiştir kadın boşanmaya ya da ayrılmaya kalkınca erkek bunu kendine yakıştıramaz; kadını önce döver ve kadın direnirse dövmenin uç noktası öldürmeye kadar gider.
★★★
"Bilgenin Aynasını" okuyun.
Göreceksiniz. Özcan Köknel bu beyinsel yapılanmanın çocukluktan başladığını söylüyor.
Kök sebebe inmezsek!
Türk erkek tipinde bu beyinsel yapılanma nerelerden besleniyor bulup üstüne gitmezsek canavarlık artarak sürecek. Nitekim Kırıkkale'de cinayetten sonra Türkiye'nin bir başka kenti Gaziantep'te matematik öğretmeni 35 yaşında bir koca boşanma davası açmış eşini hastanede yatarken bastı dövdü kolundan ve yüzünden bıçakladı.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/kokune-inmezsek-5298325/
================================
Orhan UĞUROĞLU: Milli Eğitim'de büyük skandal
9 Eylül'de açılacak olan eğitim ve öğretim dönemi öncesi Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) çok önemli büyük bir skandala imza attı. Yüzlerce öğretmen binlerce öğretmen ve personelin can güvenliği düşünülmedi.
Temel eğitim genel müdürlüğüne bağlı okul öncesi ilkokul ve ortaokul olmak üzere "Yapı Kullanma İzin Belgesi" olmayan yaklaşık 150 okuldan 75'ine öğretmen ve kadro atanarak 9 Eylül'de "açılış onayı" verildi.
Bu 75 okul Milli Eğitim Bakanlığının kurum açma kapatma ve ad verme yönetmeliğinin 19. Maddesinin "…Binaya ait yapı kullanma izin belgesi valilikçe bakanlığa gönderilir" hükmüne aykırı olarak açıldı.
Çünkü bu belgeler valilikler tarafından bakanlığa ulaştırılmadı. Verilen okul açma onayında ise bu "belgenin alınması" ifadesi yer aldı. Bakanlığın il ya da ilçe teşkilatları bu belgeyi temin etselerdi zaten bakanlığa gönderirler sorun da olmazdı.
Bakanlık bu yönetmelik hükmüne rağmen 75 okulun açılış onayını Temel Eğitim Genel Müdürü Dr. Cem Genoğlu'nun resmi teklif yazısı ve Bakan Yardımcısı Mustafa Safran'ın "olur" onayı ile verdi.
Bu durumda yapı kullanma izin belgesi olmayan ve açılmayı bekleyen yaklaşık 75 okul kaldı.
Değerli okurlarım
Şimdi bakanlıktan aldığım bir önemli bilgiyi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yaklaşık 1 yıldır bakanlığın çeşitli birimleri arasında yapılan yazışmalarda başta hukuk genel müdürlüğü olmak üzere ilgili tüm birimler "Yapı izin kullanım belgesi olmadan bu okulların hiç birisi eğitim ve öğretim için açılamaz açılmamalı. Çünkü Allah korusun bir doğal afet ya da binadan kaynaklı sorunlar nedeniyle yüzlerce öğretmen binlerce öğrenci ile çalışanların can güvenliği risk altındadır" görüşünde birleştiler.
Yapılan yazışmalarda bu binaların teknik açıdan eğitime ve öğretim uygun olup olmadığını il teşkilatları ile koordineli olarak denetleyen İnşaat ve Emlak Daire Başkanlığı ise yönetmeliğe aykırı olarak "geçici kabul tutanağı ile açılabilir" şeklide görüş bildirdi.
Yapı kullanım izin belgesi olmayan yaklaşık 150 okulun eğitim ve öğretime "mevzuata aykırıdır vicdanen ve hukuken bu sorumluluğu alamam" diyerek onay vermeyen daire başkanı da bakan oluru ile görevden alındı.
Bu değişiklik sonrası Dr. Genoğlu'na bağlı Eğitim Ortamlarının ve Öğrenme Süreçlerinin Geliştirilmesi Daire Başkanlığında görevli memur şef ve uzmana "tayin iması" ile 75 okulun açılması için imza attırıldığı iddia edildi.
İlgili Şube Müdürü Durmuş Karataş ise "Yapı kullanım İzin Belgesi olmadan bu okullar açılamaz" şerhi düşerek imzaladı ama yeni atanan daire başkanı imzaladı.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un özel okul sahibi olarak yapı kullanma izin belgesinin nasıl zor şartlarda alındığını bildiğine vaktiyle tanıklık da etmiştim.
Ziya hoca özel okul sahibi olarak bu belge olmadan okul açılışlarına izin verilmesini bakalım nasıl değerlendirecek?
Diğer önemli bir konu ise "Yapı kullanım İzin Belgesi" alma yükümlülüğünü kime ait olduğu şeklinde.
Yasal mevzuata göre bu okulların ileride kamu zararı oluşturmayacak şekilde eksiksiz ve hatasız şekilde mütahitler tarafından tamamlanıp "Yapı kullanım İzin Belgesini" de alınarak Milli Eğitim Bakanlığına teslim edilmesi gerekiyor.
Bu zorunluluk okulların inşa eden mütahitlere "SGK prim borçlarını ödeme Vergi borçlarını ödeme" gibi çeşitli mali yükümlülükler getiriyor.
Bu yükümlülükler ile belediyelerin ve devletin istediği zorunlu görevleri yerine getirmeyen mütahitler okulların açılması ile bu yükümlülüklerden belli bir süre dahi olsa kurtulmuş oluyorlar.
Tabi bu arada il milli eğitim müdürlüklerinin de görevlerini yerine eksiksiz getirmedikleri ortaya çıkıyor.
Bu konunun idari yönüne ek olarak bir de okul binalarının "eksik bırakılan yapı işleri" de mali yönden ortaya çıkıyor.
Milli eğitim Bakanlığı bu kez eksiği olan bu yeni okulların onarımlarının yapılması için bakanlık bütçesinden harcama yapmak zorunda kalıyor ve kamu zararı da oluşuyor.
Size çok çarpıcı bir örnek vereyim:
14 Şubat 2018 tarihinde "81 il 81 Kızılay Anaokulu Projesi" kapsamında yapımı tamamlanan Sivas ili Suşehri ilçesindeki bir okulu kimler açtı dersiniz?
Sıkı durun yazıyorum.
Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım ve eşi Semiha Yıldırım açtı.
Peki Kızılay'ın bu okuluna kimin adı verildi?
Yıldırım'ın Çanakkale'de şehit olan dedesi Kemal Yıldırım'ın adı verildi.
Şimdi büyük skandalı açıklıyorum:
Kemal Yıldırım okulunun Yapı Kullanım İzin Belgesini bir kenara bırakın çünkü tam kaçak bina durumunda yani inşaat yapı ruhsatı dahi yok…
Değerli okurlarım
Bakan Ziya Selçuk yapı kullanım izin belgesi olmadığı halde açılış onayı bekleyen yaklaşık 75 okul binasına da bakalım açılış izni verdirecek mi?
Can ve mal güvenliği açısından Safran'ın onayı ile açılmasına onay verilen 75 okul kapatılacak mı?
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/milli-egitimde-buyuk-skandal-53028yy.htm
================================
Rıfat Serdaroğlu: GERÇEKLER (4)
"Gerçekler" başlıklı üç yazı sunduk bu dördüncüsü!
Aklı başında ve Türk Milletini seven kimsenin itiraz edemeyeceği gerçekleri söyledik. Bir daha tekrar etmek gerekirse;
-AKP Türk Milletini süratle demokrasiden uzaklaştırmakta ve felakete sürüklemektedir.
-AKP Türk ekonomisini tüketmiş hepimizi borca boğmuş ve halktaki geçim sıkıntısı dayanılmaz bir hal almıştır.
-Hür Dünyada Türk Devletinin itibarı yerlerde sürünmektedir. Dünya Demokrasi Endeksi 2018'e göre Türkiye 108'inci sıradaki Nijerya'dan iki sıra daha geride ve 110'uncu sıradadır!
-Muhalefet Partileri susarak-AKP 4 yıl daha iktidarda kalsın diyerek AKP'ye dolaylı destek vermeye devam etmektedir.
-Parlamento Yargı TSK Komuta kademesi Üniversiteler Basın AKP'lileştirilmiştir.
-Demokratik Rejimde çözüm yolları BİRİ HARİÇ tamamı tükenmiştir.
O tek yol ise;
Türk Milletinin kendi kaderine el koymasıdır.
Bizler Çoban Ateşi Hareketi Gönüllüleri olarak Türk Milletini ayağa kaldırabileceğimize bunu başaracağımıza Allah'a inandığımız gibi inanıyoruz.
Bizler bunu yapmasına yaparız da Türk Milleti ne yapacak? Destek olacak mı? Yoksa;
AKP'nin yanlış dış politikaları yüzünden evlatlarını toprağa verirken
Türk Milletinin ekmeğini çalan 4 milyon Suriyeliye bir 4 milyon eklenecek iken
Geçmediği köprüye uçmadığı havaalanına yatmadığı hastaneye para verirken
Türk Ordusunun silah-tank fabrikaları satılırken
Ormanları ihanet ve iş bilmezlik yüzünden yanarken
İşsiz çocukları ailelerden harçlık beklerken
Tarlalar ekilmez fidanlar sökülürken
Yılların birikimini damat yüzünden kaybederken sustuğu gibi sessiz mi kalacak?
Yoksa kaderine el mi koyacak?
Türk Milleti bizi desteklese de desteklemese de biz bu güne kadar olduğu gibi hizmetimize elbette ki devam edeceğiz. Ama bu mücadelenin bir bedeli var!
Doğruları-gerçekleri yazdığımız söylediğimiz için 5 yıl 8 ay hapis bizi bekliyor. İstinaf Mahkemelerinde kendimizi savunacağız. Derdimiz hapis filan değil.
Türk Vatanı ise konumuz hapis-ceza- hatta ölüm bizlere vız gelir tırıs gider!
Ama bu harekete destek verenler sıradan Anadolu Çocukları!
Evlerinin geçimi için ayırdıkları paralarla Türkiye'nin dört bir yanını dolaşıyorlar Kaz Dağları dahil her toplumsal harekete destek veriyorlar.
Bu dertler bizleri geriyor da maddi durumları iyi yazlık tatil beldelerindeki eğlence yerlerini dolduranları germiyor mu?
İran tipi İslam Devletine dönüştürülürsek Türkiye'yi terk mi edecekler?
Değerli Konuklar;
Bizler yıllarca siyasette bulunduk. Hemen her makamı gördük.
Tepeyi de darbeleri de işkenceleri de gördük. Benim yaşımdaki arkadaşlarım da önümüzdeki seçimde Milletvekili adayı olmayacaklar.
Gençlere kadınlara devlet yönetimini bırakacağız. Her biri çok iyi yetişmiş bu gençlerimiz ülkelerini çok iyi yönetecekler. Bizlerin işi geçmişte yapılan hataları onlara anlatmak gerçek tarihimizi öğretmekten ibaret olacaktır.
Çoban Ateşi Hareketi şu ana kadar 64 İl ve ilçelerinde örgütlenme çalışmalarını bitirmiştir. Eylül ayında yapacağımız ÇAH Danışma Toplantısında Kurucular-Program-Tüzük çalışmaları tamamlanacaktır.
Sizlere şunu vaat ediyoruz;
ÇAH; Türk Milletine asla yalan söylemeyecektir.
Anayasa ve yasaların bize tanıdığı haklar çerçevesinde kırmadan-dökmeden-şiddete baş vurmadan Cumhuriyet ve Demokrasi Tarihimizin en büyük-en güçlü-en haklı eylemli muhalefet hareketini yapacağız.
Türk Vatanını Lâik Cumhuriyeti Hukuk Devletini Atatürk Milliyetçiliğini Çağdaşlığı ve Özgürlüğü seven Ekim ayında bize katılsın.
Lütfen basın yoluyla yapılacak çağrıyı bekleyin!
Not; Sürekli olarak bizleri hadi-geç kaldınız-bu ateş ne zaman yanacak diye sıkıştıran dostlarımızdan ricamız şudur. Her dakikayı bile planlayarak çalışıyoruz. Bizi sıkıştıracağınıza lütfen çevrenizde örgütlenin. Ülke gerçeklerini eş dost akraba komşularınıza anlatın. Bunları yapın ki çağrı yaptığımızda tek başınıza değil yüzlerce gönüllü ile gelin…
================================
YILMAZ ÖZDİL: Emine Bulut
Hani bazen şehir içi trafiğinde direksiyondayken canhıraş bir ses duyarız…
Siren sesi.
Dikiz aynamıza bakarız.
Ambulans geliyor.
Kenara yanaşırız hemen.
Yol veririz.
vaaaiiiiİİİİUUUUuuuvvv
Ses azar azar yaklaşır.
Tam yanımızdayken çın çın çınlar.
Azala azala uzaklaşır.
Gözden kaybolur.
Duymayız artık.
★
Her defasında aynı döngüyü yaşarız.
★
Yaklaşırken telaşlanırız insaniyet namına elimizden geleni yapmak için çırpınırız belki siren sesini duymamışlardır diye önümüzdekilere korna çalarız arkamızda önümüzde yanımızda giden hiç tanımadığımız insanlarla bir çırpıda organize oluruz ister otomobilin direksiyonunda ol ister metrobüs direksiyonunda ister motorsiklet kullan hep aynı ortak duyguda buluşuruz.
Tam yanımızdan geçerken gözucuyla bakarız içimizden üzülürüz vah vah filan diye düşünürüz umarım hastaneye yetişir diye temenni ederiz.
Uzaklaşınca unuturuz.
Bi saniye sonra hatırlamayız bile.
★
Bi bakıyoruz mesela… Ambulans geliyor bağıra bağıra boşandığı kocası Gülnur'u pompalı tüfekle vurmuş o an kahroluyoruz ama geçip gidiveriyor gözden kayboluyor.
Sonra bi bakıyoruz Filiz'i kocası bıçaklamış onun ambulansı geçiyor bi bakıyoruz Nevin'in üstüne benzin döküp yakmış kocası bi bakıyoruz Şükran'ı boğmuşlar bi bakıyoruz sopayla döve döve öldürmüşler Defne'yi bi bakıyoruz balkondan atmışlar Aysun'u bi bakıyoruz baltayla katletmişler Seher'i onun ambulansı geçiyor.
★
Her defasında yüreğimizi parçalarcasına yüksele yüksele yaklaşıyor siren sesi tam yanımızdan geçerken hüzünleniyoruz sonra görüş alanımızdan çıkıveriyor.
★
Ambulansların sedyesinde yatanlar farklı ama… Lümpen şuursuzluğunu yüreklendiren cahil cesaretini körükleyen cühela egosunu şişirten eğitimli insanlara karşı kasten acımasızken magandalara karşı engin hoşgörüsü olan dindar adı altında yobazlığı yücelten bağnazlığa yol veren normalde tımarhanede tutulması gereken kafadan kontak tipleri "ulema" diye millete akıl verdirten hırtlığı rol model yapan güya edepten ahlaktan dem vururken daima belden aşağı vuran akıldan bilimden kültürden sanattan çağdaşlıktan uzaklaşmayı meziyet haline getiren hukuku ilkel kabile seviyesine indiren suçluları sokağa salan ağzından salyalar akan sapıklara af çıkaran durum muhakemesi yapamayan ve sebep-sonuç ilişkisi kuramayan "beyinsiz güruh"un sırtını sıvazlayan… Mahalle baskısını kadınlara pranga gibi takarken kadın düşmanlığını teşvik eden sakilliği çirkefliği kabalığı nobranlığı hamlığı bu yarattığı zifiri karanlık atmosferde besleyen kötülüğü koruyan kollayan medeni bir ülkede yaşamak isteyen koskoca milleti çaresizliğe karamsarlığa sürükleyen… Senelerdir bas bas bağıran siren hep aynı siren!
★
Boşandığı kocası tarafından kızının gözleri önünde gırtlağı kesilen kan revan içinde "ölmek istemiyorum" diye çığlık atan Emine'nin ambulansı geçerken yazıyorum bu satırları…
★
Sahte empati maskeleri takarak duyarlı insan ayaklarıyla tweet atarak olmuyor bu iş… Like'lama dayanışmasıyla hiç olmuyor.
★
Fransa'dan İsviçre'den İtalya'dan çok daha önce kadınlara eşit haklar tanıyan Atatürk Cumhuriyeti nasıl oldu da bu hödük kültürüne sürüklendi?
Lafı dolandırmadan yüz yüze göğüs göğüse açıkça korkmadan… Bu utanç verici iklimi yaratan zihniyetle mücadele etmek zorundayız.
★
Yoksa kenara çekil.
Geçsin.
Vah vah de devam et.
"Durmak yok yola devam" bu olsa gerek!
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/emine-bulut-2-5298390/
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Gerci bize milliyetci derler.
Ama biz oyle milliyetcileriz ki isbirligi eden butun milletlere hurmet ve riayet ederiz.
Onlarin milliyetlerinin butun icaplarini taniriz.
Bizim milliyetciligimiz herhalde hodbince ve magrurca bir milliyetcilik degildir.
Gazi Mustafa Kemal ATATURK
- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI
52. ILAHIYATCI ALLAH'INI INSANLIGIN EKSIKLERINDEN KURTARMAYA BOSUNA CALISIYOR: YA ALLAH OZGUR DEGILDIR YA DA IYI OLMAKTAN COK KOTUDUR
Denecek ki, "Alem, mumkun olabilen butun olgunlasmaya sahiptir; dunyanin, yaraticisi olan Allah'in bizzat kendinden kaynaklanmayan nedenlerle buyuk erdemleri de, buyuk eksiklikleri da bulunmasi gerekmistir". Ancak biz cevap verir ve deriz ki, dunyanin buyuk kusurlari olmasi zorunluysa, insani mutlu edemeyecek bir alemi hic yaratmamanin, iyilikci yuce bir Allah'in yaratilisina daha uygun olmasi gerekirdi.
Sizin dediginize gore, alemi yaratmadan once Allah, ezeli ve ebedi olarak mutlu idiyse, alemi yaratmaksizin mutlu olmaya devam edebilirdi. Insanin aci ve sikinti cekmesi neden gereksin? Insanin varligi neden gereksin? Onun varliginin Allah icin ne onemi vardir? Hic onemi yok mudur? Ya da biraz onemi var midir? Eger insanin varligi Allah icin hic yararli ya da gerekli degilse, Allah onu neden yoklukta birakmadi?
Eger insanin varligi Allah'in san ve buyuklugu icin gerekliyse, Allah insana muhtacti; insan var olmadan once kendisi icin bir eksiklik vardi demektir!
Kusurlu bir is yaptigindan dolayi, acemi bir isci affedilebilir, cunku acliktan olmemek icin iyi kotu calismak "zorundadir". Bu isci hos gorulebilir. Ancak sizin Allah'iniz asla hos gorulmez, affedilmez. Iddianiza gore, o her seyden ve herkesten gozu toktur. O halde insanlari nicin yapiyor? Sizin iddianiza gore Allah insanlari mutlu etmek icin her seye sahiptir. Pekala, nicin insanlari mutlu etmiyor? Ya iyi olmaktan cok kotu oldugu sonucunu cikariniz ya da, baska turlu yapmayarak, yapmis oldugunu yapmaya zorunlu oldugunu kabul ediniz. Bununla birlikte Allah'inizin ozerk oldugunu ozgur oldugunu temin ediyorsunuz. Yine bu alemin diger cansiz varliklari gibi. zaman icinde kudretini uygulamaya baslamakla ve zaman icinde buna son vermekle birlikte, Allah'in degismez oldugunu da soyluyorsunuz. Ey ilahiyatcilar! Allah'inizi insanin eksiklerinden kurtarmak icin bosuna cabalar harcadiniz. Yine bu Allah'ta "insan kulagi"ndan bir parca kalmistir.
- - - - - - - - - - - - -
Intikam ve cezalandirma fikri cocukca bir hayaldir.
Durust olmak gerekirse, intikam diye bir sey yoktur.
Intikam, gucsuz oldugunuzda ve gucsuz oldugunuz icin gerceklestirmek istediginiz bir eylemdir Gucsuzluk hissi ortadan kalktiktan hemen sonra o arzu da buharlasir.
George Orwell
- - - - - - - - - - - - -
Tanri insanlarin dualarini dinleseydi, insanlik cok hizli bir sekilde ortadan kaybolurdu, zira herkes birbirine beddua etmekten baska bir sey yapmiyor.
EPIKUROS (MO 341-270) Yunan filozof.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
-------------------------------------------------
This free account was provided by VFEmail.net - report spam to abuse@vfemail.net
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas! 15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder