| HALKIN İDRAK ETMESİ GEREKENLER |
Şebnem ÖZBEK - 8 Ağustos 2011 |
Bakınız; Türk ordusunun terör örgütü olduğu ve teröristle mücadele etmek yerine hükümeti yıkmakla suçlayanların Ergenekon adını verdiği tertibin en önemli ayaklarından biri olarak gösterilen Cumhuriyet Gazetesine atılan bombanın aslında TSK değil; polis tertibi olduğunu bizzat bombayı atan Bedirhan Şinal mahkemede ayrıntısıyla anlattı.
Şinal, polislerin kendisine para yardımı yaptığını ve kullandığını itiraf ettiği sorgusunda tek yakını olan anneannesinin ölümü sonrasında gerçekleri anlatmaya karar verdiğini söylüyor.
Benzer bir polis hadisesine teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin davasında da şahit olduk.
Teğmenin, poliste mühürlü bir şekilde saklanması gereken telefonuna kendisi hapisteyken 400 adet Hizbullah teröristinin telefon numarası kaydedilmiş ve bu durum emniyet teşkilatı tarafından "sehven yapıldı" diyerek geçiştirilmişti.
Her iki durumda da ayyuka çıkan "polis parmağı"nın araştırılıp suçluların ortaya çıkartılmasıyla ilgili bir gelişme yaşanmadığı gibi sürekli demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından bahseden gerek iktidar partisi gerekse onun yandaş basını konuya gerekli önemi vermekten imtina etti.
Oysa aynı merciler Bülent Arınç'a sözde suikast girişimiyle ilgili ortalığı ayağa kaldırmış, askerin kozmik odasını aramaktan bile çekinmemişlerdi.
Bu kişiler gerçekten demokrasiden ve olayların aslının ortaya çıkmasından yana olsalardı işin içinde asker olduğunda takındıkları tutumu polislerin adı geçtiğinde de takınmaları gerekmez miydi?
Arınç demişken YAŞ'daki oturma düzeni hakkında "bir köyde iki muhtar olmaz" diyen Arınç; söz konusu "demokratik özerklik" olunca bakın ne demiş: "tam da 13 askerin şehit edildiği gün böyle bir açıklama yapmak yanlıştı" Evet demokratik özerkliğin yani bir köye iki muhtar istemenin kendisi değil; zamanlaması yanlışmış!
Aynı durum Hırant Dink soruşturmasında suikastla ilişkisi olduğu söylenen ve aralarında bir albayın da olduğu davada da değişmiyor.
Genelkurmay tıpkı diğer davalarda olduğu gibi personelinin yargılanmasına izin verirken olayda adı geçen polisler hakkında içişleri, bırakın yargılanmalarını soruşturmanın açılmasına dahi izin vermedi.
Bitmedi; Ergenekon sanıklarının yıllardır başta savcı Zekeriya Öz olmak üzere davaya bakan diğer tüm savcılar hakkında yaptıkları suç duyuruları karşısında dönemin HSYK'sına soruşturma izni vermeyen Adalet Bakanı, Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcılar hakkında yapılan suç duyurusunu dikkate alıp hemen müfettiş görevlendirdi.
Yanlış anlaşılmasın; eğer bir hukuksuzluk veya suç söz konusuysa elbette araştırılmalı, ancak bir soruşturma için dağlar kadar suç duyurusu dikkate alınmayıp diğer bir soruşturmada iki adet suç duyurusu işleme sokulursa demokrasinin ne yöne gittiği konusunda halkın aklının karışmasına kaçınılmaz olur.
Son olarak Silvan'da 13 askerin şehit edilmesi olayında da yandaş basın Genelkurmayı suçlayan başlıklar atmaktan çekinmedi.
Söz konusu başlıklar teröristle mücadele görevini hayatı pahasına gerçekleştiren tabur ve bölük komutanlarının yerlerinin değişmesine neden oldu.
Oysa yaşanan Silvan gelişmesinde sürekli asker vesayetinden bahseden yandaş basının demokrat(!) kalemlerinin es geçtiği bir konu vardı.
O da bölgede OHAL'in bulunmaması.
OHAL'in olmaması demek bölgede Genelkurmayın değil mülki amirin yani; kaymakamlığın, valiliğin ve içişlerinin sorumlu olması demektir.
Bu nedenle soruşturma sadece askere yönelik olduğu, askerin sorumlu olduğu mülki amirleri içine almadığı için -yanlı demeyelim de- eksik kalmıştır.
Kaldı ki çatışmaya giren bölük; jandarmaydı ve jandarma doğrudan içişlerine bağlıdır.
Kısacası siyasi erk bir yandan askeri vesayeti bitirmekten bahsederken diğer yandan yaşanan trajedide sorumluluğu üstlenmek ve mülki amirler hakkında soruşturma açmaktan kaçınmış, topu askere atmış, işine geldiğinde arkasına saklandığı asker verasetinden(!) yararlanmaktan çekinmemiştir.
Hadi diyelim ki çatışma, askerle teröristler arasında yaşandığı için mülki amirler hakkında yasal işlem yapma ihtiyacı hissedilmedi.
Peki ya sınır kapısının kapatılması ve bayrağımızın indirilmesi olayına ne buyrulur?
Bin kadar PKK sempatizanının bizim yapamadığımızı yapan İran'ın PJAK'a yönelik operasyonunu protesto etmek için Esendere sınır kapımızı oturma eylemiyle kapatması, sınırda dalgalanan bayrağımızı indirmesi, sınıra giden yolda "KCK Arama Noktaları" kurulması konusunda iktidar da yandaş basın da suskun.
Peki, sizce sınır kapımız polislere ve gümrük muhafazasına değil de TSK'ya emanet edilseydi tepkiler aynı mı olurdu?
Sınırdan sorumlu kişiler hakkında bugüne kadar tek soruşturma açılmamışken işin içinde asker olsaydı o demokrat gazeteciler nasıl başlıklar atardı?
Bakınız Suriye'de yaşanan gelişmeler nedeniyle "bu durumun kabul edilemez olduğunu, sabrımızın tükenmeye başladığını" söyleyen Başbakan Erdoğan sınır kapımızın kapatılması ve bayrağımızın indirilmesini olağan karşılıyor olmalı ki bırakın sorumlular hakkında gerekenleri yapmayı iki çift laf etme ihtiyacını dahi hissetmedi.
(Öyle anlaşılıyor ki, AKP'nin TSK ile uğraşmasını fırsat bilen BDP'nin demokratik özerklik ilan etmesi boşuna değilmiş.)
Askerin sorumluluğu ve suçunun olduğu bir durum söz konusu olduğunda elbette hukuk işletilecektir.
Ancak halkın şunu idrak etmesi gerek: asker için yapılanlar; polis, savcı, mülki amir, siyasiler ve bürokratlar için yapılmıyorsa bu duruma "demokratikleşme, demokrasinin yerleşmesi, askeri vesayetin kalkması" değil "adaletin iktidar tarafından ele geçirilip cadı avına çıkılmış olması ve yandaşlarının korunması için hukukun katledilmesi" denir.
YA YOLUNDA YÜRÜRÜZ..
YA BU UĞURDA ÖLÜRÜZ..
http://www.altayli.net/articles.php?article_id=1555
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ ÇANLAR Zamanı say,tempo tut, Runik bir tempo olsun, Tintintin sesleri müzik gibi yükselsin Çanlardan,çanlardan,çanlardan, Çan...çan...çan... Çanların çınlayan sesini dinle... O cesur çanlar! Titreşimleri ne müşiş bir korku masalı anlatıyor! Ah, çanlar,çanlar! Korkuları nasıl bir masal anlatıyor... Edgar Allan Poe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder