Aşağıdaki iddia şudur:
- Dindar kendi kanaatince dine, ahlaka, adaba aykırı bir davranışı engellemek veya islah etmek maksadıyla müdahale etmekle yükümlüdür.
- Dindar farklılığının farkında olmalı ve farklılığını korumalıdır.
- Herşeyden önce tıpkı NAZIZM gibi totaliterdir.
- Ve yine en önemlisi, inanan ya da inanmayan toplumun tamamı için, bireysel özgürlükleri kısıtlayıcıdır.
Bu fikir kanserine yakalanmış toplumların iflah oldukları görülmemiştir.
Bu hastalıktan etkilenmiş toplumlar, takip eden dönemde iç savaşlar, göçler, doğanın ve toplumun her yönüyle tahribini yaşamıştır.
Ve şeriatçılık pratiği yeni bir tecrübe değildir.
Nereden baksanız, Şii ve Sünni Şeriatın keşfedildiği yıllardan itibaren İslam alemi denilen insanlık parçasının yaşadıkları giderek artan boyutta ve derinlikte bir şeriatçılık tecrübesidir.
Son yüz yılda ise Vahabi, Taliban şeriatçılıkları test edilmiştir.
Şeriatçılığın hemen her rengi ve şekli test edilmiştir.
Şeriatçılığın, insanlığa verebileceği yeni ve olumlu hiçbir şeyi yoktur.
Kimse ama kimse şeriatçılıktan bahsederken yeni bir keşif yaptığını sanmasın, bu konular neredeyse bin yılın eskimiş konularıdır.
Şeriatçılık insanlığa söyleyeceğini söylemiş ve başarısız bir fikir olduğu test edilip onaylanmış bir fikirdir.
Alternatifi de bellidir.
Dünyayı ilahi olduğu iddia edilen insani dogmalarla değil,
doğrudan insan aklının ürünü olan uzlamalar ve toplumsal sözleşmelerle tanzim etmektir.
Saygılar
Hayrettin Karaman
hkaraman@yenisafak.com.tr
07 Ağustos 2011 Pazar
Tahammül mü hoş görmek mi?
Bir Müslüman imkanlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm ahlak ve âdâbının hakim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister.
Yine imkan bulduğunda, şartlar müsait olduğunda, düzelteyim derken bozma ihtimali bulunmadığında, daha büyük sakınca doğurmadığında her Müslüman, aleni (açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, âdâba aykırı bir davranışa -engellemek veya ıslah etmek maksadıyla- müdahale etmekle yükümlüdür.
İslam'a inanmayanlar kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler; ama bu uygulama Müslümanların hayat, ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini olumsuz etkileyecekse -İslam toplumunda- "onların aykırı filleri için özel mekanlar ihdas edilmek gibi" tedbirlere başvurulur.
Bir Müslüman yukarıda özetlediğim imkanlardan mahrum ise, çok dinli, çok kültürlü, çok ahlak anlayışlı bir toplum içinde yaşamak durumunda kalmış ise ne yapacaktır?
Şartlar müdahaleye ve düzeltmeye müsait olmadığına göre bunu yapamayacaktır.
Şartlar, ötekilerden ayrı bir mekana yerleşip orada kendi inancına göre yaşamaya elverişli değilse bunu da yapamayacaktır.
Geriye beraber, yan yana yaşama şıkkı kalıyor.
Şimdi bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikahsız birlikte yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişenden çıplağına... kadar birçok insanla yan yana yaşıyoruz.
Peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacaktır?
İç tavırdan başlayalım:
Müslüman bu davranışları asla beğenemez, bu fiillerden nefret eder, imkan bulsa düzeltme ve engelleme niyetini muhafaza eder.
Dış tavır olarak da dine, ahlaka ve âdâba aykırı davranışı çekinmeden, gözünün içine baka baka, meydan okurcasına sergileyen insanlara cesaret verecek, davranışlarını meşrulaştıracak tavırlardan sakınır.
Onlar kötü halleri içinde iken en azından tebessümünü esirger.
Durum böyle olunca çoğulcu bir toplumda yaşayan Müslümanın farklı olanlarla zorunlu ilişkisinin adına ben ısrarla "hoşgörü" değil, "tahammül" diyorum.
Bu yazıma tepki gösterecekler, "bu ayrımcı, bölücü, birlik ve beraberliği zedeleyici" bir yazı diyecekler olacak; bunu biliyorum.
Ama bir Müslüman, farklı olanlarla arasındaki farkın "farkında olmak" mecburiyetindedir ve dindarlık bakımından en önemli tehlike bu "farkında oluşun" ortadan kalkmasıdır.
Şartlar öyle getirdiği için farklılığa tahammül ederek, kimsenin -düzen tarafından verilmiş- hak ve hürriyetine müdahale etmeden yaşamak başkadır, hoş olmayanı hoş görmek başkadır.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=28484&y=HayrettinKaraman
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ GECEYE KARŞI MÜDAFAA Bu adam ölmüştür ama, Düşmedi toprağa henüz vakit. Hayatını devrettik ağaçlara Kalbi kimlere ait. Bu adam ölmüştür ama, Başucundan ayrılamadık. Sonsuz kederinde gecelerimizin Nedendir hala bu beyazlık. Bu adam ölmüştür ama, Henüz durmadı nehir. Ve nasibi muhteşem kuşlar gibi Onu götürebilir. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder