9 Ağustos 2011 Salı

POLITIK - Ordunun ideolojisi olmayacakmış!...

Ünlü stratejist Karl Von Clausewitz, "Savaş Üzerine" adlı yapıtında savaşa getirmiş olduğu, "savaş, politikanın farklı araçlarla sürdürülmesidir"  tanımlamasıyla politikada dayatmacılığın en son merhalesinin kaçınılmaz bir biçimde "harp" olduğunu ortaya koymaktan çekinmemiştir.

Aslında Clausewitz, "Savaş, yalnızca siyasî bir evre değil, aksine gerçek bir politika aracı, siyasal ilişkilerin bir devamıdır" da diyerek  politikanın safhalarından biri olarak da  savaşın koşullarına  meşruiyet vermekten de kendini alamamıştır.

Bu bakış açısı ya da güçlünün güçsüze dayatma ve gözdağı verme siyasası, "haklı olan güçlüdür", özdeyişini bile, "güçlü olan haklıdır" genel görüşünün geçerli bir tez haline gelmesine vesile olmuştur.

Gerçekten de savaş politikanın bir evresi midir, ya da öyle mi olmalıdır? Bu tartışılabilir.

Ordunun siyasete karışmaması için, ordunu her türlü ideolojiden arındırılması gerekiyormuş.
İlk bakışta güzel ama arkası boş bir önerme.
Bir sürü aması, fakatı var.

İşin en tepesinden başlayalım.
Karl Von Clausewitz'e göre savaş politikanın farklı araçlarla sürdürülmesiymiş.
Yandaki kutucuğa bir göz attığınızda, savaş kavramıyla beraber siyaset, politika, haklılık, güçlülük gibi kavramları da görürsünüz.
Bu durumda siyaset ama kimin siyaseti, politika ama kimin politikası, haklı olmak, ama kime göre haklı olmak gibi nüanslar ortaya çıkıyor.
Bütün bu nüansların ortak payandası ise ideolojidir.
Demek ki, savaş söz konusu olduğunda politika, siyaset, hak ya da güç hukuku gibi ahlaki bazı argumanlardan kaçınmamız mümkün değil.
Savaşı milletler, devletleri aracılığıyla yaparlar, ama bunun en kurumsal yapısı ordulardır.
Bu durumda orduların da ideolojisiz olması mümkün olmaz.

Gerçek dünyaya baktığımızda ideolojisiz ordular var mıdır?
Bu durumda dünyadaki devletleri ve orduları üçe ayırmamız gerekir.

Birinci guruptaki devletler ve ordular orta boy devletlerin milli ordularıdır.
Dünyadaki çoğu devlet bu guruptadır.
Bu gurupta vatan savunması topyekün bir kavramdır.
Orta büyüklükteki ekonomiler yüksek teknolojili profesyonel orduları beslemeye yetmez, bu nedenle sayısal çokluk, ve iman gücü, ve salt vatan savunması gibi kısa erimli hedefler, büyük önem taşır.
Bu orduların büyük can kayıplarını göze alması şarttır.
Bu türden devletlerin askerlerini harpte ölmeye motive etmek gerekir.
Çünkü bu ordular ancak ölümüne savaşırlarsa başarıya ulaşabilirler.
Onun için kutsal bilinen bütün idealler askerin önüne konur.
İdeolojik eğitim bu ordularda olmazsa olmaz bir şeydir.

İkinci gurupta ise küçük devletler ve sembolik ordular yer alır.
Bunlar vesayet aldındadır, hangi devletin vesayeti altındaysa onun ordusu bu devleti himaye eder.
Bu guruptan devletlerde de, ordularda da ideoloji diye bir kavram yoktur.
Zaten bu guruptaki ülkeler savaşmazlar, sadece boyun eğerler.

Üçüncü gurupta ise emperyal kıta devletleri , ve bunların çok milletli, çok dinli, çok kültürlü paralı orduları, kiralık orduları vardır.
Bunlarda ana kara savunmasından ziyade başka topraklarda emperyal hedefler için ordular beslenir.
İşte bu guruptaki ordular çoğu zaman gerçekten profesyoneldir, paralıdır, lejyondur.
Bu gurupta ordular için Irak, Afganistan vb. operasyonlar polisiye bir operasyon gibidir.
Askerler yüksek teknolojili, riskten olabildiğince korunmuş bir şekilde savaşır.
Bu ordular can kayıplarına karşı son derece hassastır.
Birkaç onbin kişilik kayıp bu orduların malup olmaları için yeterlidir.
Bu ordularda iman gücü, ideolojik eğitim hemen hiç önemli değildir.

Bizim gibi ülkelerde ordular ideolojik eğitim almak zorundadır.
Fakat, burada temel sorun şudur.
Milletin, devletin ve ordunun ideolojileri birbiriyle akord içinde midir?
Hepsi de birbiriyle uyumluysa bundan iyisi Şam'da kayısıdır.
Ama bu unsurlar arasında uyumsuzluk varsa işte o zaman yandı gülüm keten helva.

Bizde Cumhuriyetçi bir ordu, sünni şeriata meyyal bir halk ve küresel oligarklarla ve halk arasına sıkışmış bir siyaset aygıtı vardır.

Üçü de birbiriyle uyumsuzdur.
İşte bütün kavga buradan çıkmaktadır.

Örneğin; İran'da ordu, halk ve hükümet geniş oranda hepsi de Şii Şeriatına ideolojik anlamda bağlalık ve uyum içerisindedir.
Onlarda tek sorun şeriatçı pratik nedeniyle azınlıkların haklarına tecavüz edilmesinden ibarettir.

Ya da, Fransa, İspanya, İtalya, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde de ordu, hükümet ve geniş halk kitleleri arasında büyük ideolojik uçurumlar yoktur.
Ve bu nedenle bizdeki gibi sorunlar yaşamazlar.

Bu noktada eğer gönlünüze sindirebiliyorsanız, ordunuzun bütün kurumlarıyla komuta heyetini tasfiye edecek, yerine şeriata meyyal halkla, ve küresel oligarklarla uyumlu bir ordu kuracaksınız.
Ama, şunu da belirteyim, böyle bir ordu bu milletin evlatlarını aynen Osmanlı gibi milletin menfaatleriyle alakasız yerlerde şakır şakır harcayacaktır.
Galiçya, Yemen, Kanal harekatlarını, Medine savunmasını herkese okumayı bir kez daha öneririm.

Saygılar..


'Kemalist ordu' ne iş yapar?

İhsan Dağı:
Asker hem siyasete karışmasın hem de Kemalist kalsın diyorsanız olmaz.
Ordu Kemalist bir 'devrim muhafızı' ise siyasete de karışır, topluma da.
Ordunun kışlasına çekilmesini, halkı fişlemeyi bırakmasını, darbecilikten vazgeçmesini istiyorsanız orduyu Kemalizm'den arındırmak zorundasınız.
Başka alternatif yok...

Neden mi?
Ordunun siyasete bulaşmasının en önemli nedenlerinden birisi Kemalizm'in bir devlet ideolojisi olarak anayasal, yasal ve kurumsal konumudur.
Ordu, bu 'devlet ideolojisi'ni korumak ve kollamakla görevli saymaktadır kendini.
Resmi ideolojisi olan bir devlette bu resmi ideolojinin bir sahibi de olacaktır.
Türkiye'de bu, ordudur.
'Kemalizm tehlike'ye düştüğünde de 'görevi'ni yapmakta; ya doğrudan ya da vesayet araçlarıyla müdahale etmektedir.

Yeni anayasa yapma sürecindeyiz.
Bu anayasa sivil, demokratik ve özgürlükçü olacak, öyle mi?
O zaman 'ideolojisi olmayan bir anayasa' geliyor demektir.

Peki, anayasasında resmi ideoloji olmayan devletin ordusunun resmi ideolojisi olur mu?
Hayır, açık konuşalım, anayasanın bir ideolojisi olmayacaksa TSK da Kemalist olamaz, olmamalı; ordunun ideolojisi olmaz çünkü.

Bu, 'radikal bir liberal'in 'ütopya'sı falan değil; tam demokrasinin şartıdır.
'Askerî vesayet'in bitmesini istiyorsanız askeri, ideolojisinden yani Kemalizm'den arındırmanız gerekir.
İnsanlar tabii ki teker teker istediği düşünce sistemine inanabilir.
Bu ister Kemalizm, ister sosyalizm, ister İslamizm olsun, fark etmez.
Ama bir ordunun kurumsal kimliği belli bir ideoloji üzerine inşa edilemez.
O zaman bir 'devrim muhafızı' yaratırsınız, ordu değil.

Türkiye'de olan buydu.

Böyle olunca da 'sözde' demokrasi adı altında 'askerî vesayet' diye bir ucube yaratıldı.
Vesayetin yasal, kurumsal ve kültürel kodları üretildi.
Bütün bunları mümkün, meşru ve normal gösteren ise askeri, belli bir 'düzen'in koruyucusu ve kollayıcısı yapan ideolojiydi.
Onun da adı, Kemalizm.
Adı bazen 'rejim', bazen 'cumhuriyet' oldu; askerin 'iş'i de bu 'düzen'i korumak ve kollamak.

Siz eğer vesayet rejimini değiştirip tam demokrasiyi (hadi buna AK Parti gibi 'ileri demokrasi' diyelim) getirecekseniz askerin kurumsal olarak hâlâ Kemalist bir dünya görüşü ve zihniyet çerçevesinde kalmasına imkân yoktur.

Kemalizm ülkenin kimliğini, siyasetin içeriğini ve sınırlarını, aktörlerin meşruluğunu tepeden tanımlar.
Askerin kurumsal kılavuzu Kemalizm ise eğitime de karışır, ekonomiye de, Kürt meselesine de müdahale eder, başörtüsüne de.
Siyasetin dışında kalmaz, kalamaz.
Kemalizm, inananları için sosyal, kültürel ve siyasal hayatı düzenleyen 'kurucu bir prensip'tir.

Kemalizm'e bağlı bir 'kesin inançlı'nın çoğulculuk, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi 'değerler'e nasıl baktığı sır değil.
Halka güvenilmez; 'inanç'ı aydınlanmış öncü kadrolar ve kurumlar koruyacak ve kollayacaktır.
1960 sonrası bu 'misyon' orduda kaldı.
Ordunun ne yaptığı ve neden yaptığına bakarsanız 27 Mayıs'tan beri 'halkın, ülkenin ve hatta devletin ordusu' fikrinden çok 'rejimin', yani 'Kemalizm'in ordusu' fikrinin ağırlıkta olduğunu görürsünüz.

Ee, Kemalist bir ordu da, halkın iktidar yaptığı siyasal güçlere karşı rejimi 'korumak ve kollamak' adına her şeyi yapabilir, buna doğrudan darbe kadar, andıçlama, fişleme, kara propaganda da dahildir!

Sadede gelirsek; bu ülke askerî vesayet rejimini yıkarak tam işleyen bir demokrasi kuracaksa TSK da Kemalizm'in babası ve hamisi rolünü oynayamaz.

Böyle bir rolü varsa, olduğunu sanıyorsa veya siz bu misyonu ona veriyorsanız tabii ki 'Kemalizm tehlikede' olduğunda darbe de yapar, kara propaganda da, Balyoz da planlar, Kafes de...

Ordunun sosyalisti, İslamisti veya Kemalisti olmaz.
Olursa zaten ordu olmaz...

Yeni anayasa sözü veren ve son YAŞ toplantısındaki fotoğrafla demokratları heyecanlandıran Başbakan Erdoğan'a duyurulur; orduyu siyaseti vazife edinen bir 'Kemalist devrim muhafızı' olmak yerine profesyonel bir güce dönüştürmek istiyorsa...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1158

 
--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Summum jus, summa injuria Aşırı doğruluk, aşırı haksızlık getirir.  Latin Atasözü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder