9 Ağustos 2011 Salı

POLITIK - HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLDİR....

BOP İÇİN YENİ BİR DİN UYDURMUŞLAR!!!

From: arzukayaozok@gmail.com

HİÇBİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLDİR....

Bahai Dini  

İran'da Mirza Ali Muhammed Bab'ın uydurduğu bir dini akımdır.

Muhammed Bab, öldürüldükten sonra Babiler İran'ı terk ederek 1852 yılında Bağdat'a kaçarlar.

Mirza Hüseyin Ali ve kardeşi Harun Yahya, Bağdat'ta da Müslüman halkın hücumuna uğrayınca Osmanlı devleti tarafından İstanbul'a gönderilir.

İstanbul'da kaldığı dört aylık süre içerisinde peygamberlik iddiasıyla Türk Milletinin tepkisini çeker ve Edirne'ye sürgüne gönderilir...

Edirne'de kaldıkları süre içerisinde yoğun propaganda faaliyetleri ile Edirne'de birçok taraftar kazanırlar.

İki kardeşin ikisi de kendi­lerini peygamber ilan edip; gölgesinde yaşadıkları Abdülaziz dahil pek çok hükümdara mektup yazarak peygamberliklerini tanımalarını ve Bahai olmalarını talep ederler.

Ve en sonunda padişah Abdülaziz'in sabrını taşırırlar.

Bu arada Harun Yahya ve Mirza Hüseyin Ali arasında peygamber­lik çekişmesi başlar...

Edirne'deki müritleri ikiye bölünür.

Sultan Abdülaziz bu gelişmeleri de görünce 12 Ağustos 1868'de Harun Yahya'yı Kıbrıs'a, Mirza Ali'yi de Akka Kalesi'ne sürgüne gönderir...

Abdülaziz'in fermanında; iki kardeş bir daha ne birbirleri ile ne de yakınları da dahil halkla görüşmemeleri şartı ile, sürgüne gönderilmişlerdi.

Fethullah, Bahailerin sürgün hadisesini, sanki Hz.

Muhammed'in icretini anlatırmış gibi yorumlar.

Mekke'den Medine'ye göçen eygamberimizin yolculuğu kısa bir yolculuktur.

Ancak burada Fethullah'ın anlattığı uzun ve meşakkatli yolculuk, Bahaullah'ın ülke ülke sürülmesinden başka bir şey değildir.

Yitirilmiş Cennete Doğru dlı kitabının 6.

sayfasında Mukaddes Göç başlığıyla şöyle anlatıyor:(...) bir tarafta anne karnından çocukluğa, çocukluktan delikanlılık ve olgunluğa, derken yaşlılık ve ölüme uğrayarak upuzun bir sefere çıkmış gariplerden garip insan fertleri; diğer yanda, elindeki meş'aleyle çağlara ışık saçan, açtığı nurlu yolda ölümsüzlüğe hazırlayan, karamsarlığın hükmettiği aynı noktalarda, ümit meşcerelikleri meydana getiren yüce rehber ve yüksek kametler, hep birer yolcudurlar ve bütün hayat boyu göç edip dururlar.

İnançları, düşünceleri, davaları uğrunda bitip tükenme bilmeyen bir göç...

Fethullah Gülen'e göre kutsal bir hicret olan Bahailerin sürgününü er fırsatta anlatıyor: (Buhranlar Anaforunda İnsan, s.

11  Bilindiği "zere Hz.Muhammed'i şayet anlatıyorsa Fethullah Hz.Muhammed'in ömrü sürgünlerle geçmemiş sadece Mekke'den Medine'ye bir sefer zorunlu göç etmiştir.

Bu yüzden burada anlatılan Bahullah'ın oğullarının diyardan diyara sürgün edilmeleridir.)

19.asrın son çeyreğinde başlayıp günümüze kadar sürege­len buhranlar zinciri, bilhassa en son halkasıyla, her şeyi, hatta bütün mukaddes değerleri yutmaya hazırlanan korkunç bir girdap halini aldı.

Burada 19.asrın son çeyreğinde başlayıp halen daha devam eden areket Bahai hareketinden başka bir şey değildir.

Abdülaziz'in fermanıyla birbirleriyle konuşmama kaydı ile sürgüne gönderilen Bahaullah'a nasıl ağıt yakıyor.

Bunu okuyan Müslümanlar da bu adamın İslam tarihiyle alakasız bu ifadelerinin ne anlama geldiğini çözemiyorlar...

Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan men etmişlerdi.

Hani o güne kadar, bir lahza kendisinden ayrıl­madığın kardeşinle konuşmaktan...

Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun kardeşin­le konuşmayacaktın.

Emir, Ali bir divandan çıkmıştı ve sen buna riayet etme kararında idin.

Dübeşte olduğun o zat aşkı­na, söyle bana!

Şu benim bilebildiğim "Bilmiyorum" sözünden başka, ona bir laf ettin mi?

Değilse, o ne sadakat, o ne vefa ve o ne irade!

(Çağ ve Nesil, s.12)

Bahaullah, Akka'ya sürüldüğü zaman 52 yaşında idi.

Orada dizanteri hastalığından 1892 yılında öldü...

Yerine, Abdülbaha namıyla oğlu Abbas Efendi geçti.

Abdülbaha 23 Mayıs 1844'de Tahran'da dünyaya gelmişti.

Babasının sürgünleri ve çalkantılı yaşamında hep yanında olup, vefalı bir yardımcısıydı...

1908 Meşrutiyet ilanına kadar Akka'da göz hapsinde tutuldu.

1910 yılında bütün dünyayı Bahailik dinine davet edecek üç yıllık uzun bir yolculuğa çıktı.

Mısır'ı, Avrupa'nın büyük şehirlerini, Amerika'yı müritleri ile beraber şehir şehir dolaştı.

Abdülbaha'nm döneminde Almanya, İngiltere, Hindistan, Mısır ve ABD Bahaileri çok büyük bir yayılma hareketi ortaya koydular.

28 Kasım 1921'de Hayfa'da, Bahailiğin ruhani merkezinde öldü.

Abdülbaha'nm ölümünden sonra torunu Şevki Rabbani, Bahailerin lideri oldu.

Şevki 1 Mart 1897'de Akka'da doğdu.

Öğren­imini Beyrut İngiliz Koleji'nde, üniversiteyi Oxford Üniversitesi'nde okudu.

1937 yılında Kanadalı bir Bahai ailenin kızı olan Miss Marie ile evlendi, fakat çocuğu olmadı.

Bahailiğin Kuran'ı sayılan Kiiabiil Akdes'i dünyanın en ücra yerle­rine kadar yaydı.

Devamlı konferanslar ve sempozyumlar düzenle­yerek özellikle ABD'de çok büyük bir kitleyi Bahai dinine soktu.

İngiliz devletinden Sır payesi olarak ödüllendirilen, Amerikan başkanlarıyla arkadaşlık yapan Şevki Rabbani, başta Hayfa olmak üzere dünyanın her tarafında iki binden fazla Bahai mabedi yaptırdı ve 4 Kasım 1957'de Londra'da öldü.

Bahailer, Mirza Muhammed Bab'ın terör ve suikastlarla ihtilal yapmaya kalkışmasından kendilerince dersler çıkararak, kendilerini barışçı bir toplum olarak lanse edip, cemaatleşerek sempozyumlar yoluyla dinlerini yaymaya çalıştılar.

Fethullah Gülen'in en son düzenlediği Harran Dinler Sempozyumu bütün dünya Bahailerinin rağbet ettiği bir toplantı oldu.

Aslında Bahailiğin amaçlarından biri olan dinlerin birleştirilme projesinin payandalığı yapılıyordu...

Bu toplantı Hıristiyanları ve Musevileri Müslümanlarla beraber Bahailik dinine sokma gayretinin bir parçasıydı.

Üstelik böyle bir

sempozyumun baş aktörleri arasında, Nurcuların Cumhurbaşkanı adayı Sadi Somuncuoğlu da yer alıyordu.

Hem milliyetçi bir partinin başkanlığını yapacaksın hem de Türk topraklan üzerinde Bahailerle beraber sempozyum düzenleyeceksin.

Somuncuoğlu!

Sen, nasıl bir vatansever nasıl bir Müslümanlık inancına sahipsin lütfen Türk Ulusunu bilgilendir.

Bahailerin Kur'an yerine kabul ettikleri KitabulAkdes isminde bir kitapları vardır.

Diğer bir adı da Kutsal Beyan'dır.

Bakınız Müslüman olduğunu iddia eden Fethullah'ın Kur'an ve cami ile hiç işi yoktur.

O Bahailerin beyanına inanır:

Bir hakikatin değişik rükün ve yönlerinden ibaret olan: İman, göç ve cihat üçlüsünün, Kutlu Beyan*da ekseriya peşipeşine zikredilmesi, bu meselenin ne denli ehemmiyet arz ettiğinin en parlak delilidir.

(Yitirilmiş Cennete Doğru, Çağ ve Nesil 3, s.6)

Aynı Fethullah Gülen, Bahaullah, Bahailik dini ve onların kitabı Beyan'a meftunluğunu, sanki İslam'ın kutsal değerlerini anlatır gibi emsali görülmemiş bir sinsilikle anlatarak, dindar insanlarımızı kandırmaya çalışıyor...

İşte size bir ispatı daha:

Sen, onulmaz dertlerimizin mesihi ve lokmanı!

Renklerimizin sarardığı, nabızlarımızın durgunlaştığı ve soluk­larımızın hırıltıya dönüştüğü, cenaze alayları ve kafuri kokularıyla bir hal olduğumuz şu günlerde, senin şimşekler gibi çakan bakışlarına, yıldırımlar gibi gürleyen Beyanına sağnak sağnak milletin bağrına dökülüp o'nunla kaynaşan, o'na yeni istihale yollarını açan uyarıcı gücüne değiştirici iradene, "Kerbela" mağdurları gibi muhtaç ve susamış durumdayız...

(Çağ ve Nesil1, s.24)

Bahailikte ezel, zamanın önüne ön tasavvur edilmeyişi, ebedde, sonuna son tasavvur edilmeyişidir.

Ezeldenebede sözü sonsuzluğu önden sona, daha doğrusu önsüz ve sonsuz anlamına gelir.

Fethullah Gülen'in bir çok kitabında tekrarladığı gibi bu söz aslında Bahai inancının temel direğidir.

Yine Fethullah'ın birçok konuyu açıklarken araya sokuşturduğu Kıtb kelimesi Bahai dininde sonsu­zluğu ifade eden eski İran inanışı olan reenkarnasyonun da tezahürü sayılan bir kelimedir.

Kutb değirmen taşının kendi etrafında dönen milidir.

Bu dönüş, kimi zaman ezelden ebede, kimi zaman Fethullah'ın bastırdığı kitabın kapağında da olduğu gibi kozadan kelebeğe, kimi zaman da Bahaullah'm oğlu Abdülbaha'ya hitap ettiği gibi Allatılan Allah a kendini büyük Allah, oğlunu da küçük Allah farz edecek bir şekilde gerçekleşir.

Yine Fethullah'ın kullandığını makro alemden mikro aleme kelimesi Bahailikteki sonsuzluk inancının şifresi olarak kabul edilir.

Bahailerde Mirza Muhammed Bab, kapıyı açan müjdeci anlamına gelir.

Bahaullah ise, Mesih kabul edilmiştir.

Baha kelimesi ululukgüzellikparlaklık ve nur anlamına geliyor.

Bahailerde 9, 19, 99 gibi sayılar kutsaldır.

Bu konuda Fethullah şöyle diyor:

Bir sarayın kapılarından 999'u açık biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez.

Yeter ki, gözlerini yummasın.

Zaten 999'u herkese açıktır.

(İnancın Gölgesinde7, s.13)

Bahailerde cenazeler defnedilirken ceset toprağa temas ettirilmez.

Ceset billur veyahut mermerden cilalanmış taş bir sanduka içerisine konur.

Zaten Bahaullah'm kemikleri de Hayfa'da bir mermer lahitin içerisine konulmuştu.

Gizli bir Bahai olan Saidi Nursi öldüğü zaman tıpkı Bahaullah gibi cesedinin toprakla kavuşmadan mermer bir lahit içine konmasını vasiyet etmiştir.

Bu resim, 60 İhtilali'nde cesedinin kırılıp içinden çıkarıldığı mermer lahite aittir.

Bahailerin cenaze definleri bile İslam'a aykırıdır.

Kadınlar, Bahai inancında tamamen serbesttir.

Hatta bir kadının 9 erkekle ilişkisi normaldir.

Bahailerde ibadete başlama yaşı 16'dır.

70 yaşından sonra da ibadet mükellefiyeti biter.

Fethullah Gülen Kozadan Kelebeğe isimli kitabının 28.sayfasında Bahailiğini nasıl ifade ediyor:

16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum.

Bahailerin uydurduğu dinde namazın kıblesi Akka'dır.

Dini emirlerin muhteviyatı KitabülAkdes denen kutsal kitaplarından alınır...

Namaz günde üç vakittir.

Bahaullah, (kendi ifadesi ve iddiasına göre) Allah'ın zuhuru'dm.

Yani kendini Allah kabul ediyor.

Örneğin Bahaullah'm yazdığı Kitabı Bedi isimli eserinde der ki:

Önceden Bab'ın dediği gibi ben benden başka mabut olmayan Allah'ım.

Benden sonra gelen de bunu der.

Abdülbaha'nm, babası Bahaullah'ı anlatan Mektuplar isimli eserinde şeklindeki beyti naklediyor (Türkiye de Mezhepler, s.173):

Baha nın bütün Allah 1ar benim emrimin sızıntılarından Allah oldular Bütün Rabler benim hükmümün esintilerinden Rab kesildiler

1979 yılı Şubat ayından beri Fethullah'ın neşrettiği Sızıntı dergisinin isminin gizli manasını Fethullah inkar edemeyecektir.

Çünkü bu kitabı okuyan en cahil Müslüman bile ortaya konan mantıklı ispatlar­dan sonra yanılma payımın milyonda bir bile olmadığını kanaat getirecek.

Zaten bilgili ve araştırmacı insanlar bu kitaptaki savların doğruluğunu araştırmaya girişeceklerdir.

Bu da benim kitabı yazmaktaki gerçek amacımdır.

Seferde olanlar zaten namazla mükellef değildir.

Abdest ise elleri ve yüzü yıkamaktan ibadettir.

Şayet su bulunmazsa 5 kere "En temiz Allah adıyla" diye tekrarladılar mı abdest alınmış kabul edilir.

Şehirlerdeki ve ülkelerdeki Bahaileri 19 kişilik bir heyet idare eder...

Malın beşte biri Beyîül Adi'e verilir.

Hac yalnız erkeklere farzdır.

Evler kutsal olduğu için Nur evleri olarak kabul ettikleri Bahaullah'ın Bağdat'daki evi ya da Mirza Muhammed Bab'ın Şiraz'daki evi ziyaret edilir.

---------------------------------------

Semih Tufan Gülaltay:  "Fethullah Müslüman Değil, Bahailerin lideri"

Fethullah-Bahaîlik ilişkisi

Semih Tufan Gülaltay, İleri Yayınları'ndan çıkan "Fethullah Müslüman mı" kitabında Fethullah Gülen'i farklı bir açıdan inceliyor.

Kendi kaleminden okuyalım:

"Bu kitaptaki ana mevzu, Fethullah'ın rejim düşmanlığı ya da ABD adına yüklendiği misyon değil...

Ben O'nun İslamiyet'in içine sokulmuş bir Truva atı olup olmadığını sorguluyorum.

O bir Truva atı mıdır?

Fethullah Bahaîler'in gizli lideri midir?

Amaç İslam dinini tahrif etmek midir?

Gerçek ve halis müslüman kitlemizi Fethullah'tan nasıl koruyabiliriz?

Ve benim için işin en önemli yanı 21.

asrın en büyük dinamik gücü olan Türkçü gençliğin Türk-İslam sentezi adı altında kandırılmasının önüne geçme yollarının ortaya konmasıdır...

Nurculuğun Türk milliyetçilerinin sırtına basarak Tevrat ittifakı kurmasının önüne geçmek, Orta Asya'da misyonerlik okulları açarak İngilizceyi Orta Asya'da tek dil haline getirme çalışmalarına artık dur diyebilecek miyiz?

Fethullah'ın birinci gayesi Türk devletini ele geçirmek, ikinci gayesi ise, geçmişin intikamını almak için İran'ı istila edip İran'la harbe girmektir...

O, bu operasyonda Turancıları kullanmayı düşünüyor...

Bütün Türk dünyasını ele geçirdikten sonra ise önce aldatmaca bir dinler diyalogu oluşturacak sonra da gerçekte bir Tevrat ittifakı olan Bahaîliğe geçiş sürecini başlatarak bütün dünya dinlerini Bahaîlik altında birleştirme sürecini başlatacaktır...

Son merhalesi Fethullah'ın "mesih" ilan edilerek dünya peygamberliğine adım atmasıdır..."

Kitapta Gülaltay, Fethullahçılığın kökeni İran'a uzanan Bahaîlik tarikatının bir kolu olduğunu ve Gülen'in Bahailiğin günümüzdeki lideri olduğunu iddia ediyor.

Gülaltay'a göre, Bahaîlik sıradan bir tarikat veya cemaat değildir.

Hatta Bahaîlik İslam içinde bir mezhep de değildir.

Bahaîlik, 3 büyük dini, İslamiyeti, Hıristiyanlığı ve Museviliği tek bir pota altında birleştirmeye çalışan bir dinler üstü mezheptir.

İran'da İslam öncesi geleneklerini sürdürmek isteyen ve bu nedenle İslamiyeti diğer dinlerle birleştirmeye ve tahrif etmeye çalışan çeşitli tarikatlara dayanmaktadır.

Bahaîliğin ortaya çıkışını 800'lü yıllara kadar götüren Gülaltay'a göre Fethullah'ın Müslümanlık anlayışının ardında aslında kökeni İran'a dayanan bu İslamdışı tarikatlar vardır.

Dolayısıyla Fethullah'ın ne kadar Müslüman olduğu sorgulanmalıdır.

Gülaltay kitabında, İran'daki Batınî mezheplerinin her birinin ortaya çıkışını ve birbirini nasıl takip ettiğini anlatıyor ve bu mezheplerin neden İslamdışı sayıldığını örnekleriyle okuyucuya sunuyor.

Gülaltay, İran'daki İslamdışı mezhepleri Mazdek'le başlatıyor.

Sonra sırasıyla, Hürremiye Mezhebi, Babek, İsmailiye ve Hasan Sabbah, Hurufîler, Cavidaniye, Babilik, Bahaîlik...

Gülaltay'a göre bu mezhepler farklı isimler taşımalarına karşın aslında aynı mezhebir devamıdır.

Çünkü, sık sık İran Devleti'ne ve Halifeliğe karşı ayaklanan bu mezhepler, başarısız olunca yollarına devam edebilmek için isim değiştirmiştir.

Yoksa eylemleri de inançları da farklı değildir.

Bu tarikatların kısa bir tarihin sunduktan sonra Fethullah'ın bu tarikatlarla bağlantısını yapıtlarından örneklerle açıklanıyor.

Örneğin Batınî tarikatlarının en önemli özelliği yasak kimliklerini saklayarak takiyye yapmalarıdır.

Gülaltay'a göre, Batınîler takiyye yaparak gerçek inançlarını gizlerler, Müslümanlarla kaynaşırlar ve devleti içten içe fethetmeye çalışırlar.

Aynen Fethullahçılar gibi...

Batınîlerin Kitabün Nur'undan Saidi Nursi'nin Risale-i Nur'una

Öncelikle Batınîler, şeyhlerinin kitabını Kuran yerine kabul ederler.

Cavidanîyeler, şeyhleri Fazlullah'ın Cavidannamesi'ni, Babiler ise şeyhleri Muhammed Bab'ın kitabı Kitab-ün Nur'u Kuran kabul ederler.

Ne hikmetse, Saidi Nursî'nin Risale-î Nur'u isim olarak ve cemaatin gösterdiği saygı bakımından, içerik olarak, Kitab-ün Nur'a çok benzemektedir.

Türkiye'deki Nurculara göre, Kuran anlaşılması zordur, bu nedenle müritlere Nur Risaleleri önerilir.

Risalelere adeta ikinci bir Kuran mualemesi gösteren Fethullah, Gülaltay'a göre bu şekilde Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olmaktadır.

Gülaltay, Fethullah'ın şu sözüne dikkat çekiyor: "İlimler sahasında meselenin temel esprisini ise Bedîüzzaman'ın mülahazasında buluruz.

Şöyle der o: Allah'ın iki kitabı vardır.

Biri kainat kitabı, diğeri Kur-an'ı Kerim.

" Gülaltay'a göre Fethullah Gülen, "Kainat kitabı" derken Risaleleri kastetmektedir.

Gülaltay, buna benzer pek çok örneği kitabında veriyor ve Nurcuların Risaleleri öne çıkarmasının nedeninin Kuran'ın geçerliliğini ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor.

Fethullah isminin kaynağı Gülen'in kimliğini ele veriyor

Fethullah Gülen'in isminin kaynağı da gizli kimliğinin bir başka göstergesi.

Gülen'in ismi 1844 yılında İran Şahı'nı öldürmeye kalkışan bir Bahaî fedaisinden gelmektedir: Fethullah Kamî.

Fethullah Gülen'in ailesinin İran'dan göçme olduğunu da ortaya koyan Gülaltay, Bahaîlikle bir başka bağlantısını daha ortaya çıkarmaktadır.

Fethullah'ın rumuz olarak kullandığı isimler de eski Bahaî kahramanlara atıftır.

Örneğin, "1982 yılının sonlarında DGM savcılığının hakkında başlattığı soruşturmada, Fethullah'm Dahhak kod adını kullanarak kitap yazdığı tespit edilmiş.

Bilindiği üzere Dahhak İran mitolojisinde, İran'ı istila edip İran Şahı Cemşit'i testere ile ortadan ikiye böldürten, İran halkına işkenceler, eziyetler yapan bir adammış.

İran halkı Dahhak-ı Zalim diye andıkları bu gaddar adamın zulmünden perişan olmuştu."

Işık evlerinin sırrı: Ev-mabetler

Gülaltay, Babilerin ibadet için camiler yerine evleri tercih etmesiyle Fethullahçıların Işıkevleri arasında da bir bağlantı kuruyor: "Babiler, camilere gitmez, cemaatle namaz kılmazlardı.

Bunun yerine evlerde toplanmayı tercih ederlerdi.

" Ardından Nur evleriyle ilgili Fethullah Gülen'in şu sözlerine dikkat çekiyor: "Bu ışık evlerinin kendine has özellikleri vardır...

Yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekanlardır...

Artık geçmişte camide yapılan dini ruhunun müzakereleri bu evlerde biraraya gelinerek yapılacaktır.

" Ve Gülaltay nur evlerinin İslamdışı olduğunu şu şekilde anlatıyor: "Anlaşılacağı gibi Fethullah Gülen, bundan sonra caminin önemli olmadığını söylüyor.

Çünkü büyük ustası Kürt Sait de camiye girmezdi.

Buradaki amaç ise İslam'ın birliktelik ve cemaat ruhunu yıkmaktır.

Kurretü'l-Ayn'ın ve Babi şeyhlerinin vaaz verdiği yerler camiler değildi.

Fethullah'ın tabiriyle nur evleriydi.

Yine aynı Fethullah, Yeşeren Düşünceler isimli kitabının 164.

sayfasında ev-mabet [adıyla] bu ışık evlerini tarif ediyor.

Ev-mabet terimi Bahailik dininde mabede verilen addır.

Bahailerin mabedlerine ev-mabet adı verilir."

Gülen'den Bahailere gizli övgüler

Gülaltay, Fethullah'ın kitaplarında Bahaîlere nısal gizlice övdüğünü de ortaya çıkarıyor.

Örneğin, Fethullah'ın Hz.Muhammed'i anlattığı sanılan kimi yazılarında aslında Bahaîlerin lideri Molla Muhammed Ali'yi andığını aktarıyor: "Dostların vefasızlığına, düşmanların ardı arkası kesilmeyen istila ve ifsatlarına uğramasaydı, kim bilir daha neler yapacaktı?

Keşke, bu mübarek dünya; duygu, düşünce, anlayış ve hayat felsefesiyle hiç değişmeseydi.

Onun yiğitliği, sadeliği ve mertliği bu güne kadar dipdiri kalabilseydi.

Keşke O muhteşem saray ve yüksek kasırların altın yaldızlı kubbeleri altında, baygın ve mahmur dolaşan hasım dünyanın, talihsiz insanlarının durumuna düşmeseydi.

" Gülaltay, bu alıntıda önemli bir çelişkiyi yakalıyor: "Yukardaki metinde anlatılan kasır ve saraylar dönemin İran Şah'ının saraylarıdır.

Çünkü Hz.Muhammed devrinde Arabistan'da ne kasır vardı ne saray."

Gülaltay, bu konuda daha pek çok örnek yakalamış.

Gülaltay'a göre, baskı ve zulüm gören insan tasvirleri sanılanın aksine Hz.

Muhammed dönemi yaşamış Müslümanlar değil, başarısız ayaklanmalardan sonra yurttan yurda göçürülen Bahailerdir.

Örneğin, 1868'de Bahaîler sürgüne gönderilir.

Fethullah Gülen'in kitaplarında anlattığı ömür boyu süren büyük göç aslında Bahaîlerin sürgünüdür.

Gülaltay'a göre bahsedilen göç sanıldığı gibi Mekke'den Medine'ye Hz.

Muhammed'in hicreti değildir.

Başka bir yerde ise Fethullah şöyle diyor: "Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan men etmişlerdi.

Hani o güne kadar, bir lahza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle konuşmaktan...

Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun kardeşinle konuşmayacaktın.

" Gülaltay'a göre burada kastedilen de yine Bahai liderleridir.

Çünkü Müslümanların tarihinde kardeşiyle konuşmaktan men edilme gibi bir cezalandırma söz konusu edilmemiştir.

Halbuki Abdülaziz'in bir fermanında, Bahaullah'ın çocukları birbirleriyle konuşmamaları kaydıyla sürgüne gönderiliyordu.

Fethullah'ın uğruna gözyaşı döktüğü işte bunlardır.

Fethullahçılıkla Bahaî inanışları arasındaki paralellikler

Gülaltay'ın bulduğu çeşitli paralellikleri şöyle sıralayabiliriz:

- Bahaîler cenazelerini İslam inanışının tersine, mermer lahitler içinde gömerler.

Saidi Nursî de vasiyetinde cesedinin lahitin içine konulmasını istemiştir.

- Bahaîlerde ibadete başlama yaşı 16'dır.

Fethullah Gülen de bir kitabında şöyle demektedir: "16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum."

- Bahaîlikte el öptürmek kesinlikle yasaktır.

Fethullah Gülen de el öptürme konusunda şöyle diyor: "Fevkalade rahatsızlık duyuyorum.

El öptürme prensibim hiç yoktur."

- Bahaîler, camiye girmez, cemaatle namaz kılmaz.

Sadece cenaze namazı kılarlar.

Gülaltay'a göre, Fethullah Gülen'in de cenaze namazı dışında camiye girip namaz kıldığını şu ana kadar kimse görmemiştir.

- Bahaîlikte kurban kesilmez.

Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından birisi de katıldığı bir tartışma programında kurban kesmeyi hapvan katliamı olarak nitelendirmiştir.

- Bahaîlikte, herkes malının yüzde beşini, toplumun başında bulunan 19'lar heyetine vermek zorundadır.

Fethullahçı organizasyon ve vakıfların başındaki yönetim kurulu da 19 kişidir.

Fethullah ile Bahaîler arasındaki bir başka somut bağlantı ise Saidi Nursi'nin hayatından alınmaktadır.

Saidi Nursi, Gülaltay'ın ortaya çıkardığına göre, İran Şahına suikast düzenleyen Babilerin şeyhlerinden Celaleddin Afgani'nin İran'dan kaçıp Abdülhamit'in himayesine girmesi sırasında kuryelik etmişti.

Saidi Nursî, yine bir başka Bahaî tetikçi Kirmani'yi de İran-Türkiye sınırında karşılayacak ve İstanbul'a kadar kendisine eşlik edecekti.

Gülen'in sözlerinde gizli anlamlar

Fethullah'ın eserlerinde gizli gizli Bahaîlik propagandası yaptığını da Gülaltay çeşitli örneklerle açıklıyor:

Kapı: Bahaî mezheplerinden Babiliğin kurucusu Muhammed Bab'tır.

"Bab" kelimesinin bir anlamı da "kapı"dır.

"Ulu sultan!

Canlı-cansız, insan-hayvan, (..) her şey varlığını soluklar.

": Gülaltay bir başka bölümde ise Gülen'in bu sözündeki gizli anlamı ortaya çıkarıyor: Ulu Sultan kelimesi Bahaî Şeyhi Bahaullah'a atfedilmiştir.

Hayvanları, eşyaları bile Allah'ın kulları olarak kabul eden ise Muhammed Bab'ın hocası Kazım-ı Reşdi'dir.

Nebiler Sultanı: Gülaltay, Fethullah'ın sık sık kullandığı "Nebiler Sultanı" teriminin de karşılığını buluyor.

Gülaltay'a göre, Fethullah'ın burada kastettiği Hz.

Muhammed değil, Bahaullah'tır.

Çünkü, Bahaullah'ın lakabı döneminde "Sultan"dır.

Nur Asrı: Muhammed Bab'ın Kitabün Nur ile Babiliği yaydığı ilk yıllara da Nur asrı denmektedir.

Timur ve Cengiz düşmanlığı: Fethullah bir kitabında şöyle diyor: "Allah bir zamanlar Cengiz, Hülagü ve Timurlenk'in eliyle hırpaladığı ve ikaz ettiği İslam alemini bugün de Batılılar vasıtasıyla hırpalayıp ikaz etmektedir...

" Gülaltay, Fethullah Cengiz, Hülagû ve Timurlenk'e karşı olmasını bu hükümdarların Bahaîlerin önemli önderlerini öldürmüş olmasına bağlıyor.

Cengiz Han'ın oğlu Hülagû, Hasan Sabbah'ı; Timurlenk'in oğlu Miranşah ise Fazlullah'ı öldürmüştü.

"Dönmezem" ve "mum gibi yanıp erimek": Bu kelimeleri de Fethullah sık sık kullanmaktadır.

Örneğin: "Çevresinde kol gezen tehlikelere aldırmadan, yüce derslerine devam eden ve hakkında bayağıların bayağısı hükümler kesilip biçilirken.

'Hançer ile yüreğimi yar!

Senden dönmezem' diyerek hakikati haykıran büyük muzdariplerin 'Evet hep böyle ızdırap gören ızdırap düşünen ve bir mum gibi yana yana eriyip giden, bu yüce kametlerin arkasında yürüyenler hiçbir zaman aldanmadılar ve hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramadılar.

'" Tahran Kalesi'nde infaz edilmeden önce "Dönmezem" diye bağıran Bahaîlerin ünlü kadın kahramanı Kurretül-Ayn'dır.

O dönem Bahaîlere yapılan işkenceler arasında en yaygın olanı da vücutları hançerle yarıp içlerine mumlar sokulmasıydı.

Fetret Devri ve Rönesans: Fetret devri derken kastedilen Bahailerin yaşadığı uzun sürgün dönemidir.

Yeniden diriliş ise Bahaîlerin öğretilerini tüm dünyaya kabul ettirmeleri demektir.

Örneğin: "Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve "Rönesansı" demektir.

Kimbilir, belki o zaman batmak üzere olan dün-yanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma fırsatı doğar."

Kendini peygamber gören Gülen

Bahaîlerin bir başka propagandası şeyhlerinin peygamber olduğudur.

Bahai şeyhleri kendi peygamberlikleri altında tüm dünya dinlerini bir arada toplanmaya çağırırlar.

Gülaltay, Fethullah'ın kimi yazılarında satır aralarında kendi peygamberliğini nasıl savunduğunu göstermektedir:

"Allah, elbette insanları da peygambersiz bırakmayacaktır."

"İnsanlar, akıllarıyla kainatta cereyan eden hadiselere bakıp, Allah'ı bulsalar bile yaratılışlarındaki gaye ve hikmeti, nereden gelip, nereye gittiklerini ve ibadetlerinin keyfiyetlerini peygambersiz bilemezler."

"Hilafete giden yol herkese açıktır."

"Hak için halkın temsilcisi demek, peygamber mesleğine talip olmak ve onu temsil etmek demektir.

Onu yapabilmek için de peygamberane aşk, şevk, gayret, azim, cehd ve irade gerekir."

Fethullah görüldüğü gibi yeni peygamberlere ihtiyaç olduğunu ve Allah'ın insanları peygambersiz bırakmayacağını söylüyor.

Halbuki İslam inancına göre Hz.

Muhammed son peygamberdir.

Yalnızca bu bile Gülaltay'a göre Fethullahçılığın İslamdışı olduğunun bir kanıtıdır ve bu propagandanın bir sonraki aşaması Fethullah'ın kendisini Mesih ilan etmesi olacaktır.

Fethullah'ın Amerikancılığının Bahailikteki kaynağı

Gülaltay, kitabın sonuna doğru Fethullah'ın gerçek amacının dünya çapında bir Bahaî imparatorluğu kurmak olduğunu ortaya koyuyor.

Gülaltay, Avustralya'dan Afrika'ya Asya'dan Amerika'ya milyonlarca Bahaînin bulunduğunu söylüyor.

Bahai imparatorluğunun işlevi dünya çapında ABD'yi iktidara getirmek olacaktır.

Zaten, Bahailiğin ortak dili de İngilizce olacaktır.

Gülaltay'a göre ABD'de bugün 20 milyon Bahaî yaşıyor ve Bahailerin etkinliği oldukça önemli.

Zaten Bahailerin kullandığı ev-mabetlerin kubbeleri de Beyaz Saray'ın kubbesine benziyor.

Fethullah'ın Orta Asya'daki misyonu da bu şekilde ortaya çıkıyor.

Gülaltay'a göre Bahailer dünya çapındaki iktidarlarında İngilizce'yi resmi dil olarakilan edeceklerdir.

Fethullah'ın okullarının tümünde İngilizcenin öğretilmesinin nedeni olarak bunu gösteriyor.

Üstelik Fethullah'ın en etkin olduğu Türk Cumhuriyetlerinden olan Yakutistan'ın durumunu da Gülaltay'dan öğreniyoruz.

Bu ülkedeki Fethullahçı proje sonunda başarıya ulaşmıştır.

Yakutistan'ın resmi dili İngilizce olarak ilan edilmiştir.

Gülaltay, Fethullah Gülen tehlikesinin uluslararası çapta olduğunu bu şekilde olduğunu ortaya koyduktan sonra kitabında tüm Türk milletini uyarıyor ve Fethullah tehlikesi hakkında Devlet üzerine düşeni yapmazsa görevin Kuvayı Milliyeci Atatürkçülere düşeceğini söylüyor:
-------------------------------------------------

BOP İÇİN YENİ BİR

DİN UYDURMUŞLAR!!!

Mehmet Necati GÜNGÖR

Emperyalist güçler yerin altını üstünden daha değerli buldukları için, altı değerli olan ülkeleri yer altı faaliyetleriyle çökertmek istiyorlar.

Irak, yakın bir örnek.

Şimdilerde bunu Libya ve Suriye örnekleriyle izliyoruz.

Irak petrollerine el koydular.

Kaddafi'yi bahane ederek de Libya petrollerini sahiplenmenin peşindeler.

İran, başından beri hedefte.

Burası, hem petrol zengini olması itibariyle, hem rejimi dolayısiyle Ortadoğu'da öncelikle hizaya getirilmesi gereken bir ülke.

Zamanı gelince oraya da el atacaklar.

Şimdilik Suriye ve Libya projesi üzerinde çalışıyorlar.

Türkiye Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılmasında kilit öneme sahip.

Türkiye'yi kafeslemeden Ortadoğu'yu dizayn etmek zor.

Hatırlayın; bu işe ta AKP'nin kuruluş aşamasında el attılar.

Bush'un, hiçbir resmi sıfatı olmayan Tayyip beyi oval ofiste ağırlaması, Türkiye'yi tavlamanın ilk adımıydı.

Nasıl olsa iktidar olacaklar, yola bunlarla devam edelim dediler.

"Eşbaşkanlık" görevini de o nedenle verdiler Tayyip beye.

AKP ile başı hoş olmayan TSK'yı ise  sırf Büyük Ortadoğu Projesinin önünü açmak için hedeflerine koydular.

Nerede yerin altı zenginse, yerin üstünde ABD'nin çıkarları tepişiyor.

Kan var, barut var, ölüm var!

Bu oyun hep İslam coğrafyasında oynanıyor.

Çünkü  petrol damarları bu coğrafyanın altında.

Bu arada, "her yeri dizayn eden ABD, petrol zengini Suudi Arabistan'ı niçin hedefinin dışında tutuyor?" sorusu aklagelebilir.

Cok basit.

Çünkü orayı çoktan fethetmiş.

Arap zenginlerinin paraları Amerikan bankalarında yatıyor.

Ve Suudi Arabistan Amerika'ya çeşitli kalemlerde örtülü haraçlar ödüyor.

Oranın dokunulmazlığı bu yüzden.

Tabii ki, şimdilik kaydıyla.

Zamanı gelince orası da ele alınacak.

Her ne ise; konumuz bu değil.

Ortadoğu şekillendirmek isteyen küresel gücün İslâm coğrafyasına dayattığı başka bir şey daha var.

O da uydurulmuş BOP dinidir.

Öyle bir din ki ne Allah'ı, ne kitabı, ne peygamberi var!

Sadece üç dinden sentezlenmiş, daha doğrusu üç dinin benzer ayetlerinin bir araya getirildiği, aralarına Salman Rüşti'nin "Şeytan Ayetleri"nin de serpiştirildiği uydurma bir din kitabı.

Adı: Furkan.

Dikkat edin, yüce kitabımız Kur'an'ın adı da Furkan.

Goog'le "Furkan" yazıp girdiğinizde, şu bilgiler geliyor önünüze:

"Gerçek Furkan, ABD'nin Texas eyaletindeki Omega 2001 ve Wine Press yayınevleri tarfından yayınlanan ve içinde Tevrat, İncil, Kur'andan ayetler bulunan dini kitap.

Kitap Arapça ve İngilizce olarak yazılmış olup içeriğinde İbrahimî dinler vurgusu yapılmakta ve Kuran, İncil ve Tevrattan değiştirilmiş alıntılara yer vermektedir.

Kitap 77 Sureden oluşmaktadır.

Üslup olarak Kurana benzetilmeye çalışılmıştır.

Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri isimli kitabından aktarımlar da bu kitapta yer alır."

Diyanet İşleri eski Başkanlarından Mehmet Nuri Yılmaz, Hürriyet'teki yazılarından birisini bu konuya ayırmıştı.

Yılmaz, yazısına "DÜNYA kamuoyu şu günlerde, ABD'de, Başkan Bush'un da mensupları arasında olduğu bilinen Evangelist tarikatı tarafından uydurulmuş yeni bir dinle çalkalanıyor." girişiyle başladıktan sonra şu ifadelere yer vermişti:

"Bu kitabın, Bush yönetiminin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde hazırlanıp piyasaya verildiği yolunda iddialar ileri sürülüyor.

Kitabın CIA tarafından yazdırıldığını ileri süren çevreler de var.

Bu iddialar henüz kanıtlanmış olmasa da, kaynağı ve içerdiği mesajlar itibarıyla bu yöndeki şüphe ve ihtimalleri güçlendirici unsurlar taşıyor."

Milli Görüş çizisinin araştırmacı yazarlarından Mehmet Ali Öztürk, "Ilımlı İslam'a adım adım" başlıklı yazısında, Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin iki koldan yürütüldüğüne dikkati çektikten sonra şu bilgileri aktarıyor:

"Amaç "Diyalog" aldatmacaları ile Müslümanların dini salâbetlerini gevşetmek, "Ilımlı İslam" ile de dinlerinin içini boşaltmaktır.

Projenin güvenliği ve başarı şansının yüksek olması için de bu işler Müslümanlara yaptırılacaktır.

Nitekim bu amaçla 2005 Nisan ayında İstanbul'da Gönüllü Teşekküllüler Vakfı (TGTV) öncülüğünde İslam ülkeleri STK'ları arasında BOP çerçevesinde toplantılar düzenlenmesi kararlaştırıldı ve 45 Müslüman ülkede bu amaçla yapılan toplantıların finali de 2005 Kasımında Bahreyn'deydi.

ABD, İngiltere ve bölgede BOP'un taşeronu olan Türkiye, Ürdün, Yemen yönetimlerinin belirleyici rol üstlendiği, Dışişleri bakanları ve bazı STK temsilcilerinin de katıldığı bu toplantının hedefi: İslam dünyasında sivil toplumu güçlendirebilmek için bir "Gelecek Vakfı"nın kurulması ve BOP paralelinde çalışacak STK'ların finansmanının sağlanması.

Bu amaçla bu forumda, bölgedeki STK'lara dağıtılmak üzere 100 milyon dolar temin edilmesi kararlaştırıldı.

Ve forum G8 ve Dünya Bankası tarafından desteklenmektedir.

Ancak Mısır temsilcilerinin demokratikleşme ve sivilleşme yönüne, özellikle de Hasan Hanefi'nin projeye, "bir Soros operasyonu" nitelemesi yaparak karşı çıkması sonuncu toplantı sessizce dağıldı.

Aynı ay içinde ABD'nin Chicago ve Houston şehirlerinde gerçekleştirilen benzer amaçlı toplantılarda ise, Müslüman dünyanın "Siyasal İslam"dan veya "İslamcılık"tan nasıl arındırılacağı; BOP ile paralelleşen, Türkiye yöneticileri ile Fethullah Gülen hareketinin din anlayışlarının "Ilımlı İslam Projesi"ne ne gibi katkılarda bulunacağı üzerinde duruldu.

Bu arada Türkiye'deki devlet kontrollü laikçi baskıya da vurgu yapıldı."

Tekrar, eski Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz'ın yazısına dönelim ve konuyu onun sözleriyle bitirelim:

"Kitabı, internetteki Arapça metninden inceleme imkánını bulduk.

Üslup itibarıyla Kuran-ı Kerim'e benzetilmeye çalışılmış.

Bazılarına da Kuran-ı Kerim'de geçen surelerin ismi verilmiş.

Nur Suresi, Nisa Suresi, Talak, Maide, Münafıkın ve Enbiya sureleri gibi.

Uydurma dinin bu yeni kutsal(!) kitabı 366 sayfa ve 77 sureden oluşuyor.

Kitaptaki bütün sureler 'Bismi'l Eb el-Kelimetu'r Ruh el-İlahu'l Vahidu'l Uhed' besmelesi ile başlıyor.

Anlamı da şu: 'Baba, Söz, Ruh ve Tek bir Allah'ın adıyla.'

Çelişkilerini daha besmelesinde açığa vuran bir din.

Önce 'Baba, Söz, Ruh' diyor, sonra 'Tek bir Allah'ın adıyla' vurgusunu yaparak sözüm ona tevhidi çağrıştırıyor.

BOP dininin kutsal kitabı şeytanı da memnun etmeden geçememiş.

Selman Rüşdi'nin 'Şeytan Ayetleri' kitabından alınmış 'El Garanik' isimli sureyle de İslam'a ve onun muazzez peygamberi Hz.

Muhammed'e hakaretler yağdırılmış.

Kuran'daki Necm Suresi'nin 'Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı' ayeti, şeytan ayetleriyle karıştırılıp tahrif edilerek 'Arkadaşınız saptı ve batıla inandı'ya dönüştürülmüş.

Velhasıl; neresinden bakarsanız bakınız, din değil bir 'hezeyanlar manzumesi'!"

El atmaya cür'et edemedikleri bir dinimiz kalmıştı, onu da sulandırmaya kalkıştılar.

"Ilımlı İslam" dedikleri bu olmasın?

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Audiatur et altera pars Diğer tarafı da dinleyelim (Mahkeme gibi yerlerde söylenir)  Latin Atasözü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder