21 Haziran 2013 Cuma

15-Ahmet Takan, Öztin Akgüç, Mümtaz Soysal, Özgen Acar, Arslan Bulut, Altemur Kılıç, Cüneyt Arcayürek, Mustafa Mutlu sizin için yazdılar....

Ahmet Takan: Polisten tazminat fişlemesi

20 Haziran 2013

Gezi eylemlerinde duran adam konumuna geçilip hararetin düşürülmesiyle birlikte o sıcak atmosferde çok ön plana çıkmayan gerçekler de yavaş yavaş ortaya dökülmeye başladı.
Orantısız güç kullanan polisin tutuklamalardaki haksız-hukuksuz uygulamaları İstanbul'da gözaltına alınan bazı vatandaşların gözaltı tutanaklarından gün ışığına çıktı.

Ya, Gezi'ye en büyük desteği veren Ankara'daki tutuklamalar...

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Gezi'ye verdiği desteğin yanı sıra tüm tutuklama ve gözaltıları da çok yakından takip ediyor.
Cadı avı devam ederken ne olup bittiğini yakın kaynaktan öğrenmek için Nazlıaka ile görüştüm.
Aylin Nazlıaka, eylemler sırasında atladığımız olayları anlattı;

"İnanılmaz bir hak hukuk ihlali oluyor tutukladıkları esnada da.
Mesela fotoğraflarını çekiyorlar.
Oysa ki ben gittiğimde talimatı istedim, hangi talimata istinaden fotoğraf çekiliyor diye.
Gözaltındayken öyle bir uygulama yok çünkü, 'savcının talimatı' dediler.
'Görebilir miyim o zaman talimatı'dedim, 'yok, yazılı değil sözlü talimat' dediler.
Sonra ben 'o zaman öyle bir şey olmaz fotoğraf çekilmeyecek' dedim.
Bunun üzerine fotoğraf çekilmedi.
Sonra bir yarım saat diğer binaya geçtim emniyet içinde, gene çekmeye başlamışlar.
O kadar keyfi uygulamalar ki."

Ne zaman oldu bu?

"İlk 900 kişi kadar tutukladıkları gece vardı spor salonuna götürdükleri.
Ben de o akşam orada arkadaşlarla sabahlamıştım.
O gece oldu.
Hakikaten çok keyfi uygulamalar yapıyorlar.
Birincisi bu.
İkincisi mesela avukatları ile görüştürülmesi konusu var.
Normalde 24 saat gözaltı süresi fakat süreyi 4 güne kadar uzatabiliyorlar, tabii yazılı bir kararla uzatılması gerekiyor.
O zamana kadar kısıtlama kararı olduğu için avukatla görüştürülmüyor.
Ancak öncesinde bir takım tutanaklar imzalatıyorlar.
O tutanakları da ben vekil olduğum için yanlarına girebildiğimden dolayı imzalamamalarını söyleyebildim.
Ama her tarafta da olamayabileceğimiz için kimi zaman müdahalenin ortasında kalıyoruz, kimi zaman emniyette oluyoruz.
Uyaramadıklarımız oluyor.
İmzalattıkları belgelerde onları kamuya zarar vermekle itham eden bazı vurgular var.
Onların hatta örneklerini twitter hesabıma koymuştum.
O tutanakları imzalatmaları yasal değil.
Çocuklar orada büyük sıkıntı yaşıyorlar.
Gözaltındayken de onları ziyaret ettiğimde çok faydamız oldu, final dönemiydi sınava girememişlerdi mesela.
Tek tek hocalarını aradım üniversitelerden, sağ olsun onlara hak sağladı hocalar.
Annelerini babalarını aradım tek te,k merak etmeyin çocuğunuz iyi diye.
Ama, tam bir cadı avı var ve her profilden insan var."

O fotoğrafları neden çekiyorlardı?

"Fişliyorlar çocukları.
Müthiş bir fişleme var.
Bana yaptıkları açıklama şuydu, 'çabuk salıvermek amacıyla fotoğraflarını çekiyoruz.
Eğer kamuya zarar verdiklerine dair videolarda izlediğimiz olursa fotoğrafları ile onu eşleştireceğiz'şeklinde.
Tabii bu yasal değil, bir de sonra çabuk salıvermediler.
Gene ifade alıyorlardı.
İlk söylediklerinde 'sadece fotoğraf çekeceğiz, kimliklerini alacağız göndereceğiz'şeklindeydi.
Sonra hem fotoğraf çektiler, hem de aynı zamanda adli tıp raporu, savcılık ifadesi her birine başvuruldu.
Bir de mesela bunlar içerisinde aslında gözaltı aracına bindirildiğinde bacağına kapsül gelmiş olan, kolu çok ağrıyan kişiler vardı, bu kişilerin öncelikle doktora götürülmesini izah ettim.
'Önce onlar hastaneye gitsin arkasından ifadelerini alırsınız işlemlerini yaparsınız'dedim ama gene de onları o şekilde beklettiler.
Bu bırakın hak hukuku, insaniyete sığmayacak bir şey.
Bir de tabii plastik kelepçeler kullanılıyor.
Özelliği şu, tek sefer kullanılabiliyor ve elini hareket ettirdiği takdirde kişi, bileklerini daha da sıkıp kanamaya kiminde hatta elinde uyuşmaya neden oldu.
Gözaltı otobüsüne bindiğimde özellikle rica ettim oradaki kolluk güçlerinden.
'Lütfen ben de yanlarındayım gidebilecekleri, kaçabilecekleri bir yer de yok artık ellerini çözün bu kişilerin'dedim ama yine de çözmediler.
Baştan böyle itibarsızlaştırarak ve de aynı zamanda fiziki olarak da hırpalayarak götürüyorlar.
Çok keyfi uygulamalar var orada."

***

AKP iktidarı eylemcilere "kamu ve özel sektörün malını tahrip"ten yüklü tazminat faturaları hazırlarken CHP de biber gazı ve kimyasal sudan zarar görenlerin tazminat başvurusu yapması için dilekçe örneklerini hazırladı.

Tamam...
Bunlara bir diyeceğimiz yok da...

Bölücülüğün tazminatı var mı...

CHP'den "ince" kulisler…

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce'yi gündem yaratan çıkış ve açıklamaları ile tanırız.
İnce'nin bu çıkışlarının yanı sıra üslubu da çok dikkat çeker.
İnce, konuşmalarında esprili bir dil kullanır, ilginç benzetmeler yapar.
Kolay kolay da laf ve sataşmaların altında kalmaz Muharrem İnce.

CHP'nin atak Grup Başkanvekili, Gezi eylemleri sırasında AB'den Sorumlu Bakan Egemen Bağış ile kapıştı.
İnce, "Egemen Bağış daha önce yaptığı açıklamada 'Başbakan istesin bakan olurum.
İstesin Ak Parti Genel Merkezi'nde camları silerim' demişti.
Artık geldiğimiz noktada baş müzakereciye gerek yok.
AKP'nin de Avrupa Birliği ile girdiğimiz bu yeni dönemde, Egemen Bağış da bari baş cam silicisi olsun"
demişti.

Muharrem İnce, CHP içinde Deniz Baykal'a daha bir yakınlığı ile bilinir.

Deniz Baykal bu çıkışın ardından Muharrem İnce'ye yine kendine yakın olan Antalya Milletvekili Osman Kaptan ile önemli bir mesaj gönderdi.
CHP kulislerinde konuşulanlara göre Baykal, Muharrem İnce'ye şu uyarıda bulundu;

"Bu tür esprili çıkışların Grup Başkanvekilliği konumuna uygun.
Ama daha üst pozisyonlar düşünüyorsan, daha ciddi üslup kullan ve sık sık espri yapma."

***

Hazır CHP kulislerine dalmışken AKP'nin sol açığı eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın durumuna da bakalım.
AKP'li Günay "Muhteşem" e olan muhalefet dozunu artırırken "istifa etmeyeceğim" açıklamaları yapıyor ama CHP'den de farklı haberler geliyor.
CHP kulislerindeki iddialara göre; Ertuğrul Günay ile birlikte AKP'de 6 sol açık isimle görüşmeler devam ediyor.
İddia o ki; AKP'li 6 sol açık milletvekilinin CHP'ye transfer isteğine karşı "önce istifa edin bakalım" dendi.

Yeniçağ

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Öztin Akgüç: Ekonomik Yanıltmaca

21 Haziran 2013

Özellikle ekonomik açıdan sıkıntılı dönemlerde, halkı kandırmak, başarısızlığa kılıf bulmak amacıyla, ekonomik yanıltmaca (safsata) olarak nitelendirilecek yorumlar, değerlendirmeler yapılmaya, söylentiler yayılmaya başlanır.
Anımsanacaktır, 2001 yılı finansal krizinin kaynağı olarak dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer'in, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in önüne anayasa kitapçığını sürmesi (bazılarına göre fırlatması) gösterilmişti.
Son günlerde de kurların artışı, Türkiye'den sermaye çıkışı, borsanın düşüşü, faizlerin yükselme eğilimine girişi, Taksim Gezi olaylarına, faiz lobisine, hatta dış güçlere bağlanıyor.
"Türkiye tam ayağa kalkmış ilerliyor, IMF'ye borç veriyor, borç ödüyorken ayağına çelme takılıyor" türünden yorumlar yapılıyor.
Faiz lobisi olarak da genelde bankalardan yakınılıyor.
Faizler düşüyordu, bankalar daha az kâr edecekleri için, devlete daha düşük faizle borç verecekleri için, bu tür hareketleri el altından destekliyorlar izlenimi yaratılıyor.
Bilinçsiz kitlelere düşman ya da düşmanlar gösteriliyor.
Bilinçsiz yorum için ekonomi, finans eğitimi almaya gerek yok.
Genelde düşük faiz bankaların lehinedir; olağan koşullarda bankaların piyasa değerini de artırır.
Kısaca açıklamaya çalışayım.(1) Faizler düşerken, bankaların portföyündeki (cüzdanındaki) sabit faizli tahvillerin değeri artar.
Değer artışı sağlarlar.
Asıl faizler yükselirse bu tür kâğıtların değeri düşer, bankalar zarara uğrar.(2) Faizler düşerken bankalar faizde negatif dengesizlik yaratırlar.
Daha açık bir deyişle kısa vadeli değişken faizle borçlanır, daha uzun süreli sabit faizle borç kredi verirler.
Faiz düşüşünden yararlanarak kâr marjlarını genişletirler.
Bu durumda faiz yükselişi, bankaların zararına olur.(3) Dövizde açık pozisyonda olan bankalar için yüksek faiz, döviz kuru artışı kâr değil zarar kaynağıdır.(4) Bankalarda toplam kaynaklar içinde özkaynağın payı düşük olduğundan ve özkaynaklar da genelde parasal getiri sağlamayan varlıkların finansmanında kullanıldığından, faizlerin yükselmesi bankanın değerini artırmaz; olağan koşullarda bankanın değerinde düşüşe yol açar.
Faiz yükselmesi, finansal pazarlar için sistematik bir risk oluşturur.

Kaldı ki bankalar finansal aracıdırlar.
Mevduat ve mevduat benzeri kaynakları toplayarak, sağladıkları kaynakları kredi olarak verirler ve/veya devlet borçlanma senetlerine yatırırlar.
Faizler genelde yükselirse bankaların kaynak maliyeti de artar.

Bu gerçekleri banka yöneticileri, TBMM yöneticileri de bilirler.
Ancak ürkerek kamoyuna gereken açıklamayı yapmaktan kaçınmaktadırlar.

Dövizde açık pozisyonda faizde negatif dengesizlikte olan bankalar, faizlerin artışı konusunda değil, olsa olsa faizlerin düşürülmesi konusunda lobi, baskı aracı oluştururlar.

"Türkiye ekonomisi güçlüdür, dış baskılara dayanır" türünden yorum ve değerlendirmeler, yanıltmaca, safsatadır.
Dış borcu 350 milyar USD'ye ulaşmış, yıllık 80-90 milyar USD dış ticaret açığı, 50 milyar USD dolayında cari işlemler açığı veren, açıkların GSYH oranına yükseldiği açısından dünya genelinde ilk sıralarda bulunan, ihracatı ithalatının ancak yüzde 65'ini karşılayan, enerji, sermaye malları dahil ithalatının büyük bölümünü stratejik ürünler oluşturan; bankalar, TCMB ve özel firmalar dahil net uluslararası rezerv açığı olan bir ülke nasıl olur da güçlü olabilir?

Batılılar, çelme takmak istiyorlarsa, 1980 öncesi Ecevit'e yaptıklarını, Sayın RTE'ye yaparlar.
Peşin ödeme yapılmadan akreditif açmazlar, kredileri keserler, Türkiye'ye vadeli mal satımını kısarlar.
Bir de buna birkaç bankanın sendikasyon kredilerinin yenilenmemesi eklendiğinde, Türkiye ekonomisinin durumu 1980 öncesinden de, 1994 krizinden de daha feci duruma düşer.

Yorum asgari bir bilgiyi, kişilikli olmayı, dürüstlüğü gerektirir.
Politikacılar mazur görülebilir.
Ama akademik unvan taşıyan kişilerden rakamlar, teori dahil asgari bir bilgi ve dürüstlük beklemek kamuoyunun hakkıdır.

Bu tür safsataların, yanıltmacıların, aldatmacıların durması için halkımızın aydınlanmasını istiyoruz.
Halkımız aydınlandığında bu tür oyunlar, yanıltmacalar da sona erecektir.

Cumhuriyet

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Mümtaz Soysal: Devlet Başkanlığı

21 Haziran 2013

ÖNÜMÜZDEKİ dönemin önemli siyasal olayları yerel seçimlerle cumhurbaşkanı seçimi ve ardından genel seçim olacak.

Yerel seçimler, artık var mı yok mu bir türlü kestiremediğimiz demokrasimizin canlılığı ya da ölmüşlüğü konusunda bir fikir verecek.
Partiler, bu seçimlere parti olarak katılma hakkı kazanmış olmasalar bile kendi üyelerinin herhangi bir yerel yönetim biriminin bir yerinde görev sahibi olabilmek için kişi olarak bağımsız adaylığa soyunmalarını teşvik etmeli ve sonrasındaki siyasal iktidar yarışına mutlaka katılmalarının bir yolunu bulmalıdırlar.

Özellikle, yeniden canlanmak isteyen şimdiki durgun partiler.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, "yeni anayasa" denen acayip hayalin çok şükür henüz gerçekleşmemiş olmasından yararlanılarak, halkın oylarıyla işbaşına gelecek bir devlet başkanının yarı başkanlık sisteminde nasıl iş görebileceğini ilk kez sınamaya yarayacaktır.
O sistem, halkın oylarıyla oluşmuş bir parlamento çoğunluğuna dayalı hükümetin başkanı ile yine halktaki çoğunluğun oylarıyla doğrudan doğruya seçilmiş bir cumhurbaşkanını devletin tepesinde yan yana veya karşı karşıya getiriyor.
Hukuken cumhuriyet olmayan "demokratik krallık" türü Anglosakson ve İskandinav ülkelerin yaşamadığı bu güçlükler yarı-başkanlıkla yönetilen cumhuriyet ülkelerinin devlet başkanlığı söz konusu olduğunda büyük titizlik ve derin hukuk bilgisi gerektiriyor.

Öyle olduğu içindir ki, R.T.Erdoğan gibi devlet gücünü dengesiz, orantısız, hatta sınırsız kullanmaya yatkın olduğu son haftalardaki davranışlarıyla anlaşılmış bir kişiliğin yarı başkanlık sisteminde cumhurbaşkanlığına seçilmesi durumunda ya içinden çıkılmaz kilitlenmelere ya da tükenmez hukuk ihlallerine davetiye çıkarılmış olacaktır.

Öyle bir duruma düşmeyi önleyebilecek üç çare var.

Ya anayasa düzeninin içine yürütmenin siyasal gücüne karşı bağımsız seçilmiş ve bağımsızlığıyla yetkileri çeşitli kurallarla güvence altına alınmış bir yüksek mahkeme yerleştirilmelidir.

Yahut, örneğin Barolar Birliği gibi sağlam hukuk bilgisi gerektiren mevkilerden gelme bir hukukçu halkın oylarıyla Çankaya'ya çıkarılabilmelidir.

Ya da Sayın Erdoğan gibi kimseler, başbakanlık da yapmış olsalar, sonuçta kendi naturalarına ters gelen baş döndürücü yüksekliklere çıkma hevesinden uzak durup hem ülkenin hem de kendilerinin iyiliği için başka yüksekliklerle yetinmelidirler.

Cumhuriyet

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Özgen Acar: Dedem de Tanımazdı!

21 Haziran 2013

O, her şeyi, herkesten çok daha iyi bildiği için burnundan kıl bile aldırmaz…

O Batılılığın, demokrasinin, insan haklarının ne olduğunu herkesten çok daha iyi bilir…

Bundan dolayı Türk basınındaki eleştiriler, öneriler bir kulağından girer, öteki kulağından çıkar…

Konuşur, konuşur ama ağzından çıkanı kulağı duymaz…

Türk basınını bir yana bırakıp bazı Amerikan ve Avrupa gazetelerinde "Gezi Parkı" olaylarının AKP demokrasisinde ne anlama geldiğine göz atalım.

***

Amerikan Nev York Times gazetesi yazarı Thomas Friedman İstanbul'da olaylara tanık oldu.
Türklerin, Başbakan'ın farklı görüşleri bastırdığı için sokaklara döküldüğünü belirterek "Erdoğan'ın kibri ve otokratik dürtüleri üstün bir liderlik sicilini lekeledi.
Başarı Erdoğan'ın başını döndürdü!"

diye yazdı.

Amerikan Vall Street Journal gazetesinde şu satırlar yer aldı:

"Polis şiddeti ve göstericilerin yaratıcılığı en tuhaf ikonları üretti.
Sonuncusu da istisna değil.
Duran Adam, Türkiye'nin yeni protesto ikonu oldu.
Sonra bir göstericinin kurşunla öldürüldüğü Ankara'daki Kızılay Alanı'na Duran Kadın geldi ve pasif direniş vahşi yangın gibi yayıldı, yurtdışına, Paris ve Londra'ya bile…"

Amerikan Vashington Post gazetesi "Duran Adam'ın hareketinin" dünya tarihine geçen bir simge olduğunu şöyle vurguladı:

"1989'da Çin'in Tiananmen Alanı'nda tankların önünde durarak hükümete karşı tepkisini ortaya koyan, simgesel adıyla 'tank adam' ve Vietnam'da kendini yakan Budist rahiple beraber Duran Adam da tarihin insan dramı simgelerinden biri oldu."

İngiliz Financial Times gazetesi, "Başbakan Erdoğan, hükümetine meydan okuyan 'hainlere' saldırılarına hız verdi.
Başbakan, protestocuları 'terörist' ve 'hainler' olarak niteledi.
Oysa birçok gösterici barışçıl amaçlar taşıyorlardı!"

diye yazdı ve şu anketi yayımladı:

"137 Türk CEO'sunun yüzde 40'ı, protestolardan Erdoğan'ın sert tutumunu, yüzde 31'i ise orantısız polis gücünü sorumlu tuttu.
Bazı bakanlar da Erdoğan gibi yaparak şaşırtıcı suçlamalarda bulundular."

Luksemburger Vort'un değerlendirmesi ise şöyle:

"Erdoğan, göstericilere vahşice müdahale emri verirken bunu kısmen bu kişilerin Vandallar, çapulcular olduğu saptamasına dayandırmıştı.
Sanatçı Erdem Gündüz farklı ve -daha barışçıl- bir ifade biçimi buldu.
Böylece Başbakan'ı kendi suçlamalarıyla vurdu.
Erdoğan eğer şimdiye kadar itibar kaybetmediyse, şimdi kaybetmiş olmalı!
Otoriter yönetiminin protesto gösterilerine sebebiyet verdiği bu adam demokrasinin oyun kurallarını hâlâ anlamamışa benziyor.
Çünkü demokratik bir sistem eleştirileri ve gösterileri göğüsleyebilmelidir ve bunlardan korktuğu için baskı uygulamamalıdır!"

Liberal İsveç gazetesi Expressen gazetesi, "Göstericiler terörist ve komplocu olarak nitelendiriliyor, yabancı medya yalancı olarak gösteriliyor, siyasi hasımlar kitlesel gözaltılara maruz kalıyor.
Türkiye Başbakanı klasik bir despotun el kitabına harfiyen uyuyor"
yorumunu yaptı.

İspanyol El Pais gazetesinin, "Erdoğan baskıdan medet umuyor" başlıklı haberinden:

"Erdoğan tam anlamıyla çatışma yolunu seçti.
Sertlik yanlısı dil kullanması ve yandaşlarını seferber etmesi, verilen gözdağının tavan yapması anlamına geliyor.
Hükümetin hassas bir biçimde tepki vermesi gerekirken, baş gösteren bu bunalım öylesine bir kutuplaşmaya ve şiddete dönüştü ki bu, jeostratejik açıdan çok önemli olan bu ülke için hayra alamet değil!
Erdoğan kibri nedeniyle Türkiye'de dindar bir kesimin yanı sıra laik bir orta sınıfın olduğunu görmüyor."

Avusturya gazetesi Der Standard'ın yorumu ilginç:

"Hükümete göre olayların arkasında Türkiye'yi kıskanan dış ülkeler, riyakâr Avrupalılar, yalan yayın yapan Batılı medya, borsa, teröristler, hükümete karşı çalışma yapan vefasız Türk işverenler var.
Ankara, Başbakan'ın görüşlerini paylaşan Türk seçmenin yaklaşık yüzde 50 oranında olduğunu ümit ediyor.
'Halkın geri kalanına da gerçekler öğretilir' diye düşünüyor.
Ancak evde yapılan bu hesap çarşıya uymayacak gibi görünüyor."

Sağ liberal İspanyol gazetesi El Mundo ayrıca şu değerlendirmelere yer verdi:

"İstanbul'daki gösterilerin şiddet yoluyla bastırılması ertesinde mevcut huzursuzlukların tüm ülkeye yayılma tehlikesi bulunuyor.
Erdoğan, toplumsal bunalım üzerindeki kontrolünü kaybetti.
Feci bunalım yönetimi ise ülkede büyük bir yarılmaya yol açtı."

***

Alman Deutsche Velle'nin haberine göre, Türk hükümetinin Gezi Parkı gösterilerinde sert tutumu nedeniyle Türkiye'nin AB'ye üyeliğini isteyen Almanların sayısı azaldı.
Alman Forsa Araştırma Enstitüsü'nün araştırmasına göre Almanların yüzde 66'sı Türkiye'nin AB'ye alınmasına karşı.
Almanların artık sadece yüzde 29'unun Türkiye'nin üyeliğine sıcak baktığını gösteriyor.
Oysa Türkiye'nin AB'ye girmesini isteyen Almanların oranı 2005'te yüzde 43 ve 2007'de yüzde 39 idi…"

Almanya Başbakanı Angela Merkel'in "Türkiye'deki şiddetin kendisini şoke ettiğini söyleyip polisin göstericilere karşı sertliği kınamasının" ardından "21.yüzyılın Türkiyesi'nde eleştirisi olanların ve farklı bir toplum düşüncesinde olanların da yeri olduğunu görmek isterdim" demiş, AB yolunun tıkanmasından söz etmişti.

Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu Başkanı Hannes Svoboda, Erdoğan'ı "Halkın sesini görmezlikten gelmek, hükümet başı olarak görevini yerine getirmeme demektir.
Erdoğan devlet adamı gibi hareket etmeli"
sözleriyle eleştirdi…

Eleştirilere tepki AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik'ten "Masadan kalkan biz olmayacağız.
Sürecin sonunda bizi almak istemezlerse, kendileri bilir…"
sözleriyle geldi.

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, "Hiç önemsemiyorum.
Ciddiye bile almıyorum.
Çünkü Merkel'in Türkiye'ye karşı tavrı başından beri bellidir.
Gerek kendisi, gerek Hıristiyan Birliği Partisi, AB'nin bir Hıristiyan Birliği olduğu konusunda bunlar mürttefiktir.
Kendileri kaybederler!"

dedi.

Unvanı "AB Bakanı" olan Başmüzakereci Egemen Bağış'ın görevini inkâr edercesine "Türkiye'nin AB'ye değil, AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı var…

Gerekirse o ülkelere 'Bak oğlum git!' demesini çok iyi biliriz…" demesine katıla katıla gülmekten kendimi alamadım.

Gezi Parkı olayları yeni Nasrettin Hoca'lar yarattı.
Türk mizahının ne denli güçlü olduğu bir kez daha kanıtlandı.
İnternette Avrupalılara karşı bizim sözde devlet adamlarımızın tepkileri şöyle yankılandı:

" 'Avrupa Parlamentosunu tanımam, 3-5 çapulcuyu tanımam, sanatçıyı-gazeteciyi tanımam…' Rahmetli dedem de son dönemlerinde kimseyi tanımazdı!"

Cumhuriyet

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Arslan Bulut: AİHM, Tayyip Bey'e biber gazı sıkacak!

21 Haziran 2013

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Kanlıca'daki Barobahçe'de bir grup gazeteciye, Taksim Gezi Parkı direnişi ile başlayan olaylar sırasında, devletin emniyet güçlerinin hukuka aykırı şekilde nasıl kullanıldığını örnekleriyle anlattı.

* Kocasakal'a göre, "gözaltı" yanlış uygulanıyor.
Cumhuriyet savcılarının, herhangi bir kişinin gözaltına alınması için talimat vermek gibi bir yetkisi yok.
Gözaltı, yakalamaya bağlı olarak onun ardından gelen bir uygulama…

Yakalama kararını ise hakim verebiliyor.
Fakat polisin yaptığı yakalamaya gözaltı deniliyor!
Bu yöntemle 882 kişi yakalandı veya gözaltına alındı.

* Yakalanan veya gözaltına alınanlara üç ayrı yasaya göre suç isnadında bulunuluyor.
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na aykırılık ve polise mukavemet, Terörle Mücadele Yasası ve organize suç örgütü kurmak.

***

* Oysa, ifade özgürlüğü, bütün hakların anası kabul ediliyor, protesto da bu hakkın türevi..
Savcılar ise, baret ve gözlük kullanmayı silah olarak görüp cebir ve şiddet unsuru olarak değerlendirmek eğiliminde.
Bu iddiayla yapılan tutuklama taleplerinin tamamı reddedildi.
Buna karşılık, Başbakan, "yargı, üzerine düşeni yapmalı" diyerek, Anayasa'nın "hiç kimse, yargıya emir veya talimat veremez, tavsiyede bulunamaz" maddesini çiğnedi.
Hüseyin Çelik de serbest bırakma kararlarının yeniden değerlendirileceğini söyleyebildi.
Egemen Bağış ise eylemlere katılanların terör suçundan yargılanacağını söyleyerek, kendisini yargının yerine koydu..

* Yine Başbakan, "Biber gazı kullanmak polisin en tabii hakkı.
Avrupa'da da aynı uygulama var"
diyor.
Bu doğru değil.
Bir defa biber gazı kullanılacaksa, buna amirlerin karar vermesi gerekiyor.
Uygulamada ise polis, insanların gözüne yakın mesafeden biber gazı sıkıyor..
Gazı, gaz olarak değil, mermi olarak kullanıyor..
Gazın üzerinde, "120 metre mesafeden ve 45 derecelik açıyla kullanılmalıdır" deniliyor.
Yine, sadece polise direnen kişiler üzerinde böyle bir yetki söz konusu.
Yoksa bir meydanı biber gazına boğmak ve başkalarına da zarar vermek gibi bir yetkileri yok.

* Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 10 Nisan 2012 tarihli kararında, 28-29 Haziran 2004'te yapılan NATO zirvesi sırasında, yüzüne biber gazı sıkılan Ali Güneş'in başvurusunu karara bağladı ve Türkiye'yi 10 bin euro tazminata mahkum etti.
Kararda, "Başvuranın yüzüne göz yaşartıcı sıkıldığından ve başvuranın iddiası değerlendirilmediğinden dolayı" denildi.
Son olaylarda ise insanlara haşere veya böcek muamelesi yapıldı..

Kocasakal, bu tür mahkumiyetlerin artacağını söyledi.

Anlaşılıyor ki AİHM, bundan sonraki kararlarıyla, biber gazını Tayyip Erdoğan'ın yüzüne sıkacak!

***

Kocasakal devam ediyor:

* Bizim önümüzdeki süreçte kaygılarımız var.
Bu direnişlerle ilgili soruşturmalar, hukuka aykırı yöntemlerle, cadı avına dönüştürülmek isteniyor.
Oysa hukukun eğilip bükülmesi atom bombasından bile tehlikelidir.
Reyhanlı olayında CMK 134, yani avukatın dosyayı incelemesinin sınırlandırılabilmesi maddesi gerekçe gösterilerek basına yasak getirilmiştir.
Bu, Türkiye'nin sadece hukuk devleti olmaktan değil, kanun devleti olmaktan da çıkarıldığının göstergelerinden biridir.
Yine sosyal medyayı da baskı altına almak yönünde açıklamalar var.
Yakalananların bazılarına, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili sorular soruluyor…

İnsanların iktidarın gitmesini istemesi hükümeti yıkmaya teşebbüs değildir.
Terör suçunun oluşabilmesi için de cebir, şiddet, baskı, korkutma ve yıldırma gibi yöntemler kullanılmalı, örgütün cumhuriyetin temel niteliklerini ortadan kaldırmak gibi yasada belirtilen bir hedefi olmalı ve suç işleyen kişiler de örgüte mensup olmalı..
Örgütlü suçun oluşması için de suçta devamlılık olmalı.

Yeniçağ

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Altemur Kılıç: Asıl çapulcu

21 Haziran 2013

"Eylemciyiz vay vay

Çapulcuyuz hay hay"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kendisini tenkit edenlere çapulcular demiş.
Ama bu sözlerini kendisine şiddet ve hiddetle iade ederim.
Boğaziçi Üniversitesi Caz Korosu da Gezi Parkı olaylarından sonra Başbakan Erdoğan'ın 'çapulcu' söylemini mizahi bir dille eleştirdi.
Tüm gençler ve yüreği genç olanlar tarafından beğenildi.
Eee ne de olsa benim eski okulumun çocukları…

***

Erdoğan, iktidara geleli beri Türk milletinin devletinin ve Cumhuriyeti'nin bütün değerlerini acımasızca yağma etmiştir.
Düşmanlar bile Türkiye'ye onun verdiği zararı veremezlerdi.
Erdoğan yıllardan beri önce Suriye'yi arz ederek Türkiye'de Alevi-Sünni mezhep mücadelelerini kışkırttı.
Ve hâlâ da bu yolda devam ediyor.
Hatta Müslüman-Hıristiyan çatışmasını da körüklemek istiyor.
Bir Başbakanın ülkeyi birleştirici ve toparlayıcı olması lazım.
Halbuki onun döneminde Türkiye'de bütün değerler, ilkeler alt üst oldu ve olmakta da devam ediyor.
Eğer böyle devam ederse Türkiye'nin iç savaşa, bir kardeş savaşına sürüklenmesi çok muhtemel.
Yani ateşle çok oynuyor.
Taksim'deki eylemler sadece oradaki ağaçların kesilmesine karşı infial değil.
Asıl bu olay Başbakan'ın nasıl bir yolda olduğunu gösteriyor.
Çünkü Topçu Kışlası'nı tekrar alış-veriş merkezi olarak diriltmek amacının arkasında asıl bir sembolizm var.
O kışla geçmişte yobazların karargahı olmuştu.
Şimdi bunu tersine çevirmek o kışlayı kendi amacının kışlası yapmak istiyor.
Ne var ki Türk milleti hiç de aptal değil.
Ve Taksim Gezi Parkı'ndaki olaylar bunun ispatı.
Türk milleti uyandı ve çıldırmakta.
Sevgili Turgut Özakman'ın kulakları çınlasın.
Bu süreç daha ne kadar devam eder bilemem ama benim kanımca sonunda Erdoğan'ın iktidarını daha çok sarsar görünüyor.
Zira şu sırada Türk'ün, Türkiye'nin her yöresinde süregelen olaylar bitmiyor ve Erdoğan tarafından ne söylenirse söylensin yatışmıyor.
Cin şişeden çıktı bir kere.

***

Bu Gezi eylemleri bir anlamda da bazılarının küçümsediği; bir işe yaramaz, cep telefonu ve bilgisayarda oyun oynamaktan başka bir şey yapmazlar; dünyada olup bitenlerden bihaber diye nitelendirdiği Türk gençliğinin ne olduğunu o beyinlere temel çivisiyle çaktı…

Hepsi birer cevher.
Bir duruş sergiliyorlar, tam bravo bundan daha iyisi olamaz demeye kalmıyor peşinden bir başkası tam 12'den vuran bir eylem ortaya koyuyor.
Bunların hepsi o küçümsediğiniz Türk gencinin zekasından fışkırıyor.
Hele son "duran adam" fenomenleri var ki dalga dalga bütün yurda yayıldı.
Ve hatta ülke sınırlarını aştı.
En son duyduğum, Amerika, İngiltere ve Almanya'da da durmaya başladılar…(Bana Galatasaray'ın meşhur simgesi "Karıncaezmez Şevki"yi hatırlattı.
O da Galatasaray'ın maçlarında kımıldamadan dururdu.) İzmir'in duran adamı da yöreye özgü "duran efe" olarak tezahür etti.

***

Yüzüne doğru sıkılan biber gazına aldırmadan yürüyen Türk kadını, TOMA'dan püskürtülen tazyikli suya korkusuzca göğsünü siper eden Türk kadını…

Kadın erkek, genç yaşlı demeden hepinizin gözlerinden öpüyorum.
Ne mutlu onlara ki Mustafa Kemal'in askerleri olduklarını ispat ettiler…

Yeniçağ

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Cüneyt Arcayürek: Kim Sorumlu?

21 Haziran 2013

Meclis'te Gezi Parkı eylemlerine yol açan nedenleri ve polisin aşırı orantısız şiddetini araştırmaya yanaşmıyor.

Ana muhalefetin bu konudaki önergesini reddederken AKP Grubu adına hazırlanacak bir önerge ile Gezi Parkı olaylarını araştıracaklarını açıklatıyor.

Tabii iktidar partisinin önergesi, Beyefendi'nin, peşine takılmış, her dediğine itirazsız şapka çıkaran kadrosunu; bakanlarını, valilerini, emniyet müdürlerini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterecek…

Ya kim suçlu?
Marjinal grupları gizli örgütler ve tabii ana muhalefet!.

***

Sözüm ona şiddet kullananları saptamak için soruşturma açtırdı.

Müfettiş raporlarına göre, parktaki çadırları yaktı yıktı diye kimi polisleri açığa almışlar.

Şimdi açığa alınan polisler; "Biz Başbakanımızın parktaki çadırları yok edin emrini TV'lerde izledik, gazetelerde okuduk ve bu emri yerine getirdik" diye savunurlarsa kendilerini, haksız, dayanaksız bir savunma mı yapmış olacaklar?

Kesinlikle hayır!
Parkta devlete, hükümete isyan hareketi başladığına karar veren; İçişleri Bakanı'na, Gezi Parkı'nı "24 saat içinde temizleyin" diye emreden Başbakan değil mi?

İsyansa isyanı kışkırtan kim?
Gezi Parkı direnişi başladıktan sonraki günlerde durmadan, çatlasanız da patlasanız da Topçu Kışlası yapılacak diye bas bas bağıran, ta Kuzey Afrika'dan giderek genişleyen eylemleri küçümseyerek "kararım karardır" diye TV'lerden haykıran RTE'ydi ve bu inatçı davranışı, anlamını anlayamadığı, diktacı kafasının algılayamadığı demokratik eylemlerin bütün ülkeye yayılmasına neden oldu.

Ateş bacayı değil evi de sarar niteliğe dönüşünce bu kez eylemleri, Başbakan'ı devirmeye yönelen isyan diye tanımlayarak halk hareketini suçlamaya başlayan da RTE'nin ta kendisiydi!

***

Birkaç polisi suçlu, göstererek asıl suçluları, tabii öncelikle kendisini korumaya çalışıyor.

Oysa asıl suçlu, sorumlu gün gibi aşikâr, ortada…

Birkaç polisi suçlu sorumlu bulan idari davranışlar göz boyamaktan başka bir şey değil.

Parka saldırının birinci derecede sorumlusu Başbakan RTE……

emirlerini karşı çıkmaya değil tartışmaya bile cesaret edemeyen; İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü, polis erlerine tepeden gelen buyrukla yok edin emrini uygulatan daire müdürleri…

***

20 gün süren aşırı, orantısız şiddetin arkasında bıraktığı eserlere bakınız.

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, ABD…

Son güne kadar protestoya dönüşen eylemlerde orantısız şiddet kullanıldığını, şiddeti derhal durdurmasını içeren sert açıklamalarla karşı çıktılar.

Bu arada önce Almanya Başbakanı Merkel'in, Türkiye'nin AB kriterlerine uymadığı için üyeliğine karşı olduğunu seçim beyannamesine koyduğu haberi çıktı.

Arkasından AB ile müzakerelerde yeni fasıl açılmasına Almanya'nın, Hollanda'nın ve Avusturya'nın rezerv koyduğu haberi geldi.

Merkel'in açılacak faslın içeriğine dikkat çekerek "Bu faslı müzakereye açmak RTE'ye mükâfat olur" dediğini medya haberlerinden öğrendik.

Türkiye'yi AB'ye tam üye olarak neden almak istemiyorlar?

AKP'nin durmadan söylediği gibi bugünkü nüfusuyla Türkiye'nin AP'de 100 milletvekiliyle temsil edilmesi olasılığı ve gelişen ekonomisiyle AB'yi tehdit edeceği gibi nedenler sıralıyorlar.

Acaba bunlar mıdır tam üyeliğimize karşı durmalarının nedenleri…

Hayır!
Diktacı, laiklik yerine aşırı Müslüman, tek adamlık sevdasındaki RTE'dir asıl neden!

Türkiye'yi değil, RTE'li Türkiye'yi AB'ye üye yapmak istemiyorlar!

***

Medyamızın yorumsuz yayımladığı Brezilya kaynaklı bir haber var.

Brezilya Cumhurbaşkanı Bayan Dilma Rousseff, kent sokaklarında yüz binlerce kişinin yapmakta olduğu eylemi, "Bence gösteriler yasaldır ve de demokrasinin bir parçasıdır.
Prostesto etmek gençlerin hakkıdır"
diye yorumluyor.

Üstelik Brezilya'daki eylemler; rejimsel bir kaygıdan kaynaklanmıyor.
Dünya Olimpiyatları'na aşırı harcama, öğrenci pasolarına zam!

Henüz -tabii korkudan- yazılamadı ama şöyle bir kıyaslama kulaklara fısıldanıyor:

TC Başbakanı RTE bir erkek, ama…

Bir kadın olan Brezilya Cumhurbaşkanı Rousseff kadar demokrat olamadı...

Cumhuriyet

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Mustafa Mutlu: Ne-re-de-ler?

21 Haziran 2013

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Gezi Parkı direnişi sırasında yaşanan hukuk ihlallerini anlatmak için dün bir basın toplantısı yaptı.

Gezi Parkı sonrasında başlayan döneme dair üç temel endişelerinin olduğunu söyledi:

Bir: Tam anlamıyla bir cadı avı başlatılmıştır ve bu çok tehlikelidir.

İki: Bu süreç, Ergenekon, Odatv, Balyoz gibi toplu davalara dönüştürülmeye çalışılıyor.

Üç: Sosyal medyaya inanılmaz bir baskı yapılıyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanıyor.

İstanbul'da dokuz…

Ümit Kocasakal, Gezi Parkı eylemleri sırasında oluşturdukları hizmet hattına 18 günde tam 16 bin 791 adet ihbar geldiğini belirterek, günlerdir fısıltı gazetesinde dillendirilen "kayıplar" konusuna da bir açıklık getirdi:

"Sadece bize İstanbul'da 146 kişi için kayıp bildirimi geldi.

Bunların 39'u kadın, 105'i erkekti.
Diğer iki kişinin cinsiyetini belirleyemedik.
Bu 146 kişiden 137'si, hastanelerde ya da emniyette bulundu.
Diğer 9'u ise kesin kayıp."

Diğer illerle otuz!

Kocasakal'ın verdiği bu bilgiden sonra eylemlerin yoğunlaştığı diğer illerde kayıp olup olmadığını merak ettim.

Net bir sayı vermem mümkün değil ama benzer durum başta Ankara, İzmir, Adana ve Eskişehir olmak üzere diğer illerimiz için de geçerli…

Edinebildiğim bilgilere göre, kayıpların sayısı Türkiye genelinde 30'u buluyor!

Haklarındaki tek bilgi, Gezi Parkı Direnişi'ne katıldıkları ve sonrasında sırra kadem bastıkları!

Neredeler?

Polisin aşırı şiddetine tanık olan ve bizzat yaşayan bir vatandaş olarak ben de herkes gibi o vatandaşlarımızın akıbetini merak ediyorum.

Bu nedenle Başbakan'a, İçişleri Bakanı'na, adı geçen illerin valilerine ve emniyet müdürlerine soruyorum:

Nerede bunca insan?

Yer yarıldı da içine mi girdiler?

Neden bulunamıyorlar?

Bilmediğimiz bir yerlerde can mı çekişiyorlar?

Bilmediğimiz karanlık güçlere esir mi düştüler?

Yoksa öldüler de "Olaylar daha büyümesin" denilerek, kimsesizler mezarlıklarına mı gömüldüler?

Polisin namus borcu!

Eğer devlet, hâlâ devlet olduğunu iddia ediyorsa…

Eğer Başbakan her şeye rağmen, "Ben 75 milyonun Başbakanıyım" iddiasındaysa…

Eğer bu ülkede hâlâ haktan, hukuktan söz edebilmemiz ve bu kavramlara güvenmemiz bekleniyorsa…

Dokuz'u İstanbul'da olmak üzere ülke genelindeki olaylar sırasında "kaybolan" otuz vatandaşımızın başına gelenler tek tek aydınlatılmak zorunda…

Bugünden tezi yok; ülkedeki tüm emniyet güçleri kayıp vatandaşların kesin tespitini yapmaya ve hepsini tek tek bulmaya odaklanmalı…

Bu; sadece devlet olmanın gereği değil; aynı zamanda son olaylar nedeniyle halkın güvenini ciddi şekilde kaybeden polis teşkilatının, bu ülkenin insanlarına olan "namus borcu!"

Yüzde 50!

Ümit Kocasakal dünkü basın toplantısında, Başbakan'ın sık sık gündeme getirdiği "Yüzde 50" konusuna da değindi:

"Başbakan sıkça 'milli irade' kavramını kullanıyor.
Bu kavram Rousseau'ya ait…

'Yüzde 51 ne diyorsa milli irade odur.
Yani yüzde 49'un hakkı yoktur.
' Bu yüzden milli irade kavramını en çok kullanan iki kişi Hitler ve Mussolini'dir.
Milli iradenin yerini günümüzde milli egemenlik kavramı almıştır.
Bu çağda hâlâ milli iradeden söz etmek son derece tehlikelidir.
Sana oy veren yüzde 50 milli iradeyse; vermeyen yüzde 50 ne?"

Bana göre Kocasakal'ın bu son sorusu gereksiz…

Çünkü Başbakan o sorunun yanıtını açıkça verdi:

"Marjinal ve çapulcu…"

Daha ne desin?

GÜNÜN SORUSU

Soru, CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka'dan Başbakan'a:

"Gezi olayları nedeniyle vatandaşlar Twitter aracılığıyla suç işlemekten gözaltına alınırken; aynı suçu yıllardır işleyen ve insanları tehdit edip kişisel bilgilerini açıklayan Melih Gökçek için de soruşturma başlatıldı mı?"

İktidar üyelerinin suçları!

Ümit Kocasakal, dünkü toplantıda hükümet üyelerinin Gezi Parkı eylemleri sırasında ciddi suçlar işlediklerini de iddia etti.

Kocasakal'ın şu sözleri hayli ilginç:

"Savcılar, bareti ve deniz gözlüğünü silah olarak nitelendirip bunları taşıyanların tutuklanmalarını istediler.
Mahkemeler bu talepleri reddetti.
İşte bundan sonra Başbakan çıktı, 'Yargıdan üzerine düşeni yapmasını bekliyorum' dedi.

Bu söylem TCK'ya göre yargıyı etkileme suçudur.
Bu söz, 'Bu kişileri tutuklayın' demektir.

Hüseyin Çelik tahliyelerden sonra, 'Bu tahliyeler yeniden değerlendirilir' dedi.

Egemen Bağış, 'Taksim'e girenlerin terörist sayılacağını' söyledi.

Bunların hepsi yargıyı etkileme suçudur.
Görüyoruz ki yargı bu açıklamalardan vazife çıkarıp harekete geçiyor."

Sorum size:

Size göre; Ümit Kocasakal'ın sözlerini suç duyurusu kabul edip, Başbakan ve bakanlar hakkında dava açabilecek tek bir babayiğit savcı çıkacak mı?

VATAN

-        --        --        --        ^^^^^ - vvvvv

Türker Ertürk: KRİKET SOPASI

20 Haziran 2013

Erdoğan ve AKP iktidarına karşı tepkili olan demokratik halk hareketi hem yayılıyor hem de daha pasifist ve barışçıl eylemlerle tüm dünyayı kendisine hayran bırakıyor.

Bu eylemler Türklerin yoğun olarak yaşadığı yer kürenin her yerinde de yayılmaya devam ediyor.
Bugün Londra'da eylem var.
İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği ( ADD ) " Değerli Yurtseverler Türkiye'de AKP diktatörlüğüne karşı direnen milletimize destek amacıyla 21 Haziran Cuma günü Londra'da İngiliz Parlamentosu önünde toplu bir şekilde duran adam oluyoruz.
Eylem saat 6'da başlayacak ve gün batımında bitecektir
"
duyurusu yapmış.

Sevgili okurlar önünde " Duran adam " eyleminin yapılacağı İngiliz Parlamentosu geçmişi, tarihi ve özellikleri ile bizimki de dahil olmak üzere diğer parlamentolardan epeyce farklıdır.

Dünyada demokratik sisteme sahip devletlerin hemen hepsinde anayasanın üstünlüğü ilkesi geçerlidir.
Örneğin ABD, Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde parlamentolar anayasalarının çizdiği sınırlar içinde ve kurucu ideolojilerinin çerçevelerine göre yasama yetkisini kullanırlar.
Ülkemizin parlamentosu olan TBMM'de bu sınıflandırmaya dahildir.

Yani bunun anlamı şudur; Meclisimiz kurucu ideolojimizi, tekil yapımızı, Türk kimliğini, hukukun üstünlüğü ilkesini, egemenliğin kaynağını değiştiremez ve toplumsal yaşamı dini referans yaparak düzenleyemez.
Bunlar Anayasamızın değiştirilemez maddelerinde özetlenmiş olup bunları değiştirmeye çalışmak çatışmadır, savaştır, kandır ve gözyaşıdır.

Aynı şey ABD ve Fransa içinde geçerlidir.

Kadını erkek, erkeği kadın yapmak

İngiltere'de ise bu sistemin tam karşıtı vardır.
İngiliz Parlamentosu hukuken sınırsız yasama yetkisine sahiptir.

Bugün önünde eylem yapılacak Parlamentonun maddeten imkan dahilinde olan her şeyi yapabileceğine inanılır.
Hatta bunu daha iyi anlatabilmek için " İngiliz Parlamentosu kadını erkek, erkeği kadın yapmak müstesna her şeyi yapabileceği " söylenir.

İngiliz Parlamentosu'nun yetkisi hukuki olarak sınırsız gözükmesine rağmen ve üzerinde onu bağlayacak bir anayasa olmamasına rağmen fiili olarak durum böyle değildir.
Onu sınırlandıran görünmez kurallar vardır.
Halkın duygularını, ülkenin tarihini, geçmişini ve geleneklerini dikkate almak zorundadır.

Biliyorsunuz İngiltere'de trafik bize ve tüm Avrupa'ya göre terstir ve soldandır.
Örneğin Parlamentoları bu tersliğe ve Avrupa ile uyumsuzluğa son vermek maksadı ile trafik düzenini değiştirip sağa alabilir.
Bunu yapmaya hakkı vardır.
Ama yapamaz!
Daha açık olarak ifade etmek gerekirse İngiltere'de iktidar sahipleri son 11 yılda AKP'nin ülkemizde yaptıklarının yüzde birini yapsalar halk onları Londra'nın içinden geçen Thames nehri boyunca kriket sopası ile kovalar.

Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde sandıktan çıkarak iktidara gelenler ülkelerini keyfince yönetmek ve her istediklerini yapmak hakkına sahip değildir.
Demokrasi sandık demek değildir.
Demokrasinin olmaz ise olmazlarının başında basın özgürlüğü ve düşüncelerin özgürce açıklanabilmesi gelir.
Bu anlamda ülkemiz AKP iktidarında çok gerilere gitmiş ve sınıfta kalmıştır.
İkide bir referandum diyor ne kadar demokrat olduğunu anlatmak için.
Bu yaklaşım bile diktatör olduğunu ve Hitler'e özendiğini gösterir.
O da başı sıkışınca referandum yapardı.

Geçende Arınç " Duran adam " eylemleri ile ilgili açıklama yaparken aklınca dalga geçmeye çalışıyor.
Bu eylemlerin nedeni sizsiniz!
Erdoğan ve AKP iktidarının ülkemize, değerlerine, özgürlüklerimize, yaşam tarzlarımıza, kahramanlarımıza olan düşmanlığınız ve emperyalist işbirlikçiliğinizdir.
Sorun sizsiniz!
Siz gitmeden bu ülkeye ne yazık ki huzur gelmeyecek.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Hüseyin Çelik açıklama yapıyor, sosyal medyada etik değerlerden bahsediyor ve tehditler savuruyor.
Ayrıca sosyal medya aracılığı ile " İnsanların isyana teşvik edildiğini, öfkenin kabarmasına yol açıldığını, kin ve nefret duygularının körüklendiğini " söylüyor.

Erdoğan'ın sicili bozuk!

İnsanda biraz utanma duygusu olması lazım.
Etik değerlerden bahsedebilmek için etik değerlerin ne olduğu bilmek ve bunları içselleştirmek lazım.
Ayrıca kin ve nefret duygularını körüklemek suçunun işlendiğinden bahsetmeden önce lütfen çevresine ve biat ettiğine baksın bir kere!

Başbakan Erdoğan halkı sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge farklılığını göstererek kin ve düşmanlığı açıkça tahrik etmek suçunda dolayı hüküm giymiş, hapis yatmış olup sabıkalıdır.
Sayın Erdoğan'ın bu konuda sicili bozuktur.
Temiz kağıdı vermezler!

Ayrıca cezasını çekmiş bunlar geride kalmıştır diyebilir miyiz?
Kesinlikle hayır.
Bu olaylar başladığından beri açıklamalarına, söylemlerine bakın notu verin.
"Eylemciler Cami'ye girdiler ve içki içtiler " açıklamasını nasıl izah edeceğiz.
Yalan olduğunu bile bile söyledi!
Bu halkı birbiri ile kapıştırma gayreti değil mi?
Normal bir ülkede olsak böyle bir başbakan ya istifa ettirilir ya da görevden alınır.

Eylemlerde dikkati çeken şey taşınan Türk Bayrakları, Atatürk posterleri ile Erdoğan ve AKP'ye yönelik nefret içeren dövizlerdir.
Sanırım bunun anlamı Milli değerlerimizin, özgürlüklerimizin tehdit altında olduğu ve bu tehdidi gerçekleştirenin de Erdoğan ve AKP iktidarı olduğudur.
Bunu anlamaz veya anlamamakta direnirseniz sorunu çözemeyiz.

Sanırım İngilizlerin kriket sopası ile yapacağını biz kızılcık sopası ile yapmalıyız.

Saygılar sunarım.

İLK KURŞUN

a45UyF587661-201306211047-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Bir seyi ezberlemek bilmek sayilmaz.

MONTAIGNE
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder