21 Haziran 2013 Cuma

15-Prof.Dr.M.Kerem Doksat: DİNİ İMANI PARA OLAN HOMO ECONOMICUS’LARA İTHAF OLUNUR

Prof.Dr.M.Kerem Doksat: DİNİ İMANI PARA OLAN HOMO ECONOMICUS'LARA İTHAF OLUNUR

20 Haziran 2013

Bu kavramdan bahsederken Faur'un (Faur, J.Homo Mysticus: A Guide to Maimonides's Guide for the Perplexed.
Syracuse, NY, Syracuse University Press: 1999)
Yahudi mistisizminin anlatıldığı kitabındaki anlamı kullanmıyorum.
"Mistik nüvesi evrimsel olarak olan adam" anlamında ele alacağım.

Homo religiosus (dindar adam) evrimsel-kültürel süreç açısından iki şekilde ele alınabilir:

1) Platon, Euthyphron adlı diyaloğunda, günümüzde "Euthyphron İkilemi" diye bilinen şeyi ortaya koyar; Euthyphron adlı genç bir adama şu soruyu sorar: "Benim ilk olarak anlamak istediğim nokta şudur; tanrıların sofu veya kutsal olanı sevmelerinin sebebi onun kutsal olması mıdır, yoksa tanrılar tarafından sevildiği için mi kutsaldır"?

O zamandan bu yana çoğu filozof ve teolog için olduğu gibi, Platon için de temel varsayım, ahlâk ilkelerinin mutlak, ebedi ve anlamlı sayılabilmeleri için bir Tanrı yahut tanrılarla bağlantılı olmaları gerektiğidir.

İnsanlar tabiatları gereği, hem fiziksel hem de toplumsal bir ortamda tekâmül etmiş, model arayan, öykü anlatan hayvanlardır.
İşbirliği, insanoğlunun evriminde belki de rekabet kadar güçlü bir itici güç olmuştur.
İletişim de işbirliği için vazgeçilmez bir araç olduğundan, Paleolitik Çağ'da (Yontma Taş Devri veya bilimsel adıyla Paleolitik Çağ olarak tanımlanan Eski Taş Çağı günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.
000 yıl önce son bulmuştur; bu tarihlerin dünya geneli içinde geçerli olduğunu ve yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir.
İnsanlık tarihinin %99′u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan bu çağ, aynı zamanda ilk insan atalarının ortaya çıkışı ve ilk âletlerin üretimi yoluyla insanlaşma sürecine girişi temsil etmesiyle de söz konusu tarihin gelişimi içinde çok önemli bir yer tutar) yaşayan avcı-toplayıcıların, tıpkı günümüzdeki muadilleri gibi, hem fiziksel hem de toplumsal ortamlarda sağlıklı kalma sorunlarını çözmek için lisana başvurmuş olmaları mantıklıdır.

Günümüzdeki çoğu avcı-toplayıcı takımı ve kabilesinin nüfusu 50 ilâ 400 kişi arasında değişir; ortalama aralık 100 ilâ 200 kişidir.
Görünüşe bakılırsa, Paleolitik Çağ'da yaşayan bir çiftin, avcı-toplayıcı halkların doğum oranıyla dört nesil içerisinde ürettiği kendi soyundan insanların (çocuklar, torunlar, torunların çocukları) sayısı yaklaşık olarak 150'dir.
Diğer bir ifadeyle, yakın ve geniş ailelerinde tanıdıkları insan sayısıdır bu; Yakındoğu'da elde edilen ve tarım topluluklarının tipik nüfusunun 150 civarında olduğunu gösteren arkeolojik deliller de bunu doğrulamaktadır.

Gruplar büyüdüklerinde daha küçük gruplara ayrılırlar.

Neden?

Cevap, ahlaki disiplin ve davranış kontrolüdür.
Büyük bölümü kalabalık kentlere yığılmış olarak, altı milyardan fazla insanın yaşadığı günümüz dünyasında bile insanlar küçük gruplara bölünürler.

İkinci Dünya Savaşı sırasında en uygun grup büyüklüğü konusunda ordu tarafından yapılan araştırmalardan varılan sonuçlara göre, İngiliz Ordusu'nda ortalama büyüklükte bir bölüğün 130 kişiden, ABD ordusunda ise 223 kişiden oluştuğunu göstermiştir.
Ortalama 150 sayısı çoğu küçük işletmenin, büyük şirketlerdeki bölümlerin ve verimli bir şekilde işletilen fabrikaların nüfus büyüklüğüne de uymaktadır.
Herhangi bir kişinin adres defterindeki ortalama insan sayısı da 150 civarındadır.
150 sayısı, görünüşe bakılırsa, gerçek bir sosyal ilişki kurabileceğimiz, kim olduklarını ve bizimle nasıl bir bağlantıları olduğunu bildiğimiz bireylerin azami sayısını temsil etmektedir.

Biyolojik açıdan da, 180 ilâ 200 kişilik kalabalığa ulaşan ilk atalarımızda alfa-dominantların grubu bir arada tutmaya kortikal yapıları kifayet etmiyordu.
İşte bu kritik noktadan itibaren (bazen de daha önce) farklı düşünceleri, idrakleri ve karizmasıyla yeni bir lider ortaya çıkıyor ve grubu bölüp kendi inananlarını toplayıp gidiyordu.
Dinler tarihi bu hikâyelerle doludur.
Bu sayede genetik ve memetik kirlenme engelleniyor, hem de yeni klanlarla irtibat kurularak genetik ve memetik çeşitlenme gerçekleşiyordu; arıların oğul vermesiyle bunun hiçbir farkı yoktur.

Dinler de aynen böyle doğmuştur.

Bu karizmatik liderlerin bir kısmı mutlaka ki çağdaş psikiyatri kriterlerine göre deli, yâni psikotiktiler (şizofreni, hezeyanlı bozukluk, şizotipalite vs.).

Ama bunu hepsine teşmil edebilir miyiz?

Hayır.

Hâttâ büyük dinlerin memetik teşekkülüne yol açan büyük mistiklerin hiçbiri "ben din kuruyorum" diye ortaya çıkmamıştır, inanları onların öğretilerini dinleştirmişlerdir; şarlatanlar veya akıl hastaları genellikle aksini yaparlar ve rant peşinde koşarlar.
Meselâ hiçbir zaman bir Tanrı'dan bahsetmeyen ve "kendi içindeki Hakikat'i keşfet, tekâmül et, sonsuza kadar da devam et" diyen Buddha'nın peşinden gidenler yüzlerce teist, deist, ateist alt dincikler, tarikatlar kurmuşlardır.
Hayatı boyunca düzgün ve güven verici bir şekilde yaşayan Muhammed de aynen böyle davranmıştır ("put" kelimesi Buddha'dan gelir).

Mistik Adamlar samimi, şizo-paranoid kişilik özellikleri taşıyan, karizmaları ve zekâlarıyla bu özelliklerini birleştirmek suretiyle insanın kültürel evrimine çok hizmette bulunmuş kişilerdir.
Piaget'in de çok isabetle işaret ettiği gibi, bunların klinik-deskriptif psikiyatri açısından psikotik olup olmamalarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Önemli olan işlevsellikleridir.

Din tamamen sosyal ve kul işi bir kurumdur, dindar da kurumun bir parçası.
Bu kadar basit!

2) Homo religiosus (mistik adam) ibadeti bir şekil ve ihmâl edilirse ceza göreceği günah olarak telâkki ederken, Homo mysticus bunu vasıta olarak telâkki eder, sevgiyle sarılır, hatta bütün ritüelleri terk edip sıradan biri gibi yaşarlar ama kendilerini çok aşmışlardır.
Buddha "dereyi geçtikten sonra köprüye ihtiyaç yoktur" derken bunu kasteder.
Bizim kültürümüzde bunun en güzel örnekleri arasında Mevlânâ'nın, Yûnus'un, Hallâc'ın içerisinde yer aldığı Melâmilik yer alır.
Hakiki Melâmilik'te şeyh de, mürşit de, mürit de yoktur; sadece hürmet edilen daha kâmil insan vardır, o kadar.
Aynı ruhu Nasreddin Hoca'nın fıkralarında, Bektaşi mesellerinde de görebilirsiniz.

3) Evrim kavramını her veçhilesiyle ilk defa ortaya koyanlar Homo mysticuslar'dır.
Halen en geçerli evren teorisinin kurucusu da aslında bir Katolik papaz olan Lamaitre'dir.
Demek ki, ilhamları ve sezinlemeleri, sezgileri güçlü olan Homo religiosus bazen bilimin işine dahi yarayabilmektedir.

SEZGİ

Shermer'in (2007) şu mütalâaları dikkate şayandır:

Belli bir hayat tecrübesi veya tarih anlayışı olan herkesin bildiği gibi, dindar insanlar günah yahut suç işleyebilir ve dindar olmayan insanlar da ahlâklı, güvenilir vatandaş ve dost olabilirler (dindar insanların daha ahlâksız olduklarını savunmuyorum, sadece dine inanmayanlardan daha ahlâklı olmadıklarını söylüyorum).
Çocuk tacizcisi rahipleri, dolandırıcı televizyon vaizlerini veya sözüm ona imanla şifa dağıtan üçkâğıtçıları düşünün.
Bir de, dindar olmadığını bildiğiniz, ama her gün iyilik veya cömertlik yapan insanları düşünün.

İnsanlar yaşamayı, özgürlüğü ve mutluluğu Tanrı öyle söylediği için değil, insan oldukları için hak ederler.
Bu hak ve değerler biz var olduğunu söylediğimiz için vardır ve bu kadarı yeterlidir.

Sezgi özellikle diğer insanları tanımakta önemli bir rol oynar.
Bir psikoterapistin size faydalı olup olmayacağının en iyi belirtisi, ilk seansın ilk beş dakikasında gösterdiğiniz ilk tepkidir.
Bunun sebebi, araştırmaların da gösterdiği gibi, psikoterapide hiçbir yöntem veya tarzın ötekilerden daha iyi olmamasıdır.
Terapistin ne tür bir terapist olduğu, yahut kaç diploma aldığı, hangi okula gittiği veya kim tarafından eğitildiği önemli değildir.
En önemlisi, terapistin size ne derece uygun olduğudur ve buna ancak siz karar verebilirsiniz; zekâdan çok sezgiyle verilecek bir karardır bu.
Aynı şekilde, flört konusunda tecrübeli olanlar, ilk kez çıktıkları kişiyi bir daha görmek isteyip istemeyeceklerini birkaç dakika içinde anlarlar.

Bir fotoğrafta görülen iki kişiden hangisinin diğerinin amiri olduğunu, bir kadın erkek çiftinin gerçek bir romantik ilişki içinde mi olduğunu yoksa sahte bir poz mu verdiklerini anlamakta da kadınlar erkeklerden üstündür ve canı sıkkın bir kadının yüzünün gösterildiği iki saniyelik sessiz bir görüntü karşısında, söz konusu kadının birisini mi eleştirdiğini yoksa boşanmasıyla ilgili bir tartışma içinde mi olduğunu daha doğru tahmin edebilirler.
"Mikro-anlık yüz ifadelerini yorumlamakta" çok becerikli olan kişiler, yalan söylendiğini anlamakta da daha başarılıdırlar.

Çoğumuzun yalanları tespit etmekte başarılı olamamamızın sebebi, insanların yaptıklarından ziyade söylediklerine güvenmemizdir (âinesi [aynası] iştir kişinin, lâfa bakılmaz: Türk Atasözü).
Ahlaki bir karar verirken ne yapacağımız konusunda akıl yürütmeyiz; doğrudan karar verir, sonradan bu hızlı kararı akla uydururuz.
Ahlaki sezgilerimiz akılcı olmaktan çok duygusaldır.

Ve hepimiz, etiğe uygun davranışlarımız için ödüllendirileceğimize inanırız.
U.S.News & World Report'un bir araştırmasında, Amerikalılara cennete gitmesi en muhtemel kişinin kim olduğu sorulur: "'u O.J.Simpson'ı, R'si eski Başkan Bill Clinton'ı, `'ı Prenses Diana'yı, e'i Michael Jordan'ı ve y'u da beklenebileceği gibi Râhibe Teresa'yı seçti".
Ama ankete katılanların cennete gitmesini en muhtemel gördükleri kişi, aslında kendileriydi.

İster tek sesli, ister çok sesli, isterse atonal olsun, müzik ve ritim evrenseldir.

Tıpkı armoninin de evrensel olduğu gibi.

İzmir'de denize gömdüğümüz, giderken de bizi topa tutan Yunanların Millî Senfoni Orkestrası ve Korosu'nun içinde düştükleri ekonomik darboğazdan dolayı verdikleri son konseri bir seyredelim…

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=aUmubmoEjHo#at=505

O sarışın güzel kadın gibi gözleriniz dolabiliyor mu?

O asil gözyaşları acaba ne için süsülüyor yanaklarına?

Bu gözyaşları içerisinde "sevgi" olan her şey için süzülüyor:

İnsani, milli, ruhani veya ilahi…

Bir an için bütün kavgaları, savaşları bırakıp İnsan olalım.

Homo economicus'ları bırakıp, politikanın paçalarımızdan akan bulanık sularını unutup, Rahmetli Bülent

Ecevit'in şiirini hatırlayalım:

Takalar geçiyor allı yeşilli

Takalar geçiyor dümenleri lazlı

Takalar geçiyor en nazlı

Yelkenlilerden de güzel

Güvenli sularda işsiz dönenen

Gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi

Takalar geçiyor enginlere

Yamalı göğsünü gere gere

Takalar geçiyor yükle yürekle

Takalar geçiyor emekle dolu

Günlük güneşlik kıyılardan kopmuş

Denizlerde Anadolu

Kıyılar kadın olmuş

Açılır gider erkeği

Takalar takalar

Toprağın denizde çarpan yüreği

Şu aralar Kazdağı'nda tatilde olan aziz dostum Doğan Canku'ya sonsuz sevgilerimle…

Döndüğünde gene bir kadeh tokuşturalım, gitar tıngırdatalım.

Sen tipik bir Homo Mysticus'sun.

Her şeyde ölçülüsündür ama gitarını aldın mı eline…

Uçarsın, uçurursun.

İLK KURŞUN

a45UyF587661-201306211047-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Basit yasayacaksin basit,
Mesela,susayinca,su icecek kadar basit.
Dort cikacak, ikiyle ikiyi carptiginda.
Tek dugmesi olacak elindeki cihazin,
Tek bir dugme, tek bir cumle gibi.
Sevince, lafi dolandirmadan soyleyeceksin,
Seni seviyorum gibi..
Basit bir opucuk yetecek sana,
Basit, sicak bir opucuk ve o opucukle dolacak tum gunlerin.
O opucuk icin yapacaksin,hayatinin kavgasini,
O opucuk icin yiyeceksin hayatinin dayagini.
Kabak cekirdegi verecek sana,rakamlarin veremedigi mutlulugu.
El yazisiyla yazilmis, egri bugru bir mektup olacak.
En degerli kagidin, hep yaninda tasidigin,atmaya kiyamadigin.
Iki harekette giyiniverecek,iki harekette soyunuvereceksin.
Kisacik olacak,uyanman ve sokaga cikman arasindaki sure...
Kisacik olacak sicacik kollara dolanman,
Kendin bile, anlayabileceksin yazdiklarini,
Bakislarin bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak,
Kaf daginin, onunde bekleyecek mutluluklar,
Bir islikta bulabileceksin,en uzun dostluk romanini,
Ya da, bir damla gozyasi yasatacak sana,hayatinin en ucuz romanini.
Pankreasinin sagligina dua edeceksin, kapatirken gozlerini.
Bir kasarli tost olacak aradigin,
Nasil oturacagini, bilemedigin sofrada,
Parmaklarin en kiymetli catalin.
Yine ayni parmaklar cozecek,en karmasik denklemleri.,
Bir filarmoni orkestrasi veremeyecek sana kontrplak bir gitarda,
Dogru basilmis bir fa diyezin mutlulugunu,
Parfumun temizlik kokacak,
Bilmiyorum diyeceksin, bilmediginde ve cok normal olacak bilemedigin...
Saatin sadece saati gosterecek,
Telefonunu sadece telefon etmek icin kullanacaksin,
Kucuk bir not defteri olacak bilgini en hizli sayan.
Basit yasayacaksin basit
Sanki bir gun yasamin sona erecekmis gibi basit,
Cay, Simit ve Peynirle.....

Nazim Hikmet Ran
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder