9 Eylül 2019 Pazartesi

Bu gün öne çıkan bazı yorumlar... 2019/09/09




================================

NECATİ DOĞRU: BADEM BIYIK ALTINDAN GÜLÜCÜKLER!

Saltanatçılar suçüstü yakalandı. Teşhir edilecekler. İnsan yüzüne çıkamayacaklar.

Umutlandık.

Bekledik.

Belediye parasıyla (yani halktan toplanan vergilerle) çok lüks çok pahalı geniş iç hacimli boyları uzun benzin yutan makam araçları kiralayıp bunları eşlerine oğullarına kızlarına kaynanalarına ve partinin propagandasına hizmet olsun diye Cumhurbaşkanı karşılama konvoyuna katılanlar mahkemeye verilecek.

Yargılanacaklar.

Yedikleri!

Yedirdikleri!

Yanlarına kar kalmayacak.

"Makam Aracı Saltanatçılığı"nın kökünü kurutacağız. Bu öylesine unutulmayacak ve sarsıp sallayıcı bir "sergileme" olacak ki yeni seçilen CHP'li belediye başkanları yardımcıları müdürleri belediye bürokratları da bundan böyle asla "makam aracı saltanatı" kurmayı akıllarının ucundan bile geçiremeyecekler.

★★★

Kim bu saltanatçılar?

İsimleri nedir?

Nereden güç alıyorlar?

Arkalarında kim var?

Sadece Ekrem İmamoğlu'na 4 milyon 741 bin (yüzde 54.21) oy desteği verenler değil Binali Yıldırım'a 3 milyon 935 bin (yüzde 44.99) oy atanlar da herkes görmek istedi. 25 yıllık AKP Belediyeciliği döneminde "makam aracı saltanatını bu denli taçlandırma" hangi belediye başkanının yönetimi sırasında tohumlandı büyüdü gelişti zirve yaptı?

Madem ki sergisi açıldı.

Bilmek istedik.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin "Kuran'da ayet var: İsraf haramdır. İslam'da hadis var: Kamu parası yemek günahtır" diyenlerce yönetildiği son 25 yılın sadece 7 yılında; 2011-2018 yılları arasında araç kiralamaya toplam 2.2 milyar TL pompalanmış. Bunun 1.3 milyar TL'si iktidarı destekleyen bir gazete patronunun damadına aktarıldı.

Kim yaptı bunu?

Kadir Topbaş mı?

Ondan öncekiler mi?

Saltanat kiminle başladı?

En son!

Mevlüt Uysal vardı.

Sadece o mu saltanatçı?

★★★

Dün İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yeni seçilmiş yönetiminden ade edilen 1247 aracın yıllık kira gideri ortalama yaklaşık 35 milyon 750 bin yakıt gideri ise 13 milyon 750 bin TL'dir. Toplamda yılda 49 5 milyon TL tasarruf sağlanacaktır. Beş yıllık süreçte bu tasarruf 250 milyon TL'yi bulmaktadır" diye açıklama yapıldı.

1247 makam aracı.

Fazladan kiralanmış.

Geri iade edilecek.

Tasarruf yapılacak.

Sergi böylece kapanacak.

Hepsi bu muydu!

Saltanatçılar badem bıyık altından gülmüşlerdir!

★★★

Yenikapı'daki sergide holding sahibi banka sahibi altın madeni sahibi mafya sahibi eroin baronu Suudi Arabistanlı petrol zenginlerinin tercih ettiği lüks segment araçlar da ön sırada sergilendi. Lüks segmente kimler biniyordu?

Bunu bile öğrenemedik.

Sergi tahrik etti.

Tatmin edemedi.

Badem bıyık gidiyor.

Bıyıksızlar geliyor.

Bunu mu anlayacağız?

Saltanat baki!

Yani böyle mi sürecek!

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

20 İSKİ skandalı eder!

Yeni kuşak bilmez. İstanbul Belediye şirketi İSKİ'de 25 yıl önce yolsuzluk skandalı patlamıştı. Yönetimde CHP vardı ve bedelini 25 yıldır İstanbul için yapılan her seçimi kaybederek ödedi. 25 yıldır İstanbul'u yöneten AKP'liler de her İstanbul seçiminde "İSKİ skandalını" hatırlatıp durdular. Dün gazetelerde yer alan Sayıştay Raporu haberi 20 İSKİ skandalına bedel. AKP yönetimi sırasında İSKİ aracı sadece 1 kilometre yol yapmış fakat 42 bin 794 litre motorin yaktığı fatura edilmiş. Aynı makam ve segmentte İSKİ araçlarının bazıları 100 kilometrede 20.4 litre diğerleri ise 100 kilometrede 39.4 litre yakıt harcaması parası ödemişler. Sayıştay raporunda ayrıca İSKİ'ye makam aracı olsun diye Audi A-8 Volvo XC-90 ve Audi Limuzin marka lüks araçlar da kiralanış. Kim yaptı bu kiralamaları hesap sorulacak mı?

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/badem-biyik-altindan-gulucukler-5323267/

================================

ARSLAN BULUT: TAYYİP BEY NEDEN ÖMER ARIYOR?

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş "Türkiye'de demokrasiden insan haklarından insan iradesinden bahsedenler buyurun hep beraber bu taşeron örgüt vasıtasıyla dağa kaçırılan çocukların bulunup annelerine teslim edilmesi için mücadelede katkıda bulunun" dedi.

Bulunmazlar! Türkiye'de demokrasiden insan haklarından bahsedenlerin büyük kısmının yapmak istediği şey ülkeyi etnik devletçiklere bölmektir. Bu hedef için ayakta tutulan PKK adına "terörist alma merkezi" gibi çalışan HDP'ye karşı bir eyleme destek verirler mi?

***

HDP'de siyaset yapanlara da seslenen Kurtulmuş "Madem siyaset yapıyorsunuz bu milletin halkından oy istiyorsunuz gelin demokratik bir siyaset yapın gelin HDP olarak PKK ile aranızda hiçbir şekilde aşılmayacak duvarlar kurun gelin o partideki yöneticiler olarak o annelerin kaygılarına haykırışlarına kulak verin evlatlarının bulunması için gayret sarf edin" diye konuştu.

Oysa herkes biliyor ki HDP PKK'nın siyasi kanadıdır. O annelerin evlatlarını dağa gönderen de HDP'dir. Yine genel seçimlerde milletvekili adaylarını Abdullah Öcalan belirlemiştir!

Son yerel seçimlerde HDP yönetimi ve seçmeni Öcalan'ın "Cumhur ittifakına destek verin" diye "tercüme" edilen talimatına uymamıştır. Üstelik bu sebeple iktidar ve ortağı tarafından "Abdullah Öcalan'ın talimatına niye uymuyorsunuz?" diye HDP yönetimine suçlamalar yapılabilmiştir! Şimdi ise "PKK ile aranıza duvar örün" diyorlar.

Tabii bir de Osman Öcalan ile TRT'de seçim için röportaj yapılması skandalı vardı. Bir terör örgütü olan PKK'nın başı ve örgütte yardımcılığını yapmış kardeşini seçimler için kullanmak terör örgütü ile işbirliği yapmak değil midir?

***

Şimdi ise CHP görevden alınan HDP'li belediye başkanlarına demokrasi adına destek veriyor! Yedi yıl önce olsa da Ermenilere soykırım yapıldığını yazan Paris'te öldürülen kadın teröriste sahip çıkan da CHP İstanbul İl Başkanı olduğu için yedi yıl sonra hakkında dava açılıyor ve mahkûm ediliyor! Peki Güroymak'ı Ermenice "Norşin" yapan siyasi iktidar değil miydi? Geçmişin hesabı sadece CHP'liler için mi görülecek? Çözüm sürecinde yapılan bütün faaliyetler Anayasa'ya aykırı değil miydi?

FETÖ'yü devletin her kademesine hâkim kılan iktidar değil miydi?

Tabii CHP de kendi rayından çıktığı için Batı'dan esen 10 Aralık rüzgârına kapılmış seçimlerde kazanılan puanları HDP'ye diyet ödeyerek harcamakla meşguldür. Üstelik tekrarlanan İstanbul seçimlerinde farkı açan milliyetçi oylardı. Onlar da diyet mi istesin?

***

Tayyip Erdoğan ise AKP Eskişehir il teşkilatıyla bir araya geldiği toplantıda lçelerimizin ilimizin Ömerlerini bulacağız. Ne demek; kanaat önderlerini bulacağız ve onlarla yönetimlerimizi oluşturacağız. " dedi.

Oysa sadece kendisi Ömer gibi olsa yeterdi! Hukukun siyasallaştığı bir ülkede devleti yöneten adil olursa işler düzelir. Yoksa AKP 17 yıldır halk arasında ayırım yaparak destekçilerini zengin etmiştir. Bu ülkede artık en küçük bir iş yapmak için bile siyasi destek gerekmektedir. Memur olmak işçi olmak için de AKP'den referans istenmektedir. Bu durumda ilçe başkanları nasıl Ömer olacak? Siz Ömer olursanız onlar da olur!

Erdoğan bir de imdi gündemimizde Fırat'ın doğusu var. Onu da inşallah birkaç haftaya kadar öyle veya böyle ama mutlaka çözüm yoluna koymuş olacağız" diyor ama güvenli bölgede ısrar ediyor. Diyelim ki güvenli bölge konusunda ABD Türkiye'nin bütün isteklerini kabul etti. Güvenli bölgenin altında kalan PKK/PYD bölgesi ne olacak?

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tayyip-bey-neden-omer-ariyor-53177yy.htm

================================

ZEYNEP GÜRCANLI: ÜNİFORMALI SİYASET

Türkiye "beka" söyleminden başını alamıyor.

AKP-MHP ittifakı ve ulusal medyanın neredeyse yüzde 90'ını oluşturan yandaş basın sayesinde siyasetin dili giderek askerileşiyor.

Bu askerileşmenin nedeni açık aslında;

Ülkeyi doğru düzgün yönetmeyi beceremeyip vatandaşı mutlu edemeyenler için bir nevi "can simidi" özelliği taşıyor.

Siyasetin askerileşmesi ile vatandaşa altında giderek daha fazla ezildiği ekonomik kriz unuttulup S-400'leri AKP'nin Suriye macerasında kullanılan mermilerin paralarını hatta nükleer silahları konuşması sağlanmaya çalışılıyor.

HULUSİ BEY'İN ÜNİFORMASI

Ancak ekonomik kriz o kadar ağır ki siyasette muktedirin kullandığı o askeri dil de yetmiyor. Görsel malzemeye de başvurmak gerekiyor;

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın geçen ay Şanlıurfa ziyaretinde giydiği "MSB" armalı üniforma benzeri kıyafet mevcut rejimin söyleminin somut görselini oluşturuyor.

İlk kez sivil bir hükümet üyesi kendisine özel bir "üniforma" yaptırıp kamuoyunun karşısına bununla çıkıyor.

Kimilerine göre Hulusi Akar'ın emekli bir general olması bu üniforma sevdasını "mazur gösterebilir. "

Ama o üniforma Türkiye'yi yönetenlerin söylemiyle de birleşince ortaya çok farklı bir tablo çıkıyor.

O üniforma tek başına;

AKP hükümetlerinin yıllardır vatandaşa siyaset diye sattığı "askerin sivilleştirilmesi" söyleminin boşa çıktığını;

Türkiye'ye "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini" hediye eden AKP-MHP koalisyonunda -yaratılmaya çalışan tüm imaja rağmen- Erdoğan'ın AKP'sinin kan kaybedip Bahçeli'nin MHP'sinin güç kazandığını;

Bahçeli'nin silah hediye ettiği tek Genelkurmay Başkanı olan Hulusi Akar'ın bugünlerde Milli Savunma Bakanlığının yanısıra Dışişleri Bakanlığı'nın pekçok görevini de üstlenip ABD ile anlaşmalar kotaracak kadar güçlendiğini;

Yine Bahçeli'nin her söylemine sahip çıkıp sürekli koruyup kolladığı -2018 Genel seçimi öncesindeki istifa imalı konuşmasını ve Bahçeli'nin devreye girmesini hatırlayın- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yıldızının kamuoyunda giderek parladığını gösteriyor.

AKP'YE KALAN YİNE BETON LOBİSİ

Bahçeli'nin 40 yıllık söylemi tüm Türkiye'yi sarar Cumhur ittifakının büyük ortağının oyları küçük ortağa kayarken AKP'ye kalan da yine en iyi anladığı iş oluyor;

Beton lobisi.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi çerçevesinde geldiğimiz noktada AKP'nin attığı her adımın bir şekilde "beton lobisiyle ilişkilendiğini" görmemek için kör olmak gerek.

"Türkiye'nin bekası" söylemleriyle çıkılmaya hazırlanılan Fırat'ın doğusu macerasının altından -Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi ifadesiyle- " Suriyelilere Çevresinde 100-150 m2 bahçesi olan 250-300 m2 evler" çıkıyor.

AB'ye yapılan "kapıları açarım" söylemi ile Avrupalılar'ın yeni bir mülteci akınından korkup Türkiye'deki beton lobisini ihya edecek bu evler için para göndermesi amaçlanıyor.

Resmi Gazete'de yayınlanan hemen her teşvik kararından mutlaka ama mutlaka AKP'nin pek sevdiği beton işlerini yapan bir inşaat şirketi çıkıyor.

Türkiye'nin bekasının korunması için sınırlara binlerce kilometrekalik beton duvarlar örülüyor.

Millet Bahçesi diye lanse edilen her alan- Ayder Salda Çorlu Nakkaştepe ve diğerleri- aslında otopark mescit tesis adı altında betonlaşmaya açılıyor.

AKP betonlarla uğraşırken de Türkiye giderek daha "üniformalı" bir ülke haline geliyor…

———

Özel not; Kısa bir tatil için iki hafta müsaadenizi rica ediyorum…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/uniformali-siyaset-5323299/

================================

CAN ATAKLI: DİYARBAKIR'DAKİ "KÜRT ANALAR" / TOKMAK

Yazı başlıklarım genellikle tek başına da bir anlam ifade eder.

Yani aşağı yukarı her başlık bir cümledir benim yazılarımda.

Oysa bu kez öyle yapmadım.

Bir cümleden oluşan başlık kullanmadım çünkü etrafımız o kadar çok iktidar militanı ve trolü ile dolu ki ne yazsam mutlaka istismar edilecek.

O halde bu kesimi bir başlıkla harekete geçirmek yerine yazının ve soruların tamamını okutmak gerekiyor.

Diyarbakır'daki HDP binası önünde günlerdir bazı anneler eylem yapıyor.

Söyledikleri şu; ocuklarımızı PKK dağa götürdü. Terörist yapacak bunlara siz aracı oldunuz evlatlarımızı geri verin. "

İlk duyulduğu anda insana ne kadar masum ve duygusal geliyor değil mi?

Ancak bu konuda şüphelerim var. Tele 1'deki bir sabah sohbetimde "Bu bir iktidar operasyonu" demiştim.

Çünkü PKK terörü son günlerin konusu değil.

1984 yılında ilk kez ortaya çıktığı günden beri var ve o yıldan bu yana pek çok genç dağa çıkarak teröristlere katıldı.

35 yıl içinde dağa çıkan bu gençlerden 15 bini öldürüldü.

Analar çok ağladı.

Teröristlerin öldürdüğü masum binlerce kişinin de anaları ağladı.

Şehit olan güvenlik görevlilerinin anaları da ağladı.

Terörle mücadele adı altında gözaltına alındıktan sonra ortadan kaybolan kişilerin anaları da ağladı.

Yani analar hep ağladı ağlıyor.

Bu son olaydaki analar da elbette haklılar isyanları yerden göğe doğru.

Ama bu durum eylemin iktidar eliyle sürdürülmediği anlamına gelmiyor.

Ve iktidar bu eylemi; soruna bir çözüm bulmak dağa giden gençleri geri getirmek için değil son zamanlarda yükselttiği kaba milliyetçi politikanın kamuoyunda daha çok taraftar sağlaması için yaptırıyor.

Şimdi bazı sorular soralım.

Örneğin aynı analar aynı gerekçelerle AKP il binası önünde bu eylemi yapabilir mi?

Yine valilik önünde veya Ankara'da AKP Genel Merkezi önünde ya da İçişleri Bakanlığı'nda bu eylem yapılabilir mi?

Ama asıl sorularım başka.

BİR: Çocuklar PKK tarafından kaçırıldıysa ilk gidilecek yer polis değil mi?

İKİ: Kaçırılan çocukların aileleri çocuklarının kaçırıldığına dair şikayette bulundu mu?

ÜÇ: Emniyet güçleri kaçırılan çocukları bulmak için herhangi bir çalışma yapıyor mu?

DÖRT: Cumhurbaşkanı neden İçişleri Bakanı'na kaçırılan çocukların bulunması yönünde talimat vermiyor da herkesi bu eyleme destek vermeye çağırıyor?

BEŞ: Bakanlar AKP yöneticileri yandaş-tetikçi medya herkesi terörize ederek "Analara destek çağrıları" yapıyorsa ve henüz katılmayanları hainlikle suçluyorsa bu eyleme iktidar operasyonu demenin nesi yanlış oluyor?

ALTI: Devlet ne zamandan beri işini yapmak yerine sokak eylemlerine prim vermeye başladı?

Sonuç olarak analar elbette haklıdır.

Ama iktidarın yaptığı da bu haklılık üzerinden toplumda yeni bir kin ve nefret duygusu yaymaktır.

Bu da Türkiye'ye yapılacak en büyük kötülüktür.

BUNU YAZMAK GEREK

Amaç saray sunucusuna reyting kazandırmakmış

Sarayın İçişleri'ne baksın diye atadığı Süleyman Soylu yarattığı beklentinin altında ezildi.

Bilmem CNN'de izlediniz mi Soylu'yu.

Söylediklerinden ve tutarsızlıklarından karşısındaki saray sunucusu bile rahatsız oldu gibi geldi bana.

Ama tabii yine önceden verilmiş soruları sormak zorunda kaldığından Soylu'yu zorlayacak bir tavır takınmadı.

Parantez açıp şunu söyleyeyim; Soylu bütün kötülüklerin anası olarak bir ülkeyi işaret etti. Saray sunucusu bunun hangi ülke olduğunu soramadı. Sorsa çok komik bir durum doğacaktı çünkü tam o sırada Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu ülke ile ortak Suriye devriyesine çıktığı haberi alt yazı olarak geçiyordu.

Sanki Soylu tepeden ağır bir fırça yemiş gibiydi.

"Saçmalamayı kes başımızı derde sokuyorsun nereden çıkarıyorsun bu kayyum laflarını" denmiş miydi acaba? Çünkü o kadar çekingen o kadar kekeleyerek konuştu ki insanın aklına başkası gelmiyor.

Gerçi beni hiç şaşırtmadı.

Önceki gün ve dün ne söylediysem aynısı oldu.

İçişleri'ne bakan Soylu "Ne Ankara ne İstanbul belediye başkanlıklarına kayyum atanacağı haberleri doğru değildir" dedi.

Ama Soylu bir İçişleri Bakanı olarak yanlış harekette bulunulmasın diye bazı belediye başkanlarını uyarıyormuş iyi niyetle yani pejmürde etme lafı da buradan geliyormuş.

"İzlemem" demiştim ama mecburen baktım tabii Türkiye'nin böyle bir zihniyetle yönetiliyor olması içimi çok acıttı açıkçası.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Biz İçişleri Bakanı'nı çalışırken görmek isteriz

İstanbul'un en kalabalık yerinde

İstiklal Caddesi'nde

gencecik üniversite mezunları durakta tramvay bekliyorlar.

İki kişi geliyor gençlerden para istiyor.

Vermiyorlar.

Sonra olan oluyor.

Para isteyenler bıçak çekiyor İTÜ mezunu 23 yaşındaki Halit Ayar'ı oracıkta öldürüyorlar.

Ve kaçıp gidiyorlar.

Şimdi iki kişi gözaltına alınmış.

Neye yarar?

Ama soralım bakalım;

Her köşenin polis kaynadığı bir yerde cinayet işleyen birileri nasıl kaçıp gidebiliyor. Yine her tarafı polis dolu olan bir yerde bu tür insanlar nasıl rahatlıkla gezip herkesi rahatsız edebiliyor ve istediklerini alamayınca saldırma cesareti bulabiliyor.

Bunun tek cevabı var bana göre.

Taksim ve İstiklal Caddesi'ni neredeyse adım başı dolduran polislerin tek görevi var.

Muhalif bir ses çıkmasını önlemek.

Polis bunun dışındaki olaylarla ilgilenmiyor kendi görev alanında görmüyor.

İçişleri Bakanı da kendini "Tanrı yerine" koyarak iri iri konuşmalar yapıyor.

Oysa biz sıradan insanlar İçişleri Bakanı'nı çalışırken görmek istiyoruz insanlar sokak ortalarında öldürülürken beğenmediği herkese küfürler yağdırırken değil.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/diyarbakirdaki-kurt-analar-5323256/

================================

SERVET AVCI: O TERÖRİSTLERİ HALA BEKLİYORUZ!

AKP Genel Sekreteri Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ı tehdit ediyor:

"Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin de benzer bir kıyım içinde olduğunu duyuyoruz. Buna dair duyumlar alıyoruz. Bu bilgiler kulağımıza geliyor. Buradan Ankara Büyükşehir Başkanı'na sesleniyoruz. Sakın ha işçi kardeşlerimizin emeğiyle oynama. Sakın ha emekçi kardeşlerimizin alın terini heba edecek adımlar atma. Eğer işçi kardeşlerimizin ekmeğiyle oynarsan onlara bu zulmü reva görürsen Ankara'ya sana dar ederiz. Karşında bizi bulursun karşında AK Parti teşkilatlarını bulursun…"

***

Bu yalan ve tehditleri seçim öncesinden de hatırlıyoruz… Ellerindeki bütün kamu imkânlarıyla abanmışlardı: Sosyal yardımlar kesilecek!. . 20 bin kişi işten çıkarılacak!... Yeni işe gireceklerin listesi il teşkilatında yapılıyor!. . Belediye Kandil'den talimatla yönetilecek!. . Su saatlerini okumaya evlerinize teröristler gelecek!. .

Sonuç: Teröristler erken uyanamadığından olsa gerek Başkent'e Türkiye Cumhuriyeti geldi!. . Devlet terbiyesi iş ahlâkı yetim malına sahip çıkma duygusu ve şeffaflık hâkim oldu… Yağma ve israfın başı ezildi… Belki Esenboğa Havaalanına metro bir günde getirilemezdi ama belediyeye adalet bir günde getirilebilirdi işte o getirildi…

Sosyal yardım alanlar önceki belediyenin 'garanti oy havzası'ydı… 'Yardımlar kesilecek' denilerek korkutulanlar oylarını büyük oranda AKP adayına vermiş olmalarına rağmen aldıkları yardımlara dokunulmadı…

"Kimsenin ekmeğiyle oynamayacağız" sözüne sadık kalındı ve evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan hiçbir çalışana ilişilmedi ilişilmeyecek de…

Aynı işyerinde gözüken ama yanındaki emeğiyle Ankara halkına hizmet verirken kendisi trollük yapan arkadaşının alın terini çalan elbette hesabını verecek veriyor da… Bankamatikler elbette bedel ödeyecek ödüyor da…

Milletin vergileriyle oluşan bütçeyi adil ve verimli kullanmakla mükellef bir belediye başkanı ve kadrosu esasında bunlara dokunmaz ve göz yumarsa kamu vicdanı nezdinde suç işlemiş olur… Emanete ve yetim hakkına ihanet etmiş sayılır…

***

Belli ki 31 Mart'ın sancısı geçmemiş… Oysa Ankara'nın vicdanı 30 Mart 2014'te fena kanamıştı… O karanlık gecede gasp edilen adaletin bir seçim sonra ayaklarını yere vura vura gururla şte ben geldim" diyerek diklenmesiydi gerçek olan…

İradesi kapkaça kurban giden Ankara halkının şaibeye yer bırakmayan acı cevabıydı 31 Mart… Yöntem ne olursa olsun kaybetmeyi pek sevmeyen anlayış şimdi yine tehditle sonuç alabileceğini muhataba geri adım attırabileceğini zannediyor!. . Ankara'da sadece işine odaklanmış ve halka hizmetten başka önceliği bulunmayan bir belediye tehditle hizaya çekmeye çalışılıyor…

O tehditlere pabuç bırakılacak olsaydı çok daha önce olurdu… Olmadı olmuyor ve olmayacak…

***

Bir de bunların bu üslup bu dil bu propaganda bu yöntemle sonuç alamayacaklarını bunun işleri daha bozduğunu anlamaları için kaç İstanbul faciası daha yaşamaları gerekiyor acaba?

Tehdit şantaj Pontus Diyarbakır Apo Osman Öcalan terörist vs. diye diye kullana kullana yürütülen kampanyanın ibret verici sonucunu hep birlikte İstanbul'da gördük işte… Öyle bir dil seçilmişti ki seçim 'yerel seçim' olmaktan çıkmış âdeta 'referandum'a dönüşmüştü… Üstelik ilk yapılacak cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili taraflara ümit ve kaygı salan referanduma!. .

Sonuç: Aralarında 3 ay bile bulunmayan seçimlerin ilkinde fark yüzde 0-1 arasındayken yüzde 9'a fırlamıştı… Muhtemelen dünyada eşi benzeri olmayan bu başarısızlığın altında işte bu dil işte bu üslup işte bu adaletsizlik vardı…

Buna rağmen bir siyasî irade bütün bu tecrübeden nasıl hiç akıl çıkarmaz? İşte orası akıl alır gibi değil!. .

O akıl gelir mi bilmiyoruz ama su saatlerini okumaya gelecek olan o teröristleri hâlâ bekliyoruz!. .

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/o-teroristleri-hala-bekliyoruz-53188yy.htm

================================

- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Arkadaslar!
Devrimimiz Turkiye nin yuzyillar icin mutlulugunu ustlenmistir.
Bize dusen onu kavrayarak ve takdir ederek calismaktir.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

190. INSAN RUHUNUN MANEVIYATINI, ILAHIYATIN NE KADAR KISITLADIGI VE KULTUR, AKIL VE GERCEK ISIKLARININ ILERLEMESINI NE KADAR ERTELEDIGI HAKKINDA

Her donemde dusuncenin gercek zorbalari olmus olan ruhanilerle, tanrilarin gostericileriyle cekismeye, dovusmeye ve dusmanliga dusmekten cekinmek icin, eski ve yeni butun dusunurler ne kacamaklar, ne maharetler kullanmislardir! Buluslarini dinlerin kutsallastirdigi ham hayallerle, fahis hatalarla birlestirmek icin, Descartes'lar,

Malebranche'ler ve diger bircogu ne kadar varsayimlar, dolambaclar hayal etmek zorunda kalmislardir! En buyuk filozoflar, fikirleri teolojinin ilkeleriyle her catistikca, hatta sacma, celiskili, mantiksiz olmak tehlikesine dustugu olcude, kendi kendilerini ne kadar yedek onlemlerle kusatmislardir! Bazi acikgoz rahipler, cikarlarina uymayan sistemleri sondurmeye hep ozen gostermislerdir. Teoloji, her donemde "Procuste'un

Yatagi" olmustur. (Bu haydut, bu yataga yabancilari yatirirdi; ayaklari yataktan uzun olursa keserdi. Uzerine yatmak zorunda biraktigi kimsenin ayaklari yataktan kisa olursa, atlarla cektirerek ayalkarini uzatirdi. )

Yuzyillardan beri, hep yararsiz ve cogu kez turumuze zararli kuruntular uzerinde delice hayat tuketen bircok caliskan kafalarin kaybedilmesini, aci ve sikinti duymaksizin dusunebilecek, akli basinda insan, hangi insandir? Bunca unlu dusunur, bos bir teoloji ve kustah tartismalarla ilgilenecek yerde, fikirlere ne kadar isik sacabilirdi! Dini goruslerinin mal oldugu cabalarin yarisi ve kultlerin milletlere gerektirdigi masrafin yarisi; ahlak, siyaset, fizik, tip, ziraat vb. hakkinda dahileri aydinlatmaya yeterli olmaz miydi? Hurafe hemen hep kavimlerin dikkatini, hayranliklarini, hazinelerini yutar. Onlarin cok masrafli bir dinleri vardir. Ancak etkenleri olarak ne isiklari, ne erdemleri, ne mutluluklari vardir.

Bazi eski ve yeni filozoflar, tecrube ve akli rehber yapmak ve hurafelerin zincirinden kurtulmak cesaretini gosterdiler. Lencippe, Straton, Epicure, Democrite ve oteki bazi Yunan bilginleri, batil fikirlerin kalin perdesini yirtmaya ve felsefeyi ilahiyatin engellerinden kurtarmaya curet ettiler. Ancak kuruntuya asik muhayyileler icin fazla sade, duygusal mucizelerden ve keramet iceren seylerden fazla arinmis olan sistemleri, yerlerini, Platon'larin, Socrates'larin, Zenon'larin, masal icerikli varsayimlarina ve tahminlerine terk etmek zorunda kaldi. Yenilerden Hobbes, Spinoza ve Bayle vb. Epicure'un izleri uzerinde yuruduler. Ancak felsefeleri, akli dinlemeyecek olcude masallarla henuz keyf halinde olunan bir dunyada cok az izleciyi buldu.

Butun donemlerde, halkin kutsallastirdigi batil fikirlerden hicbir tehlike olmaksizin ayrilmak mumkun olmamistir. Hicbir turden bulus yapmaya asla izin verilmedi. En aydin adamlarin butun yapabildikleri, kapali kelimelerle konusmak, cogu kez korkak bir gonul oksaciligiyla, utanc icinde, yalani gercekle karistirmak oldu; bircoklarinin biri acik oteki gizli cifte inanci oldu. Gizli olan inanclarinin anahtari kayboldugundan, bu kisilerin gercek duygulari cogu kez anlasilmaz ve dolayisiyla bizim icin yararsizdir. En acimasiz tarzda yok edilmek tehdidi altinda, akil ve muhakemeden vazgecmeleri ve akil ve muhakemeyi imana boyun egdirmeleri kendilerine bagrilarak soylenen yeni filozoflar, dehalarina nasil ozgurce gezinti verebilir, akil ve muhakemeyi nasil olgunluga yoneltebilir, insan zekasinin ilerlemesi nasil hizlandirilabilir? Buyuk insanlar gercegi, ancak korkuyla titreyerek, araliktan gorduler; gercegi ifade etmek cesaretine cok ender olarak sahip oldular. Bunu yapmaya cesaret edenler, "kustahliklarindan" dolayi, genellikle cezaya carpildilar. Din, hicbir zaman ozgurluk olgunluguyla dusunmeye, ya da dusunuleni acikca soylemeye, ya da insanin her yerde kurbani ve saskini oldugu batil fikirleri elestirmeye asla elverisli olmadi.

- - - - - - - - - - - - -
Belki de deli dedikleri tek kisilik bir azinliktir.
Bir zamanlar dunyanin gunesin cevresinde dondugune inanmak nasil delilik belirtisi olarak gorulduyse simdi de gecmisin degistirilemeyecegine inanmak delilik belirtisi olarak kabul ediliyordu.
Bu inanci bir tek kendisi tasiyor olabilirdi ve eger oyleyse, o zaman delinin tekiydi.
Ama deliligi pek dert etmiyordu, onu asil urkuten yaniliyor olabilecegiydi.

George Orwell1984

- - - - - - - - - - - - -
Her ne kadar tuhaf olsa da sayisiz insanin, inanmaya tutkuyla bas egmedikleri tek bir sey bile yoktur, oyle ki yanilgilarini birakmaktansa onun icin olumune savasirlar.

Bana kalirsa bu durum, deliligin islevsel bir tanimidir.
CLARKE,ARTHUR C. (1917-2008) Ingiliz bilimkurgu yazari.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder