================================
ESKİ GATA DEKANI'NA 'KATAR PROTOKOLÜ'NÜ SORDUK
Eski GATA Dekanı emekli Tümgeneral Prof. Dr. Mehmet Zeki Bayraktar Türkiye ile Katar arasındaki "eğitim" protokolünü Veryansın Tv'ye anlattı. Protokolün sivilleri değil askeri öğrenci ve personelleri kapsadığını anlatan Bayraktar anlaşmayı Türkiye adına yürütecek kurumun Milli Savunma Bakanlığı olmasını ise çelişkili buldu. Askeri hastanelerin sivilleştirildiğini anlatan Bayraktar "Gelen öğrencilerin sivil bir hastanede yetiştirilmesi dışında nasıl bir eğitim verilecek meçhul" dedi.
25 Haziran 2021 15:46 Güncellendi: 25 Haziran 2021 16:11
ERAY ÇELEBİ/VERYANSIN TV
Türkiye ile Katar arasında "Askeri Sağlık Alanında Eğitim ve İşbirliği" protokolü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından onaylandı.
İlgili haber: Katar protokolünde gerçek ne?
https://www.veryansintv.com/katar-protokolunde-gercek-ne
Protokol kamuoyunda Katarlı gençlerin sınava girmeden Türkiye'de tıp eğitimi alabileceği yönünde yorumlandı.
İlgili haber: Siyasette 'Katar' polemiği... Üst üste mesajlar
https://www.veryansintv.com/siyasette-katar-depremi-ust-uste-mesajlar
Peki iddia edildiği gibi protokol sivillerin eğitimiyle mi ilgili?
Veryansın Tv'ye konuşan eski GATA Dekanı emekli Tümgeneral Prof. Dr. Mehmet Zeki Bayraktar'a göre anlaşma "Katar'ın askeri personelinin sağlık alanında yetiştirmesini" kapsıyor.
BENZER ANLAŞMALAR DAHA ÖNCE YAPILDI MI?
"Yetiştirilecek öğrenciler askeri sağlık alanında görev yapmak üzeri hekim diş hekimi ve askeri hemşireler askeri yardım personeli gibi çeşitli alanlarda görev yapacaklar" diyen Bayraktar geçmişte benzer anlaşmaların yapıldığını vurguladı:
"Bu tip anlaşmalar Türkiye ile 16'ya yakın devlet arasında daha önce yapılmış olan anlaşmalara paralel bir anlaşma. Anlaşmanın geçmiş anlaşmalardan bu bakımda çok ciddi bir farkı yok. "
Ancak Bayraktar bu noktada Türkiye'de askeri sağlık eğitimi verecek kurum olmadığına dikkat çekiyor.
Askeri eğitim veren kurumların 15 Temmuz'un ardından sivilleştirildiğini anlatan Bayraktar protokolde anlaşmayı Türkiye adına yürütecek kurumun Milli Savunma Bakanlığı olarak gösterilmesinin büyük bir çelişki olduğunu belirtti.
Bayraktar şöyle konuştu:
"Burada üzerinde durulması gereken nokta eskiden Gülhane Askeri Tıp Akademisi mevcutken dünyanın en gözde askeri sağlık alanında eğitim veren kurumundan bahsediyorduk. Bu aslında dünyada temayüz etmiş bir ya da iki ülkedeki kurumlardan birisiydi. Bu eğitimi dostluk iş birliği mevcut olan ülkelerin askeri personeline yetiştirmek üzere veriyorduk eğitim alanındaki tecrübelerimizi aktarıyorduk. Öğrencileri en iyi şekilde eğitiyorduk. GATA bu alanda 30 yıldan fazla eğitim veren bir kurumdur.
'ASKERİ SAĞLIK EĞİTİMİ KURUMU YOK'
Ancak eskiden askeri sağlık eğitim alanında görev alan GATA sivilleştirildiği için bu eğitimi verecek askeri sağlık eğitim kurumu yok. Dolayısıyla bu öğrenciler geçmişte anlaşmanın paralelindeki bir anlaşmayla ülkeye gelecekler ama eğitim görecekleri kurum sivil ve Sağlık Bakanlığı'na bağlı.
MSB GÖSTERİLİYOR AMA…
Protokolde anlaşmanın hükümlerini yürütecek merci de Türkiye'de Milli Savunma Bakanlığı gösteriliyor. Savunma Bakanlığı'nın Gülhane'deki eğitimler üzerinde bir etkisi söz konusu değil. Çünkü kurum tamamen Sağlık Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteriyor. Dolayısıyla Gülhane'de Türk öğrencilere bile yeterli askeri sağlık eğitimi yok. Şimdi biz onları sivil öğrenci olarak yetiştiriyoruz. Gerekirse Türk Silahlı Kuvvetleri'nde istihdam ediliyor.
'NASIL BİR EĞİTİM VERİLECEK MEÇHUL'
Yani eskisi gibi askeri alanda kombine eğitim söz konusu değil. Gelen öğrencilerin sivil bir hastanede yetiştirilmesi dışında nasıl bir eğitim verilecek meçhul… Dolayısıyla gelen öğrencilerin sivil bir eğitim kurumunda görev eğitim almak dışında hiçbir özellikleri olmayacak ki bu da askeri sağlık eğitim anlamına gelmez. "
GATA'nın yeniden Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması gerektiğini söyleyen Bayraktar şu ifadeleri kullandı:
" Bu anlaşmadan da anlaşıldığı üzere dünyadaki pek çok ülke Türkiye'deki askeri sağlık eğitimini ülkemizin yönetim kademlerinden çok daha iyi anlamışlar. Hala birçok ülke Türkiye'deki eğitim kurumunda öğrencilerini yetiştirmek üzere başvurabiliyor. Türkiye'yi yönetenlere düşen de yapmış oldukları yanlıştan bir an önce dönmek suretiyle GATA'yı yeniden askeri tıp alanında eğitim veren düzgün bir eğitim kurumuna döndürmesi olacaktır. Bu özellik kaybedildiği takdirde sadece Türkiye'de değil dünya genelinde bile bu alanda kayıp olacağına inanıyorum.
HEKİM ELBİSE GİYİNCE ASKER OLMAZ
Çünkü bizdeki askeri tıp akademisi özgün eğitim veren askeri sağlık alanında eğitim veren; hem asker hem de hekim diş hekimi ve hemşire yetiştiren bir kurumdu. Bir sivil hekimi askeri elbise giydirmekle askeri hekim yapamazsınız. Askeri hekim dediğiniz bir piyade bir komando kadar asker olacak hem de modern sağlık kurumlarında hizmet verecek kadar tıp bilgisine sahip olacak.
Böyle bir kurumun ortadan kaldırılıp sivilleştirilmesi asla mantıkla bağdaşacak bir hareket değil. "
https://www.veryansintv.com/katar-protokolunde-gercek-ne
https://www.veryansintv.com/eski-gata-dekanina-katar-protokolunu-sorduk
================================
'ARKEOLOJİ HURAFEDİR' DİYEN YENİ ŞAFAK YAZARI: 'ZULÜM 1071'DE BAŞLADI' DERLERSE ŞAŞIRMAYIN
Cumhuriyet ve laiklik karşıtı çıkışlarıyla tanınan Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan arkeolojik kazı çalışmalarıyla ilgili 'şaşkına çeviren' iddialarda bulundu. Kaplan Anadolu'daki arkeolojik kazılarla ilgili 'Zihnen Bizans'ın çocukları olduklarını ispat edercesine Müslüman Anadolu kıtasının altını oyuyorlar' dedi.
25 Haziran 2021 15:29 Güncellendi: 25 Haziran 2021 15:32
"Arkeoloji; sona ermiş bitmiş bir tarihin korunması bilimi olarak kabul edilir. Tam anlamıyla hurafedir bu! Üstelik de en masumane gözüken çağdaş hurafelerden biri! Arkeoloji savaşmadan tarih yapmanın en kestirme yoludur. Tarihi çarpıtmanın ve yeniden yazmanın... Başkalarına tarih dayatmanın... Dahası senin atalarının yaşamadığı bu imal edilmiş tarihi dünyaya satmalarının..."
Arkeoloji için yukarıdaki tanımı yapan Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan "Arkeolojik emperyalizm bu topraklardan İslâm'ın izlerini siliyor ama biz uyuyoruz yine!" iddiasında bulundu.
Kazılarla bu topraklardan İslâm'ın izlerinin silindiğini öne süren Kaplan "Eğer göz yumarsak bu topraklardan bizi sürmelerinin önünü açmış oluruz. Boşuna demiyorlar değil mi 'zulüm 1453'te başladı' diye! Yarın 'zulüm 1071'de başladı' derlerse hiç şaşırmayın!" ifadelerini kullandı.
Kaplan'ın yazısının satır başları şöyle:
"(...) Memleket medya-mafya-siyaset skandallarıyla çalkalanıyor sen nelerle uğraşıyorsun Yusuf Kaplan demiyorsunuzdur umarım.
Bu yaşanan skandallar yaşadıklarımızı yok saymanın geçmişimizi inkâr etmenin tarih bilincimizi linç etmenin kaçınılmaz olarak sürüklediği zihnî kültürel ve siyasî savrulmalardır.
Bir ülke düşünün... Bin yıl dünya tarihini yapmış... Dünyaya adalet hakkaniyet ve sulh armağan eden aşılamamış anlaşılamamış anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış çağ açan çığır açan keşfedilmeyi bekleyen insan-yüzlü hakikat-yüklü medeniyetler kurmuş insanlığın gebe olduğu su kadar ekmek kadar ihtiyaç duyduğu diriltici ve özgürleştirici medeniyetler… Ruhu evrensel ilkeleri bizi de silkeleyip kendimize getirecek biz keşfedemezsek başkalarının er geç keşfedeceği aziz ve leziz medeniyetler…
'BİZANSIN ÇOCUKLARI...'
İşte bu medeniyetin birikimini ruhunu ruh köklerini bir kez daha tarihe gömen ikinci kez yok eden bir cinayet işleniyor memlekette. Bu topraklardaki tapu senedimizi elimizden alacak bizi bu topraklardan sürecek yapıları adım adım inşa ediyor birileri arkeolojik kazı numaralarıyla…
Türkiye'nin dört bir tarafı başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun her tarafı İslâmî köklerinden koparılarak bu toprakların bizden önceki Rum Ermeni Hıristiyan geçmişi pagan Yunan ve antik Ege ve Akdeniz uygarlıkları geçmişi kazınarak günyüzüne çıkarılmaya çalışılıyor harıl harıl…
Zihnen Bizans'ın çocukları olduklarını ispat edercesine Müslüman Anadolu kıtasının altını oyuyorlar her tarafı arkeolojik kazı çöplüğüne dönüştürmüş gece gündüz demeden Avrupa Briliği fonlarından fonlanarak başka şer şebekelerden beslenerek bu toprakların İslâmî tarihini geçmişini kazıyacak bu topraklarda bizim işgalci olduğumuzu göstermeye kalkışacak hummalı bir kazı çalışması yürütülüyor ülkenin dört bir tarafında. 600 küsur kazı yürütülüyor el'an ekiplerle Anadolu çapında!
'ZULÜM 1071'DE BAŞLADI' DERLER
Bu arkeolojik çalışmaların neredeyse hepsi antik İslâm öncesi ölü bize bir şey söylemeyecek antik uygarlıklarla ilgili kazalar. Önemli olan çapı değil miktarı. Şunu diyecekler yarın: "Bu topraklar Hıristiyanlığın suladığı topraklar siz işgalcisiniz!"
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir arkeolojik emperyalizme aslâ izin verilmez!
Adamlar İspanya'da Sicilya'da Malta'da Girit'te Balkanlar'da İslam'dan iz bile bırakmadılar. Bütün eserleri yıktılar! Yerle bir ettiler!
Onlar orda İslâm'ın izini silerken biz burada kendi ülkemizde ölmüş bana bir şey söylemeyecek ama yarın bu ülkeden bizi sürmeye kalkışacakları yeni bir tarih icat etmeye çalışıyorlar. Ölü tarihi diriltiyorlar ve bizi ikinci kez öldürüyorlar!
Bu arkeolojik emperyalizme izin verilemez.
İsrail'in Mescid-i Aksa'nın altını oyarak yaptığı arkeolojik katliamdan farksız bir arkeolojik katliam yapılıyor bu topraklarda!
İslâm'ın izini silmek için toprağın üstünde az cinayet işlenmedi bu ülkede: Emperyalistler tarafından fiilen dışarıdan sömürgeleştirilemeyen bu ülke içerideki uyduları tarafından zihnen sömürgeleştirildi zaten!
Bu yetmiyormuş gibi şimdi de toprağımızın ve tarihimizin altı oyuluyor!
Bu topraklardan İslâm'ın izlerinin silinmesine göz yumarsak bu topraklardan bizi sürmelerinin önünü açmış oluruz.
Boşuna demiyorlar değil mi "zulüm 1453'te başladı" diye! Yarın "zulüm 1071'de başladı" derlerse hiç şaşırmayın!
Benden uyarması!"
================================
EN BÜYÜK ÖZEL HASTANELERİ FETÖ'NÜN ÇIKTI!
Yıllardır Türkiye'nin gıda ve ilaç yardımı yaptığı Uganda'nın en büyük özel hastanesinin FETÖ'ye ait olduğu ortaya çıktı. 2019'dan beri hizmet veren Medipal adlı hastanenin CEO'su 15 Temmuz sonrası kaçan ve Türkiye'deki mal varlığı dondurulan firari FETÖ'cülerden Halit Ünver…
25 Haziran 2021 13:50
FETÖ'nün Afrika ülkesi Uganda'daki yapılanması faaliyetlerine hız kesmeden devam ediyor. Başkent Kampala'da iki yıl önce açılan Medipal adlı hastanenin FETÖ'ye ait olduğu ortaya çıktı.
Hastanenin Temmuz 2019'da Türkiye'nin Kampala Büyükelçisi Fikret Kerem Alp'ın Uganda'daki FETÖ varlıklarının devredilmesine ilişkin temaslarda bulunduğunu açıklamasından birkaç ay sonra açılması dikkati çekti.
CEO'NUN MAL VARLIĞI DONDURULDU
Uganda'nın en büyük özel hastanesi olan Medipal International Hospital'in CEO'luğunu 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından Türkiye'den kaçan Halit Ünver yapıyor. FETÖ'nün Antalya yapılanmasının kilit isimlerinden 1969 doğumlu Ünver Türkiye'deki mal varlığı dondurulan FETÖ'cüler arasında yer alıyor.
KAPATILAN HASTANENİN DOKTORLARI ÇALIŞIYOR
Sözcü'den Taşkın Su'nun haberine göre hastanenin doktor kadrosunun büyük bir kısmı Mogadişu'da FETÖ uzantısı Kimse Yok mu Derneği tarafından inşa edilen 15 Temmuz sonrası Somali hükümeti tarafından kapatılan Deva Uluslararası Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin hekimlerinden oluşuyor.
DİYALİZ MAKİNELERİNİ ÇALDILAR
Kapatılmanın ardından Türkiye'ye devredilen ve Recep Tayyip Erdoğan Hastanesi Ek Binası adıyla hizmet veren Deva Uluslararası Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ni teslim almaya giden yetkililer; FETÖ'cü doktorların 10 diyaliz cihazını ve cihazları besleyen su sisteminin kartlarını söküp götürdüklerini açıklamıştı.
YÜZLERCE DOKTOR AFRİKA ÜLKELERİNE GÖNDERİLDİ
FETÖ'nün sağlık sektöründeki yapılanmalarından Ege Uluslararası Sağlık Federasyonu'nun (ESAFED) organizasyonuyla Aydın Sağlık Derneği (AYSADER) Balıkesir Sağlık Gönüllüleri Derneği (BALSADER ) Muğla Sağlık Çalışanları Derneği (MUSAD) Ege Sağlık Gönüllüleri Derneği (EGESADER) Afyonkarahisar Sağlıkçılar Derneği (AFSADER) ve Antalya Sağlık Hizmetleri Derneği (SAHİDER) üyesi yüzlerce doktor pek çok Afrika ülkesindeki hastanelere 'gönüllü' olarak gönderildi.
Sağlık Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü'nün 'olurlarıyla' FETÖ organizasyonuyla Afrika ülkelerine giden doktorların birçoğu darbe girişimin ardından 'ihraç' edildi.
ÖRGÜTLENMENİN BAŞINDAKİ KARANLIK İSİM
ESAFED'in başkanlığını 2016'daki darbe girişiminin hemen ardından ABD'ye kaçan TSK'dan emekli Prof. Dr. Mustafa Sarsılmaz yapıyordu. Mustafa Sarsılmaz 1993 yılında vefat eden ve ölümündeki şüpheler hâlâ giderilemeyen 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vücut bütünlüğünün bozulmasını önlemek için kimyasal madde enjekte eden ekipte yer almıştı. 2012'de FETÖ'nün medya kuruluşlarından Cihan Haber Ajansı'na konuşan Sarsılmaz Özal'dan saç veya kan örneği almamasını "Basiretim bağlanmıştı" sözleriyle izah ederek hedef şaşırtmıştı.
https://www.veryansintv.com/en-buyuk-ozel-hastaneleri-fetonun-cikti
================================
İZMİR'DE 58 ASKER TUTUKLANDI… BAŞSAVCILIK AÇIKLADI: SON 2 5 YILDA…
İzmir'de FETÖ'nün TSK'daki mahrem yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında tutuklanmaları talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edilen çoğunluğu muvazzaf askerlerden oluşan 80 şüpheliden 58'i tutuklandı. Başsavcılık son tutuklamalarla birlikte yaklaşık 2 5 yıldır yapılan planlı operasyonlar dizisi sonucunda toplam 1223 kişinin tutuklandığını açıkladı.
25 Haziran 2021 08:38 Güncellendi: 25 Haziran 2021 10:43
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın FETÖ'nün TSK yapılanmasına yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında ankesörlü/ kontörlü sabit hat ile 'mahrem' imamlar ile irtibatlı olduğu iddia edilen 132 kişi hakkında gözaltı kararı verilmişti.
TSK'da büyük ankesör operasyonu: 132 gözaltı kararı
Gözaltı kararı verilen şüphelilerin 3'ü albay 2'si yarbay 3'ü binbaşı 6'sı yüzbaşı 15'i üsteğmen 3'ü teğmen 57'si astsubay 6'sı uzman çavuş rütbesinde 19'u Deniz Kuvvetleri 13'ü Kara Kuvvetleri 46'sı Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına 15'i Jandarma Genel Komutanlığı 2'si Sahil Güvenlik Komutanlığı'na mensup 33'ü muvazzaf 95 asker 34'ü darbe girişimi sonrası ilişikleri kesilen askeri okul öğrencisi 2'si örgütsel olarak "öğretmen" tabir edilen asker sorumlusu mahrem sözde imam ile 1'i örgütsel katalog evliliği tespit edilen asker eşi olduğu bildirilmişti.
58 KİŞİYE TUTUKLAMA 22 KİŞİ SERBEST
İşlemleri tamamlandıktan sonra tutuklanmaları talebiyle İzmir Sulh Ceza Hakimliklerine sevk edilen toplam 80 kişiden 58'i tutuklandı. 22 kişiden 6'sı ev hapsi gerekçesiyle 16'sı ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. 2 kişi hakkındaki gözaltı kararı mükerrer soruşturma nedeniyle iptal edilirken 1 kişinin başka suçtan dolayı gözaltında olduğu 1 kişinin ise gözaltı işleminin devam ettiği öğrenildi. 'Faydalı itirafçı' olarak değerlendirilen 27 kişi ise kolluktan serbest kaldı.
Operasyon kapsamında 19 kişinin firari olduğu öğrenildi.
BAŞSAVCILIK SON RAKAMLARI AÇIKLADI
Öte yandan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı TSK'ya yönelik 'ankesör' operasyonlarıyla ilgili son bilgileri de paylaştı.
Buna göre Milli Savunma Bakanlığı Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı Genelkurmay Başkanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Tem Dairesi Başkanlığı ve İzmir İl Emniyet Müdürlüğü ile koordineli olarak ilki 19 Kasım 2019 tarihinde olmak üzere toplam 19 operasyon düzenlendi.
1223 KİŞİ TUTUKLANDI
Sonuncusu 22 Haziran 2021'de yapılan operasyonla birlikte ortaya çıkan son verilere göre ankesör soruşturmalarında 2072'si muvazzaf asker olmak üzere 2767 kişi hakkında yakalama ve gözaltı talimatı verildi. Bunlardan 549'u emekli veya eski asker 146'sı ise darbe girişimi sonrası kapatılan askeri okul öğrencisi.
Gözaltına alınan şüphelilerden 1223'ü tutuklandı.
362 kişi faydalı itirafçı olarak değerlendirilip serbest bırakıldı.
TUTUKLANMALARI İSTENEN 841 KİŞİ MAHKEME TARAFINDAN SERBEST BIRAKILDI
841 kişi tutuklanma talebiyle sevk edildikleri sulh ceza hakimliklerince 'hakimlikte itirafçı' oldukları gerekçesiyle adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. 52 kişi de delil durumu dikkate alınarak salıverildi. 84 kişi hakkında ise haklarında farklı birimlerce işlem yapılması gibi çeşitli nedenlerden dolayı gözaltı talimatları iptal edildi.
Bugüne kadar yapılan operasyonlarda toplam 210 kişi firari olarak kayıtlara geçti.
https://www.veryansintv.com/izmirde-58-asker-tutuklandi-bassavcilik-acikladi-son-25-yilda
================================
ŞEHİR HASTANELERİ DANİMARKALILARA SATILDI
25.06.2021
Şehir hastanelerinde dikkat çeken bir gelişme yaşandı. Adana Yozgat Elazığ Bursa ile İstanbul Başakşehir Çam ve Sakura şehir hastanelerini işleten Rönesans Holding bu alandan çekilme kararı almıştı. Sağlık Bakanlığı ile Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle hastaneleri inşa eden grup sağlık yatırımlarını işleten Rönesans İşletme Hizmetleri şirketini Danimarkalı ISS Facilities'e devretti.
Rekabet Kurumu bugün söz konusu devir işlemini onayladığını duyurdu. Yapılan açıklamada "Rönesans Sağlık Yatırım Anonim Şirketi ve Şam Yapı Anonim Şirketi elinde bulunan Rönesans İşletme Hizmetleri Danışmanlığı AŞ nezdindeki hisselerin yaklaşık %100'ünün ISS Tesis Yönetim Hizmetleri AŞ tarafından devralınması işlemine ilişkin olarak da Rekabet Kurulu 17.06.2021 tarih ve 21-31/401-203 sayı ile ilgili işleme izin vermiştir" denildi.
NE KADARA SATILDIĞI AÇIKLANMADI
Toplamda 9 bin 500 yatak kapasitesiyle Türkiye'nin en büyük sağlık işletmecisi olan Rönesans İşletme Hizmetleri Danışmanlığı'nın Danimarkalı ISS'ye ne kadara satıldığı ise açıklanmadı. Türkiye'de 40 binden fazla çalışanı bulunan ISS 1901 yılında bu yana 30'dan fazla ülkede faaliyet gösteriyor.
https://www.sonhaber16.com/sehir-hastaneleri-danimarkalilara-satildi/
================================
COVİD AŞILARI: AŞI KARŞITLARININ TEORİLERİ NELER BİLİM İNSANLARI NE SÖYLÜYOR?
Aşılama oranı artıkça corona vakaları ve hastaneye yatışlar azalıy
25 Haziran 2021
İlk olarak 2019 yılının Aralık ayında Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan corona virüsü kısa sürede tüm dünyaya yayılarak salgına neden oldu. Salgından milyonlarca kişi etkilendi aynı zamanda milyonlarca kişi de yaşamını yitirdi. Corona virüsü ilk tespit edildiği andan itibaren dünyanın çeşitli yerlerinde aşı çalışmaları da başladı. Hastalığın yayılımı durdurmak ve daha fazla kişinin hayatını kaybetmesini önlemek için yürütülen çalışmalar neticesinde corona virüsüne karşı birkaç farklı aşı geliştirildi. Dünyanın birçok yerinde 2021 yılının başından itibaren corona virüsü salgınına karşı aşılama kampanyaları başladı. Ülkemizde de aşılama kampanyaları yürütülüyor. Öncelikli olarak salık çalışanlarına kronik hastalığı olanlara ve 65 yaş üzere vatandaşlara aşı yapılmıştı. Bu hafta sonundan itibaren ise 18 yaşından büyük herkesin aşı randevusu alabileceği açıklandı. Ancak aşı olmak istemeyenler de bulunuyor. Aşı karşıtları dünyanın pek çok yerinde aşılamaya karşı çıkıyor. Peki gerekçeleri ne uzmanlar bu konuda ne söylüyor?
Yapılan araştırmalar aşılama oranı artıkça corona vakalarının ve hastaneye yatışların azaldığına işaret ediyor. Ancak bu duruma rağmen aşı tartışmaları devam ediyor
Özellikle sosyal medyada aşılarla ilgili söylentiler yaygın olarak ilgi çekiyor ve
BBC Reality Check ekibi aşılarla ilgili Aralık 2020'de ortaya atılan asılsız iddiaların bazılarını mercek altına aldı. Biz de BBC haberinden bu iddiaları derledik.
İddia 1: "DNA'mız ile oynanacak…"
aşı karşıtları
Corona virüsü aşıları hakkında sosyal medyada en çok konuşulan iddialardan biri aşının DNA'mızı değiştireceğine ilişkin söylentiler. BBC üç bağımsız bilim insanına bu iddiayı sordu ve "corona virüsü aşısının insan DNA'sını değiştirmeyeceği" yanıtını aldı.
Yeni geliştirilen bazı aşılar virüsün genetik materyalinin bir parçasını yani genetik talimatları taşıyan mRNA'yı kullanıyor. İngiltere'de kullanım onayı alan ve Türkiye'nin de sipariş verdiği Pfizer/BioNTech aşısı da bunlardan biri.
Oxford Üniversitesi'nden Jeffrey Almond "mRNA'yı bir insana enjekte etmek insan hücresindeki DNA'ya hiçbir etkide bulunmaz" diyor.
mRNA vücudun kendi moleküler mekanizmalarını kullanarak hücrelere virüste yer alan proteine benzer bir protein üretmeyi öğretiyor ve bu da bağışıklık sisteminin tepki vermesini sağlıyor.
Aslında corona virüsü aşısının DNA'yı değiştireceği iddiasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Sosyal medyada Mayıs ayında yayılan videolarda mRNA teknolojisinin "henüz test edilmediği ve onaylanmadığı" ileri sürülüyordu ve genetik kodlarla oynanacağı iddia ediliyordu.
Daha önce hiçbir mRNA aşısının onay almadığı doğru ancak geçtiğimiz yıllarda mRNA aşılarının insanlarda kullanılmasına ilişkin birçok çalışma gerçekleştirildi. Buna ek olarak salgın başladığından bu yana aşı tüm dünyada on binlerce kişi üzerinde denendi ve sıkı onay süreçlerinden geçirildi.
Diğer tüm yeni aşılar gibi mRNA aşıları da katı güvenlik testlerine tabi tutulmadan yaygın kullanım tavsiyesi alamıyor.
Faz 1 ve Faz 2 aşı denemelerinde güvenli olup olmadıklarını test etmek ve uygun dozun belirlenmesi için aşılar daha az sayıda kişiye veriliyor.
Faz 3 denemelerinde ise aşının ne kadar etkili olduğunun belirlenebilmesi için aşı binlerce kişiye veriliyor. Gerçek aşı dozu verilen grup ve plasebo dozu verilen kontrol grubu çeşitli yan etkilerin ve koruyuculuğun saptanması için yakından izleniyor. Aşı yapılan kişiler eğer aşı kullanım onayı alsa bile çeşitli etkilere karşı izlenmeye devam ediliyor.
İddia 2: "Çip takılacak…"
Bu iddia ise dünya genelinde oldukça fazla konuşuldu. İddiaya göre corona virüsü salgını milyonlarca kişinin vücuduna izlenebilir mikroçip yerleştirmenin kılıfı olarak ortaya atıldı ve tüm bunların arkasında Microsoft'un kurucusu Bill Gates var.
Oysa "aşı mikroçipi" diye bir şey yok ve Bill Gates'in gelecekte böyle bir projesi olduğuna dair bir kanıt da yok. Bill ve Melinda Gates Vakfı BBC'ye yaptığı açıklamada iddiaları yalanladı.
Söylentiler Mart ayında Bill Gates'in yaptığı bir açıklamayla yayılmaya başladı. Gates kimlerin iyileştiğini kimlerin test edildiğini ve kimlerin aşı olduğunu gösteren "dijital sertifikalar" olabileceğini söyledi ancak mikroçiplerden bahsetmedi.
Bu mülakatın ardından çok paylaşılan bir yazı ortaya çıktı: "Bill Gates corona virüsle mücadele için mikroçipleri kullanacak. "
Yazı Gates Vakfı'nın desteklediği bir çalışmaya da atıf yapıyor. Çalışma kişilerin aşı bilgilerinin özel bir mürekkep enjekte edilerek deri yüzeyinde saklanabilmesini sağlayabilecek bir teknolojiye ilişkin.
Oysa çalışmada bahsi geçen uygulama bir mikroçip değil daha çok görünmez bir dövmeye benzetilebilir.
Çalışmada yer alan bilim insanı Ana Jaklenec bu teknolojinin henüz uygulanmadığını insanların izlenmesini ya da kişisel bilgilerine ulaşılmasını sağlamayacağını bu tür bilgilerin bir veritabanına kaydedilmeyeceğini belirtiyor.
Microsoft'un kurucusu Gates'in adı salgın süresince birçok söylentide zikredildi. Bunda Gates'in aşı çalışmaları ve halk sağlığı alanında yardım çalışmalarına destek vermesi de etkili oldu.
Ortada herhangi bir kanıt olmamasına rağmen Mayıs ayında YouGov tarafından yapılan bir ankette Amerikalıların yüzde 28'inin Bill Gates'in aşı vasıtasıyla insanlara mikroçip yerleştirmek istediğine inandığı ortaya çıktı. Cumhuriyetçiler arasında buna inananların oranı yüzde 44 olarak saptandı.
İddia 3: "Aşılar cenin dokusu içeriyor…. "
Aşıların insan ve hayvan ceninlerindeki bazı dokuları özellikle de akciğer dokularını içerdiğine yönelik söylentilere de rastlanıyor. Bu iddialar bazen de "anne karnındaki 3-6 aylık bebeklerin kürtajla alınıp bedenlerinin aşı çalışmaları için kullanılması" şeklinde paylaşılıyor.
Bu da yanlış bir iddia.
Southampton Üniversitesi'nden Dr. Michael Head bu söylentiyi net ifadelerle yanıtlıyor: "Herhangi bir aşı üretim sürecinde cenin hücresi kullanılmıyor. "
Söylentilerin ortaya çıkma nedeni aşı geliştirme süreçlerinde laboratuvarda üretilen bazı hücrelerin de kullanılıyor olmasıyla ilgili olabilir. Bu hücreler embriyonik hücrelerin klonlanmasıyla oluşturulur. 1960'larda geliştirilen bu teknikte "bebeklerin 3 aylıkken kürtajla alınıp aşı çalışmalarında kullanılması" gibi bir durum hiçbir şekilde yaşanmadı.
Bristol Üniversitesi'nden Dr. David Matthews birçok aşının bu yöntemle geliştirildiğini kaydediyor ve aşının yüksek standartlarını korumak için hücre izlerinin detaylı biçimde aşıdan çıkarıldığını da ekliyor.
Oxford Üniversitesi aşısını geliştirenler de klonlanmış hücrelerle çalıştıklarını belirterek bu hücrelerin "kürtajla alınmış bebeklerin hücreleri olmadığını" vurguluyor.
Hücreler virüsün zayıflatılmış bir versiyonunu üreten fabrikalar gibi çalışıyor. Bu da aşının temel çalışma prensibini meydana getiriyor. Ancak zayıflatılmış virüsler klonlanmış hücrelerin yardımıyla üretilmiş olsa da hücresel materyal aşının içinden çıkarılıyor.
İddia 4: "Ölüm oranı düşük aşıya gerek yok…"
Sosyal medyada yer alan aşı karşıtı argümanlardan birisi de "Eğer corona virüsten ölme oranı bu kadar az ise aşı olmak gereksizdir" şeklinde formüle edilebilir.
Aşı olmaya karşı insanlar tarafından paylaşılan bir görselde Covid-19 hastalığında iyileşme oranının yüzde 99 97 olduğu söylenerek coronavirüs kapmanın aşı olmaktan daha güvenli bir seçenek olduğu ileri sürülüyor.
Öncelikle bu görsellerde yer alan "iyileşme oranı" yani virüs kaparak iyileşenlerin oranı doğru değil.
Oxford Üniversitesi'nden istatistik uzmanı Jason Oke corona virüsten enfekte olanların yüzde 99'unun kurtulduğunu söylüyor. Yani her 10 bin kişiden 100'ü yaşamını yitirecek ve bu sayı görselde yer aldığı haliyle her 10 bin kişiden 3 kişinin yaşamını yitirmesinden oldukça fazla.
Öte yandan Oke şunu da ekliyor: "Risk yaş aralığına bağlı olarak çok değişiyor ve Covid-19 kaynaklı olarak uzun vadede meydana gelebilecek ölümler hesaba katılmıyor. "
Yani mesele sadece hayatta kalmaktan ibaret değil. Ölenlerin yanı sıra yoğun bakıma alınanlar ve hastalığın uzun erimli etkilerini yaşayanlar da söz konusu.
Sağlık sistemlerinin kapasitesinin aşılması başka hastalık ve yaralanmalardan muzdarip hastaların iyileştirilmesi konusundaki olanakları da kısıtlıyor.
Londra Hijyen ve Tropik Tıp Okulu'ndan Prof. Liam Smeeth toplam ölüm oranına odaklanmanın aşılarla ilgili temel noktayı kaçırdığını belirterek aşı olmanın başkalarını korumak için atılması gereken bir adım olduğunu kaydediyor:
"İngiltere'de salgının en kötü boyutu ve sokağa çıkma kısıtlamalarının da gerekçesi sağlık sisteminin kapasitesinin zorlanmasıydı. Bakım evlerindeki hasta ya da yaşlı kişiler ve hassas gruplar virüs kaptığında ağır hastalanma riskini daha çok taşıyorlar. "
https://listelist.com/asi-karsitlari-teorileri-corona/
================================
UZAYLILAR BİZİ İZLİYOR OLABİLİR CORNELL ÜNİVERSİTESİ VE AMERİKA DOĞA TARİHİ MÜZESİ'NDEKİ ARAŞTIRMACILAR GEZEGENİMİZE YAKIN OLAN YILDIZ SİSTEMLERİNDEKİ AKILLI CANLILAR BARINDIRAN DÜNYALARI İNCELİYORLAR.
25 Haziran 2021 09:00 (7 sa. )
Sezgin Çiftçi
UZAYLILAR BİZE SANDIĞIMIZDAN DAHA YAKIN
Cornell Üniversitesi ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'ndeki bilim insanları 326 ışık yılı gibi küçük kozmik bir mesafe içinde yalnızca gezegenimizin güneşin yanından geçişini izleyerek Dünya'yı bulabilecek 2.034 yakın yıldız belirledi. Bu insan uygarlığının ortaya çıkmasından yaklaşık 5.000 yıl önce Dünya'nın varlığını tespit etmiş olabilecek 1.715 yıldız sistemi olabileceğini gözler önüne seriyor.
İlginizi Çekebilir Astronotların uzay yürüyüşünden güzel kareler ortaya çıktı
NASIL İNCELENİYOR?
Nature dergisinde daha dün yayınlanan araştırmada bu yakındaki yıldızların etrafındaki gezegenlerin Dünya'da hayat olup olmadığını görebilecek kozmik bir mesafede oldukları belirtildi. Astronomi profesörü ve Cornell'deki Carl Sagan Enstitüsü'nün Direktörü Lisa Kaltenegger öteki gezegenlerin bakış açısına göre "uzaylıların" bizler olduğunu söyledi. Kaltenegger ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'ndeki kıdemli bilim insanı astrofizikçi Jakie Faherty öncelikle hangi yıldızların (veya yıldız sistemlerinin) Dünya'nın Geçiş Bölgesine girip çıktığını ve ne kadar süreyle kaldığını belirlemek için Avrupa Uzay Ajansı'nın (ESA) Gaia eDR3 kataloğundan yararlandılar. Gaia eDR3 kataloğu yakın yıldızların hareketlerinin verilerini toplayan bunların gerçek ve görünen hareketleri arasındaki farkı saptayan ve dahası bunlardan öngörülebilir hareketler çıkaran bir data yapısıdır.
UZAYLILAR BİZE SANDIĞIMIZDAN DAHA YAKIN
Faherty'nin dediğine göre Gaia eDR3 sayesinde Samanyolu Galaksisi'ndeki yıldızlara dair kesin bir haritaya erişildi. Hatta bunun sayesinde yıldızların geçmişine ve geleceğine bakmak mümkün oldu. Buradan incelenen son 10.000 yıllık süre boyunca Dünya Geçiş Bölgesi'nden geçen 2.034 yıldız sistemi saptandı. Bunlardan 117 tanesi ise Güneş'e yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta ve bu ciddi yakın bir mesafe. Araştırmacılara göre bütün bu 2.034 yıl sistemi tıpkı Dünya'nın şu an onları tespit etme imkanı olduğu gezegenimizi tespit etme imkanları var. Eğer bu yıldız sistemindeki gezegenler akıllı yaşam barındırıyorlarsa gezegenimizi gözlemleyebilir ve hatta atmosferimizdeki yaşamın kimyasal imzalarını görebilirler.
YA BİZİ İZLİYORLARSA?
Bu yıl içinde fırlatılması beklenen James Webb Uzay Teleskobu diğer dünyaların atmosferini karakterize etmek ve nihayetinde yaşam belirtileri aramak için birkaç yıldız sistemine ayrıntılı bir şekilde bakmaya hazırlanıyor. Araştırmacılardan Faherty bizi zaten tespit etmiş olabilecek olan Dünya ötesindeki dünyaların gezegenimiz ve güneş sistemimiz için aynı planları yaptığını tahmin edebiliriz diyor. Hatırlarsak daha önceden Stephen Hawking de tıpkı bizim gibi akıllı canlıların yaşadığı gezegenler olabileceğini söylemişti. Ancak uzaylılardan bir sinyal aldığımız takdirde cevap vermemiz gerektiğini de söylüyordu. Ki Hawking'in işaret ettiğine göre uzaylıların gezegenimizi keşfetmesi Kolomb'un Amerika'yı keşfetmesine benzeyecektir. Amerika'nın keşfi Amerika yerlileri için pek iyi bitmemişti...
https://www.donanimhaber.com/uzaylilar-bize-sandigimizdan-daha-yakin--135145
================================
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
0
- - - - - - - - - - - - -
Bir insanin kendisinin yapabilecegi seyleri tanrilardan istemesi anlamsizdir.
EPIKUROS (MO 341-270) Yunan filozof.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner
- - - - - - - - - - - - -
TCK Madde 84 Intihara yonlendirme1
1) Baskasini intihara azmettiren tesvik eden baskasinin intihar kararini kuvvetlendiren ya da baskasinin intiharina herhangi bir sekilde yardim eden kisi iki yildan bes yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir.
2) Intiharin gerceklesmesi durumunda kisi dort yildan on yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir.
3) Baskalarini intihara alenen tesvik eden kisi uc yildan sekiz yila kadar hapis cezasi ile cezalandirilir. Mulga ikinci cumle 29 6 2005 – 5377 10 md. 4 Isledigi fiilin anlam ve sonuclarini algilama yetenegi gelismemis olan veya ortadan kaldirilan kisileri intihara sevk edenlerle cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kisileri intihara mecbur edenler kasten oldurme sucundan sorumlu tutulurlar.
- - - - - - - - - - - - -
Asik Veysel
Olmayasin karaktersiz
Cok konusan yerli yersiz
Adin dogru kendin hirsiz
Karanlikta dolasirsin…
- - - - - - - - - - - - -
0
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur-gundem@googlegroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc |
Grup Sayfamiz | : | https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum. Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim. Videolar, resimler, makaleler falan. | : | http://insulaelibertatis.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder