18 Nisan 2012 Çarşamba

POLITIK - Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu size mektup yazdı...

Evet muvazzaf bir general, halka basın aracılığıyla mektup yazdı.
Normalde olmaz böyle şeyler.
Evet, adliyeye sürüklenen askerler muvazzaf, emekli demeden gırtlakları çıktığı kadar bağıracaklar, konuşacaklar, basına beyanat verecekler, kendilerini savunacaklar, fikirlerini anlatacaklar.
Artık, askerlerin basına demeç vermeleri gibi bir engel yok.
Çünkü zanlı yapılan kişiler artık askermiş, sivilmiş hiçbir önemi yok.
İsterlerse kitap yazarlar, isterlerse, yabancı basına Türk hükümetini şikayet ederler, herşey yasal ve hak.
Değil mi, ki üstlerindeki üniformayı zorla çıkarttılar ve yerine mahkum üniforması giydirdiler.
17 Nisan 2012, Salı 15:52:09

Koramiral Otuzbiroğlu, Yargıtay'ın aldığı kararı hatırlattı

(SÖZDE) Balyoz'da tutuklu bulunan Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu, Kocaeli Gazetesi Köşe Yazarı Tanzer Ünal'a ikinci defa mektup gönderdi.

14 aydır tutuklu bulunan ve İzmitli olan Otuzbiroğlu, davada delil olarak kabul edilen belgelerin sahteliğinin birçok defa ispatlandığına dikkat çekiyor.

MEKTUBU OLDUĞU GİBİ YAYINLIYORUZ

Sayın Tanzer ÜNAL,


S

ize 3 Kasım 2011 tarihinde yazdığım mektuptan bu yana beş ay geçti.
Bu beş ay süresince Balyoz Davası'ndaki 365 sanığın ön savunmaları ve sorguları tamamlandı.
Mahkeme, tespit edip çağırdığı tanıkları dinledi.
Tanıkların ifadelerinde, sanıklar aleyhine olabilecek hiçbir husus tespit edilmedi.

Bizlerin de tanık çağırma ve bilirkişi dinleme taleplerimiz oldu, büyük bir süratle tamamladığımız ön savunmaların arkasından, tüm şüpheleri gidermeyi umduğumuz "delillerin değerlendirilmesi" safhasına geçmeyi sabırla bekledik.

Bu arada yurt içi ve yurt dışındaki saygın kurumlardan, dijital veriler (CD'ler) hakkında bilirkişi incelemeleri yaptırttık.
Oluşturma ve son kaydetme tarihi Mart 2003 ve öncesi olduğu iddia edilen, sözde suç iddialarının isnat ettiği 11 ve 17 numaralı CD'lerin delil olarak nitelendirilemeyeceğine ilişkin raporlar aldık.

Mahkemeden; bilişim uzmanlarından oluşan bir heyet tarafından bilirkişi raporlarını inceleyerek, mahkeme huzurunda tartışmamızı ve (E) Orgeneral Aytaç YALMAN ile (E) Orgeneral Hilmi ÖZKÖK'ün tanık olarak dinlenmesini talep ettik.
Mahkeme bu talepleri dikkate almadan ve delillerin değerlendirme safhasını göz ardı ederek, ya da daha doğrusu göstermelik bir şekilde geçiştirerek, savcıdan esas hakkında mütalaasını istedi.
Savcı ise 365 sanık için, yani tüm sanıklara 15-20 yıl hapis cezası talep etti.
Bundan sonra sanıklar son savunmalarını yapacaklar ve dava sona erecek.
Bizim 15 aydır yaptığımız savunmalar, ispatladığımız 1500'ü aşkın sahtelik ve tutarsızlığa karşın, değil ikna etmek, en ufak bir şüphe yaratamamış olmamız ve hâlâ tutuklu olarak yargılanmaya devam etmemiz, bu mahkemeden adil bir karar çıkma konusunda bizde büyük bir endişeye sebep olmaktadır.

Gelinen durum itibariyle, avukatlarımız kendilerine yönelik, mahkemenin tutumuna ve savunma hakkının kısıtlanmasına dayanamayarak, duruşmalara katılmama kararı aldılar.
Son bir haftadır sanıklar duruşmalara avukatsız katılıyorlar.
Savunmanın talep ettiği tanıkların ve bilirkişilerin dinlenmesine ve mahkemece teşkil ettirilecek tarafsız bir bilirkişi heyetince CD'lerin inceletilmesine ve mahkeme huzurunda tartışılmasına yönelik, mahkemece bir karar alınmasına kadar, avukatlar duruşmalara katılmayacaklarını bildirdiler.

Biz, ülkemize yöneltilen komplonun mağdurları, iftiraya maruz Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları olarak kendimizden eminiz.
Ancak Anayasa'nın 36'ncı maddesindeki
"Hak arama hürriyeti" ve bu hürriyet kapsamında "Adil yargılama hakkının" bu davada bir anlam ifade edip etmediği konusundan emin değiliz.

Mahkeme bu aşamada büyük bir çıkmaza girmiştir.
Talepleri kabul etmesi halinde beraatımıza karar vermekten başka çaresi kalmayacaktır.

Bizim haksız yere çektiğimiz sıkıntıların nedeni olan BALYOZ DAVASI da, gerçekler göz önüne serilince ülkemizin önünü açacaktır.
Bunca yalan, dolan, kurgu ve iftiraya sebep olanlar, alet olanlar, göz yumanlar da Türk milleti önünde hak ettiklerini bulacaklardır.

Sayın ÜNAL, geçtiğimiz hafta içinde Hasdal Askeri Ceza ve İnfaz Kurumu'nda tutuklu bulunan muvazzaf amiral, general ve subaylar tarafından imzalanarak, İstanbul'daki basın kuruluşlarına gönderdiğimiz "Hangi Hukuk?" başlıklı yazıyı ekte sunuyorum.
Okurlarınızla paylaşırsanız bizi sevindirirsiniz.

Sizlere sağlıklı, başarılı ve esenlik dolu günler diler, saygılarımı sunarım.

Mehmet OTUZBİROĞLU, Koramiral

VE KOMUTANLARIN ORTAK KALEME ALDIĞI MEKTUP

Hangi Hukuk?

Dünyanın hiçbir ülkesinde hukuki açıdan maddi delil kabul edilemeyecek, değiştirilebilir nitelikteki sahte dijital veriler gerekçe gösterilerek, ortalama 14 aydır, haksız olarak özgürlüğümüzden mahrum bırakılmış durumdayız.

Delillerin değerlendirilmesi aşamasında, önce delillerin elde ediliş yönteminin sonra da hukuksal geçerliliğinin mahkemece İrdeleneceğini düşünüyorduk.
Ancak görüyoruz ki konuya bu açıdan yaklaşılmıyor, mahkeme davanın özünden sürekli olarak kaçıyor.

Bu durumda, basit bir hukuk mantığını, analitik olarak inceleyelim:

Bir gazeteci bir takım belgeleri bir bavul içinde teslim ediyor.
Ancak bu belgelerin içinde sahte verilerin yanında dava konusu ile ilgisi olmayan Gizli ve hatta kozmik diye nitelenen Çok Gizli askeri yazışmalar da var.

Bir gazeteci bu bilgileri resmi yollarla bir askeri birlikten temin edebilir mi?
Kesinlikle edemez.
O halde bu bilgiler gayrıkanuni kanallarla elde edilmiştir.

Peki, yasal olmayan yollardan elde edilen bir belge, diğer bir ifade ile hukuki açıdan usulüne uygun olmayan bir yöntemle elde edilen bir delil, delil niteliği taşır mı?

CMK'nın 217 inci maddesinin 2'nci fıkrası şöyle diyor:
"Yüklenen suç, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir"

Demek ki bu belgeler usul yasasına göre açık ve net olarak delil niteliği taşımıyor.

Buna rağmen soruşturma savcıları, yasanın bu açık hükmü karşısında son derece tartışmalı bir iddianame hazırlıyorlar ve bizleri yargılamakta olan mahkeme de bu iddianameyi kabul ediyor.

Peki, usul hukukuna uygun olmayan bir yolla elde edilen bir delille kovuşturma safhası (yani mahkeme safhası) sürdürülebilir mi?

Yine CMK'nın 206'ncı maddesinin 2'nci fıkrasının a bendi şöyle İfade ediyor:
"Delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddedilir."

Bizler mahkeme'den 206'ncı maddeyi uygulamasını beklerken, mahkeme bizi tutuklamaya devam ediyor.

CMK'nın 217 ve 206'ncı maddelerinin açık hükümlerine rağmen, delillerin usulüne uygunluğu tartışmasını bir tarafa bırakalım, hukukun garip bir cilvesi diyelim ve incelememize devam edelim.

Mahkeme'nin elinde, delil olarak sunduğu ne var?
Sadece sahte dijital veriler.

Islak imza var mı?
Yok.

Elektronik imza var mı?
Yok.

Kaynak bilgisayara ulaşılabiliyor mu?
Hayır.

Yazıcı izi var mı?
Hayır.

Aleyhte bir tanık ifadesi mevcut mu?
Hayır.

Bu belgeler hazırlanırken gören var mı?
Yok.

Savcının sözde planların seminerde tartışıldığı kanaati üzerine mahkemenin (bizlerin değil!) tanık olarak çağırdığı hiçbir gözlemci, seminerde sözde Balyoz, Suga, Oraj, Çarşaf, Sakal vb.
planların isimlerini duymuş mu?
Beyanlarına göre hayır.
Dinlenen ses kayıtlarında bu ifadeler geçiyor mu?
Hayır.

Örnekler çoğaltılabilir.

Özetle, mahkemenin elinde imzasız dijital verilerden başka iddiaları destekleyici tarzda bir olgu, kanıt var mı?
Yok.

O halde, bu dijital veriler sadece Türkiye'de değil, dünyanın hiçbir yerinde delil olarak kabul edilmez.

Zaten Yargıtay 1835/2346 sayılı içtihadında haklı olarak şöyle söylüyor:
"Bunlar manyetik kayıtlardır ve bunların son aldığı şekle bakarak, daha önce hangi şekilde olduklarını tespit imkânsızdır"

Özetlersek, sözde deliller usulüne uygun olarak elde edilmemiş ve hukuki açıdan da delil niteliği taşımıyor.

Sözde delillerin usulüne uygun olarak elde edildiğini farz ve kabul etmiştik!!!
Buna bir ilave yaparak, dijital verilerin de tek başına delil olarak kabul edileceğini de var sayalım.

Şimdi de karşımıza, iddianamede davaya konu olan yer, zaman, isim, mantık ve olaylar ile ilgili, hayatın olağan akışına aykırı, resmi raporlar ve bilirkişi tetkikleriyle belgelenmiş ve ıspatlanmış, 1500 civarında somut ve kesin maddi hata çıkıyor.

Bununla beraber gelinen aşamada savcı esas hakkında mütalaasında ısrarla "11 nolu CD'nin orijinal ve son kaydının 2003 yılında yapıldığını" vurgulamaktadır.
Ancak dijital verilerde kullanılan yazı karakteri ve kroki çizim programının, 2006 yılında üretici firma (Microsoft) tarafından Dünya piyasasına sürülen Wlndows 2007 işletim sisteminde yer alan Microsoft Office 2007 (Office 12) sürümü ile yazıldığı ıspatlanıyor.

ABD'nin saygın, güvenilir ve dünyaca ünlü adli bilişim firması olan Arsenal'in bu tespitleri, ülkemizin güzide bilim kuruluşları olan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Adalet Bakanlığı'nca bilirkişiliği onaylanmış adil bilişim uzmanından Şubat ve Mart 2012 aylarında alınan bilirkişi raporlarıyla da teyit ediliyor.
YTÜ'nün konu ile ilgili öğretim üyelerinden oluşan heyeti diyor ki:
"11 ve 17 nolu CD'lerin 2007 yılından daha önce hazırlanmaları mümkün değildir ve bunlar delil niteliğinde değerlendirilemez.
" Fakülte dekanlığı da bu raporu onaylıyor.

Sonuç:
Savcı, esas hakkındaki mütalaasında, "11 nolu CD 2003 yılında son kez kaydedilmiştir"
demesine rağmen, tüm sanıklar için 15-20 yıl hapis istiyor.

Mahkeme ise tanık ve bilirkişi dinletme taleplerimizi savunma avukatlarının bulunmadığı ve sanıkların söz alamadığı sadece tek bir celsede, delillerin değerlendirilmesi aşamasını tamamlamak suretiyle, hukuksuzluklar daha fazla dallanıp budaklanmadan, adeta belirlediği bir zamana kadar bir an önce kararını vermek istiyor.

Aslında, ortada bir yargısız infaz var.
Sanıklar lehine olan binlerce delilden hiçbirini duymayan, görmeyen, saklayan, çağırılan tanıklar sanıklar aleyhinde konuşmayınca, adeta yalancı şahitlikle itham eden İddia makamının, geçen bir yıl süresince ortaya konulan, devletin resmi belgeleri, savunmanın sunduğu bilirkişi raporları, lehte tanık ifadeleri vb.
savunmaya yönelik somut delilleri, esas hakkında mütalaasına yansıtmadığını açıkça gördük.

Biz Mahkeme'nin de nihai kararını şimdiden tahmin edebiliyoruz.
Hukuk süreci diyerek bu sürece destek verenler hukuksuzluğu hala görmüyorlar mı?

İsyan ederek iddia ediyor ve diyoruz ki, "kendinizden bu kadar eminseniz, o zaman istediğiniz bir bilirkişi heyetini, lütfedip mahkeme salonuna getirin".

Ama görüyoruz ki gelmeyecek.
Sahtekârlık bir okur-yazarın anlayabileceği kadar açık, kesin ve ortada.
Artık kral çıplak!

Burada hukuk var mı?
Burada bilim var mı?
Burada sağduyu var mı?
Burada mantık var mı?

Ey ülkemizin hukuk âlimleri, bizler daha başka ne yapabiliriz.
İnsaf, el insaf!
Ey yüce hukuk kurumları neredesiniz?
Hukuk eliyle yapılan bu hukuksuzluklara daha ne kadar sessiz kalacaksınız.
Tarih önündeki sorumluluğunuzun farkında mısınız?

Doğal olarak, bu kadar çok sayıdaki çelişki, dünya kamuoyunun ilgisini de bu dava üzerine çekti.
Küresel olarak en çok tirajı olan iki dergi, Time ve Newsweek bu konuda makaleler yayımlıyorlar.

27 Şubat 2012 tarihli Newsweek dergisi; Türkiye'deki adalet sistemini yıkılmış olarak nitelendirmekte, tarafsız ve adil bir adalet sistemini tesis etmek yerine, rakip hiziplere mensup savcıların, olağanüstü güçlerini politik çıkarlar maksadıyla kullandığını vurgulamaktadır.

Buna "fikir özgürlüğüdür; basın yayın organları her türlü görüşe açıktır" denilebilir.
Ancak, Avrupa Birliği de bu konuya duyarsız kalamayacağını açıkladı.
Şimdiye dek askeri vesayet diyerek yeri göğü inleten AB komisyonu, 2011 yılı Türkiye ilerleme raporunda,
"Balyoz davasındaki hukuk ihlallerini kaygı verici" olarak nitelendirdi ve daha da önemlisi 2012 raporunda bu konuda özel bir ek hazırlanmasını ve sürecin gözlem altında tutulmasını talep etti.

AB, süreçteki tutarsızlıkların yanı sıra, bu davadaki, savunulamaz 1500 maddi hataya ve 2002-2003'de yazıldığı iddia edilen birçok dijital verinin en erken 2007'de yazılmış olabileceğini söyleyen, saygın çevrelerce hazırlanmış bilirkişi raporlarına ortak olarak, her zaman övündüğü ahlaki üstünlüğünü kaybetmek istememektedir.
Çünkü evrensel hukuk ve Avrupa hukukunun yanı sıra taraf olduğumuz uluslararası hukuk açısından bu dava savunulabilir olmaktan çıkmıştır.

M.Ö.2500 yıllarında ölen Sümer kralı Urukaglna, mezar taşına, büyük bir gururla, "Sümer halkına adalet getirdim" diye yazdırmış.

M.S.2000'li yıllarda, M.Ö.2000'li yıllardaki kadar adalet istiyoruz.
Çok mu?

Gücümüzü, önce masumiyetimizden, bilahare sağduyusuna daima inandığımız Türk milletinden alıyoruz.
Türk kamuoyunu, Balyoz tertibinin özü olan 11 nolu CD'yi sorgulama çağrısına ısrarla devam ediyor ve bu sahte CD'nin bir hedefinin de, Türkiye'nin savunma gücünü yok etmek olduğunu vurguluyoruz.

Saygılarımızla

http://askerhaber.com/haber/6650/otuzbirogludan-ikinci-mektup.html

 


--   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .    Avaro omnia desunt, inopi pauca, sapienti nihil Cimrinin herseyi, fakirin bazi seyleri eksiktir, bilgin'in ise hicbirseyi eksik degildir.  Latince Atasozleri   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .   Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur.  Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .  Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.  http://orajpoyraz.blogspot.com/  Dinlerin kitaplar1n1;  Okuyup anlayana 'ateist', Okuyup anlamayana 'dindar', Hem okumay1p hem de anlamayana, 'yobaz' denir.  Nikola Tesla  ....... Dinler atesbocekleri gibidir:  Parlayabilmek icin karanliga gereksinim du yarlar.  Tum dinlerin kosulu yaygin olan belirli bir derecede cehalettir.  Ki sadece bu havada yasayabilirler ancak.  Arthur Schopenhauer  . . . . . . . . . . . . . . . .  Ey mutsuzlar!  Kardeslerinizi bogazliyorlar, goz yumuyorsunuz. Çigliklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz. Aramizda dolasip kurbanini seciyor zorbanin teki, sessiz kalirsak bize dokunmaz diyorsunuz. Bok yiyorsunuz! Ne tuhaf yer burasi, sizler nasil insanlarsiniz! Haksizlik varsa bir yerde eger ayaklanmali insan. Ayaklanma olmuyorsa batsin o sehir yerin dibine. Yansin bitsin, kul olsun karanliklar basmadan.   Bertolt BRECHT 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder