TC'yi kurduran kefere size neden el verdi?
İsrafil K.KUMBASAR israfilkumbasar@yenicaggazetesi.com.tr
enetiğiyle oynanan bir milletin, 100 metre koşusuna şahit oluyoruz.
Tarihi günlerden, 'ucu açık' bir geleceğe doğru yol alıyoruz.
'İstikbal' denilen yarınlar bir kaç kişinin 'ömrüne', 'gönlüne' ve 'geçmişe dair kinine' endekslenmiş durumda.
Konvoy öyle alışıldık, 'aynı hedefe' kilitlenmiş, 'aynı değerlere' baş koymuş kişilerden değil, 'ortak hınçlardan' beslenen; 'yaşadığı topluma' diş bileyen ve 'kendisinden gayrısına' hakk-ı hayat tanımayan suretlerden oluşuyor.
Yol üzerinde düşüp kalanlardan, tekmelenmeye başlananlardan "vasıtanın gaye için mübah" kılındığına ilişkin izlere rastlıyoruz.
'Gemi' azıya almalarından, 'yoldaşlarını' tepiklemelerinden hissediyoruz ki; 'güce ram olmanın' zayıflığı bütün benliklerini sarmış.
Nargile cafelerdeki oturuşlarından, Boğaz'a nazır arazilere kondurdukları villalardan, altlarına çektikleri son model ciplerden, market harcamalarından, saçma sapan yatırımlardan çok ama pek çok şeyin 'değişmekte' olduğunu görmek mümkün.
'Doyum noktasına' ulaştıkça, dünya gözlerinde 'küçüleceğine' daha bir büyüyor.
O yüzdendir ki 'bulutları delmeye' niyetlenen gökdelenleri, "dedemizin" dedikleri o şirin, bahçelerinde su kuyuları, kenarında ermiş mezarları bulunan mescitleri toz zerreciğine çeviriyor.
***
'Aşının' dozu arttıkça, mantıya bile 'otantik mutfak' muamelesi çekişleri, 'hormonal dengesizliğin' en bariz işareti.
Millet '100 metre' koşuyor.
Hayatlar 'slowmotion' karelerde ekrana akıyor.
O karelerde nafile bir arayış, "Kim bunları derdest edip, önünde diz çöktürdü" sorusuna fuzuli bir karşılık bekleyiş hakim.
İhtimal çok uzun zaman 'çapraşık ilişkilerini', 'parasal kaynaklarını', 'fikir babalarını', 'nereden gelip, nereye gideceklerini' pek de kestiremeyeceğiz.
'Hormonlu' oldukları kadar, 'kamuflaj' konusunda da hayli mahirler.
Türkiye Cumhuriyeti'ne '100 yıl' ömür biçen ve bu devleti 'İngilizler'in kurdurduğuna' inananların zamana karşı yarışını izliyoruz.
'Neyi' inşa etmeye çalıştıklarını takip ediyoruz.
"Bu kadarı da olmaz" diyoruz.
"Yok canım, her şeyin bir sınırı var" diye kendimizi avutuyoruz.
Fakat gidişata, icraatlara, itiraflara bakınca; şaşırmadan ve hayrete düşmeden edemiyoruz.
Küresel efendinin Lozan'da imzasının olmayışını, Willson'un prensiplerini, bize bu devleti 'lütfettiği' ileri sürülen İngilizler'in 'milli mücadele öncesi planlarını' hatırlayınca.
Evet, ürpermemek elde değil.
Demek gün, 'hiç yapılmadığı' öne sürülen milli mücadeleye o dönem de karşı çıkan, 'mandaya', 'esarete' onay verenlerin günü.
***
Şimdi çoğumuza 'uçuk', 'uyduruk', 'yersiz' düşünceler yumağı gibi gelebilir bu yazı.
Fakat bu süreç öncesinde ve bu süreç içinde hazretlerinin tutumuna, bakınca 'vatandan, 'devletten', 'milletten' ve de 'bayraktan' ne anladıklarını dikkate alınca, durumun bir 'vehimler silsilesi' olmadığı, 'ciddiyet' arz ettiği açıkça ortaya çıkıyor.
'Vergi' vermeden, 'askerlik' yapmadan, 'geçmişin asilerini' kahraman gibi algılayıp, 'geçmişte yapılan her şeye' sövüp, 'geçmişte yapılan her şeyi' satıp üzerine konanların '100 yıl senaryosunda figüran' olmalarına şaşmamak gerek.
Bu 'karanlık' senaryonun ipuçlarını, 'bugünü' yapılandıranların 'dün' yazıp çizdiklerine ve konuşmalarına bakarak daha iyi yorumlamak mümkündür.
Fikir babalarının, tezgah altında satılan broşürlerinin, korsan yayınlarının vazettiklerine dönüp bakınca, 'ince' ve 'ihanet'kokan adımların anlamı daha bir belirginleşiyor.
Türkiye Cumhuriyeti'ne 100 yıl ömür biçenler ile "dün bazı mecburiyetlerden dolayı bu devletin kurulmasına göz yumdukları" söylenen emperyalist güçler arasında ne tür bir pazarlık yapıldı?
***
'İleri demokrasiden', 'şeffaflıktan' söz edenlerin, öncelikle şu soruya cevap vermesi gerekiyor:
"Dün istedikleri kıvamda bir devlet kurduranlar, bugün sizin önünüzü neden açtılar?"
Lozan'ın yırtılıp atılması ve Sevr'in yeniden masaya taşınması mı söz konusu?
Hani hep papağan gibi tekrarlayıp durduğunuz, "hezimet" addettiğiniz Lozan'dan 'vazgeçmenin' karşılığı olarak sizlere neler vaat edildi?
-- . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Humanius est deridere vitam quam deplorare Hayata gulmek hayat icin aglamaktan daha insani bir davranistir. Latin Atasozu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur. Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ Dinlerin kitaplar1n1; Okuyup anlayana 'ateist', Okuyup anlamayana 'dindar', Hem okumay1p hem de anlamayana, 'yobaz' denir. Nikola Tesla ....... Dinler atesbocekleri gibidir: Parlayabilmek icin karanliga gereksinim duyarlar. Tum dinlerin kosulu yaygin olan belirli bir derecede cehalettir. Ki sadece bu havada yasayabilirler ancak. Arthur Schopenhauer . . . . . . . . . . . . . . . . Ey mutsuzlar! Kardeslerinizi bogazliyorlar, goz yumuyorsunuz. Çigliklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz. Aramizda dolasip kurbanini seciyor zorbanin teki, sessiz kalirsak bize dokunmaz diyorsunuz. Bok yiyorsunuz! Ne tuhaf yer burasi, sizler nasil insanlarsiniz! Haksizlik varsa bir yerde eger ayaklanmali insan. Ayaklanma olmuyorsa batsin o sehir yerin dibine. Yansin bitsin, kul olsun karanliklar basmadan. Bertolt BRECHT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder