================================
AHMET TAKAN: YENİ FETÖ'LER GELİYOR!. .
Düşünebiliyor musunuz?. .
Bir ülkede siyasi iktidar kendisine karşı yapılmış darbenin gerçeklerini ortaya çıkarmak istemiyor...
Amaa!. .
Hain girişimin yıl dönümleri "demokrasi şenlikleri" adıyla çeşitli etkinliklerle anılıyor. Kurdeleler kesiliyor hamaseti en üst seviyede nutuklar atılıyor bol keseden atılıp tutuluyor... Hele hele o hain kalkışmanın siyasi ayaklarına kenarından olsa bile ilişil(e)miyor!. .
TBMM'de 4 Ekim 2016'da FETÖ Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu kuruldu. Çalıştılar çalıştılar... Dinlediler... Bilgilerine başvurdular... Kendilerine tanınan yasal süre içinde raporlarını da yazdılar. Bu rapor eksiklikleri yüzünden epey eleştirildi. Hafızam beni yanıltmıyorsa TBMM'de bugüne kadar eşine benzerine rastlanmayan bir şey oldu!. Aradan 33 ay geçmesine rağmen rapor bir türlü bastırılıp Genel Kurul gündemine getirilmedi. Hâl böyle olunca da milletvekilleri FETÖ komisyonu raporunu tartışamadı. Anlayacağınız darbe komisyonu raporu hem var hem de yok!. .
Rapor neden ısrarla Meclis'ten kaçırılıyor?. . Komisyon üyesi ve İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray ile konuştum. Çıray çok önemli uyarılarda bulundu. İşte o söyleşi;
- Rapor neden gelmiyor sizce?
Geçmişte bu işle haşır neşir olmuş AKP'liler siyasiler bunların tekrar tartışılmasını istemiyor herhalde.
- Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Elimizde kamuoyunu uyarmaktan ve destek aramaktan başka yapacağımız bir şey yok. Nitekim bunun dışında önergeler verdik araştırma önergeleri siyasi ayağı araştırılsın 'yurtta sulh' kimse bu komite. Herhalde bu bir darbe kalkışması olduğuna göre bunun bir askerî lideri olması lazım ortaya çıkmış değil henüz. 'Yurtta sulh konseyi'nde kimler vardı? Bunların bir gizli sivil bakanlar kurulu var mıydı? Bunları çıkarmak lazım ortaya.
- Peki başka ne gibi bir girişim yapılabilir? Bu komisyonun çok aktif bir üyesiydiniz.
Ne yapılabilir bir şey yapılamaz. Burada bir iki gazete dışında Yeniçağ Sözcü Cumhuriyet vb. birkaç gazete dışında bunu görmezden geliyorlar. Topyekûn kamuoyu seslenmesi olsa kimse önünde duramaz ama diğer medya organları bunu görmezden geliyor. Ve işin kötüsü bunu görmezden gelince yeni birtakım cemaat ve tarikatlar aynı yoldan yürümeye başladılar.
- Nasıl? Bunu biraz açabilir misiniz?
Aynı şekilde yurtlar açıyorlar iş adamları oluşturmaya başladılar. Devletin içine eleman yerleştiriyorlar. Bütün bunlar aynı FETÖ'nün yürüdüğü yolun devamı. Aynısı hatta kopyası diyebiliriz. İleride yeniden bir başımıza bizi aldatmışlar vakası çıkabilir. Sanki ders alınmamış gibi bir hâl var. 15 Temmuz'u anmak sadece yas tutmak anlamına gelmemeli. 15 Temmuz'u anmanın asıl amacı ders çıkarmak olmalı. Yeni nesillere de öğretmek ders vermek amacıyla yapılmış olmalı. Ama öyle görmüyoruz. Zaten 15 Temmuz'un anma şeklini böyle devam ettirirlerse bir siyasi partinin anmasıymış gibi... Yarın öbür gün bu konudaki millî birliği de bozarlar. Bu konuda da uyarıcı olmak istiyorum. 15 Temmuz hain kalkışması bizim topyekûn milletimize karşı yapılmış bir şey. Ama sonuçları itibarıyla FETÖ'nün başarısız olduğunu söylemek de güç. 1 Mart 2003 tezkeresinden sonra bu operasyonlar zinciri FETÖ aracılığıyla başlatıldı ve 1 Mart tezkeresine hayır diyen Meclisi ve o sırada 1 Mart tezkeresinin geçmesi için kulis yapmayan Türk Silahlı Kuvvetleri'ni cezalandırmaya yönelik bir operasyonun sonucuydu. O istekle o amaçla başladı bu iş. Sonuç itibarıyla baktığımızda bu FETÖ'yü yönetenler Türkiye'de Meclis'i de yıprattılar TSK'yı da paramparça yaptılar. Her başı başka taraf. Kolu bir yerde bacağı bir yerde bir yönetim anlayışı ile şu anda yönetiliyor. İnşallah bir an önce toparlanmasını istiyoruz. Etrafımız böyle sarılmışken tehdit varken.
- Devlet kademelerini kurumlarını iyi tanıyan bir siyasetçisiniz. TSK bazında bakıyoruz FETÖ örgütlenmesine peki yargıyı ne yapacağız? Yargı temizlendi mi?
Sanmıyorum. Çünkü -tabii kesin bir şey söylemek zor ama- bazı davalara baktığımda kendi hayatımda da bunu görüyorum. Düşünebiliyor musunuz Sözcü gazetesi hakkında FETÖ Emin Çölaşan hakkında genel yayın yönetmenleri hakkında FETÖ davası açtığınız zaman buna en çok FETÖ sevinir. Bunlar yurt dışında bu tür davaları gösterip 'Türkiye'deki hâl bu' diyorlar. O zaman ben bütün bu işlere kuşku ile bakarım. Yargıda da ne oluyor diye bakmak lazım şüphesiz. Bu topyekûn vazgeçilmemesi gereken bir mücadeleyken henüz sona ermemişken bana göre ve bu sefer yenileri onların boşalttığı yeri doldurmaya çalışarak bir tane FETÖ yetmez arkadan yenileri geliyor gibi. Daha büyük bir sıkıntı. Bunlara dikkat etmeliyiz. Yani herkes aklını başına alsın. Bu devlet hepimizin. Bu mücadelede iktidara destek olmak konusunda bir muhalefet olarak en azından İYİ Parti olarak açık çek veriyoruz.
- Kamuoyu duyarlılığı nasıl?
Kamuoyu duyarlılığı ne yazık ki medya ile oluşturulabilecek. Kamuoyunun bizim sesimizi görebilecek araç orası. Ama mahdut. Mesela bu 15 Temmuz anmaları şüphesiz olmalı. Tartışmıyoruz ancak amacına uygun yapılmazsa sadece gazı alır toplumsal duyarlılığı da yok eder. Fayda yapacağız derken zarar yapmaya başlarız.
- Bugünkü tablo o zaman FETÖ'nün işine geliyor.
Şüphesiz. Ne yapmak istiyordu FETÖ'cüler? İşlevsiz Meclis. Ne yapmak istiyordu FETÖ'cüler? TSK'yı zayıf düşürmek polisi zayıf düşürmek. Devlet kurumları siyasallaşmayacak onlar devletin işlerini yapacak tarafsız bir şekilde. Şu anda vesayet diye konuşanların aslında yeni bir vesayetin gelişini örttüklerini gördük. Vesayet kalksın diye bağıranlar FETÖ vesayeti istiyorlarmış. Şimdi yine aynı konuşmaları yapanlar bu defa başka tarikatların vesayetinin önünü açıyorlar. Aynı filmi ikinci defa yaşamayalım yani yıkıcı olur.
- Sizin özel bir çalışmanız olacak mı bu konuda? Kitap yazmak veya başka bir şey gibi?
Bu aşamada henüz erken ama yazdık çizdik... En iyi yazılacak kitap şu anda komisyondaki raporun basılıp Meclis'te tartışmaya açılması.
- Peki ümidiniz var mı?
Yok.
- Yeni Meclis Başkanı ile bu konuda görüşme fırsatı ya da şansınız oldu mu?
Yeni dönemde kendisinden randevu alıp gitmeyi düşünüyorum.
- Raporun bastırılıp dağıtılması için mi?. .
Evet.
- Peki ümidiniz?
Şimdiden ümitsizlik belirtmeyim o zaman gitmeye gerek kalmaz.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yeni-fetoler-geliyor-52621yy.htm
================================
ARSLAN BULUT: "HASTALIKLI İDEOLOJİ" VE "SİNSİ AMAÇ" SAHİPLERİ!
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü milli bayram ve tatil ilan edildi. Tabii darbe girişiminin değil o girişime direnişin bayramı söz konusudur ama yine de o gün Türkiye için bir utanç günüdür. "Halka ve Meclis'e ateş açan askerler" ve "halk tarafından boğazlanan askerler" tabloları utanmak için yeterli değil midir?
15 Temmuz'dan önce devletin belkemiği olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nde terfiyi hak eden pırıl pırıl subaylar ya Ergenekon-Balyoz sürecinde tasfiye edilmiş ya da emekli edilmişti. Meselâ 100 tam puan sahibi Mehmet Alkanalka terfi ettirilmezken darbe girişimi sırasında Ömer Halisdemir tarafından öldürülen Semih Terzi terfi ettirilmişti!
2014 şurasında general yapılan 19 albaydan 12'si ve 2015 şurasında general yapılan 23 albaydan 20'si 15 Temmuz darbesine karıştıkları gerekçesiyle TSK'dan atıldı!
FETÖ'nün askeri okullara sızması 30-40 yıllık bir süreçtir ama 15 Temmuz 2016 darbe girişimine 2014 ve 2015 YAŞ toplantılarında alınan siyasi kararların yol verdiğini görmek durumundayız.
***
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı darbe teşebbüsünden 40 gün önce düzenlediği 6 Haziran 2016 tarihli iddianamesinde akla gelen her türlü uyarıyı da yapmıştı:
İddianamede şöyle deniliyordu:
"TSK içerisindeki bu yapılanmanın ordu disiplinini bozacak ve ülke savunmasında zafiyet oluşturacak bir yoğunluğa ulaştığı
FETÖ/PYD'nin darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesinin açık ve yakın olduğu
Bu tehlikenin gerçekleşmesi halinde bunun devlet için gerçek bir yıkım olacağı ülkenin bir iç savaşa sürüklenebileceği devletin yeniden ayağa kaldırılmasının mümkün olmayabileceği
FETÖ/PYD'nin tasfiyesinin devlet için artık varlık yokluk meselesi haline geldiği..."
***
Darbe girişimi ise "Allah'ın bir lütfu" olarak değerlendirildi ve fırsattan istifadeyle parlamenter sistem yerine tek adam sistemi getirildi kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı. Bu değişiklik normal bir zamanda gündeme getirilseydi eski ceza yasasındaki "Anayasayı tağyir tebdil ve ilga"ya girerdi.
FETÖ'nün darbe girişimi demokrasinin rafa kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır.
Devlet darbeyi bildiğine göre darbecilerin suç işlemesini beklemek yerine hepsini tutuklayabilirdi.
Siyasi iktidar böyle yapmadı ve zaman zaman ara verse de 15 Temmuz'u Türkiye'yi Türk devleti olmaktan çıkarmanın dayanağı olarak kullanmaya başladı!
***
15 Temmuz'un yıldönümünde yapılan konuşmalardan biri dikkatimi çekti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının başlattığı proje çerçevesinde FETÖ'nün karanlık yüzünü anlatmak amacıyla hazırlanan "The Network (Ağ)" isimli belgesel filmin İstanbul galası TRT Ulus Yerleşkesi'nde yapıldı.
TRT Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İbrahim Eren galada yaptığı konuşmada 15 Temmuz'un büyük bir dönüm noktası olduğuna işaret ederek "FETÖ'nün hastalıklı ideolojisini ve sinsi amaçlarını çok iyi biliyoruz. Uluslararası arenada ise örgüt bir takım devletlerin ve çıkar gruplarının desteği ile yıllardır yürüttüğü PR çalışmaları neticesinde gerçek yüzünü gizlemeyi hala başarabiliyor. Biz kararlıyız. FETÖ'yü dünyaya anlatmaya devam edeceğiz" dedi.
Dikkatimi çeken "hastalıklı ideoloji" ve "sinsi amaçlar" nitelendirmeleridir.
Tespite bir itirazım yok hatta aynen katılıyorum ama bu hastalıklı ideoloji ve sinsi amaç sahipleriyle "aynı menzil"e gidenler de vardı değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini yıkmaya Türk kimliğini ortadan kaldırmaya çalışmak hastalıklı bir ideoloji sahibi olmanın ve sinsi amaçların sonucu değil midir?
Veya göklere çıkarılan Mursi'nin ihvancılığı; onun önderleri olan Hasan El Benna ve Seyyid Kutup'un ideolojisi Türkiye'ye uyar mı?
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/hastalikli-ideoloji-ve-sinsi-amac-sahipleri-52611yy.htm
================================
ARSLAN BULUT: "İHANETİN BEDELİ" VE AKLISELİM…
Recep Tayyip Erdoğan AKP Genel Başkanı olarak İl Başkanları Toplantısı'nda yeni parti iddiaları konusunda "Birileri parti kuruyormuş hiç bunları kafanıza takmayın. Çok içimizden ayrılıp parti kuranları gördük. Şu anda sorsam adını sanını hatırlamazsınız. Bu işler böyledir. Bu tür ihanetlerin içerisinde olanlar bu işin bedelini de ağır öderler. " dedi.
"İhanetin bedelini ağır öderler" sözünden "partiye ihanet" anlaşılıyor…
Öncelikle belirteyim ki Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül ve ekibi arasında tercih yapmak gerekse yani başka hiçbir ihtimal bulunmasa "Tayyip Erdoğan" derim ama işin doğrusu "partiye ihanet" diye bir suç yoktur!
***
Gül ve arkadaşlarının başka bir suçu varsa bunların parti kurmak istedikleri zaman gündeme getirilmesine itibar edilmez çünkü her vatandaş üye olduğu bir siyasi partiden istediği zaman ayrılabilir başka bir parti de kurabilir. Bu bir anayasal haktır.
Yeter ki yeni siyasi parti yabancılarla işbirliği içinde ve onların emelleri doğrultusunda kurulmasın! Böyle olsa bile bu konuda hüküm vermek yargının görevidir siyasi rakiplerin değil. Tabii sadece yeni parti kuracaklar için değil AKP için de aynı iddia söz konusudur. AKP ABD'den gönderilen gizli bir belgeyi program yaparak kurulmuş bir partidir.
Bir de şu var ki Erdoğan Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'nda görev süresi dolmasına üç gün kala parti kurultayını topladı ki Gül genel başkanlığa aday olamasın. Yani arkadaşına yanlış yapan Erdoğan idi...
***
Gelelim asıl konuya…
Erdoğan özetle "S-400'ler gelmeye devam ediyor. Nisan 2020'de bu sistemleri aktif olarak kullanmaya başlayabileceğiz. Rusya ile her türlü anlaşmamızı yaptık. F-35 vermiyor musunuz? Peki... O konuda da tedbirlerimizi alırız başka yerlere döneriz. Artık kendimize ait sondaj gemilerimiz var. Orada aramaları yapan gemilerimiz var bize ait. Onlar bölgede çalışıyor. Biz iki bin yıllık tarihe sahip Türkiye Cumhuriyeti devletiyiz.
Elbette eksiklerimiz hatalarımız olabilir. Ama hiç kimse samimiyetimizden gayretimizden şüphe edemez. ABD ile Suriye sınırları boyunca güvenli bölge oluşturmaya yönelik görüşmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın Fırat'ın doğusundaki terör koridorunu paramparça etmekte gayretliyiz.
Suriye'nin kuzeyindeki aklıselim sahiplerine sesleniyorum gelin bu PYD denen işbirlikçi zalim örgütü bir an önce tasfiye edelim. " diye konuştu.
***
Bu konularda genel olarak Tayyip Erdoğan'ı her vatandaşın desteklemesi gerekir. Çünkü bunlar devlet politikasıdır. Yalnız Erdoğan neden "hiç kimse samimiyetimizden gayretimizden şüphe edemez" demek ihtiyacını hissetti?
Öyle ya Suriye sınırı boyunca güvenli bölge kurmak PYD'yi 30 kilometre güneye iterek kabul etmek anlamına gelmez mi?
Ayrıca "Suriye'nin kuzeyindeki aklıselim sahipleri" kimdir kim olabilir?
ABD mi PYD mi Özgür Suriye Ordusu mu kim?
Türkiye-Suriye sınır boylarının daha iç savaş başlamadan bir İsrail firmasına 49 yıllığına devredilmek istenmesi de unutulmuş değildir!
Aklıselim Suriye'nin kuzeyi konusunda Suriye devleti ile birlikte hareket etmeyi gerektirirdi.
***
Bu arada Anadolu Ajansı "İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani Suriye'nin Deyrizor ilini ziyaret etti. İran destekli yabancı terörist gruplarla görüşen Süleymani 'ABD'ye karşı savaşa hazır olun' mesajı verdi. " başlıklarıyla bir haber yayınladı.
Türkiye devlet ajansının bu haberiyle Suriye'nin kuzeyinde ABD'yi desteklemiş olmuyor mu?
Yoksa İran "Türkiye destekli terörist gruplar" dedi de ona mı cevap veriliyor?
Bu durumda aklıselim sahibi kim?
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ihanetin-bedeli-ve-akliselim-52727yy.htm
================================
ARSLAN BULUT: BİR 15 TEMMUZ İTİRAFI VE TÜRKİYE'NİN İHTİYACI!
TBMM Başkanı Mustafa Şentop ilginç bir itirafta bulundu! Şentop "Anayasal anlamdaki hükümet sistemi değişikliğinin 'bu değişmeli geri dönmeliyiz parlamenter sistem' falan hikâyeleri meselesi kapanmış bir meseledir. Esasen 15 Temmuz'da kapanmıştır 16 Nisan da bunun tescil edildiği kayda geçirildiği bir tarihtir. Hükümet sistemi meselesi 15 Temmuz'da gerçekleşen o direnişin dışında ondan bağımsız bir şey olarak değerlendirilemez. Ve o Türkiye'yi bu hükümet sistemi değişikliğine getirmiştir. Bu paradigma değişikliğinin tescili noktasına getirmiştir. " dedi.
Biz de zaten uzun süredir 15 Temmuz'un sistem değişikliği için kullanıldığını ve ülkenin rejim değişikliğine sürüklendiğini söylüyorduk. İktidar yandaşları zaman zaman bu durum tespitinden dolayı bize çirkin ifadelerle veya suçlamalarla saldırıyordu.
***
Parlamenter sistem döneminin kapandığı iddiasına katılmıyorum. Burası Türkiye! Sistemin değiştirilmesi de devletin derin mekanizmalarında kararlaştırılmıştır!
"Nereden çıkarıyorsun?" diye sorulacak olursa…
Herkes 2007 yılı başında MİT Müsteşarı Emre Taner'in 80'inci kuruluş yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajı hatırlasın lütfen!
Dönemin komutanları tarafından olumlu karşılanan hükümetten de olumsuz bir tepki görmeyen mesaj sadece MİT'in tasarrufu değildi!
Taner "Bulunduğumuz dönem gelecekte birçok ulus devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. " diyor ve tehditleri doğru analiz etmek gerektiğini belirtiyordu.
İşte sistem değişikliği böyle bir kabulün eseridir.
***
Sistem değişikliği devlet kararıdır ama doğru bir karar değildir. Doğru olmadığı yeni sistemin bir yıl içinde krallığa dönüşerek tıkanmasından bellidir.
Şimdi sistemin de AKP'nin de tıkandığı açıkça ifade ediliyor. Meselâ eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren'e konuştu ve AKP iktidarına "Mevcudun toplumla ilişkisinde problemler oluşmuşsa o da demokratik bir tevbe yapmalı hatalarını görmeli kendini güncellemeli" diye yol gösterdi!
Taşgetiren Cemil Çiçek'in "Yeni parti mevcut sistemle ilgili ne düşünüyor? Bu sistem mi revize edilmeli yoksa parlamenter düzen mi gelmeli parlamenter düzen isteniyorsa onun parametreleri ne olmalı? Bu sistem iyi de şoför mü kötü yoksa bu sistemin problemli yanları ne? Bunlar ifade edilmeli. " dediğini yazdı!
***
Peki Türkiye'nin daha da kötüye gitmemesi için çözüm nedir? Biz yıllardan beri Türkiye'nin yönünü kaybettiğini söylüyor ve bu sebeple 1992 yılından itibaren "Türklüğün Yeni Dünya Düzeni" gibi eserlerle bir çıkış yolu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Burada esas olan aydınların ve halkın hedefte birleştirilmesidir.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır 23 Haziran'dan önce "Başkanlık denilen sisteme geçtik ama şimdi anlaşılıyor ki bu sistemin mimari bir tasarımı daha yok. Her gün yapbozlara sistem kurulmaya çalışıyor ama bürokrasi çalışmıyor. Saray'ın her türlü beslenme damarları tıkanmış durumda. Dolayısıyla artık bir çöküşün ve kaybetmenin başlangıcı bu. " diyordu.
Şimdi de İndependent Türkçe'den Can Bursalı'ya "Devlet mekanizmaları deneme yanılmayla değişiyor. Devlet dediğimiz mekanizma çok büyük çöküş içinde. Türkiye'nin bugün ihtiyacı bütün kimliklerin ötesinde ama yokmuş gibi davranmayan ihtiyaç ve taleplerini anlayan bir yapı. Sadece kimlik meselesi de değil. Ekonomik bakımdan üç farklı Türkiye var. Sosyolojik olarak ise muhafazakârlar sekülerler ve Kürtler var. Türkiye'nin sadece 4 kimliği (4 eğilimi) kapsayan değil üç Türkiye'yi kaale alan yeni bir siyasi programa ütopyaya ihtiyacı var. " dedi.
***
Aslında Türkiye'nin ütopyası vardır. Etnik ve dini hedefler peşinde koşanlar ile devlet güdümlü partiler bu ütopyayı tahrip etmiştir. Sonuçta yine Atatürk'te kuruluş felsefesinde buluşmak zorundayız. Gerçek bir lider bütün sorunları halkın zihninden çıkarıp hepsini ortak bir hedefe yöneltebilir!
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bir-15-temmuz-itirafi-ve-turkiyenin-ihtiyaci-52622yy.htm
================================
ARSLAN BULUT: BİRİ KAZANIYOR; DİĞERİ HARCIYOR!
Ali Kemal'in torunu Boris Johnson İngiltere'ye Başbakan oldu. Canan Kaftancıoğlu ise Paris'te PKK yöneticisi üç kadın teröristin öldürülmesini kınadı! Teröristin kadın veya erkek olmasının ne önemi var?
Kaftancıoğlu bilinçli olarak böyle bir yolu seçti ama kendisinin de "Atatürk'ün kurduğu parti" dediği CHP bu zihniyete sahip yöneticileri taşıyamaz.
Taşımaya devam ederse de CHP CHP olmaktan çıkar! Zira bu yol Ali Kemal'in seçtiği yoldur. Bu yolu seçen kişinin torununun çocuğu İngiltere'ye başbakan olabilir ama Türkiye Türkiye olarak kaldığı sürece bu tür kişilerin CHP gibi bir partide bu saatten sonra siyasi bir geleceği olamaz. Olsa bile HDP türü partilere yakışır.
Şimdi özellikle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş ile CHP çok büyük bir hamle yapmış; İstanbul ve Ankara'da AKP'yi mağlup etmişken CHP'nin bir il başkanının teröristlere arka çıkması bu yükselişi durdurur. Böyle devam ederse CHP'yi Ekrem İmamoğlu da kurtaramaz. Zira İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın ana akım olarak milliyetçi oylarla kazandığı gücü Canan Kaftancıoğlu harcıyor!
***
TBMM Başkanı Mustafa Şentop ise 100. yılı kutlanan Erzurum Kongresi ve milli mücadeleye ilişkin "O gün vatanımızı bölmeye parçalamaya önce işgal edip ardından peşkeş çekmeye yeltenen düşmanlar bugün de benzer oyunlar oynamaktadır. Ancak milletimiz bu kirli oyunları geçmişte 'millet ruhu' ile bozmuştur. Bugün de herhangi bir işgal yahut bölme teşebbüsüne karşı en büyük savunma gücümüz işte bu millet ruhudur. " dedi.
Millet ruhu da hangi milletin ruhu?
Hani "30 Ağustos halkın genelini ilgilendiren bir bayram değil" diyen de AKP'li Bursa Belediye Başkanı ya...
Onun için "hangi milletin ruhu?" diye soruyorum!
Gerçi Şentop bu sözlerden sonra "O gün vatanımızı bölmeye parçalamaya önce işgal edip ardından peşkeş çekmeye yeltenen düşmanlar bugün de benzer oyunlar oynamaktadır. Ancak milletimiz bu kirli oyunları geçmişte millet ruhu ile bozmuştur. Bugün de herhangi bir işgal yahut bölme teşebbüsüne karşı en büyük savunma gücümüz işte bu millet ruhudur. 100 yıl önce Anadolu'daki Müslüman-Türk varlığının muhkem kalesi Erzurum'da vatanı kurtarmaya ahdetmiş kahramanların mirasından ilham alarak dünyaya sözümüz şudur; vatan bölünmez millet yenilmez Türkiye mağlup edilemez. " dedi.
Atatürk de Samsun'dan 22 Mayıs 1919 günü Sadaret makamına telgrafla gönderdiği raporda "Millet birlik olup milli hâkimiyet esasını ve Türklük duygusunu kendisine rehber edinmiştir. " diyordu.
***
5 Aralık 1918'de ise Halide Edip (Adıvar) Yunus Nadi (Abalıoğlu) Ahmet Emin (Yalman) Dr. Celal Muhtar Velit Ebüzziya Ali Kemal Celal Nuri Necmettin Sadık (Sadak) ve Mahmut Sadık imzaladıkları bir mektupla ABD Başkanı Wilson'a başvurup Amerikan mandası istemişlerdi!
Atatürk'ün Samsun'a çıktığı günlerde de bu defa üç asker İstanbul'daki Amerikan kuruluna başvurarak ABD mandası istemişti: Sadrazamlık genelkurmay başkanlığı harbiye nazırlığı yapmış olan Ahmet İzzet Paşa (Furgaç) yine eski genelkurmay başkanlarından Cevat Paşa (Çobanlı) ve Çürüksulu Mahmut Paşa...
Tarih ibret alınmak içindir! Yoksa "Giderem yolum dardır Vay bu ne eyvanlı baldır Ben kazanam yar yesin Nice ki canım sağdır…" diye türkü söylersiniz!
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/biri-kazaniyor-digeri-harciyor-52705yy.htm
================================
ARSLAN BULUT: SİSTEMİN ADI: MURSİ SİSTEMİ!
Devlet Bahçeli Kastamonu'da yaptığı konuşmada "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ülkemizin gelecek umududur milli güvenlik ve beka sorunlarına yegâne çözüm ve çaredir. 'Eski sisteme dönelim' diyenlerin FETÖ'yle irtibat ve iltisakları vardır. Eski sistemden medet umanların PKK'ya diyet borçları bulunmaktadır. " dedi.
YENİÇAĞ konu ile ilgili haberinde "FETÖ elebaşı Fetullah Gülen ise 1997'de FETÖ'nün yayın organı Samanyolu TV'de katıldığı programda 'Başkanlık sistemine de bu gerçekleşmezse geniş yetkili Cumhurbaşkanlığına da' sıcak baktığını söylemişti" hatırlatmasında bulundu.
Aynı haberde şu hatırlatmaya da yer verildi:
"PKK terör örgütünün elebaşı Abdullah Öcalan ise 2013 yılında İmralı'da kendisini ziyarete gelen heyete 'AKP ile bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Tayyip beyin başkanlığını destekleriz' demişti. "
***
Burada akla şu soru gelebilir: Bahçeli Fetullah Gülen ve Abdullah Öcalan'ın başkanlık sistemine destek verdiğini hatırlamıyor mu?
Bahçeli açısından konu bu değil. Tekrarlanan İstanbul seçiminde AKP-MHP ittifakı ağır bir yenilgi aldı. Kemal Kılıçdaroğlu da "ABD'deki başkanlık sistemi ile birlikte parlamenter demokratik sistemi de gündeme getirdi.
Bahçeli de buna karşılık "CHP Genel Başkanı'nın bir yanda Amerika tipi başkanlık sistemini önerip diğer yanda parlamenter sisteme vurgu yapması kurnazlıktır kumpastır tuzaktır. Eski sistem darbelere kucak açmadı mı? Eski sistem ekonomik krizlere sert kutuplaşmalara kapı aralamadı mı? Hangi dönem huzur gördük? Koalisyon tartışmaları ülkemizin gelecek ümitlerini tahrip etmedi mi?" ifadelerini kullandı.
Bahçeli konunun bu şekilde tartışılmasını "kurnazlık kumpas veya tuzak" olarak görüyor ama bir taraftan da bu konuşmayla tencerenin altındaki kısık ateşi sonuna kadar açmış oluyor!
Eski sistemde darbeler oluyordu… Doğru… Fakat 15 Temmuz darbe girişimine karşı iktidara verilen destek MHP tarafından ittifaka dönüştürülerek sistem değişikliğine gidilmiştir. Meclis'te gizli oylama yerine fiilen açık oylama yapılarak kabul edilen; oylama sürerken mühürsüz oyların geçerli sayılıp atı alanın Üsküdar'ı geçmesiyle kurulan yeni sistemin kendisi de demokrasiye bir darbedir.
Çünkü bu başkanlık sistemi de değil kuvvetler ayrılığını yok eden yasama yürütme ve yargı yetkilerini bir kişide toplayan tek adam sistemidir ve bir yılda tıkandığını herkes görmektedir.
***
Yeniçağ muhabiri Ümit Karadağ ise MHP tüzüğünün 18'inci maddesini hatırlatıyor:
"Milliyetçi Hareket Partisi hukukun üstünlüğünü esas alan çok partili demokratik ve hür parlâmenter rejim içinde siyasi faaliyetlerin yürütülmesi gereğine parlamenter demokrasilerde egemenliğin yegâne sahibinin millet olduğuna siyasi iktidarların meşruiyetinin milli iradeye dayandığına milli iradenin tecelli ettiği yegâne merciin ise Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğuna inanır. "
Tüzük kurultayı yaparak bu tür maddeleri değiştirmekte geç kaldıkları söylenebilir ama galiba Bahçeli FETÖ ve PKK ile ilişkilendirilmek korkusu yayarak "kimse parlamenter sistemi savunamasın" istiyor!
***
Peki yeni sistem neye benziyor?
Sıvas Belediyesi'nin şehirdeki İstiklâl Caddesi'nin adını "Şehit Muhammed Mursi Caddesi" olarak değiştirmesinden ve Rabia selamından anlaşılan o ki her ne kadar "eşi benzeri yok" denilse de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin Mursi'nin kısa süren iktidarındaki sistemle en azından istikamet ve ideoloji olarak aynı çizgide olduğu söylenebilir.
Zaten Mursi'nin iktidarda olduğu zaman AKP "Müslüman Kardeşler Enternasyonali" diye sosyalist enternasyonalden esinti bir hedefin peşindeydi. Oysa Müslüman Kardeşler denilen İhvan örgütünü İngiliz istihbaratı kurdurmuştu ve halen Londra'da merkezleri vardır.
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/sistemin-adi-mursi-sistemi-52600yy.htm
================================
ARSLAN BULUT: TÜRKİYE PYD DEVLETİNİ KABUL MÜ EDİYOR?
Türk-Amerikan ilişkilerinde daha doğrusu Trump-Erdoğan arasında bir süredir ilginç açıklamalar oluyor.
Trump Osaka zirvesinden itibaren Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füzeleri almasını haklı bulduğunu söylüyor ve Türkiye'ye Patriot füzesi satmayan Obama'yı suçluyor. İtiraz eden Cumhuriyetçi senatörleri ikna etmek için Beyaz Saray'a davet ediyor. Bu gelişmeler sırasında S-400'ler Ankara'ya uçaklarla getiriliyor.
Osaka'da F-35'ler konusundaki tartışmayı hatırlatan Trump "Dürüst olmak gerekirse bu aslında gerçekten Erdoğan'ın hatası değil. Siz şimdi 'Donald Trump Türkiye'yi seviyor. ' diye flaş haber yapacaksınız. Diyeceksiniz ki 'Donald Trump Türkiye'nin yanında. ' Hayır. Ben ülkemizi seviyorum. " diye konuşmuştu.
***
Derken Milli Savunma Bakanlığı'nda Türk ve ABD'li askeri yetkililer arasında Suriye'nin kuzeyinde "Güvenli Bölge"nin tesisine yönelik çalışmalara başlandı! Hemen öncesinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'i kabul etti. .
Bakanlıktan yapılan açıklamada "Bakan Akar tarafından Fırat'ın doğusunda Türkiye ve ABD'nin koordineli bir şekilde ve birlikte 'güvenli bölge' tesisi PKK/YPG terör örgütü unsurlarının güvenli bölgeden çıkarılması ayrıca bölgedeki mevzii ve tahkimatın imha edilmesi ve ağır silahlarının toplanması yerinden edilen Suriyeli kardeşlerimizin evlerine dönmeleri için gerekli şartların oluşturulması Türkiye'nin mücadelesinin Kürt ve Arap kardeşlerimiz ve diğer etnik/dini gruplarla olmayıp DEAŞ ve PKK/YPG'li teröristlerle olduğu ABD'li bazı sivil asker üst düzey yetkililerin PKK/YPG terör örgütü elebaşları ile Suriye'de yaptıkları görüşmelerden rahatsızlık duyulduğu ifade edilmiştir. " denildi. .
Bu arada Wall Street Journal Trump'ın danışmanlarına Türkiye'ye yaptırım uygulamaktan kaçınmak istediğini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bu yönde güvence verdiğini söylediğini yazdı.
Erdoğan da Osaka'daki G20 Zirvesi'nin ardından "Yaptırımlar konusuna Sayın Trump açıklık getirdi. Böyle bir şeyin olmayacağını da kendisinden özellikle dinlemiş olduk. " demişti.
***
"Trump neredeyse Türkiye için bir iyilik meleği rolü üstlenmiş durumda! Bu işte bir gariplik yok mu?" diyecektim ama gerek kalmadı!
ABD'nin başlangıçta Türkiye'nin Fırat'ın doğusundaki PYD arasında oluşturmak istediği tampon bölgeye Batılı asker getiremeyeceğini anladığı ve Türkiye'nin "30 kilometrelik bir şeridi güvenli bölge ilan edelim ama Türkiye'nin kontrolünde olsun" önerisine olumlu cevap verdiği anlaşılıyor.
30 kilometrelik şeritte güvenli bölge kurulursa PYD biraz güneye itilecek ama Türkiye bu şekilde hemen güneydoğusunda 80 bin kişilik Amerikan yetiştirmesi ordusu olan PYD devletçiğini kabul etmiş olacak!
ABD böylece Suriye'deki hedefine Türkiye'nin de onayını alarak ulaşmış olacak. Anlaşma sağlandıktan sonra Türkiye PYD'ye müdahale edemeyecek!
***
Bu görüşmelerden önce Yeniçağ'da Cahit Armağan Dilek'in yazdığı gibi "Türkiye'nin Suriye kuzeyinde muhtemel bir operasyona yönelik artan hareketliliğine karşı Pentagon'dan geçen hafta sert bir açıklama gelmişti. Suriye kuzeyinde ABD askerlerinin bulunduğu hatırlatılıp ABD müttefiki Kürt (!) güçlere karşı yapılacak tek taraflı bir operasyonun ölümcül sonuçları olacağı uyarısı yapılmıştı. "
ABD geçen yıl "güvenli bölge" önerisinde bulunduğu zaman Anadolu Ajansı Prof. Dr. Betül Karagöz Yerdelen'in görüşlerine yer vermişti.
Yerdelen "ABD'nin güvenli bölge önerisi PYD'yi korumak içindir. PYD/YPG'nin bölgede zayıflamasını istemeyen Washington hem Türkiye'yi kaybetmemek için hem de PYD/YPG terör örgütünü korumak için son kertede 'güvenli bölge' önerisini yeniden gündeme taşımıştır. " demişti.
Biz de 21 Ocak 2019'da Yeniçağ'ın sürmanşetinden yayınlanan analizde "Güvenli bölge değil şeytan tuzağı" demiştik.
Gerçek de buydu.
Trump'ın Türkiye'ye veya Erdoğan'a neden iyilik meleği gibi davrandığı anlaşılmıştır herhalde!
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-pyd-devletini-kabul-mu-ediyor-52707yy.htm
================================
ARSLAN TEKİN: ŞEHİT AİLESİNİ ARAYABİLİYOR MUSUNUZ?!
PKK bir binbaşımızı şehit etti. Dört gün önce de bir konsolosluk görevlimizi Erbil'de şehit etmişti. Gün geçmiyor ki şehit haberi gelmesin. Kaç Pençe Harekâtı başlatırsanız başlatın kaç PKK yığınağını kaç mağarasını imha ederseniz edin kaç PKK'lıyı "etkisiz" (ne demekse etkisiz!) hâle getirirseniz getirin inanın hiç mi hiç önemi yok. Beni şehitlerim ve bitmeyen PKK derin derin düşündürüyor. "Etkisiz hâle getirdik. " demeleri mümkün olduğu kadar kabarık rakam vermeleri; iç soğutmak halkın yükselen öfkesini dindirmek umutsuz olmayın biz peşlerindeyiz demek için hususiyetle şehit haberleri geldikçe yapılan açıklamalardır.
Çıkarlarını korumak ebediyen tepede kalmak isteyenler bir "ucube rejim" uydurdular.
("ucube" ile "acayip" arasındaki bağı biliyor musunuz? "Acâib" "ucûbe"nin çokluğu. "Yukarıdaki" ayını hemzeyi çatlatarak konuşuyor. Ucubenin ilk sesi "ayın"dır. Kelimeyi artık söylemek istemez ama söylerse biraz genize doğru gidecek. Belki aklına gelmez; hatırlatayım dedim!)
"Ucube rejim"e "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi" dediler yuları bir kişinin eline verdiler. O bir kişi yuları nereye çekerse oraya gitmek zorundasınız; isteseniz de istemeseniz de vaziyet böyle. Allah'tan halkın elinde "sandık" var yine. Hâlâ sandığın içini boşaltmaya bir yol bulamadılar; ama zorluyorlar. İşte İBB seçimi. Zorladılar evirdiler çevirdiler sonuçta öyle bir hüsrana uğradılar ki kendi sonlarını hazırladılar. Ama gitmezler; kalmak zorundalar. Neden gitmeyeceklerini ve neden kalacaklarını biliyorsunuz. Burada yazamayız artık bunları.
Demokratik haklardan bir milim sapmadan bunların gidişini hızlandıracak bir zeminin mutlaka hazırlanması gerekir ki bu da muhalefet partilerine büyük yük getiriyor. Evet "yük" getiriyor. Çünkü yuları elinde tutan/tutanlar kanunları kendilerine göre yorumlatıyorlar ve olmadık mânialar çıkartıyorlar. Suçlu suçsuz demeden o kadar insan tutuklandı ki... Nereye gitseniz ne yapsanız karşınıza duvar örüyorlar. Ama aşılmayan duvar da olmaz aşılmayan dağ da.
Ekonomi dibe vuruyor. Eğitim ise hiç bahsetmeyelim isterseniz çok kötü. Son üniversite imtihanına 2 5 milyon öğrenci giriyor; matematik sorularını çözenlerin ortalaması yüzde 5.6 Fen yüzde 2 en fazla Türkçeden çözmüşler o da yüzde 14 küsur. Görün hâlimizi! Eğitimin özeti!
Aklım binbaşımızın şehit edilişine takıldı. Binbaşımız korucuları teftiş için sivil arabayla yola çıkıyor. PKK nasıl bir istihbarat ağı kurmuş ki askerimizin sivil arabayla yola çıkacağını öğreniyor?
Şu sorunun cevabını da vermek gerekiyor. Bütün dağ taş tutuldu girilmeyen derelere girildi inleri imha edildi. Bir daha gelemezler yerleşemezler deniyor. Bir bakıyorsunuz o yerleşilemez dedikleri yerlerden militanlar fışkırıveriyor. Silahlarını yüklenip nereden ve nasıl geliyorlar? Yakında Karadeniz bölgesinde de görünürlerse hiç şaşırmayalım. Pontusçular da harekete geçerse hiç mi hiç şaşırmayalım. İstanbul'a "Kostantinapolis" Karadeniz'e "Pontus" diyerek seçimi alacaklarını sanacak kadar birilerinin nevri dönmüştü.
Çok merak ediyorum. "Tepedekiler" şehit binbaşımızın ailesini arayarak başsağlığı dileyebildiler mi?
PKK başından ve kırmızı bültenle aranan kardeşinden medet umanlar hiçbir şey olmamış gibi ararlar mı ararlar!
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/sehit-ailesini-arayabiliyor-musunuz-52668yy.htm
================================
BEKİR COŞKUN: ERGENEKON ŞEHİTLERİNDEN DE BİR ÖZÜR DİLESEYDİN…
"Ergenekon" laik Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak için yapılmış bir darbe idi…
★
İlk hedef ordu idi…
Şeytanın bile aklına gelmeyecek kirli planlarla tarlalardan bombalar ve silahlar çıkmaya başlamış düzme kasetler belgelerle şerefli subaylar sabah karanlığında evlerinden alınıp götürülmüş idi…
Sonunda ordu artık tek adamın ordusu olmuş idi…
★
İkinci hedef yargı idi…
Özel mahkemeler kurulmuş özel yargıçlar ve savcılar atanmış düzmece davalarla hukuk cinayetleri peş peşe işlenmiş zulme dayanamayan bir çok şerefli insan hastalanıp ölmüş kimisi intihar etmiş kısacası hukuk bitmiş idi…
★
Atatürk cumhuriyetine kurulmuş büyük bir tuzak idi…
Laik cumhuriyeti savunacak kim varsa susturulmuş idi… Askeriye adliyeyi mülkiyeyi kısacası tüm devleti "tek adam" sistemine oturmasını sağlayan bugünkü iktidarın başlama yeri "Ergenekon" idi…
FETÖ'nün baklavacı köfteci ayağı bulunurken iktidardan bir tek kişinin "FETÖ'cü" olmayışının nedeni de bu idi…
★
Sonunda hapishaneler masum insanlarla dolu idi…
Çok sayıda öğrenci gazeteci akademisyen işadamları diplomatlar sıradan insanlar yargılanmadan içeri doldurulmuş idi…
Anne sütüne muhtaç bebekler vardı koğuşlarda güneşi demir parmaklıklı camdan göre göre büyüyorlar idi…
Ve hüzünlü evlerde babasını-annesini bekleyen binlerce çocuk…
Hukuksuzluk…
Adaletsizlik…
Zulüm…
Ve gözyaşı…
Sürüyor idi…
İktidarda yine bu adamlar var idi…
"Ne istediler de vermedik" diyen Recep Tayyip Erdoğan başbakan idi…
★
Gazeteler geçen gün "Ergenekon bitti" başlığını attılar ya…
Şu "idi" eklerini atın yeniden okuyun yazıyı…
Bakın bakalım "Ergenekon" bitmiş mi?. .
★
15 Temmuz'u kutsallaştırmak demokrasi bayramı saymak köprülere salonlara isimler vermek anma törenleri şölenler… İyi ama aynı kirli örgütün "ergenekonda" yaşamlarını kararttığı hücrelerde ölen kendi kafasına kurşun sıkan kahrından canlarından olan insanlardan bir özür bile dilemek çok muydu?…
Anlaşılmıyor mu?. .
Kim kim idi?…
Kim neci idi?. .
================================
CAN ATAKLI: AKP YEDİĞİ 800 BİN FARKIN TÜM ACISINI SURİYELİLERDEN ÇIKARIYOR
Sadece Suriye'deki iç savaş nedeniyle değil ondan çok daha önce Türkiye'ye göç başlamıştı.
Genellikle doğumuzdaki Müslüman ülkelerden akın akın insanlar Türkiye'ye geldiler.
Afganlılar Pakistanlılar Türk Cumhuriyetleri'nde yaşayanlar Türkiye'nin dört bir yanına dağıldılar.
Sadece onlar değil Afrika kıtasının birçok ülkesinden de gelenler oldu.
Bu göçlerle pek çok ilimizin görüntüsü bile değişti.
Ülkedeki yabancı sayısı arttıkça sorunlar da başladı elbette.
Özellikle Esat'tan kaçma bahanesiyle adeta ülkemize davet edilen milyonlarca Suriyeli sadece sınırda ve büyük kentlerde değil neredeyse 81 ilimizde görünür bir etkinliksergiliyorlar.
Bu da birçok yerde olumlu/olumsuz tepkiler oluşturdu ister istemez.
Suriyeliler kalabalıklaştıkça güç birlikleri oluşturdular suç oranları artarken kimi yerlerde iş çatışmalara ve hatta linç girişimlerine bile vardı.
AKP iktidarının umurunda bile olmadı tüm bu gelişmeler.
Özellikle Suriyelilerden gelen yakınmaları "Irkçı faşist saldırılar" olarak nitelediler bu zihniyette olanların muhalifler olduğunu amaçlarının Suriyeli misafirlerimiz üzerinden Erdoğan'ı yıkmak olduğunu bile söylediler.
Seçimlerden sonra bazı CHP'li belediyelerde Suriyelilere yapılan yardımların azaltılacağının açıklamasına Arapça tabelalarının sınırlanacağına yönelik girişimler de yine iktidar sözcüleri tarafından "İşte CHP'nin ırkçı faşist zihniyeti" olarak sunuldu kamuoyuna.
Ama şimdi durum farklı.
Suriyelilerin bazılarının davranışından rahatsız olanları suçlayanlar bir anda "Suriyeli ve hatta tüm göçmenlere düşman" kesildiler.
Şu sıralar bu düşmanlığın bayraktarlığını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yapıyor.
Soylu İstanbul Valisi'ne talimat vererek "İstanbul'da kaydı olmayan Suriyelilerin 20 Ağustos'a kadar il dışına çıkarılmasını" istedi.
Buradan anladık ki meğer Suriyeliler bazı illere kayıt edilmişler bir anlamda zimmetlenmişler.
Bakan bunu ihlal edenlerin saptanmasını istiyor.
Bunun da ötesinde "Suriyelilerin geçici koruma kapsamında" olduğunu belirterek "İstanbul'da 1 milyon 69 bin kaydı olan göçmen var. 547 bini Suriyeli. Kayıtsız Suriyelileri yakalayınca kamplara gönderiyoruz. Şu anda kamplarda 100 bin kişi kalıyor. Kontrol altında tutmamız lazım. Gitmiyorum derse gidecek" diyor.
Peki ne oldu da düne kadar başkalarına "Irkçı faşist" yaftası yapıştırmaktan çekinmeyen AKP bir anda Suriyeli düşmanı olmuştu?
Sanıyorum cevabı çok basit;
İstanbul'da 800 bin farkla sonuçlanan ağır seçim yenilgisinin faturası Suriyelilere çıkıyor.
Türkiye'ye getirilen milyonlarca Suriyeli'den rahatsız olanlar elbette sadece muhalifler değildi.
Hatta bu durumdan rahatsız olan ve AKP'ye oy verenlerin sayısının daha çok olduğu bile söylenebilir.
AKP yaptırdığı anketlerde "Seçimden önce muhalefeti sindirmek için kullandıkları Suriyelileri kollama siyasetinin AKP seçmeninde tepkiye neden olduğunu" gördü.
Şimdi durumu kurtarmak için Suriyeli operasyonu için düğmeye bastılar.
Ama galiba çok geç…
BAŞIMDAN GEÇENLER
İstanbul Trafik Vakfı'na gittim görüştüm fikrim değişmedi
Neredeyse 20 yıldır İstanbul Trafik Vakfı ile ilgili yazılar yazdım televizyon programlarında konuştum.
Açıkça bu vakfı "mafya gibi çalışmakla" suçladım.
Bugüne kadar tek bir tepki bile almadım ne bir kimse aradı ne düzeltme istedi ne de dava etmeye falan kalktı.
İlk kez son yazılarım ve YouTube konuşmamdan neredeyse 15 gün sonra İstanbul Trafik Vakfı Genel Müdürü İzzet Pulur aradı ziyaret etmek istediğini söyledi.
Ben de ağırlayacağım bir yerim olmadığını belirterek vakfa gelebileceğimi söyledim.
Sonra da gittim.
Çok kibar biri İzzet Pulur. Eski polismiş. 15 yıldır vakıfta çalışıyormuş.
Benimle ilgili çok iyi çalışmışlar.
Arabamın çekilmesi ile ilgili görselleri bile koymuştu önüne.
"Ama" dedi "Bu konumdaki arabanızın çekilmesine isyan etmekte çok da haksız değilsiniz" diye ekledi.
Yazdıklarıma ve söylediklerime çok ayrıntılı ve kolay anlaşılır tablolu cevaplarhazırlamışlar.
Hepsi teknik olarak doğru elbette.
Örneğin "İstanbul'a kan kusturan vakıf" demişim. "Bu müphem bir iddia niye kan kusturduğumuzu anlamadık" cevabını vermişler.
Yine "Mafya gibi çalışan vakıf" demişim. "Kamu görevini yasaların emriyle yapmak neden mafya gibi çalışmak olsun" diye cevaplamışlar.
Trafiğe bir katkılarının olmadığını belirtmişim. İstanbul emniyetine alınan araçların ve yapılan harcamaların listesini vermişler.
Gün boyu olabildiğince çok araç çekildiğini yazmışım. 27 çekicileri olduğunu ve araçların trafik polisleri denetiminde çekildiğini söylemişler.
Didişecek halim yok.
Liste benim neredeyse her cümleme tablolu cevap halinde gidiyor.
Ancak sorun şu ki benim kamu adına öne sürdüğüm asıl şikayetlerime dolaylı da olsa katılıyorlar.
Örneğin "yediemin parklarının korkunç olduğu" konusunda fazla itiraz edemiyorlar.
Bazı bölgelerde "valelerle (sosyetik değnekçiler) anlaşma yapıldığı" konusunu doğrulamamakla birlikte çok da itirazcı olmuyorlar.
Elbette vakıf üyelerinin bir kuruş bile almadığını söylüyor da ben de almadıklarını bildiğimi o kadar sert biçimde "doymadınız mı?" diyerek sadece tahrik ettiğimibelirtiyorum zaten.
Sonuç şu; İstanbul'un en bilinen isimleri ile görevleri gereği İstanbul'da kamu yöneticisi olan vali belediye başkanı emniyet müdürü gibi isimlerin aslında çok iyi niyetlerle kurduğu bu vakıf çeşitli nedenlerle verimli çalışamıyor.
Benim derdim vakfın ortadan kalkması değil İstanbul'un önüne gelen bu şansın iyi kullanılması.
Bakalım yeni Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu belki iyi bir iş birliği yaparak vakfın İstanbul trafiğinde etkili olmasına katkı sağlar.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Ünlü isimlerin bir kısmı bana çok kırılmış
Aslında yazının vinyetini "üzüldüm" diye koyacaktım.
Üzülmesine üzüldüm de haksızlık yaptıklarına inanıyorum.
Konu İstanbul Trafik Vakfı ve yönetiminde olan çok ünlü ve önemli isimler.
İşte şahsen de tanıdığım bu isimlerden bazıları Trafik Vakfı Genel Müdürü'ne yakınarak "Can Bey bizi çok üzdü" demişler.
Sanıyorum "Vakıftan para alınıyor" sözüne çok alınmışlar.
Alınmadığını biliyorum elbette bunu o isimleri harekete geçirmek için söylediğimi de herkes biliyor zaten.
Ama burada tepki bana karşı olmamalı.
Hepsi etkili iş insanları "Aman para almıyoruz" telaşına kapılmak yerine benim ve belki binlerce kişinin dile getirdiği şikayetlere kulak vermeli.
Örneğin gidip şu yediemin parklarını görseler araçların nasıl çekildiğini nerelerden en çok araç çekildiğini bizzat izleseler.
Bütün bu saygın kişiler içinde sadece Ömer Dinçkök aynı üzüntüyü yaşadıktan sonra yazdıklarımı anlattıklarımı kendi imkanlarıyla araştırdıktan sonra gerçeği görmüş ve istifa etmiş vakıftan.
Diğerlerinin de istifa etmesini istemiyorum tabii de vakfı gerçek işleviyle çalıştırmak için çabalasınlar sadece.
ŞAŞIRDIM
İyi de madem ordusunuz Suriye'den niye kaçtınız?
AKP iktidarının bir anda "Irkçılar faşistler" suçlamasını bir kenara bırakıp Suriyeli operasyonlarına başlayacağını açıklaması Suriyeli göçmenler arasında tepkiye neden olmuş.
Bu nedenle bugün İstanbul'da büyük bir miting yapmaya karar vermişler.
Mitingin hazırlıkları sosyal medya üzerinden sürdürülüyor.
Bugün saat 17.00'de yapılacak mitingin AKP'ye verdikleri destekle bilinen Özgür-Der Mülteci Hakları Derneği ve Hukukçular Derneği liderliğinde olacağı belirtiliyor.
Burada ilgimi çeken sosyal medyaya verilen ilanlarda kullanılan dil oldu.
İlanlarda "Gitmiyoruz" deniliyor ve "Suriyelilerden elinizi çekin" cümlesinden sonra "Bütün Suriyeliler bir ordu katılmayan kaçaktır" sloganı kullanılıyor.
İyi güzel de "Aynı cevvaliyeti acaba neden Suriye topraklarında göstermiyorlar acaba?"sorusu takılıyor insanın aklına ister istemez.
Tabii bu arada Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin ne düşündüğünü Esat'a karşı olup olmadıklarını karşıysalar nasıl bir yönetim özlediklerini de pek bilmiyoruz.
Bu arada Suriyelilere karşı öfke içinde olan Süleyman Soylu eylem yapılacağı haberlerine de öfke gösterdi.
Soylu "Kimseye bir şey yaptırmayız" dedi.
Ama AKP'li derneklerin önderliğindeki eylem hazırlıkları da sürüyor.
Bugün Saraçhane'de yani İstanbul Belediyesi binasının önünde neler olacağını şimdiden kestirmek çok güç.
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: BİZİM ATATÜRKÇÜ BİR ORDUMUZ VARDI…
Sevgili okurlarım şimdi burada gördüğünüz iki fotoğraf önce Odatv'de yer aldı. Aynı fotoğraflar dünkü Korkusuz gazetesinin manşetinde idi. (Korkusuz bizim grubun gazetesi. )
Yer Ankara'nın göbeği Meclis ve Genelkurmay binalarının tam karşısı.
Jandarma Genel Komutanlığı binasının caddelere bakan bahçesi…
Büyük bir Mehmetçik heykeli…
Ve hemen arkasında Türk Bayrağı ve Atatürk rölyefi.
Anlamı gerçekten çok büyük olan bu güzel heykelin önünden her gün binlerce araç ve yaya geçiyor.
★★★
Söylentiye göre şimdi orada yeniden düzenleme yapılıyormuş Mehmetçik heykeli kalacakmış ama Atatürk büstü ve Türk bayrağı kaldırılmış!
Onlar önemsiz ya daha sonra yeniden eklenecekmiş!
Dün bizim Korkusuz gazetesinin İstanbul'daki yöneticilerine sordum:
"Sizin bugünkü manşetinizden sonra Jandarma'dan ya da herhangi bir ilgili kurumdan açıklama yalanlama geldi mi?"
Öyle ya bu haber yanlış olsaydı mutlaka bir açıklama yapar mutlaka bir yalanlama gönderirlerdi.
Korkusuz öyle sıradan çurçur bir gazete değil… Hilesiz hurdasız günde net 65-70 bin adet satıyor.
Şimdi böyle bir gazete bu fotoğrafları manşetinde kullanıyor ve hiçbir kurumdan tık yok.
Manşet aynen şöyle:
"Jandarma Genel Komutanlığı önündeki Atatürk rölyefi kaldırıldı. Niye kaldırdın Paşam! Komutanlık önündeki anıt restorasyona alındı. Çalışma bitti asker heykeli yerine konuldu. Ancak arkasındaki Atatürk rölyefi ve Türk Bayrağı yok oldu!. . Vicdanlar sızladı. "
★★★
Evet dün akşam saatlerine kadar Korkusuz'a Jandarma Genel Komutanlığından herhangi bir açıklama gelmemişti.
Bu fotoğrafları görünce kendi kendime söylendim…
"Geçmişte bizim Atatürkçü sağlam bir ordumuz vardı ona güvenirdik!. . Şimdi sıra bunları görmeye mi geldi!"
Sonra aklıma geldi…
"Aaa doğru ya… Jandarma artık doğrudan İçişleri Bakanlığına bağlandı. Başında bir orgeneral onun da başında anlı şanlı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu var!. . "
Taşlar yerine oturdu!
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/bizim-ataturkcu-bir-ordumuz-vardi-5251786/
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: KOCATEPE BATARKEN GENELKURMAY HAREKAT MERKEZİ
Sevgili okurlarım Kocatepe muhribinin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında kendi uçaklarımız tarafından yanlışlıkla bombalanıp batırılması yakın tarihimizin en ilginç ve acı olaylarından biridir. Bu 45 yıl önce olanları anlatan dördüncü yazım. (Eğer mümkünse filmin tamamını görmek için sırasıyla Perşembe Cuma ve Cumartesi günkü üç yazımı da www.sozcu.com.tr internet sitemizden okumanızı rica ederim. )
Şimdi söz olay sırasında Ankara'da Genelkurmay Savaş Harekât Merkezinde görevli olan pilot kurmay albay Behçet Tamuroğlu'nda:
"Genelkurmay savaş harekât merkezi daima hazırlıklı olan ve filmlerde gördüğünüz gibi bir yerdir. Masalar duvarlar harita ve cetvellerle doludur. Gerekli haberleşme araçları ve diğer malzemeler vardır. Personeli bellidir ama gerektiğinde her personel çağrılabilir. Savaşın kontrolü buradan yapılır. Burası sığınakta görev yapar. Ayrıca her kuvvet komutanlığının ayrı bir savaş karargâhı vardır. Kıbrıs harekâtı sırasında Kara ve Hava Kuvvetlerinin merkezi Genelkurmay'da ancak deniz harekât merkezi ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığında idi. Genelkurmay karargahında denizcilerin bir irtibat subayı vardı. Zaten Kocatepe'nin batırılmasının en önemli nedeni irtibat bozukluğu ve yakın koordinasyon eksikliği olmuştur…
Önce bir anımı anlatayım. Kıbrıs'a ilk çıkan 50. piyade alayı komutanı albay İbrahim Karaoğlanoğlu'nun şehit düştüğü haberi bana ulaştı. Bu sırada kara harekat merkezi komutanı Sayın Kenan Evren'di. Zaman kaybetmemek için bütün askeri kuralları atlayarak haberi doğrudan kendisine verdim. Evren ağlayarak boynuma sarıldı ve 'Eyvah gitti mi İbrahim' dedi…
Gelelim Kocatepe olayına. İlk gün çıkarma yapılmıştı. Ufak tefek hata ve eksikler vardı ama bu çıkarmayı Amerikan ordusu da yapsa aynı hata ve eksikler olurdu. Sonra o meşhur konvoy haberi geldi. Deniz keşif uçağının verdiği bilgiler bu Yunan konvoyunun tehlike yaratacağı biçimindeydi. Konvoyda asker ve cephane yüklü yedi- sekiz şilep ve bunlara eşlik eden dört muhrip varmış!. .
Denizciler konvoyun hem kendilerine ait keşif uçakları hem de bir denizaltı tarafından görüldüğünü ve kesin olduğunu söylediler. Bu durum harekât merkezinde görüşüldü ve Kocatepe'nin batmasına neden olan o karar alındı…
★★★
Karar şu: Girne önlerinde bulunan üç muhribimizin Baf bölgesindeki düşman konvoyuna bizim uçaklarla birlikte koordineli taarruza girişmesi.
Ancak muhriplerimiz Arnavutburnu'nu geçmeyecek daha aşağıya Baf'a doğru inmeyecekti. Çünkü orasını harp sahası ilan etmiştik. Hesaplara göre Yunan konvoyunun Baf'a ulaşması 21 Temmuz öğle saatlerini bulacak bizim uçaklar da buna göre kalkış yapıp konvoy Baf'a yaklaşırken en hassas zamanda yavaşladıkları zaman onları vuracaktı. Uçaklar vurunca durum Deniz Kuvvetlerine bildirilecek Arnavutburnu'nda bekleyen gemilerimiz Baf'a doğru aşağı inip bunları atmaca gibi avlayacak ve işlerini tamamen bitirecekti. Olay en baştan iki Kuvvet Komutanı arasında (deniz ve hava) böyle planlandı. Ben işin baştan sona tanığıyım…
Önce Deniz Kuvvetleri Adatepe Kocatepe ve Mareşal Çakmak muhriplerini bölgeye gönderdi. Uçaklarımızın kalkacağı üsler belirlendi ve düşman gemileri için kullanılacak silahlar yüklendi. Kalkış planları yapıldı. Uçaklarımız sırayla kalkıp konvoyu öğle saatlerinde Baf önlerinde yavaşlayınca veya durunca vuracak gemilerimiz uzakta bekleyecekti. Uçaklara kalkış emri verildi…
Harekat merkezinde dev bir ekran vardır ve bu ekranda Türkiye üzerinde uçan bütün uçakların izini yol yol görürsünüz. Uçaklarımızın gittiği hedefte dört düşman muhribi olduğu bildirilmişti. Düşmanın da radarları var. Uçaklarımız radara yakalanmamak için çok alçaktan uçmak zorunda. Aksi takdirde ateş yerler. Bu yüzden Akdeniz üzerinde 10 metreye kadar iyice alçalıyor ve bizim radarlarımızdan da kayboluyorlardı…
21 Temmuz 1974 bizim açımızdan şanssız bir gündü. Hava açıktı ama son derece pus vardı. Denizin üzerinde bir sis tabakası vardı. Uçaklarımız birkaç dakika sonra hedefin üzerinde olacaktı. Karargahta korkunç bir sessizlik… Sinek uçsa sesi duyulur. Herkes dua ederek bekliyor…
★★★
Aradan birkaç dakika geçmişti ki harekât merkezinin kapısı bir anda açıldı ve içeriye bir denizci yıldırım gibi daldı. Bu durum her türlü askerlik kuralının ve disiplinin dışında bir şeydi. İçeriye böyle hızla giren deniz kurmay albay 'Komutanım bizim gemiler taarruza uğradı' diye bağırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ve hepimiz şok geçirdik. Hiç unutmuyorum Genelkurmay Başkanı Semih Sancar başını iki eliyle tuttu (hava ve deniz kuvvetleri komutanları) Emin Alpkaya ve Kemal Kayacan'a dönüp 'Eyvah şimdi ne olacak' diye bağırdı. Alpkaya emir verdi: 'Havadaki bütün uçaklar derhal geri dönsün harekât durdurulmuştur…'
Dedim ki 'Komutanım emir verirseniz bu uçaklar önce Baf limanını bombalayıp dönsünler. Böyle yüklü durumda bunları kendi üslerimize indirmeyelim. ' Uçaklara bu emir verildi. Böyle (bomba) yüklü uçakların alana inmesi süper tehlikelidir. Her şey olabilir çok büyük felaketler doğabilir. Bu durumda konvoya karşı yaptığımız operasyon durduruldu ve uçaklarımız yüklerini Baf limanına boşalttılar. Bu liman bütün tesisleriyle birlikte yerle bir edildi cephane depoları patlatıldı…
★★★
İlk olay sonrasında harekât durduruldu da Kocatepe niçin batırıldı? Bizim üç muhribimiz ne yazık ki kendilerine emir verilen yerde değildi. Bunlar Baf'ın hemen yakınında idi. Belki de şöyle düşünerek gitmişlerdi oraya: 'Hava nasılsa puslu. Gelmekte olan Yunan konvoyuna bir baskın taarruzu yapalım ve bu zaferi biz kazanmış olalım. ' Benim inancım budur. Yani gemilerimiz hedefin tam ortasına oturmuşlar. Yani uçaklarımız oraya saldıracak ve siz bunun tam göbeğinde bekliyorsunuz…
Uçaklarımız üç gemimize birden saldırıyor. Fakat öteki ikisinin batmama nedeni o gün çok kesif pus var. Aynen Boğaz'daki yoğun sis gibi. Alçaktan uçan pilotlar hedefi tam göremiyor. Yoksa hepsi batabilirdi. İlk operasyon böyle bitti ve uçaklarımız geri döndüler…
İki gemimizin (Mareşal Çakmak ve Adatepe) Baf'tan Anadolu sahillerine doğru yönlendiğini denizcilerden öğrendik. Bu arada Kara Kuvvetleri ısrar etmeye başladı: 'Pus yüzünden konvoy tam olarak görülmemiş olabilir. Bunlar Baf'a çıkarma yaptıkları takdirde büyük zarar görürüz. Bu nedenle yeniden operasyon yapılsın ve Yunan konvoyunun bütün unsurları imha edilsin. ' Bu durumda Hava Kuvvetleri ikinci operasyon için emir verdi…
Yanlarında ben de vardım. Havacı komutan denizci komutana telefon açtı ve dedi ki 'Amiralim sabah üzücü bir olay oldu. Biraz sonra ikinci operasyonu başlatacağız. Arkadaşlarınız gemilerin oradan çekildiğini söyledi. Bunu bir de sizden duymak istiyorum. Çünkü bu konuşmamız sonrasında uçakları yeniden kaldırma emri verilecek. '
Denizci komutandan cevap geldi: 'Orada hiçbir gemimiz yok. Yarım yolla Mersin istikametine gidiyorlar. Bu bölgenin güneyindeki tüm gemileri batırabilirsiniz. Şehitlerimizin intikamını alın…'
Sonra öğreniyoruz ki Kocatepe Baf önlerinde bombalanıp hareketsiz kalmış. Mareşal Çakmak geri dönüp Kocatepe'ye yardıma gidiyor. Deniz Kuvvetleri dumanı tüten Kocatepe'nin batırılmasını (düşman gemisi zannederek) hassasiyetle istiyor. Pilotlarımız oraya ikinci defa gittiklerinde onlara verilen emir aynen şöyle: 'Konvoy artık dağılmış olabilir. Bunlardan bulduğunuzu vurun. '
Uçaklarımız tekrar saldırıyor. Bombalanan Kocatepe orada durduğu için rahatça batırılıyor. Mareşal Çakmak ve Adatepe yara alarak kaçmaya başlıyorlar.
Gemilerimiz niçin yanlış yerdeydi? Benim tahminim bunlar tatlı bir zafer heyecanına kapıldılar. Ellerine bir av düşmüştür bunlar ava yanaşıyor. Hava da puslu. Düşman gemileri biraz sonra Baf'a yaklaşınca hız kesecek ve bunlar da yıldırım gibi bir taarruzla onları batırıp kahraman olacaklar. Böyle düşünmüş olabilirler ama yapılmayacak bir hatadır…
Pilotlarımız gemilerin üzerindeki Türk Bayrağı'nı görmemiş mi? O korkunç hızla gemiye dalarken bunu görmek mümkün değildir. O sırada yıldırım gibi gidiyor ve isabet ettirmeye çalışıyorsunuz. 200 kilometre hızla araba sürerken yol kenarındaki küçük çiçeği nasıl göremezseniz burada da durum öyledir. Eğer çiçeği görmeye çalışırsanız dikkatiniz dağılır ve ölürsünüz…
Yunan konvoyu var mıydı? Kesinlikle yoktu. Eğer olsaydı harekâtın bir aşamasında mutlaka görülür ve imha edilirdi. Belki elektronik bir karıştırma olmuştur. Belki de o bölgenin yasak bölge ilan edildiğini duyan ve o sırada Mısır Suriye İsrail Kıbrıs gibi Akdeniz ülkelerine gitmekte olan sivil gemiler rota değiştirirken bir durakladılar belli bir yerde birikim yaptılar. Bu konvoyu sadece Deniz Kuvvetlerinin bir keşif uçağının gördüğü söyleniyor hepsi o kadar. "
★★★
Sevgili okurlarım dört günlük yazı dizisi burada bitiyor. Dönemin üç yetkili askerinin görüşlerini size aktardım. Kocatepe'nin batırılmasında hatanın büyüğü acaba kime hangi "Kuvvet"e aitti? Kara mı Hava mı Deniz mi?
Bu sorunun yanıtı bugüne kadar verilmedi ve her şey devletin gizli arşivlerinde gizemli bir sır olarak kaldı. Bundan sonra da öyle kalacak!
Kocatepe ve Kıbrıs'taki 498 şehidimize Allah rahmet eylesin.
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: KOCATEPE'Yİ NASIL BATIRDIK? GEMİ KOMUTANI ANLATIYOR
Sevgili okurlarım Kıbrıs Barış Harekâtında uçaklarımız Rum tarafının elinde olan Baf limanı önlerinde yanlışlıkla kendi savaş gemilerimizi bombalamış o saldırılarda Kocatepe batmış Adatepe ve Mareşal Çakmak muhripleri ise ağır yaralar alarak Mersin'e doğru kaçmak zorunda kalmıştı.
Dün bu konuda gemilerimizi bombalayan pilotlardan biri olan Zeki Kılıç'ın sözlerine yer vermiştim. Denizcileri suçluyordu. Bugün sıra bir denizcide olay sırasında bombalanan Adatepe muhribinin ikinci komutanı yarbay Mehmet Kolburan'da.
Şimdi olayı Kolburan'ın ağzından dinleyelim:
"Kıbrıs harekatında Adatepe muhribi ikinci komutanıydım. Gemi komutanımız albay Rızanur Öncü. 15 temmuz günü Yunan cuntasının Makarios'u devirdiğini öğrendiğimizde Marmaris'te idik. Gelen emirle hemen Mersin'e doğru yola çıktık ve savaş eğitimi yapmaya başladık. Bazı arkadaşlarımız 'Son anda yine geri döneriz' diyordu!
19 Temmuz sabahı çıkarma gemilerimiz asker ve cephane yüklü olarak Mersin'den açılmaya başladı. Çok muhteşem ve göz yaşartıcı bir manzaraydı. Bunu görmeyene anlatmak mümkün değildir. Limandaki bütün gemilerin telsizlerine el kondu. Konvoylarımızı beş gemi koruyoruz. Mareşal Çakmak Adatepe Tınaztepe Kocatepe ve İzmit muhripleri…
Biz Adatepe olarak konvoyun en arkasındayız. 20 Temmuz sabahı gün ağarırken çıkarma başladı. Girne kalesinin tam karşısında vaziyet aldık kaleden bize ateş açılınca biz de kaleye ateşe başladık…
Bu arada limandan çıkan bir Rum hücumbotu üzerimize gelmeye başladı. Bizim o anda beliren uçağımız buna bir tek bomba salladı. Bombanın yarattığı su kümbeti yok olunca bir baktık ki hücumbot ortada yok! Bu manzarayı görünce 'Helal olsun pilotumuza' dedik…
★★★
Askerimiz kıyıya çıkıyordu. Çıktıkları yerin yakınında bir ev vardı beş on dakika sonra oraya (karargâh yapılan eve) Türk Bayrağı'nı çektiler bu iş oldu dedik… (İlk çıkan birliğin komutanı albay İbrahim Karaoğlanoğlu'nun şehit düştüğü ev. )
21 Temmuz sabahı (harekatın ikinci günü) bize bir emir geldi: Dokuz muhrip tarafından korunan bir Yunan askeri konvoyunun Rodos'tan hareket edip Kıbrıs'a yaklaştığı tespit edilmiştir. Bu konvoyu karşılayıp durdurmak üzere Kocatepe Adatepe ve Mareşal Çakmak muhripleriyle derhal Baf yönüne gidip bunları batırın…
Girne'den Baf'a doğru Kıbrıs'ın kuzey sahilini izleyerek yola çıktık. Emirde ayrıca Baf yönüne giderken sahildeki muhtemel hedefleri de bombalayın deniliyordu. Sahilde bir radar istasyonu vardı. Kıbrıs'ı alırsak bu radar işimize yarar diye onu bombalamadık…
O sırada bizim bir uçağımız düşmüş. Mareşal Çakmak denizde parlayan bir şey görüyor. Bize telsizle dediler ki bizi koruyun o parıltının olduğu yere gidip bakacağız. Gerçekten de düşen bizim pilotumuzmuş. Sal otomatik olarak açılmış ve denizde yüzüyor. Gidip o pilotu kurtardılar. Sonradan o pilot da bizimle beraber bombalandı!. .
Sonra bir emir daha geldi: Uçaklarımız (Baf'a yaklaşan) Yunan konvoyunu bombalayacak siz o bölgenin içine girmeyin. Bizim uçaklar konvoyu bombalayacağı için biz oralarda dolaşıyoruz Türkiye sahiline doğru inip çıkıyoruz. Yani Baf önlerine gitmiyoruz artık. Bizim geminin savaş harekât merkezi de Anadolu üzerinden gelen uçakları bize bildiriyor. Bir süre sonra harekât merkezi 'Uçaklar döndüler bize yaklaşıyorlar' demeye başladı. Biz neden böyle yaptıklarını düşünürken birdenbire Kocatepe'nin telsizinden 'Uçak hücumu uçak hücumu' diye sesler duyduk…
Tam o sırada Kocatepe'nin sesi kesildi ve birkaç saniye sonra bir gümbürtü de bizim Adatepe'de koptu…
★★★
Gelen uçakların bizim olduğunu tahmin ediyoruz ama uçaklarla telsiz bağlantımız yok. Uçaklar nedense bizim kontrolümüzde değildi.
Bunlar 21 Temmuz saat 14.30 dolaylarında oluyor. 750 librelik koskoca bir bomba hemen yanımızda suyun içinde patladı ve gemi birden karardı. Bakınız neler oldu: Bütün telsiz cihazlarımız ve cayro pusulamız devreden çıktı ve cayro alarmı çalmaya başladı. O büyük sarsıntıdan sonra gemide 'Vuuu vuuu' diye alarm çalmaya başladı. Makine dairesinde borular patladı. Kazanlar biraz yerinden kaydı. Kondenserde su kaybı var. Buharlı jeneratörler durdu ve geminin içi zifiri karanlık oldu. Tabii birdenbire böyle bombalanmak hepimizde şok etkisi yarattı…
Uçaklar üzerimizde dolaşmaya devam ediyordu. Sanırım her gemiye birkaç uçak var. Hemen ardından biri daha geliyor. Biz gemiyi kuzeye döndürdük uçaklardan kurtulmak için yılankavi seyirle (sağa sola dönerek) Anadolu'ya doğru rota tutturduk. Tam bu sırada ileride Mareşal Çakmak muhribini gördük. Aynı tipte bir bomba onun iskele baş omuzluğunda patladı. Mareşal de ateş ediyordu uçaklara…
Biz de ateş ediyoruz. Birkaç dakika sonra uçaklar yeniden saldırdı. Bu kez makineli tüfekle tarıyorlar. Mareşal Çakmak'la irtibat kuramıyoruz. O da bizimle birlikte Türkiye'ye rota tutturdu. Bir ara güneye (Kıbrıs'a) doğru baktım ki Kocatepe isabet almış muazzam bir duman çıkıyor. Makineleri durduğu için gemi olduğu yerde kalmış. Gemi durunca uçaklar yeniden hücuma geçti. Çünkü duran hedefe saldırmak daha kolay olur. Bu arada bize de saldırmaya devam ediyorlardı…
Biz Kocatepe'nin yardımına gidemiyoruz çünkü onu kurtarabilmek için önce kendimizi emniyete almamız gerekir. Denizdeki kural şöyledir: Orada tehlike varsa hiçbir gemi yardıma gidemez. Çünkü yardım etmek için makineleri durdurup hareketsiz kalacaksınız. Hareketsiz hedefi hemen batırırlar. Yani önce kendinizi kurtaracaksınız…
Sonunda Mareşal Çakmak'la telsiz irtibatı kurabildik hasarlı olduğumuzu anlattık. Çakmak'taki komodorumuz (filo komutanı) kurmay albay İrfan Tınaz siz güvenli bölgeye (Anadolu sahiline) gidin ben Kocatepe'ye yardıma gidiyorum dedi. Bir saat sonra Mareşal Çakmak'tan uçak hücumuna uğradık tekrar hücum ediyorlar diye mesaj aldık…
Onlar Kocatepe'nin yanına gidip makineleri durduruyorlar. Yanan geminin çevresinde salları görüyorlar. Canını kurtarabilen subay astsubay ve erler sallara binmişler. Mareşal Çakmak orada ne yapacak? Filikalarını indirip Kocatepe personelini toplayacak ve gemiye alacak…
Tam kurtarma işlemi başlarken uçaklar yeniden saldırıyor ve Çakmak oradan kaçmaya başlıyor. Makinelerine verebildiği kadarını veriyor ateş ederek oradan uzaklaşmak zorunda kalıyor. Denizdeki Kocatepe mürettebatı da kaderleriyle baş başa kalıyor. Onları sonra İsrail balıkçı gemileri kurtarmış…
Biz ertesi sabah (22 Temmuz 1974) saat sekizde Mersin limanına ulaşabildik. Tek kazana kaldığımız için çok ağır gidiyorduk. Hızımız saatte ancak beş mildi. O gün akşama doğru Mareşal Çakmak da geldi. Bizim uçaklardan çok isabet almışlar. Hatta onlar da gemideki mermilerini bitirecek kadar ateş açmışlar bizim uçaklara. Gemide büyük hasar vardı…
Biz Türkiye'ye doğru gelirken uçaklar üzerimizde yine uçuyordu. Ama bu kez saldırmak için değil keşif için uçtukları belliydi. Aradan geçen bu süre içerisinde savaş harekât merkezi saldırıya uğrayan gemilerin Türk gemisi olduğunu herhalde fark etmiş ve bunu uçaklara bildirmişti…
★★★
Böyle bir Yunan konvoyu ne yazık ki yoktu. Biz bunu sonradan anladık. Elektronik bir aldatmaca olabilir. Orası Türkiye'nin harp sahası ilan ettiği yasak bölgeydi. Belki hedefine kısa yoldan gitmek isteyen bazı ticaret gemileri o yasak bölgede mecburen toplanmıştı. Ancak benim tahminim radarlarda görülen bu konvoy tamamen elektronik bir aldatmaca idi. Ama bu görüntü üst makamları haklı olarak tedbir almaya zorlamış ve üzerine gidilmiştir. Biz o konvoyu hiçbir zaman gözlerimizle görmedik…
Bazıları bu olayda Deniz Kuvvetlerinin hatası olduğunu söyledi. Ama öyle olsa bize niçin 'Konvoya önce uçaklarımız hücum edecek. Siz şu sahanın güneyine inmeyin' densin. Burada uçakların kendi gemilerimizden haberi yoktu herhalde. Acaba Hava Kuvvetlerinin hatası mıdır? Elbette hata var ama bence Kuvvet hatası değildir. Savaş Karargâhının hatası olabilir. Harekât sırasında uçaklarımız denizdeki kuvvet komutanının emrinde olsaydı bu üzücü olay belki de yaşanmayacaktı. Böyle şeyler dünyanın her yerinde ve her savaşta olabilir ve olmuştur. Araştıralım ve bu hatalardan ders alalım. "
★★★
Emin Çölaşan'ın notu: Yarınki son yazımda Kıbrıs harekâtı sırasında Ankara'daki Genelkurmay Savaş Karargâhında Hava Kuvvetleri ile Deniz Kuvvetleri arasında koordinatörlük görevi yapan ve bu acı olay konusunda çok ilginç gerçeklere tanık olan hava pilot kurmay albay Behçet Tamuroğlu'nun anlattıklarını size ileteceğim.
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: MEDYA… NEREDEN NEREYE
Sevgili okurlarım bir meslekte kıdem sahibi olmak önemlidir. Hele bizim gazetecilikte…
Uzun yıllar ayakta kalabilmek isminizin herhangi bir yolsuzluk avanta rüşvet olayına karışmamış olması başka bir deyişle temiz kalmış olması hepsi çok önemlidir.
Bu mesleğe 1977 yılında başlamıştım.
Şu anda 42 yıllık gazeteciyim.
Olay yaratan nice haberler ve köşe yazıları yazdım nice söyleşiler yaptım nice yazı dizileri hazırladım.
Bu uzun yıllar boyunca sadece üç gazetede çalıştım.
Sırasıyla Milliyet Hürriyet ve SÖZCÜ.
Gerek Milliyet ve gerekse Hürriyet'te iken nice yüksek miktarda transfer teklifleri aldım hepsini reddettim… Çünkü çalışmakta olduğum gazetelerden memnundum.
Hayatımda hiçbir zaman maceracı olmadım.
Para uğruna maceraya atılan çok sayıda meslektaşımız gittikleri yerde hüsrana uğrayıp ne yapacaklarını şaşırdılar ve önemli bir bölümü bir süre sonra işsiz kaldı.
Neresinden bakarsanız bakın bizim meslek her yönüyle ilginçtir!
Her gün yeni bir gelişme olur şaşırıp kalırız anılar anlatırız…
"Hiç aklımıza gelmemişti demek bu da oluyormuş" diye aramızda konuşuruz.
★★★
Ancak medyanın ortamı artık çok değişti. Geçmiş yıllarda çoğumuz birbirimizle dost idik.
Ne zaman ki aramıza siyasi fikir ayrılıkları girdi o dostluklar da yok oldu.
Gazete patronlarının arasında bile dostluk vardı.
Bu güzel ilişkiler giderek sıfırlandı hatta bazı durumlarda sevgisizliğe kin ve nefrete dönüştü.
Eski güzel ilişkiler artık (ne yazık ki) yok.
★★★
Sadece biz değil gazete ilanları bile bölündü.
Bunun nasıl olduğunu soracak olursanız kısaca anlatayım.
Şu anda özellikle ölüm ilanları temelde iki gazetede yayınlanıyor.
SÖZCÜ ve Hürriyet.
Bizim gazetede çıkan ilanların pek çoğu bizim gibi düşünen aile ve kurumlar.
Hürriyet'te çıkanların çoğu ise iktidar kesiminde yer alan kurumlar marketler devlet bankaları THY ve aileler…
Aslında bir bölümü "En çok satan gazete" kimliğimizle ilanlarını bize verecek ama onlarda korku dağları bürümüş durumda! İşin içine siyaset ve iktidar korkusu girmiş!
Şöyle diyorum özellikle genç gazeteci arkadaşlara anlatmaya çalışıyorum:
İlanlarda bile bölündük!
★★★
Sevgili okurlarım gazetelerin satış rakamları birkaç ay öncesine kadar her hafta yayınlanır ve isteyen herkes o rakamları görebilirdi.
Peki o rakamlar gerçek miydi?
Hayır değildi.
Özellikle adına yandaş dediğimiz gazetelerin tümü satış rakamlarını şişirirdi. Bunun somut örneğini yine geçmiş yıllarda Fetullah'ın Zaman gazetesinde görürdük.
Bu gazetenin bayi satışı 17-18 bin dolaylarındaydı.
Oysa bu rakamı 800 bin olarak gösterirdi. Bu sahtekârlığı belgelediğim için beni mahkemeye bile verdiler.
Bu düzenbazlığın nedeni şudur:
Resmi ilanlar satışa göre verilir. O yüzden gazetelerin gerçek satış rakamlarında düzenbazlık yapılır.
Amaç devlete ait bir kuruluş olan Basın İlan Kurumu'ndan daha çok resmi ilan almak ve bu yolla daha çok para kazanmak.
Bu sahtekârlık günümüzde de aynen devam ediyor.
Örneğin gerçek satışı 10 bin bile olmayan nice gazeteler kendilerini 100 bin satıyor gibi gösteriyor.
Şu tabloyu bir düşünün…
Her gün şu veya bu doğrultuda ahkâm kesen bir sürü gazete her gün üçkağıt yapıp devleti kandırmakta birleşmiştir. Peki devlet bu durumu bilmez mi?
Elbette bilir ama ses çıkarmaz… Çünkü yandaş basın bu yolla beslenir.
★★★
Geçmiş yıllarda Türkiye'de iki seçkin gazete vardı.
Milliyet ve Hürriyet…
İlkinde 8.5 yıl ikincisinde 22 yıl çalıştım.
Sadece rakamlara bakacak olursak Hürriyet uzun yıllar boyunca Türkiye'nin en çok satan gazetesi idi.
Birkaç hafta öncesine kadar satış sıralaması şöyle gidiyordu:
Birinci Sabah ikinci çok az farkla Hürriyet ve üçüncü SÖZCÜ.
★★★
Son birkaç ay içerisinde bizim gazete muazzam bir atılım yaptı. İki gazeteyi de geçtik ve birinci sıraya yerleştik. Ortalama net 270 bin satıyoruz…
Ve şimdi her gün Hürriyet'e 60-70 bin dolaylarında fark atıyoruz.
Üstelik bizim bir adet bile beleş dağıtımımız yok.
Marketlerde akaryakıt bayilerinde şehirler arası otobüs terminallerinde falan önüne gelene ücretsiz gazete hediye etmiyoruz!
İkisi de artık tümüyle yandaş olan Hürriyet'in gerçek satışının sadece 60 Milliyet'in ise sadece 40 bin dolaylarında olduğu biliniyor…
Ve basın dedikodularında Milliyet'in kapatılacağı iddiaları yer alıyor.
Demirören ailesi bu iki gazeteyi iktidarın baskısıyla ve kamu bankalarından yine iktidarın emriyle verilen yüz milyonlarca dolar kredi ile satın almıştı. Şimdi bin pişman.
Benim geçmişteki iki gazeteme de (!) yazık ettiler.
Yandaşlık ve parasal çıkar uğruna Türk basınını hançerlediler.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/medya-nereden-nereye-5229050/
================================
EMİN ÇÖLAŞAN: TEMMUZ AYI ÖNEMLİDİR
Sevgili okurlarım milletlerin tarihinde öylesine önemli günler önemli tarihler vardır ki asla unutulmaması gerekir.
Örneğin bizim ulusal bayramlarımız (sırasıyla):
– 19 Mayıs 1919.
– 23 Nisan 1920.
– 30 Ağustos 1922.
– 29 Ekim 1923.
Bunlar aşama aşama gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkıp milli mücadeleyi başlattı. Sonra Ankara'da Meclis açıldı. 30 Ağustos günü işgalci Yunan ordusuna karşı büyük zaferi kazandık ve sonunda Cumhuriyet ilan edildi.
Hadise budur.
Bugün birkaç cümle ile geçiştirilen bu büyük mücadelenin her dakikası aslında önemlidir nice belgesellere ve romanlara konu olan olayları sinesinde barındırır.
★★★
Bursa'nın AKP'li Büyükşehir Belediye Başkanı olan şahıs birkaç gün önce bir cevher yumurtladı!
"30 Ağustos halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir!"
Peki niçin yumurtluyor bu cevheri?
Belediye Meclisi üyeleri Bursa'da toplu taşıma araçlarının 30 Ağustos günü ücretsiz olmasını istemişler…
Ben bu AKP'lilerin bu tür saçma sapan ve düşmanca laflarını anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu ilk değil son da olmayacak.
Aklı başında hiçbir Türk vatandaşı hele Bursa gibi önemli bir kentimizin belediye başkanı bu lâfı edemez. Eğer ederse en başta partisinin ona hesap sorması gerekir ama kim soracak!
Sen neyi küçümsediğinin farkında mısın efendi?
★★★
Sevgili okurlarım yazının başlığında "Temmuz ayı önemlidir" demiştim. Gerçekten de öyledir.
Örneğin milli mücadele döneminin ilk örgütlü toplantısı olan çoban ateşinin yakıldığı Erzurum Kongresi bundan tam 100 yıl önce Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanmıştı.
Katılanların çoğu sivildi:
"Vatan bir bütündür bölünmesine izin vermeyeceğiz. Her türlü yabancı işgale karşı milletçe direnişe geçeceğiz…"
Elde silah cephane örgüt asker hiçbir şey yoktu ama adım adım başardılar.
★★★
Atatürk'ün en büyük hayali 1930'lu yıllarda Fransız egemenliğinde olan Hatay'ı Türk topraklarına katabilmekti.
Sağlığı giderek bozuluyordu ama Hatay onun için bir numaralı sorundu.
Diplomatik girişimlerde bulundu hadiseyi hep gündemde tuttu.
O sağlıksız hali ile çıktığı çeşitli yurt gezilerinde hep Hatay'dan söz etti…
Önce orada bir Türk devleti kurdurdu…
Ve günün birinde Türk askerinin Hatay'a girdiğini göremeden aramızdan ayrıldı.
Olayı başlatan Atatürk bitiren Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmuştu.
Hani o küçümsedikleri "Camileri ahır yaptı" diye hakkında inanılmaz iftiralar savurdukları İnönü var ya işte o!. .
Ve 23 Temmuz 1939…
Hatay devleti Türkiye'ye katılma kararı aldı.
★★★
Sevgili okurlarım bugün başka bir açıdan da çok önemli bir gündür asla unutmamak gerekir.
30 Ağustos 1922 zaferi kazanılmış 9 Eylül'de İzmir kurtarılmış ve silahlı mücadele artık sona ermişti.
Silahlı mücadeleyi kazanmıştık ama bağımsızlığımız egemenliğimiz ekonomimiz elimizde değildi. Osmanlı döneminde bize yutturdukları kapitülasyon belası aynen devam ediyordu.
Bu konuda sadece bir tek örnek vereyim bilmeyenler kapitülasyonların ne anlama geldiğini öğrensin.
Varsayalım bir Rus vatandaşı başkent İstanbul'da cinayet işledi. Büyükelçiliği onu Osmanlı zabıtasına isterse verir istemezse serbest bırakıp doğrudan ülkesine gönderirdi. Polis o katilin evine adımını bile atamazdı.
Başımızda böyle bir bela vardı.
Savaş bitmiş sıra bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi kurtarmaya kapitülasyon belasını kaldırmaya gelmişti.
İsviçre'nin Lozan kentinde barış görüşmeleri başladı. Mustafa Kemal Paşa Ankara'da devlet başkanı heyetimizin başında İsmet Paşa…
Konferanstaki pazarlıklar aylarca sürdü. Bir ara kesintiye uğradı heyetler ülkelerine döndü. İngiltere Fransa İtalya ABD Japonya ve başka devletler… Sonra yine Lozan'da toplandılar…
★★★
Aslında bugün yakın tarihimiz açısından yine çok önemli bir gün.
Lozan Anlaşması 24 Temmuz 1923 günü imzalandı. Yeni Türk devletinin bağımsızlığı ve egemenliği bütün dünya tarafından kabul edilmiş kapitülasyon belası kaldırılmıştı.
Hemen ardından Ankara başkent oldu 29 Ekim günü Cumhuriyet ilan edildi.
Aradan bunca yıl geçti Lozan anlaşmasını küçümseyen bu yobaz güruhu şimdi bile milletimizin karşısına büyük yalanlarla çıkmaktan utanmıyor!. .
"Efendim İsmet Paşa Lozan'da çok büyük topraklarımızı ve Ege adalarını yabancılara terk etti!"
Anlaşma metni ortada. Yalanın böylesi az bulunur!
Lozan'da yabancılara herhangi bir yerde bir karış toprak bir tek ada bile verilmedi. Ege adaları zaten bizim değildi…
Duyarsanız inanmayın isim vermelerini isteyin.
Bunlar yalancıdır sahtekârdır utanmazdır.
Erzurum kongresinden Lozan'a oradan Hatay'a…
Temmuz ayı yakın tarihimizde çok önemlidir unutmayın…
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/temmuz-ayi-onemlidir-5246067/
================================
FATMA ÇELİK: ÇÖKÜŞE SEBEP: TEK ADAMLIK
"Türkiye'yi uçuracak" diyerek methettikleri Cumhurbaşkanlığı sistemi; Türkiye'yi uçurmadı ama enflasyonu işsizlik rakamlarını uçurdu… Adaletsizliği yolsuzluğu da uçurdu… Tek adamı en tepeye uçurdu…
Şimdilerde de AKP içerisinden kimilerini partiden uçuruyor…
Aslında bu "batan gemiyi terk etme" hali ilk olarak "sanatçılarla" başladı. Her zaman "doğruya doğru eğriye eğri" diyebilmiş sanatçılarımızı tenzih ederek söylüyorum; bu zamana kadar hiçbir olayda veya seçimde görüşünü belli edemeyen ancak geminin su aldığını herkesten önce fark eden aydınlarımız bir anda "hak hukuk demokrasi" diyerek AKP iktidarına muhalefet eder oldu…
Sanatçılardan sonra ise daha garantici yandaş gazetecilerimiz seçimin sonuçlanmasının ardından AKP ve Cumhurbaşkanlığı sistemi eleştirilerine başladı…
Şimdi de parti içerisinden bir kaç isim AKP'den ayrılıp kendi partilerini kurmak istiyor…
Ve bizim 16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumundan beri söylediğimiz "tek adam rejiminin tehlikeleri" şimdilerde AKP cenahınca da dillendiriliyor…
Tabi bu aydınlanmada 31 Mart ve 23 Haziran yenilgilerinin payı oldukça büyük.
Paulo Coelho'nun geçtiğimiz yıllarda çok satan bir kitabı vardı: "Kazanan Yalnızdır".
Yanlış… "Kazananın" dostu destekçisi çoktur. Her seçimden sonra CHP içinde yaşanan dalgalanmanın bu defa AKP içerisinde yaşanması da bunun kanıtı.
Davutoğlu'nun "Eğer işler iyi gitseydi (…) kıyamete kadar susardık…" söylemi de cabası…
Nitekim AKP sözde İslamcı fiiliyatta İslamiyete oldukça aykırı tavırları ve felsefesiz tutumuyla yüzde 30'dan fazla destekçisi olabilecek bir siyasi parti değil. Ancak bir boşluktan yararlanarak yer edindiği siyasi arenada "kazanan" olmanın avantajıyla "artı yüzde 20" daha edindi…
Şimdilerde ise o yüzde yirminin artık kazanan olmayanın yanından ayrılmasına şahit oluyoruz… Hatta ilerleyen süreçte yüzde yirmiden fazlasının "tek adamlığın" ortaya çıkardığı totalitarizme "yeter" dediğine şahit olacağız…
Ve bayıla bayıla anlattıkları büyük umutlar bağladıkları "tek adam sistemi" AKP'nin sonunu getirecek…
Nitekim Davutoğlu'nun da Babacan'ın da en önemli ortak paydası tek adamlığa karşı durmaları. Her ikisi de Meclisin işlevselliğinin arttırılmasından yana…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in talepleri de bu yönde… Ancak 'ne yardan ne serden vazgeçerim' diyen liderimiz partili cumhurbaşkanlığından da tek adamlığından da vazgeçmeyeceğini dillendiriyor…
Oysa Cumhurbaşkanın partisiz olması; akla en yatkın taleptir. Devlet yönetiminde; uzlaşmayı sağlayacak hakem vazifesi görecek partiler üstü akil bir kişinin varlığına ihtiyaç vardır. Herkesin sahipleneceği ve güveneceği bir Cumhurbaşkanı bulunmasının devlet yönetimine zararı olabilir mi?
Öte yandan partili Cumhurbaşkanının halka ne denli nefret tohumları ektiğini ve ne denli bir kutuplaşmaya sebep olduğunu gördük görüyoruz…
Cumhurbaşkanı AKP'nin içerisindeki bölünmeyi bile "ümmetin parçalanması" olarak yorumladı. Görevine başlarken tarafsızlık andı içen Cumhurbaşkanının milleti siyasal parti tercihleri üzerinden bölmesi yetmezmiş gibi; şimdi bir de ümmet üzerinden ayrım yapıldı.
Bu gibi her açıdan Anayasaya aykırı tutumlar için keyfiliğe temel oluşturan tek adamlık sistemi AKP'nin çöküşünün de temel sebebi olacak…
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/cokuse-sebep-tek-adamlik-52594yy.htm
================================
HÜSNÜ MAHALLİ: DİK DURMAK
Ağustos ayının yaklaştığı bugünlerde Körfez bölgesinde sıcaklar giderek tırmanıyor. Ortalama hava sıcaklığı 50 derece ama Hürmüz Boğazı'nda sular fokur fokur.
Suriye'ye yardım gönderen İran ABD işbirlikçisi Sisi Süveyş Kanalı'nı kapatınca petrol dolu tankerini Afrika'yı dolaştırarak Cebeli Tarık'dan geçirmeye çalıştı.
Ancak bu kez İngilizler engelleme yaptı ve 4 Temmuz'da tankere el konuldu. Tahran'ın tüm çabalarına rağmen tanker serbest bırakılmayınca İranlılar Hürmüz'ü geçen iki İngiliz tankerine el koydu.
Göze göz dişe iki diş.
İran'ın hiç şakası yok.
İran'ın hiç kimseden korkusu yok.
40. Yılını kutlayan İran Devrimi ABD'nin tüm düşmanlıklarına direnerek bugünlere geldi.
Ülkede benim de karşı olduğum şeriata dayalı sistem var ama konu İranlıları ilgilendirir.
Önemli olan her koşulda İran'ın komşularıyla dost olmasıdır.
Önemli olan bu coğrafyanın halklarına karşı tehdit kışkırtma savaş kırım ambargo yaptırım ve benzeri yöntemlerini yüz yıldır uygulayan emperyalist ülkelere ve onların bölgesel işbirlikçilerine direnmektir.
Devrimden hemen sonra ABD ve Körfez ülkelerinin desteklediği Saddam'la 8 yıl savaşan İran tüm yaptırım ve ambargo kararlarına rağmen dimdik ayakta kaldı ve her zaman her yerde herkese kafa tuttu.
Özellikle Suriye'de.
İran desteği olmasaydı 100 ülkenin üzerine çullandığı Suriye belki bugün haritadan silinmişti.
İran desteğiyle güç kazanan Lübnan Hizbullah İsrail'in korkulu rüyasıdır.
IŞİD NUSRA KAİDE ve benzeri örgütlere karşı savaşan İran bu örgütleri destekleyen ülkelerin tersine her zaman emperyalizme ve siyonizme karşı mücadele etmiş ve çoğu zaman zafer kazanmıştır.
İşte bu nedenle Müslüman Sünni Pakistan'ın nükleer bomba yapmasına sesini çıkarmayan ABD İsrail ve Batılı ülkeler İran'ın nükleer güç olma çabalarına karşı kıyameti koparmış ve Nisan 2015'te imzalanan anlaşmayla Tahran'ın nükleer programını engellemişlerdi.
Ancak bu anlaşmayı yetersiz bulan Başkan Trump geçen yıl İran'a yönelik yeni ambargo ve yaptırım kararları aldı.
İran Trump'ı umursamadan kendi yolunda devam etti ve kötüye giden ekonomisine rağmen ABD'ye kafa tuttu.
Birçok savaş gemisini İran yakınlarına gönderen ve bölgedeki askeri üslerini alarma geçiren ABD'ye karşın Tahran 20 Haziran'da 250 milyon dolarlık dünyanın en gelişmiş Amerikan casus uçağını iki bin dolarlık füzeyle düşürdü.
Kendi yandaşlarına 'İran'dan intikam aldık' mesajı vermek isteyen Trump Perşembe günü 'İran İHA'sını düşürdük' dedi ama Tahran bir gün sonra düşürüldüğü söylenen İHA'nın Amerikan savaş gemilerinin üzerinde dolaşırken görüntülerini yayınladı.
Trump kesin deliye dönmüştür.
Adamın zaten zeka sorunu var.
IŞİD tarafından kaçırılarak tecavüze uğrayan binlerce Ezidi kadından biri olan Nadia Murad'ı önceki gün Beyaz Saray'da kabul eden Trump İQ'nın ne denli düşük olduğunu kanıtladı.
Murad annesi ve erkek kardeşlerinin IŞİD tarafından öldürüldüğünü 3 bin Ezidinin hâlâ kayıp olduğunu anlattıktan sonra Trump 'Ailen şimdi nerde' diye sordu.
Murad 'Mezardalar' diye yanıt verince Trump " Hatırladım sen Nobel Ödülü kazandın? Bu inanılmaz. Ödülü hangi nedenle sana verdiler?" diye karşılık verdi.
Adamın dünyadan haberi yok ama Körfez'in kral emir ve şeyhlerinden üç yılda en az 600 milyar dolar sızdırmayı biliyor.
Trump'a göre daha fazla dolar için adamları korkutmak gerek.
'Yani savaş gerek'.
'Yani Suriye'de olduğu gibi hep birlikte İsrail'e hizmet etmek gerek'.
'Arap Baharı'ında olduğu gibi Allah din ve iman adına bölgeyi perişan etmek gerek'.
'Mezhep kışkırtmasını sürdürmek gerek'.
'Gerek oğlu gerek ama ah şu Acemler olmasaydı'.
'Adamlar her şeyi berbat etti'.
Kolay değil Trump Amca adamlar Kerbela'dan çok şey öğrendiler.
Senin ülken var olmadan tam 1096 yıl önce.
Araya bir de Kasrı Şirin'i sıkıştırmışlar.
Zavallı Amerikalı ve İngilizler.
Bu 'Üç yüz Spartalı' filminin palavralarına benzemez.
Gerçek hayatta mutlak onur yurtseverlik ve cesaret gerek.
Hiçbiri sizlerde yok ama İranlı dostlarımızda çok.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/dik-durmak-5240861/
================================
HÜSNÜ MAHALLİ: OLUR MU ACABA!
Öncesinde BOP vardı ama özellikle 2011 Arap Baharı ile birlikte Türkiye ve bölgede çok hızlı ve karmaşık gelişmeler yaşandı.
17/25 Aralık 2013 depremi ve buna bağlı olarak 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimi ülkeyi çok farklı bir kargaşanın içine sürükledi.
16 Nisan 2017 Referandumu ve 24 Haziran Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu sürecin sonucu olarak sistemi toptan değiştirdi.
Bu arada Haziran ve Kasım 2015 seçimleri ile MHP ve lideri Devlet Bahçeli'nin AKP'ye yanaşması politik yaşamın birçok kavram ve değerini tartışmaya açtı.
Açtı ama bu ülkede olanlar oldu ve oluyor.
İç ve dış politikada artık hiçbir kavram ilke ve alışkanlığın anlamı kalmadı.
Örneğin ABD ile 70 yıllık ilişkilerde birçok konuda sorun yaşanıyor.
S-400 ve Fırat'ın doğusu konuşulan iki sıkıntı.
Peki sıkıntılar devam ederse Türkiye ABD ve NATO'dan kopar mı?
Koparsa Ankara Fırat'ın doğusunda ortaya çıkacak ABD İngiltere ve Fransa'nın desteklediği PYD/PKK oluşumuna karşı nasıl davranacak?
Ankara; Doğu Akdeniz'deki gelişmelerden dolayı AB'nin ilan ettiği ve ABD'nin yakında açıklayacağı yaptırımlara karşı ne yapabilir?
NATO'dan çıkma olasılığıyla Ankara AB'den de kopabilir mi?
Böyle bir olasılıkla Ankara ekonomik ve mali sıkıntılarını nasıl aşabilir?
NATO ve AB'den kopan ya da soğuyan Ankara 500 yıldır düşman bellediği Ruslarla stratejik müttefik olabilir mi?
Yoksa her şey blöf mü?
Blöf değilse Ankara Fırat'ın doğusunda ABD ve Batı destekli PYD/PKK oluşumunu engellemek için Esad ile barışabilir mi?
Aynı Ankara; Suudi Arabistan BAE ve İsrail'in Fırat'ın doğusundaki faaliyetlerine karşı ne yapabilir?
PYD/PEJAK/PKK yöneticileri bir aydır Washington'da herkesle görüşüyor.
Özellikle Yahudi lobileriyle.
Onlar da Trump'la görüştürmüş.
Fırat'ın doğusu Suriye'nin yaklaşık yüzde 25'i.
Suriye petrol ve doğal gazının yaklaşık yüzde 70'i bu bölgede.
Suriye'nin buğday arpa mercimek ve benzeri tahıl ürünlerinin en az yüzde 40'ı bu bölgeden karşılanıyor.
Suriye'nin en büyük üç barajı bu bölgede Fırat üzerinde ve Halep ile çevresinin su ihtiyacı buralardan karşılanıyor.
Çok net söylüyorum İsrail tüm kurumlarıyla bu bölgede ve uzun vadede Türkiye için çok büyük bir risk var.
Fırat ve Dicle'nin kaynakları Türkiye'de ama İsrail'in gözü bu iki ırmakta.
Adamlar 'Nil'den Fırat'a kadar bölge bizimdir' diyor ve bu söylemi gerçekleştirmek için her şeyi yaptı yapıyor.
Birçok şeyi de başardılar ve böyle giderse geri kalanları da başaracaklar.
Durdurmanın tek yolu var o da BOP ve Arap Baharı politikalarından vazgeçmektir.
Yani CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun önerdiği Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde Suriye Irak ve İran'la birlikte hareket etmektir.
AKP bunu yapar mı?
Sanmıyorum çünkü dışardaki gelişmelerin olası risklerini göğüslemek için AKP içerde bile gereğini yapmamaktadır.
AKP; herkesi düşman belleyen politikasından vazgeçmiyor.
AKP; işleri daha da karıştırmak için oyun peşinde olabilir.
Piyasada çok sayıda senaryo konuşuluyor.
Sıkışan AKP; HDP'nin muhalefetle ittifakını bozmak için Öcalan ile barışabilir.
AKP; bir süre için kullandığı MHP'den kurtulup İYİ Parti'ye çengel atabilir.
Ekrem İmamoğlu'nun önünü kesmek için her yola başvuracak olan AKP son çare olarak İmamoğlu'nu kazanmaya çalışabilir.
AKP'ye yardımcı olmak için muhalif gibi görünen bazı gazeteciler yandaş medyaya transfer olabilir?
Başka olasılık ve sorular da var ama özünde tek bir gerçek var o da AKP'nin kendisidir.
Yani kendini sorgulamasıdır.
Yani; ya 2011 öncesine döner ve barış içinde bir Türkiye ve bölge için uğraşını sürdürür ya da içerde ve dışarda herkesle kavgaya devam eder.
İkinci olasılığı tercih ederse yalnızca kendisi değil tüm Türkiye ve bölge kaybeder.
Her ne kadar kaybedilecek bir şey kalmadıysa da!
AKP her şeyi perişan etti.
Düzeltmenin tek yolu AKP'den kurtulmak.
https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/olur-mu-acaba-5233907/
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Bircok guclukler ve engeller karsisinda bulundugumuzu biliyoruz.
Bunlarin hepsini inceleme ile gayret ve iman ile ve millet askinin sarsilmaz kuvvetiyle birer birer cozup sonuclandiracagiz.
O millet aski ki her seye ragmen icimizde sonmez bir kuvvet dayaniklilik ve ates kaynagidir.
Gazi Mustafa Kemal ATATURK
- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI
144. BUTUN DINLER HOSGORUSUZDUR, VICDAN OZGURLUGUNU KABUL ETMEZ VE DOLAYISIYLA IYILIGIN VE GUZELLIGIN YIKICISIDIR
Hicbir sofu yoktur ki, kendisinin bagli bulundugu mezhepten baska mezhebe girenleri, yaratilisina gore, ya dusmanlik, nefret ve tiksintiyle, ya asagilayici gozle gormesin, ya da durumuna acimasin. Ustun din, hep hukumdarin ve ordunun bagli oldugu dindir, Zayif mezheplere ustunlugunu, acimasizca ve cok asagilayici bicimde hissettirir.
Yeryuzunde henuz gercek hosgoru, gercek vicdan ozgurlugu yoktur. Her yerde, her milletin oteki butun milletlerden ayri ve ayricalikli bir sekilde sevgilisi oldugu sanilan bir Allah'a tapilir.
Her kavim yalniz kendisinin gercek Allah'a, dunya capinda Allah'a, doganin hukumdari olan Allah'a ibadet etmesiyle ovunur. Ancak, bu hukumdar, dunya arastirilir ve incelenirse gorulur ki, her toplumun, her mezhebin, her firkanin ya da her dinin mensuplari, her seye gucu yeten Allah'tan; ozenle ve calisarak ancak teveccuhune hak kazanma ayricaligina eristiklerini one suren az sayida uyruklarini kapsayan ve otekilere hic de kulak asmayan, aciz bir hukumdar yaparlar.
Din koyuculari ve bu dinleri tutan ruhaniler, dini asiladiklari milletleri otekilerden ayirmayi acik bir sekilde istemislerdir. Bunlar, kendi surulerini farkli damgalariyla oteki surulerden ayirmak istediler. Bunlar kendilerini izleyenlere, baska ilahlara dusman ilahlar, ozel ayinler, cemaatler, ibadet yerleri, dini torenler verdiler ve ozellikle kendilerine bagli guruhu, oteki dinlerin asagilayici, kufur ve igrenc olduguna inandirdilar. Bu hile ve oyunla, bu acgozlu aldaticilar, mezheplerine girenlerin ruhlarini kimseye danismadan istila edip buyulediler. Bunlari, uysal olmayan, toplum disi yaptilar, insan topluluguna baglilik ve ilgilerini yok ettiler. Fikirlerine ve kendi ayinlerine uygun fikir ve ayinlere sahip olmayanlarin tumune mahkum, lanetlenmis gozuyle baktirdilar. Iste bu sekilde, din, insanlarin yureklerini kapatmaya ve insanin hemcinslerine karsi beslemesi gereken sevgiyi yureklerden uzaklastirmaya erismistir. Uysallik, iyilikseverlik, merhametli olmak gibi ahlakin bu ilk erdemleri, dini hurafelerle kesinlikle uyum kabul etmez.
- - - - - - - - - - - - -
Savas kazanmak amaciyla yapilmaz, aksine savasin surekli olmasi istenir Toplumdaki hiyerarsinin surmesi ancak yoksulluk ve cehalet temeli uzerinde saglanabilir.
Savas baslatma cabasi her zaman icin, asil olarak, toplumu acligin esiginde tutmak icin planlanir.
Savas, egemen grup tarafindan kendi vatandaslarina karsi yurutulur ve bu savasin amaci zafer kazanmak degildir aksine toplumun mevcut yapisini saglam tutmaktir.
George Orwell
- - - - - - - - - - - - -
IMAN Sagduyunuzun, dogru olmadigini soyledigi seye inanma ugrasi.
HUBBARD,ELBERT (1856-1915) ABD'li yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder