11 Aralık 2014 Perşembe

LAİKLİK NİÇİN TÜRK’ÜN OLMAZSA OLMAZIDIR?

Sayın Türkoğuz,
Bu yazı olmuş.
Tebrikler.


Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA


TC.OSMAN TÜRKOĞUZ

TV.osmanturkoguz@gmail.com

İzmir;31 Ağustos 2013/

29 Ağustos 2013

Çeşmealtı; 21 Haziran 2010.

"Demokrasi İslama hakarettir; laiklik dinsizliktir!" diyen sapıklara benden selamlar olsun.
Laiklik olmazsa insanlık ta onmaz!
FELAKETLERİN NEDENİ, AKLI VE BİLİMİ BİR KENARA İTİP,DİNİ VE DİN ADAMLARINI SOSYAL HAYATIMIZA TÜMÜYLE SOKMAKTIR!"

LAİKLİK NİÇİN TÜRK'ÜN OLMAZSA OLMAZIDIR?

( LAİKLİK, Sİ NE QU'A NON.)

Yalta Konferansında, F. Roosevelt, W.Churchill ve Jozef Stalin bir araya gelirler.
İngiltere aslanının pençesi zayıfladığı halde, Churchill hâlâ eski türküleri söylemek sevdasındadır.
Ve ortaya bir fikir atar:

"Öyle bir barış yapalım ki, Jülyüs Sezar'ın karısının namusu gibi sağlam olsun!"Der.

Jozef Stalin, şeytani bir gülümsemeyle:

"O'NUN namusu hakkında da söylentiler var!" Deyiverir.
Jülyüs Sezar hakkındaki tarihin hükmü ne kadar adi ise, karısı –Cleopatra ile evlenmediği halde bir oğulları olmuştur.
Üç defa evlendiği söylenir-hakkındaki hükmü de o denli onurludur.
Jülyüs Sezar için:"Roma'da her kadının kocası ve her kocanın karısı "sözü söylenmiştir.

W.Churchill bir kültür zenginliğini ortaya koymak istediğini sanıyorum.
İngiltere'de, Rusya'da ve dahi Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmak istenilen anlaşmaya örnek olacak namusta bir kadın yok mudur?
Hep bu var ve söylentiler sürüp te gitmektedir.

Fi tarihinde; Sayın Güneri Cıvaoğlu ,"Laiklik ve siyasal İslam" üzerine enfes bir program sunmuştu.(Bendeniz not alırım da!)Bir Fransız gazeteci ve sosyal bilimcinin yanı sıra bizden de birkaç kişi programa katılmıştı.
O zaman; Fransız gazeteci, LAİKLİĞİN SİYASAL İSLAM KARŞISINDAKİ GÜÇLÜ DURUMUNU VURGULAMIŞTI!
O Zaman!

Özallardan hayatta tek olarak kalan Korkut Özal:

"Laikliği dinsizlik olarak savunanlar var!"
Buyurmuş ve gözlüklerini düzeltmişti!
Öyle diyenler olduğu gibi öyle diyenlere katılmayanlar da yok mudur?
Kimisi Ağrippina namuslu der, kimisi de, bu itirafa katılmadığını pos bıyıklarının altından okkalı bir gülümseme ile belli eder.
Şimdi; olanlar olmuş, doğanlar da ölmüşler.
Biz ne desek ölen kişi o mudur?
Bir olgunun objektif manası önemlidir.
Laikliğin şu, ya da bu anlama geldiğini iddia edenlerin sübjektif görüş ve inanışları toplumu bağlamaz.
Cumhuriyet dönemini dinsizlik dönemi olarak sayanların bendeniz yanaklarından öpmek isterim.
623 senede 20,000 cami!
Onun da 13.000 tanesi sınırlarımızın dışında atıl!
85 senede de 85.000 cami.
Akıl ve sır erecek bir saplantı değildir bu haksız höykürmeler.
Rahmetli İsmet İnönü, 1966 senesinde, TBBM'İNDE Rahmetli Turhan Fevzioğlu'nu haşat etmişti; altı okun anlamını açıklamakla"
Laiklik dinsizlik olsaydı, adına dinsizlik denirdi!"
Demişti.

Diyelim ki, beyinleri akılla döllenmemiş çağ dışı birileri böyle buyurdu!
O adam Zerdüş olsa ne yazar!
Laikliğin yorumu, Atatürk'ün koyduğu ve Türkiye Cumhuriyetinde uygulandığı biçimde yapılmak gerektir.

Atatürk'ü ziyaret eden Fransız devlet adamlarından Eduvard Heriyot, yaratılan mucizeler karşısında:

"Ben, Fransa'da sizin yaptıklarınızdan yalınız birisini yapmış olsaydım, beni cadde kenarındaki ağaçlardan birisine asarlardı!"Demiştir.
Rahmetli E.Heriyot, merak etmeyiniz devrimleri birer, birer ipe çekilmektedir.

Laiklikle ilgili işlemlerin içersinde din yoktur!
Bazıları ayağa kalkabilirler.
Roma Hukuku bir insanlık anıtıdır.
Çok tanrılı ve puta tapılan bir dönemde insan aklı görkemli eserlere imza atmıştır.
İki türlü hukuk yaratılmıştı: Birisi çok tanrılı din adamlarının yaratmış olduğu dini içerikli hukuk; diğeri de hukukçuların yaratmış olduğu ROMA HUKUKU, LAİK HUKUK!
Birisi dinsel armonilerle, diğeri de insan aklının armonileriyle meydana getirilmişti.
Bu ikilem Hıristiyanlıkta da sürdürülmüş; yanıp yakılmak pahasına, insanlığın aydın evlatları sayesinde kilise ve kilise hukuku köşesine çektirilmişti.
İslamda hukuk, ahlaki öğütler, cezalar ve hatta moda bile, İSLAM DİNİNİN içersinde eritilmişti.
Cezaları öteki dünyaya ve Tanrıya ait olan eylemler de bu dünyada dinin belirlemiş olduğu değişmez ve acımasız kurallara göre infaz edilmişti.
Bir donmuş sistemin içersine hapsedilmiş olan insanoğlu, çileyi en çokta dini uygulamalardan çekmişti.

Aydınlanma devrinde, hukukçuların hazırlamış olduğu yasalar insanlığın hizmetine sunulmaya başlanmıştı.
23 yaşındaki bir Büyük İtalyan Gencinin "SUÇLAR VE CEZALAR" ADLI kitabı Avrupa'da akla hizmette öncülüğü kazanmıştı.(1760'lı yıllarda!).
BACCERELLİ.

Napolyon'un ünlü bir itirafı vardır:

"Benim kazanmış olduğum kırk meydan muharebesini bir

WATERLO yenilgisi götürmüştür.
Beni yaşatacak olan en büyük eserim "
CODE CİVİLE'"DİR.
Fransız Medeni Kanunudur.
Osmanlılar, İkinci Mahmut ve Sultan Abdülmecit

Dönemlerinde, Fransız kanunlarının tercümesi ile uyanmaya başlamışlardır.
Ne zaman ki sıra bir Medeni Kanun hazırlamaya gelmiştir; Ahmet Cevdet Paşa, Fransız medeni Kanununu tercüme ettirmek isteyenlere galebe çalarak, Türk Medeni Kanununu hazırlama yetkisini Sultan Abdülaziz'den koparmış ve başkanlığında kurulan bir komisyon ile dokuz senede MECELLEYİ ÂHKAMI ADLİYE'Yİ-Sadece Mecelle de denilir—hazırlayarak yürürlüğe koydurmuştur.
Bu eylem Ülkemizi bu alanda 150 sene geriye götürmüştür.
Mecelle; Hanefi, Maliki, Hanbelî ve Şafi mezheplerinin içtihatlarına göre hazırlanmıştır.
Benimle MECELLE üzerine tartışmak isteyenlerin hiçbirisinin MECELLE'Yİ okumamış olduğunu görmüşümdür!
Mecelle; karma bir kanundur.
İçersinde cezai, usuli, medeni, borçlar ve kat mülkiyetine dair hükümler vardır.
Ama üç adet tarifi de mükemmeldir:
1-"Kadim oldur ki, başlangıcını bilen olmaya!"
2-"Kötü emsal olmaya!"
3-Mani zail olunca, memnu avdet eder!"

Türkiye Cumhuriyeti'nin İKİ TİRİLYON LİRASINI deve yapmaktan hüküm giyen Necmettin Erbakan Bey, derli toplu olarak, ilk defa, laikliğe bütün dini görüntüsüyle yüklenmişti:

"Faşist Laiklik!"

"USA ve Avrupa'daki laiklik!"Atatürkçülere de:

"Batı taklitçileri.
Yüzleri Batıya dönükler!"
Diyebilmiştir.
Sıkıştıkça da, çağdışçılığa Batı'dan örnekler arama yollarına girmişti!

Bizler, LAİSİZM'İ Atatürk'ün anlatmak istediği gibi anlayacağız ve öylece yorumlayacağız.
Gerisi ne bizleri ne de Çağdaş Türkiye Cumhuriyetini ilgilendirir.
Dini inançları, bireysel inanç olarak kişilerin vicdanlarına, vicdanlarındaki tanrılarının yanına yerleştireceğiz.

Hukuku, Ahlakı, Gelenek ve göreneklerimizi ve dahi modayı, evrensel ve insansal ölçülerle ve Türklük bilincimize de uygun olarak bizler, kendimiz yaratacağız.
İlkel kalıplar ve ölçüler, çağdaşlıkla ve insan onuru ile bağdaşmıyorsa onları da değiştireceğiz.

Bünye taş oluşturuyorsa, ikide bir, böbrek ameliyatı olmanın ne gereği vardır!

İslam dininde; her şeye, yönetime ve egemenliğine el koyma karakteri, politikacıların hırs ve tamahı ile bütünleştiğinde, o toplumun ilerlemesi ve sağlıklı yaşaması ne mümkün?
İşte Benazir Butto; Pakistan'ı soyup soğana çevirerek, ülkesinden kovulunca da İskoçya'da malikâne alır!
Geri geldiğinde de, karşılığında, Pakistan anayasasına bir madde koydurtur!
Öyle ya, halkın dine ihtiyacı vardır

"PAKİSTAN DEVLETİ'NİN DİNİ İSLAM DİNİDİR!"

Milli Nizam Partisi Kapatılınca; Erbakan İsviçre'ye, oradan da Almanya'ya geçer.
İslam Dinarını gösterir, Dolar, Mark ve dahi (148)kilo Altın toplar.

Birey müslümansa; oruç tutar, namaz kılar, hacca gider, zekât ve fitre verir.
Sünnet olur, şeyinin ucunu kestirir.
Şimdi ortaya büyük bir sorun çıktı.
Bunu ancak ve dahi ancak ULEMALAR çözebilirler: Peki, bu Müslüman Pakistan devleti, nerede ve nasıl namaz kılar, şeyinin ucunu da nerede ve nasıl ve nasıl bir törenle ve nasıl bir usturayla ve de kimler keserler.
Bizim Sünnetçi Kemal Usta bu işin şıpıdanak erbabıdır da!
Nasıl hacca giderler?

Din gerçek kişiler içindir.
Devlet bir tüzel kişi olduğuna göre, dini de varsa, öteki tüzel kişilerinde dinleri olması gerekmez miydi?

Bir müslüman devlet nasıl ve neden aptesti alabilir?
Yöneticileri ülkeyi soyup ta soğana çevirince ve dahi devletin ırzına geçince mi gusül aptesti alırlar!

Tüzel kişileri yalınız dinleri olduğunda da iş bitmiş sayılmıyor!
Mezhebi, tarikatı, Müslüm'ü, Kalkancısı ve dahi Üzülmezi de olması gerekmez mi?

Bazı İslam ülkelerinde fotoğraf çektirmek acayip günahmış!
Yakında, farkına varırlarsa, tüm ceviz ağaçlarını da keserler!
İlkbaharda, ceviz ağaçlarının kabuklarının altından gümüş iyodürlü bir su geçer.
Bu suyla ceviz ağaçlarının gövdelerine renkli resimler çekilir.

Tek Tanrılı dinlerin kurucusu Mısır Firavunu ANEKNETHON(AMENOFİS IV, İKHNATHON) soyut bir tanrı düşünmüş:"Her şeyi bilen, her şeyi gören ve her şeyi yaratan bir tanrı!"Demiş, bu tanrıyı da parlak ışıkla, Güneşle sembolize etmiş.
Ve oturmuş bir de dua yazmış:

Aneknethon'dan tanrı Aton'a yazılmış bir şiir dua:

"Tanrı uludur, birdir, tektir;

Ondan başkası yoktur,

Bir tanedir.

Odur her varlığı yaşatan.

Bİr ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh;

Taa başlangıçta vardı tanrı,

Tek varlıktı o.

Hiçbir şey yokken o vardı,

Her şeyi o yarattı.

Ezelden beri süregelen varlığı

Ebediyete kadar sürecek.

Gizlidir tanrı, kimse görmemiştir onu,

İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman!"AMON-AMEN-ÂMİN!
Tevrat ve Kanonik Yasal-Kanuni/İncillerde vurgulanan bir yakarış var: Tevrat'ta Hz.Davut'un 22'inci Mezmuru:"Allahım!
Allahım beni niçin bıraktın?
Kurtuluşumda, iniltimin sözlerinden dahi niçin uzaklaştın?"

Kanonik İncillerde; Hz.İsa Çarmıha gerildikten sonra yüksek sesle:"Eli!
Eli lama sabaktani?"
ya da:"Helois!
Helois lama sabaktani"/Allahım, Allahım benin neden terk ettin?"
Diye bağırmış!
Hz.İsanın Milattan İki asır önce Filistinde Esenliler adlı bir Yahudi aşiretinden olduğunu, küplerin içinde bulunana Kumran Metinlerinden anlamaktayız!
Papa ve Patrik hiç kızmasınlar!

Ve eski inançlara ait ne varsa silip te atmış.
Eski din adamı rahipler, vergi vermedikleri gibi, tapınaklara sunulanları da iç edip, çok geniş olan arazilerinin gelirleriyle de güçlenmişler.
Rahiplik, babadan oğla geçiyormuş.

Muska ve büyü satıyorlar, kurmuş oldukları tarikatlarla da insanların iliklerini sömürüyorlardı.

"İmparatorluk dualarımız üzerine kuruldu!" diye de dualar uydurup, iki cihan mutluluğunu bir arada yaşıyorlardı.
Hıristiyan- lık'taki Endelüjans, cennetten tapulu arazi satmanın kökeni de buradan çıkmış olsa gerek!

"DÜNYA VE DEVLET DUA ÜZERİNDE DURUR!"Öyle ise, yıkılan devletler neden yıkıldılar!

Anekneton, tüm bunları, dinin politikaya ve ticarete alet edilmesini yasaklamıştı.
Yahudilikten diğer dinlere de geçmiş olan şu duayı da bizzat yazmıştı:

Aton yeni dinin tanrısının adıdır,

"Ey!
Yaşayan Aton, hayatın başlangıcı

Kadınlardaki hücrenin yaratıcısı

Erkeklerdeki tohumun yaratıcısı

Yaptığı her şeyi canlandırmak için

Onlara nefes veren!

Senin eserlerin kaç türlü!

Bizlerden hepsi gizli,

Ey tek tanrı…

Senin gücün kimsede bulunmaz,

Her şeyin yükseklerde,

Hepsi kanatlarla uçar,

Onlara gerekeni sen verirsin,

Eserlerin ne kadar muhteşem,

Ey sonsuzluğun tanrısı!

Yabancılar için gökyüzünde bir Nil var,

Ve bütün milletlerin hayvanları için.

Aydınlatarak, parlayarak, uzaklara gidip dönerek,

Milyonlarca şey yaratırsın,

Sadece kendi kendine,

Mısır gibi yabancı memleketler yarattın,

Herkesi yerine yerleştirdin.

Herkes başka dil bilir;

Vücutları ve renkleri ayrıdır,

İnsanlarla insanları ayırdın çünkü sen…

Seni tanıyan yoktur,

Oğlun İknaton'dan başka,

Sen O'NA akıl verdin,

Kendi planın ve kendi gücünle"

Bu şiir Musevilerde ilahi olarak okunmaktadır.
İkhnaton ve karısı Nefertiti ölünce Firavun olan General Harmhat, yeni dini silip attı.
Roma İmparatorluğunu, devlet gibi örgütlemiş olan Hıristiyanlık yıkmış, Osmanlı İmparatorluğunu da, kişisel çıkarlarını dine monte eden hırs, tamah, cehalet ve sahipsizlik yıkmıştır.

İnsanlar, asırlarca önce yapılmış olan büyük ve görkemli yapılara bakarak o devrin uygarlığından söz etmeye bayılır"Vay canına, bu görkemli piramitleri yapanlar insanlığa bundan güzel armağan bırakamazdı!"Diye de hüküm yürütürler.
Uygarlık taş binalar, barajlar ve köprüler yapmak mıdır?
Mısır'da aklımda kaldığına göre (108) adet piramit bulunmaktadır.
Gize piramitleri adıyla anılan üç piramitten Kefren Piramidinin yapımında(1.000.000) insanın ölmüş olduğu hesaplanmaktadır.
Bunun yanında, piramit yapımının masraflarına yardım için, KEFREN'İN KIZINI GENEL KADIN OLARAK PAZARLAMIŞ OLDUĞU DA SÖYLENMEKTEDİR.
Bu tanrı sayılan, hükümdar olan ve başrahip kabul edilen bir makamın da sahibi.
Değer mi bunca insanın ölmesine bu taş yığınları?

Maksim Gorki'nin Jozef Stalin tarafından öldürüldüğünü Kanada'ya sığınan bir Rus Kurmay yarbayı açıklamıştı.
Öldürülme nedeni de komünizimden soğumasıymış.
Neden mi komünizimden soğumuş?
Anlatayım; Maksim Gorki, soğuk bir kış günü, kürkler içinde emrine verilen lüks siyah arabadan iner ve dünyanın en büyük barajını seyre koyulur.
Görmüş olduğu manzara karşısında göğüsleri kabarır:"İşte bu baraj komünizmim eseri!" Diye söylenir.
Arkasında bir şıpırtı duyar, döner bakar ve yıkılır.
Açlıktan karınları şiş ve çıplak sayılacak Beş-Altı çocuk lüks arabasına bakmaktadır.

"Bu kimin eseri!" Diye söylenir.
Yanıtını kendisi verir:

"Evet, bu yalınayak ve açlıktan karınları şiş zavallı insan yavruları da komünizmin ve bu barajın eseridir'"Der ve yıkılır.

En büyük kıymet ve en büyük eser insandır.
Bir düşünce ve bir eylem insana ne vermiştir?
Değer ölçüsü bu olmalıdır.

Dünyada her şey insan içindir; DİN DE; HUKUK TA; ÖRF TE; AHLAK TA; MODA DA; DEVLET TE VE DAHİ HÜKÜMET TE İNSAN İÇİNDİR.
Bu sosyal düzen kuralları insana ne vermiştir?
İnsanları mutlu mu etmiştir, yoksa mutsuz mu etmiştir.
Benim ölçüm budur arkadaşlarım.
Bu zamana kadar tüm din sahipleri,"İNSANLAR DİN İÇİNDİR'İ" Kullanmışlardır.
Böyle olunca da; din, diğer sosyal düzen kurallarını boyunduruğu altına almıştır.
Aslında çıkarcı din adamları bu işi yapmıştır ya!

Tüm bunları çok iyi değerlendiren Mareşal Gazi Mustafa Kemal, bunlardan çok iyi bir ders çıkarmıştır:

"Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir.
Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir.
Onlar, her türlü davranışları dinle karıştırırlar"

"Efendiler ve ey Millet!
Biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mezhepler memleketi olamaz.
En doğru tarikat, uygarlık tarikatıdır.
Uygarlığın emir ve istencini yapmak, insan olmak için şarttır"

"Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan oluşan bir kitleye, uygar bir ulus gözüyle bakılabilir mi?"

Mısır'da köle olarak taşkıran Yahudilerin dikkatlerini çeken şey; halkı sömürerek lüks içersinde yaşayan Rahipler olmuştur.
Tevrat'a da bu yansıtılmıştır:"Binbaşılar ganimet altın ve gümüşleri Hahamlara sundular!"Bazıları kızacaklar amma, sekizinci surenin 1 ve 41'inci ayetlerini okusunlar.
Doyurulmaya ve güdülmeye muhtaç olan aç köleler kolayca Musa'nın peşine takılmışlardır.
Günümüzde de Mısırlı rahiplerinin din anlayışları politikacılarımızda geri gelmiştir.

Ülkemizin başına ne gelmişse seçimle gelmiş olan sığ politikacılardan gelmiştir: Bakınız Sayın Recep Bey, neler söylemişler:

"Türkiye'nin yarınında artık Kemalizm'e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur!"

"Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir.
BİZİM İÇİN EN ÜST BELİRLEYİCİ, İSLAM'IN ETKİLERİDİR.
HER ŞEY ONA GÖREBELİRLENİR!"

180 SENE Selçuklu,623 sene Osmanlı yönetiminde yapılmış olan cami sayısı 20.000olup,bunun 13.000 tanesi sınırlarımız dışında kalmıştır.
Cumhuriyetimizin (75) yıllık sürecinde kaç adet cami yapılmıştır.
Beş ilimizin okul, cami ve Kuran kursu sayısı:

KONYA: Cami sayısı 2664,İlkokul sayısı1248,Ortaokul sayısı 377,Genel lise sayısı 109, Meslek lisesi sayısı 105,Kuran kursu sayısı 418.

ANKARA: Cami sayısı 2520,İlkokul sayısı 1172,Ortaokul sayısı 600,Genel lise sayısı 169, Meslek Lisesi sayısı 149,Kuran kursu sayısı 348.

SAMSUN: Cami sayısı 2425,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 161,genel lise sayısı 42,meslek lisesi sayısı 44,Kuran kursu sayısı 276.

İSTANBUL: Cami sayısı 2330,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 827,Genel lise sayısı 3321,Meslek Lisesi sayısı 203,Kuran kursu sayısı 372.

KASTAMONU: Cami sayısı 2282,İlkokul sayısı 989,Ortaokul sayısı 81,Genel Lise sayısı 26,meslek lisesi sayısı 28, Kuran kursu sayısı 66.

Şimdi şöyle bağırıyorum: Ey!
Mareşal Gazi Mustafa Kemal'i küfürle yadedenler!

Tanrımız niçin O'NA yardım etti de!

DÂHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLARI BEDBAHT ETTİ?


a45UyF587661-141210212053-06
^^^^^ - vvvvv

 

Homines quod volunt credunt
Insanlar inanmak istediklerine inanirlar.

Latin Atasozu

Apacik Kur an
EN AM 38.yeryuzunde yuruyen hayvanlar ve (gokyuzunde) iki kanadiyla ucan kuslardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardir.
Biz o kitapta hicbir seyi ek$ik birakmadik.
Nihayet (hepsi) toplanip rablerinin huzuruna getirilecekler.
KAMER 32.andolsun biz Kur an i, anlasilip ogut alinmasi icin kolaylastirdik.
O halde dusunup ogut alan yok mu?
KAMER 40.andolsun biz Kur an i, ogut almak icin kolaylastirdik.
O halde dusunup ibret alan yok mu?
HAC 16.iste boylece biz o Kur an i acik secik ayetler halinde indirdik.
Gercek su ki Allah diledigi kimseyi dogru yola sevkeder.
HADID 9.sizi karanliklardan aydinliga cikarmak icin kuluna apacik ayetler indiren o dur.
Suphesiz Allah, size karsi cok sefkatli, cok merhametlidir.

Rivayet olunduguna gore, Siddika-i musarun-ileyha bir kere ufak bir yastik, bir silte almisti.
Ustunde hayvan resimleri vardi.
Resulullah salla llahu aleyhi ve sellem bunu gorunce kapinin onunde tevakkuf buyurdu da iceri girmedi.
Aise radiya llahu anha bu sirada Resulullah in yuzunde siddet asari sezdim de:
- Ya Resula llah!
Allah a ve Allah in Resulune tevbe ederim.
Fakat bilmem ki ne kusur ettim, dedim.
Resulullah salla llahu aleyhi ve sellem:
Su yastigin burada isi nedir?
buyurdu.
Ben:
- Ya Resula llah!
Kah uzerine oturasin, kah yaslanasin diye senin icin istira ettim, diye cevab verdim.
Resulullah salla llahu aleyhi ve sellem:
- Bu suretlerin sahibleri kiyamet gununde muhakkak azab olunurlar.
Ve bu kimselere tahakkum ve ta ciz yollu : tasvir ettiginiz bu hayvanlari haydi diriltiniz bakalim?
denilir, dedi.
Yine Resulullah:
Sol bir ev ki, icinde suretler vardir, artik o eve Melekler girmez, buyurdu.

Sahih Buhari 980

Zumer, Casiye, Ahkaf surelerinin baslarinda bulunan -Kitabin indirilisi, aziz ve hakim olan Allah tandir anlamindaki ayetler de Risale-i Nur a isaret ediyorlarmis...
Said-i Nursi ye gore: bu ayetlerde Risale-i Nur un adina kendisine, ne zaman yazilacagina ve ne zaman yayilacagina Cifir yoluyla isaret ediyor.
Cunku Risale-i Nur, Kur an semasindan ve ayetlerin yildizlarindan inmistir
Indirilen kitapla hem Kur an-i Kerim, hem de Risale-i Nur anlatilmak isteniyor
Kitabin indirilisi sozu, ebced hesabiyla, Risalet-un-Nur adinin sayi degerine, cok az bir farkla denk geliyor
Said-i Nursi ye gore; ayetlerin anlami soyle oluyor:
Kur an-i Kerim in ve Risalet-un-Nur un indirilisi, aziz ve hakim olan Allah tandir

Derleyen: Osman Turkoguz
INANCLARA VE AKLA AYKIRI BIR YAKLASIM, NURCULUK.

Milli Mucadelenin basladigi 1919 yilinda Milli Mucadeleye karsi cikan isbirlikci parti ve cemiyetler:
Bunlarin tamami Osmanlici, Hilafetci, Seriatci, Kurtcu ve yabancilarin mandasini isteyen parti ve cemiyetlerdir.

- Selamet-I Osmaniye Partisi (Seriatci, Ingiltere'nin kontrolunde)
- Kurdistan Teal-i Cemiyeti (Dogu ve G.Dogu'da Kurdistan kurulmasi icin Ingiltere ve ABD tarafindan destekleniyordu.)
- Teal-i Islam Cemiyeti (Seriat isteyenler)
- Ingiliz Muhipleri Cemiyeti (Ingiltere himayesi isteyenler)
- Wilson Prensipleri Cemiyeti (Amerikan Mandasi isteyenler)
- Hurriyet ve itilaf Partisi (Kendilerini Sevr'i savunan liberaller olarak tanimlamaktadirlar, ancak Ingiltere'nin kontrolundedirler, Milli Kurtulus Hareketine ve Mustafa Kemal'e en siddetli tepkiyi bu parti gostermistir.)
- Mavri Mira Cemiyeti (Rum Patrikhanesi tarafindan kurulmus olup, Yunan hukumetinin kontrolundeydi. Amaci ceteler kurarak Milli Mucadeleye karsi cikmak ve Anadolu'daki Yunan Ordusuna yardim etmekti.)
Bu parti ve cemiyetlerin tamami Sevr anlasmasindan yana Anadolu'nun isgalini savunmuslardir. Bunlar tam bir isbirligi halinde Anadolu Hareketine cephe almislar, tum isyanlari ve ayaklanmalari da desteklemislerdir.

Esirlerin hastalik sebebiyle bile olsun elimizde olmeleri dini ve milli ahlakimiza uygun dusmedikten baska vatani cikarlarimizi da gercek bicimde yaralar.

(13 Nisan 1920)
K.ATATURK

ALBERT EINSTEIN : NEDEN SOSYALIZM

Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkinda gorus bildirmesi dogru mudur?
Ben buna birkac neden yuzunden evet diyorum.
Gelin, bu soruyu once bilimsel bilgi acisindan degerlendirelim.
Ilk bakista astronomi ve ekonomi arasinda onemli yontemsel farkliliklar gorulmeyebilir.
Her iki alanda da bilim adamlari kisitli sayidaki gorungulerin(fenomen) aralarindaki baglantilari mumkun oldugu kadar anlasilir yapmak icin genel kabul gorecek yasalar kesfetmeye calisirlar.
Fakat aslinda yontemsel farklar vardir.
Ekonomi alaninda genel kabul goren yasalarin kesfedilmesini zorlastiran gozlemlenecek ekonomik gorungulerin pek cok faktorden etkilenmeleri ve bu etkilerin tek baslarina degerlendirilememesidir.
Ayrica, -hepimizin bildigi gibi- insanlik tarihinde uygar donem in baslangicindan bu yana edinilen deneyimler ozunde ekonomik olmayan faktorlerden etkilenip kisitlanmistir.
Ornegin, bircok buyuk devlet sekli varliklarini fetihlere borcludurlar.
Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ulkenin -yasal ve ekonomik olarak- ayricalikli sinifi yapmislardir.
Toprak sahipligini tekellerine gecirmisler ve ruhani grubu kendi aralarindan belirlemislerdir.
Egitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sinif ayrimini kurumlastirmislar, insanlarin bundan sonra cogunlukla bilincsizce toplumsal davranislarini yonlendirecek bir degerler sistemi yaratmislardir.

SOSYALIZMIN GERCEK HEDEFI

Ancak tarihsel gelenek, insanligin gelismesinin dune kadar Thorstein Veblen in yagmaci donem adini verdigi asamanin otesine hicbir yerde gecemedigini gostermektedir.
Gozlemlenen ekonomik gercekler o doneme aittir ve onlardan turetilecek yasalar insanligin diger donemlerine uygulanamaz.
Sosyalizmin gercek hedefi bu donemin otesine gecerek, insanligin gelisimini yagmaci donemden daha ileri bir doneme tasimak olduguna gore, ekonomi bilimi, mevcut haliyle, gelecegin sosyalist toplumuna cok az i$ik tutabilmektedir.
Ikinci olarak sosyalizm, amaci toplumsal-ahlak olan yone yonelmistir.
Ancak bilim amac yaratmadigi gibi, bunlari insanlara da asilayamaz; bilim, en fazla, amaclara ulasilmasini saglayan araclar yaratabilir.
Ancak amaclar yuce ahlaki ideallere sahip kisiliklerce kavranilirsa ve bu amaclar olu dogmamissa, yasamsal ve guclulerse bir cok insan tarafindan ileri tasinarak, toplumun yavas/agir evrimine yon verir.
Bu nedenlerden oturu insana iliskin sorunlarda bilimi ve bilimsel yontemleri fazla abartmamaya dikkat etmek ve toplumun orgutlenmesini etkileyen sorunlarda sadece uzmanlarin soz hakki oldugunu da varsaymamak gerekir.

BIR CIKIS VAR MI?

Bir suredir cok sayida kisi toplumun bir krizden gectigini one surerek, toplumun dengesinin ciddi olarak bozuldugunu ifade etmektedir.
Boyle durumlarda kisilerin farkli dusunmeleri, hatta ait olduklari gruba karsi dusmanca hisler beslemeleri tipik bir davranistir.
Ne dedigimi anlatmak icin basimdan gecen bir deneyimimi aktarayim.
Gecenlerde zeki ve iyi yetismis bir kisi ile yeni bir savas tehdidini tartisirken, boyle bir savasin insanligin varligini ciddi bicimde tehlikeye sokacagini ve bu tehlikeyi ancak uluslarustu bir organizasyonun onleyebilecegini soyledim.
Bunun uzerine muhatabim bana gayet sakin bir bicimde, Insan irkinin yok olmasina niye bu kadar karsisin? dedi.
Eminim ki daha bir asir onceye kadar hic kimse boyle gayr-i ciddi bir soylemde bulunamazdi.
Bu soylem kendi icinde bir denge saglamak icin bosuna ugrasmis ve bunu basarma umudunu az-cok kaybetmis bir adamin soylemi idi.
Bu soylem aci veren bir yalnizligin ve tecrit olmanin ifadesidir ve bu gunlerde cok kisi ayni aciyi cekmektedir.
Sebebi nedir?
Bir cikis var mi?
Boyle bir soruyu sormak kolay, ancak belli derecede ikna edici bir yanit vermek zordur.
Ancak duygularimizin ve ugraslarimizin celiskili, belirsiz olduklarinin bilincinde olarak ve onlarin kolay ve basit formullerle ifade edilemeyecegini bilerek yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya calisip, yanitlamayi deneyeyim.

BIREYSEL VE SOSYAL VARLIK

Insan hem tek basina yasayan hem de sosyal bir varliktir.
Tek basina yasayan bir varlik olarak kisisel isteklerini tatmin etmek ve dogustan edindigi yeteneklerini gelistirmek icin kendisinin ve yakinlarinin varligini koruma cabasi icindedir.
Sosyal bir varlik olarak ise, cevresindeki dostlarinin sevgisini ve takdirini kazanmaya, mutluluklarini paylasmaya, acilarini dindirmeye ve yasam kosullarini iyilestirmeye calisir.
Iste sadece bu cesitli, zaman zaman celiskili cabalarin varligi, insanin ozel karakterini aciklar; bunlarin ozgun bilesimi bireyin icsel bir dengeye erisme derecesini belirler ve toplumun esenligine katkida bulunur.
Genel olarak bu iki durtunun gorece direnclerinin kalitimla duzenlenmis olmasi mumkundur.
Fakat nihai olarak ortaya cikan kisilik, buyuk olcude insanin gelisimi sirasinda kendisini icinde buldugu cevre, icinde buyudugu toplumun yapisi, o toplumun gelenekleri ve belirli davranis bicimlerinin ovulmesi ile olusur.
Soyut toplum kavrami birey acisindan cagdaslari ile ve onceki nesillerle dolayli dolaysiz iliskisinin toplami anlamina gelir.
Birey dusunebilir, hissedebilir, mucadele edebilir ve kendi basina calisabilir fakat -fiziksel, entelektuel ve duygusal varligi ile- topluma oylesine bagimlidir ki- onu toplum cercevesinin disinda dusunmek ve anlamak imkansizdir.
Ona gida, giyecek, ev, is araclari, dil, dusunce bicimleri ve buyuk olcude dusuncenin icerigini saglayan bu toplum dur.
Bu kucucuk toplum kelimesinin ardinda sakli, gecmiste yasamis ve bugun yasamakta olan milyonlarca insanin emegi ve becerisidir ona hayat veren.
Dolayisiyla, bireyin topluma bagimliliginin doganin ortadan kaldirilamayan bir gercegi oldugu kanitlanmistir.
Aynen karincalar ve arilar gibi.
Fakat karincalarin ve arilarin tum yasam sureci en ince ayrintisina kadar kati, kalitimsal icguduler ile belirlenmisken, insanoglunun sosyal kaliplari ve karsilikli iliskileri son derece degiskendir ve degisime aciktir.
Hafiza, yeni birlesimler olusturma kapasitesi, sozel iletisim kurabilme ustunlugu insanoglunun biyolojik zorunluluklarinin buyurmadigi gelismeler saglamasini mumkun kilmistir.
Bu gelismeler kendilerini edebiyatta, bilimsel ve teknik basarilarda, sanat eserlerinde, gelenekler, kurumlar, orgutler olarak gosterir.
Bu bir anlamda insanin kendi yasamini kendinin nasil yonettigini ve bu surecte bilincli dusunme ve istemenin nasil bir rol oynadigini aciklar.

DEGISKENLER-DEGISMEZLER...

Insanoglu dogustan, kalitimsal olarak, insan turunun karakteristigi olan dogal istekleri de iceren, sabit ve degismez olarak niteledigimiz biyolojik bir bunyeye sahiptir.
Buna ek olarak, yasam suresi icinde, iletisim ve baska etkiler araciligiyla yasadigi toplumdan kulturel bir bunye edinir.
Zaman icinde degisime acik olan ve bireyle toplum arasindaki iliskiyi buyuk olcude belirleyen iste bu kulturel bunyedir.
Modern antropoloji bize ilkel denilen kulturlerin karsilastirmali olarak incelenmesi yoluyla, insanoglunun sosyal davranislarinin gecerli kulturel kaliplara ve topluma egemen olan orgut tiplerine bagli olarak cok buyuk degi$iklikler gosterdigini ogretmistir.
Iste insan turunu iyilestirme mucadelesi verenlerin umutlarinin dayanagi sudur: Insanlarin birbirlerini mahvetmek istemelerinin ya da zalim, kendi kendine kasteden kaderin ocagina dusmus olmalarinin nedeni biyolojik bunyeleri degildir.
Yasami olabildigince doyurucu kilabilmek icin toplum yapisinin ve insanin kulturel yaklasiminin nasil degistirilmesi gerektigini kendimize sorarsak, degistiremeyecegimiz bazi kosullarin varligi gerceginin surekli bilincinde olmamiz gerekir.
Daha once de belirtildigi gibi insanin biyolojik yapisi, nereden bakilirsa bakilsin degismez.
Ustelik son birkac yuzyilda yasanan teknolojik ve demografik gelismeler kalici durumlar yaratmistir.
Varliklarinin devami icin vazgecilmez sayilan urunlerle, nufusun gorece yogun oldugu yerlerde, asiri ayrintili bir isbolumu ve son derece merkezi bir uretim aygiti mutlak zorunluluk haline gelmistir.
Bireylerin ve nispeten kucuk topluluklarin tamamen kendine yeterli olduklari, geri donup baktigimizda son derece huzurlu gorunen zaman sonsuza dek yitip gitmistir.
Insanoglunun artik bir uretim ve tuketim gezegeni olusturdugunu soylersek fazla abartmis olmayiz.

CAGIN OZU

Cagimizin ozunu bana gore neyin olusturdugunu kisaca belirtebilecegim bir noktaya simdi varmis bulunuyorum.
Bu toplumla bireyin iliskisi ile ilgilidir.
Birey topluma olan bagimliliginin gecmiste olmadigi kadar bilincindedir.
Ama bu bagimliligi organik bir bag, koruyucu bir guc, olumlu bir varlik olarak gormek yerine, daha cok dogal haklarina hatta iktisadi varligina karsi bir tehdit olarak algilamaktadir.
Dahasi toplumdaki konumu oyle bicimlenmistir ki, yapisinin egoistce suruklenisi surekli vurgulanmakta, dogal olarak daha zayif olan sosyal yapisi gittikce bozulmaktadir.
Toplumdaki konumlari ne olursa olsun tum insanlar bu bozulma surecinde rahatsiz olmaktadirlar.
Kendi egolarinin mahkumu olduklarini bilmeksizin, kendilerini guvensiz ve yalniz, yasamin basit, sade, dogal tadindan yoksun kalmis hissederler.
Insan kisa ve cetin de olsa yasamin tadina varabilir, yeter ki kendini topluma adasin.
Bugunku haliyle kapitalist toplumun iktisadi anarsisi bence belanin asil kaynagidir.
Onumuzde bireylerinin, birbirlerini kolektif emeklerinin meyvelerinden yoksun birakmak icin yilmadan -zor kullanarak degil fakat yasalarla belirlenmis kurallarin tumune gonulden uyarak- ugrastigi dev bir ureticiler toplulugu gormekteyiz.
Bu baglamda uretim araclarinin -yani tuketim mallarini ve buna ek olarak yatirim mallarini uretmek icin gereken tum uretim kapasitesinin- yasal olarak ve cogu kez bireylerin ozel mulkiyetlerinde oldugunun onemini kavramamiz gerekir.
Konuyu basitlestirmek icin, asagidaki anlatimda uretim araclarinin mulkiyetini paylasmayan herkesi isci olarak adlandiracagim, bu terimin yaygin kullanimina tam olarak denk dusmese de.
Uretim araclarinin sahibi, iscinin isgucunu satin alabilecek durumdadir.
Isci uretim araclarini kullanarak kapitalistin mali haline gelecek yeni mallar uretmektedir.
Her ikisi de gercek deger uzerinden olculmek uzere, iscinin urettigi ile ona odenen arasindaki iliski bu surecin esas noktasidir.
Is sozlesmesi serbestce belirlendigi surece, isciye yapilan odemeyi belirleyen urettigi malin gercek degeri degil, iscinin asgari gereksinimleri ve is icin rekabet eden isci sayisina iliskin olarak kapitalistlerin isgucune ihtiyaclaridir.
Teoride bile isciye yapilan odemenin urunun degeri tarafindan belirlenmediginin anlasilmasi onemlidir.

KAPITALIZMIN YASASI

Kismen kapitalistler arasindaki rekabet ve kismen teknolojik gelismelerin ve artan isbolumunun daha buyuk uretim birimlerinin kucuklerin yerini almasini saglamasi sonucunda, ozel sermaye az sayida elde yogunlasmaktadir.
Bu gelismelerin sonucunda, demokratik olarak orgutlenmis bir siyasi toplumda bile etkin olarak denetlenemeyecek devasa bir guce sahip ozel sermaye oligarsisi olusur.
Bu boyledir cunku yasama organlarinin uyeleri, nereden bakilirsa bakilsin secmenle yasama organinin birbirinden ayiran ozel sermaye tarafindan buyuk olcude finanse edilen ya da baska sekillerde etki altina alinan siyasi partiler tarafindan secilir.
Bunun sonucunda halkin temsilcileri gercekte nufusun temel haklardan yoksun kesimlerinin cikarlarini yeterince koruyamazlar.
Ustelik, mevcut kosullar altinda, ozel kapitalistler kacinilmaz olarak temel bilgi edinme kaynaklarini (basin, radyo, egitim) dogrudan ya da dolayli olarak denetlerler.
Dolayisiyla, bir vatandasin bireysel olarak nesnel yargilara varmasi ve siyasi haklarini akillica kullanmasi hayli zor hatta cogu zaman imkansizdir.
Sermayenin ozel mulkiyetine dayali ekonomilerde egemen olan durum iki ana ilke ile nitelendirilir: Birincisi, uretim (sermaye) araclarinin ozel mulkiyetidir ve mulk sahipleri bunu diledikleri gibi kullanirlar; ikincisi serbest is sozlesmesidir.
Bu anlamda tabii ki saf kapitalist toplum diye bir sey yoktur.
Iscilerin uzun ve aci siyasi mucadeleler sonucu, bazi kategorilerde serbest is sozlesmesi nin iyilestirilmis bir bicimini saglamayi basardiklarini ozellikle belirtmek gerekir.
Ama butun olarak ele alindiginda bugunku ekonomi saf kapitalizmden fazla farkli degildir.
Uretime kar icin devam edilir, kullanim icin degil.
Calisabilecek durumda olan ve calismak isteyen herkesin is bulacaginin bir garantisi yoktur.
Hemen hemen herdaim bir issiz ordusu vardir.
Isci her zaman isini kaybetme endisesi tasir.
Issiz ve cok dusuk ucret odenen isciler karli bir pazar olusturmadiklari icin tuketim mallarinin uretimi sinirlidir ve sonuc mesakkatlidir.
Teknolojik ilerleme cogu zaman isin zorlugunu hafifletmek yerine daha fazla issizlige neden olur.
Kar gudusu, kapitalistler arasindaki rekabetin durumuna gore gittikce daha fazla derinlesen bunalima yol acan sermaye birikiminin ve kullaniminin istikrarsizligindan sorumludur.
Sinirsiz rekabet, emegin cok buyuk olcude heba olmasina ve daha once de sozunu ettigim gibi bireylerin sosyal bilinclerinin sakatlanmasina yol acar.
Bana kalirsa kapitalizmin en buyuk kotulugu bireylerin sakatlanmasidir.
Tum egitim sistemimiz bu beladan muzdariptir.
Gelecekteki kariyerine hazirlanmak icin acgozlu bir bicimde basariya tapmak uzere egitilmis ogrenciye abartili bir rekabetci yaklasim asilanir.

BELADAN KURTULMANIN TEK YOLU: SOSYALIZM

Ben bu korkunc beladan kurtulmanin tek yolu olduguna eminim.
Bu yol, toplumsal hedefler dogrultusunda yonlendirilmis bir egitim sisteminin eslik ettigi sosyalist ekonominin insasidir.
Boyle bir ekonomide toplumun kendisi uretim araclarinin sahibidir ve uretim araclari planli bir tarzda kullanilir.
Uretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planli bir ekonomi isi calisabilir durumda olanlara dagitir ve erkek, kadin, cocuk herkesin gecimini garanti eder.
Bireyin egitimi, dogustan sahip oldugu yeteneklerin gelistirilmesinin yaninda, gunumuz toplumundaki guc ve basarinin yuceltilmesi yerine, bireyin icinde cevresindekilere karsi sorumluluk hissi gelistirmeyi hedefler.
Yine de planli ekonominin henuz sosyalizm olmadigini unutmamak gerekir.
Boylesi bir planli ekonomiye bireyin tamamen kolelesmesi eslik edebilir.
Sosyalizmin basarisi son derece zor bazi sosyo-politik sorunlarin cozulmesini gerektirir.
Siyasi ve ekonomik gucun merkezilesmesinin yarattigi etki alaninin genisligi gozonune alindiginda burokrasinin mutlak gucunu ve kendini begenmisligini engellemek nasil mumkun olacaktir?
Bireyin haklari nasil korunacak ve burokrasinin gucunu dengeleyecek demokratik bir karsi-guc nasil saglanacaktir?
Yasadigimiz bu gecis surecinde sosyalizmin hedef ve sorunlarinin netligi cok onemlidir.
Mevcut kosullarda, bu sorunlarin ozgurce ve engelsiz tartisilmasi guclu bir tabu haline geldigi icin, bu derginin cikarilmasinin onemli bir kamu hizmeti oldugunu dusunuyorum.

ALBERT EINSTEIN

Bir ulus kendi icindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla bas edebilir
Fakat icersindeki satilmis ve hainlerle yasayabilmesi olanaksizdir.
Sinirlari zorlayan dusman silah ve alemlerini acikta tasidigi icin daha az tehlikelidir.
Fakat bir hain, hain gibi gorunmez,
kurbanlari ile ayni aksanda konusur,onlarin cehresine burunur ve
onlarin argumanlarini kullanarak ulusun politik yapisina nufuz eder,
butun kapilardan serbestce gecer, sesi en ust duzey hukumet koridorlarinda duyulur,
ulusun ruhunu curutur
Politik yapiya her turlu hastalik bulastirarak yasam gucunu elinden alir
Bir katil daha az korkuludur.

Marcus Tullius Cicero
(M.O.106-M.O.43)

Yahudi devletinin sinirlari, sonsuza dek kesinlesmeyecektir

David Ben Gurion, Israil Basbakani
Yilmaz Dikbas-EFENDI TERORISTLER
0532 233 31 52




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder