29 Aralık 2010 Çarşamba

İNKALAR, MAYALAR, AZTEKLER


 

 

MAYALAR

 Dev bir ağacın üzerine çıktık. Sudan, beyaz yüzlü, beyaz elli, uzun ve kirli sakallı adamlar çıkıyordu. Mavi, kırmızı, sarı, yeşil rengarenk giysileri, yuvarlak şapkaları vardı. Derin ormanın papağanlarına benziyorlardı..."

İki Aztek Casusundan MONTEZUMA'ya acil not

 

Güneşe uzanan basamaklar...

Orta Amerika ormanlarında olağanüstü tapınaklar ve saraylar inşa eden Mayalar, Avrupa Ortaçağ'ın karanlığında yaşarken, ileri bir uygarlık kurmuşlardı.

 

Sadece cesaret yetmedi...

Aztekler yeni doğan bebelerin göbek bağlarını kalkan ya da küçük oklarla keserlerdi. Gençler sadece askeri eğitim görür, atkuyruğu yaptıkları saçlarını, savaşta tutsak kazandıklarında keserlerdi. Ne var ki, askeri yetenekleri ve cesaretleri, top ve tüfekle donatılmış İspanyol askerlerinin karşısında işe yaramadı.

 

Güneşin çocuklarının kültürü...

İspanyol Pizarro XVI: yüzyıl başlarında Peru'ya ayak bastığında, İnkalar'ın gelişmiş kültür ve sanatları karşısında şaşırıp kalmıştı. Birkaç ay içinde bu uygarlığı yok etti. Son İnkalar, And Daları'nın zirvelerine sığındılar...

 

İspanyollar'ın kurbanı oldular

KİLİSE VE ALTIN UĞRUNA TALAN...

 

8 Kasım 1519'da Cortez İmparator Montezuma (üstte) ile karşılaştı...

İnka erkekleri giysilerinin üstüne kolsuz bir tunik giyiyor ve soğuk havalarda büyük bir pelerin kuşanıyorlardı. Resimdeki pelerinin 13. ya da 16. yy.'dan kalma olduğu sanılıyor. Chimu 'gömü eldiveni': Zengin bir mezardan çıkarılan, savaşçı ve kuş süsleriyle bezenmiş bir çift eldivenin teki. Gümüş tırnaklı. M.S. 14. yy.'a ait...

 

İspanyollar Orta Amerika'ya vardıklarında,  orada çeşitli yerli toplulukları yaşıyordu. En ileri olan ve en çok nüfusu barındıran kültürler Mayalar ve Aztekler'di. Güney Amerika'da ise İnka kültürü gelişti. Maya tarihi hakkında çok az bilgimiz var. İlk Mayaların kökeninin çok eski ol­duğunu biliyo­ruz    (M.Ö. 2000). Bunlar M.Ö. 1500'den başlayarak. Meksika Körfezi boyunca dar ve bataklık bir alanda yaşayan Olmekler'in kül­türünü miras al­mışlar. Olmek kül­türünün kurumaya başladığı M.Ö. 400'den başlayarak, heykellerden, özellikle de kabartmalardan belli olan ilk Maya törensel merkezleri ortaya çıkıyor. Ovalardaki en eski anıt (28 no.lu Tikal Dikilitaşı) M.S. 292'ye, en yeni anıt ise M.S. 909'a tarihleniyor. Mayalar, bu yıllar arasında en parlak dönemlerini yaşamışlar; ama tarih onları tanımamış.

Aztekler'e ilişkin tarih bilgi­leri daha çok. Kuzeyden gel­diklerini ve Meksika Vadi­si'ne en son girenler ol­duklarını biliyoruz. 1325'de (ya da 1370) başkentleri Tenochtitlan'ı bayındırlaştırmaya başladılar, ilk Aztek kralı Acamipichtli oldu. Taş binalar ve "chinampa"lar (yüzen bahçeler) varlığını üçüncü kral Chimalpopoca'ya borçlu. 1427–1440 arası, Aztek topraklarının sınırlarını genişleten büyük fatih İtzcoatl'ın krallığı... Onu kardeşi, yasa koyucu ve kurucu 1.Montezuma (1390-1496) izledi; ama imparatorluğun geniş bir alana yayılmasını Ahuitzotl sağladı. Ondan sonra gelen 2.Montezuma (1502-1520), son bü­yük Aztek kralı oldu. İnka İmparatorluğu herhangi bir bü­yük kültüre pek uygun olmayan bir arazide yeşerdi: uçsuz bucaksız ır­maklar, çöller, aşılmaz dağlar... Ger­çekte İnkalar, And ve Chavin, Naz­ca, Moche, Huari, Chimu gibi, diğer çağdaş ya da nere­deyse çağdaş uygarlıklara ait kültürel değerlerden ya­rarlanmayı bildiler. İn­kalar, 1200–1438 arasında hüküm süren yarı efsane se­kiz kralın ardından, yalnızca dokuzuncu-suyla (Virococha'nın oğlu Pachacutec) ile yayıl­malarına başladılar. Pachacutec, Aymara civarını egemenliğine alarak, imparatorluğu güneye doğru büyüttü. 1471–1493 ara­sında hüküm sü­ren oğlu Topa-İnka, egemen­liğini kıyı ve ekvatora dek güney yaylaları boyun­ca genişletti. Ardılı Huayna Capac, Oiuto'yu fethetti ve oraya yerleşti. Son imparator Atahualpa ümitsiz bir şekilde kendi imparatorluğunu sa­vunmaya çalıştı. 1533'te İspanyollar tarafından kaçırıldı. Fatih Francisco Pizarro'nun emriyle Cajamarca meydanında kazığa çakıldı.

 

Maya toplumunun sınıfsal piramidinin en üstünde kral bulunuyordu; altında, kralın maiyeti yer alıyordu. Üçüncü basamakta soylular, rahipler ve savaşçılar sıralanıyordu, dördüncü basamakta tüccar ve sanatçılar, son basamakta ise köylüler ve köleler vardı.

 

ORTA AMERİKA’NIN VENEDİK’İ  LAGÜN KENT TENOCHTİTLAN…

Bir gün ihtiyarlar gençleri yanlarına çağırdılar. Beyaz bir söğüt dalını, bir kurba­ğayı ve beyaz balıkları gör­dükleri yere kenti kurmalarını söy­lediler. Tanrı Uitzilopochtli'nin em­ri böyle dediler. Ancak, o gece tan­rılar başrahibi yanlarına çağırdılar. Gidip çevreye bakmasını, bir kaktü­sün dalları üzerinde kartal göreceği­ni söylediler. Kenti orada kuracak­lardı. İşte efsaneler Aztekler'in başkenti Tenochtitlan'ın kuruluşunu böyle anlatıyor. Ger­çekten de kentin adı kaktüs anlamına ge­len "tenoehtli" kelimesinden türetilmiş.

 

Başkent mahalleleri...

Tenochtitlan dört ana mahalleye ayrılmıştı. Kentin kuruluşundan az sonra, sakinlerinin bir kısmı yakın bir adacık üzerinde, yeni yerleşim alanı Tlatelolco'yu kurdular. Tenochtitlan politik ve dini merkez kimliğini korurken, Tlatelolco ticari merkez haline dönüştü.

 

Tanrılar, dal­larına kartal kon­muş kaktüsün bu­lunduğu yeri işaret­lemişlerdi; ama, bu topraklar bir kent kurmak için hiç de elverişli değildi. Bir kere bataklığın tam ortasına düşmüşlerdi. Ancak, ilk Aztekler zorluklar karşısında yıl­madılar. Komşu kabilelerden tahta ve taşlar satın alarak, bataklığın içindeki küçük adacıkların temelini güçlendirdiler. Önce kaktüs dalında kartalı gördükleri yere tanrı Uitzilopochtli için bir tapınak inşa ettiler. Daha sonra bu tapmağın çevresinde kenti kurmaya giriştiler. Bunun için, ilk iş olarak yüzlerce küçük adacığı köprülerle birbirine bağladılar. İs­panyollar tarafından işgal edildiğin­de, kent, eski kentin etrafında olağa­nüstü gelişmişti. İspanyollar'ın "Bü­yük Tenochtitlan" diye adlandırdıkları yerleşim alanı, hem Tenochtit­lan hem de komşusu Tlatelolco kentini kapsıyordu. Kent dikdörtgen bi­çiminde bir alana sahipti ve binlerce hektarlık bir alana yayılmıştı. İspan­yol işgalcilere gö­re, kentte yakla­şık 80.000 ile 100.000 arasında bina bulunuyordu. Her ev­de yaklaşık 7 kişinin yaşadığını varsayan İspanyollar, Tenoch­titlan'ın nüfusunu 560.000  ile 700.000 arasında tah­min etmişlerdi. Günümüz de ise tarihçiler, kentin nüfusunun 500.000'den faz­la, bir milyondan az olduğunu kabul ediyorlar.

 

Tenochtitian'daki ana tapınakta bulunan 3,25 m çapında ve 8 ton ağırlığındaki bu taşın üzerinde ay tanrısı görülüyor (solda)... Mendoza Codex'inde Tenochtitlan'ın kuruluşunu anlatan sayfa (solda)...

 

Aslında, fatihler tarafından nere­deyse yok edildiği için, yakın dö­nemlerde sürdürülen arkeolojik kazılar, haritalar, seramik modeller ve kayıtlarla nasıl bir yerleşim olduğu ortaya çıkarabildi.

Tabanı, başka kentler gibi, her klan ya da toplumsal gruba geomet­rik şekilli bir yer ayrıldığı için, dikdörtgen biçimliydi. Böylece Mayalar'daki gibi, tören merkezi kent ile taşra arasında kesin bir ayrım yoktu.

Bernal Diaz. Tenochtitlan'ı düz yolları, meydanları, kanalları ve köprüleri ile Venedik'e benzetti ve şöyle betimledi: "Hem sudaki, hem kara­daki nice yapıyı, düz giden yolları, meydanları gördüğümüzde, hayranlı­ğımızı gizleyemedik. Suyun üstünde yükselen piramitlerin yüksek kulele­rinden, hepsi duvarlı binalardan kay­naklanan bir çeşit büyüydü."

Aztek başkentinin merkezinde, yı­lanlarla süslenmiş duvarlar çevrili kutsal piramitleri, bir top sahasını, kurban taşını, vinçlerin dişli çubuklarını, törensel arınmalar için bir havu­zu, okulları, kitaplıkları ve rahiplerin meskenlerini içine alan dinsel bir çe­kirdek vardı. Piramitler, bütün Orta Amerika tapınakları gibi, kesik koni biçimindeydi; üç kademeden oluşu­yorlardı. Böyle bir yapının tepesinde­ki bir ya da daha çok tanrı odasına dik merdivenle çıkılıyordu. En önemli bina Aztek egemenliği sıra­sında birçok kere inşa edilmiş Büyük Tapınak'tı. Anıtsal binaları sağlam­laştırmak için, "tezontle" denilen, ha­fif ve dayanıklı bir volkanik malze­me kullanılıyordu.

Duvarla çevrili yerin ötesinde, kral­lık saraylan tarafından öncelenen dört büyük konut mahallesi başlıyordu. Montezuma'mn iki katlı, harika bah­çeli, pek çok odalı, püsküller ve altın eşyalarla zengin bezenmiş sarayı, Avrupalılar'ın düş gücünü çok etkiledi.

Evler, su baskınından korunmak için taş yükseltilerin üstüne yapılmış­tı ve dışarıdan parlak renklere boyan­mıştı. Çatı kireçle kaplıydı ve sütun­ların üstüne binen kalaslar ve kalasçıklardan oluşuyordu. Pencere yoktu ve ana oda, yağmur suyunun toplan­dığı bir tekne olan iç avluya açılıyor­du. İki su kemeri (Chapultepec ve Coyoacan) kenti karaya bağlıyordu. Hijyen sorunlarım çözmek için, bazı stratejik noktalara kent atıklarını top­layan mavnalar bağlanmıştı. Aydın­latma, çam tahtasından reçineli meşalerle yapılıyordu.

Tenochtitlan"ı Orta Amerika'nın Venedik'i yapan asıl etken, sayısız kanallarıydı. Bütün sokakların bir bölümü sıkıştırılmış toprak yol, bir bölümü de kanaldı. Kent, tapınakla­rın bulunduğu bazı büyük meydanlar dışında, geniş ve boş araziye sahip değildi. Bu özellik günümüzde de Mexico City kentine damgasını vuru­yor. Ne var ki, tüm sıkıştırılmış mi­marisine karşın Tenochtitlan yeşilli­ğe hasret bir kent değildi. Her evin arkasında küçük bir avlu vardı ve bu­raya ağaçlar ekilmişti. Ayrıca, halk küçük avluda kendine yetecek bir ta­rımsal faaliyeti gerçekleştiriyordu. Ayrıca, Aztekler çiçek konusunda çok duyarlı insanlardı. Hemen hemen her aile, avlusunda çeşitli renklerde çiçekler yetiştiriyordu.

 

BU MAÇI ALACAĞIZ, BAŞKA YOLU...

ÖLÜMÜNE FUTBO MAÇI 

Oyun sportif bir karşılaşmadan çok, dinsel bir kurban töreniydi. Genellikle 5-6 kişi olan oyuncular topun sıçrayışını izliyorlardı. Topa yalnızca kolları ve dizleriyle dokunarak, sahanın kenarlarındaki yerden çıkan, nalların öte tarafına geçirmeye çalışıyorlardı.

Maya arkeolojik sitlerinde, çoğu kez Mayalar'ın hiç kuşkusuz, çağdaş Meksi­ka "pelota"sının türediği bir top oyununda kullandıkları bir ya da daha fazla top sahası ("canchas") gün ışığına çıkarılıyor. Bu oyun bütün Orta Ame­rika'da yaygındı. En eski top sahaları körfez kıyı­sında  oturan  Olmekler'e     kadar uzanıyor (M.Ö.1500). En çok sayı­da arkeolojik kalıntı da Aztek topraklarında bulundu.

Birkaç çeşidi bir ya­na, top sahaları genel­likle büyük I harfi, uçları oyun sahasının kenar çizgilerini oluş­turan bir çeşit çift T harfi biçimin­deydi. Stadyum, üstlerinde halktan çok sayıda izleyicinin oturduğu, yük­sek dik ya da eğik duvarlarla çevri­liydi. Soylular, kalabalığa karışma­mak için, oyunu bitişik saraylardaki teraslardan trükünde otururmuş gibi izliyorlardı.

Top sahası evrenin bir simgesiydi ve top, gündüze atfedilen bir bölge­den karşıya, geceye ayrılan bir böl­geye geçen güneşin rotasını simgeli­yordu.

Takımlar bölgeden bölgeye ve çağdan çağa değişiyordu. Oyuna, ge­nellikle beş oyuncudan oluşan iki ta­kım katılıyor ve duvara sabitlenmiş taş bir halkayı, yine genellikle ka­uçuktan yapılmış sert bir topu geçir­meye çalışıyorlardı. Topa el ve ayak­larla dokunmak yasaktı.

Oyuncuları korumak için tahta ve kauçuktan iri ve ağır bir kemer, diz­lik, kolluk, eldiven, bazı bölgelerde de kask takılıyordu.

Rakiplerin tanrılara çabalarını gös­terdiği bu törensel oyun, seyircilerin yalnız dinsel olarak değil, toplumsal olarak da katılımıyla oynanıyordu. İzleyiciler oyuna karıları, çocukları, kendileri ve özgürlükleri için bahse girerek katılıyorlardı.

Karşılaşmalar çok tehlikeliydi ve bu müsabakalar atletizm yarışması gibi yapılmıyordu.

Oyun, ölüm ve kurban imgeleriyle iç içeydi. Anlaşılan, karşılaşmadan sonra yapılan törenlerde kaybeden taraf kurban ediliyordu. Top oynama kültüne bağlanabilen taş bulgular Totanac (klasik Veracruz kültürü) biçemindeki boyunduruk. balta, taş karıştan olu­şuyor; ama, genellikle Maya gömü yerlerinde bulunuyorlar.

Bunlar oyuncuların karşılaşmalar ve ardından gelen törenler sırasında giydikleri koruyucu giysileri simge­leyen nesneler.

 

 

Yazının alındığı FOCUS dergisinin tamamını aşağıdaki linkten indirebilirsiniz.
-PDF (resim) olarak taranmıştır.
-31 mb boyutundadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder