29 Aralık 2010 Çarşamba

Zaferlerimizi çok iyi hatırlarız


Zaferlerimizi çok iyi hatırlarız

Ama yenilgilerimizi anında unuturuz

 

Hürriyet Tarih Dergisi / Erhan AFYONCU

 

 

İstiklal Savaşı'na kadar belimizi doğrultamadık

Osmanlı ordusu, 15. ve 16 yüzyıllarda meydan savaşlarında netice almak ve mutlaka zafer kazanmak için savaşan bir güçtü ve karşısına çıkan diğer orduların hiçbir şansı yoktu. Mesela 1526'daki Mohaç Savaşı sonrasında Macaristan tarihe karışmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri açıdan çöküş yılları, Rusya ile tutuşulan ve 1768'den 1774'e kadar devam eden savaştan sonra başladı. Bu savaşta ilk defa böylesine ağır bir mağlubiyete uğradık ve İstiklal Savaşı'na kadar belimizi bir dana doğrultamadık.

 

Osmanlı Devleti, merkezi orduyu 14. asır gibi çok erken bir tarihte kurdu

Böylelikle merkezi Anadolu'daki beyliklere ve Balkanlar'daki Hıristiyan devletlere karşı büyük bir üstünlük sağladı. O dönemlerde devletler genellikle feodal beylerin güçlerinden oluşur ama kuvvetler arasında bir uyum bulunmadığı gibi, ortaya birçok problemler de çıkardı. Osmanlılar, merkezi bir ordu oluşturmakla çok disiplinli bir askeri güce kavuştukları gibi, padişahın otoritesini sarsacak diğer Türk beylerini de devre dışı bırakmışlardı.

 

Moğollar'ı durduran tek devlet olan Memlükler bile Osmanlı ordusuna karşı koyamadı

Ateşli silahların, önemini anlayan ve ordusunu kısa sürede bunlarla donatan Osmanlılar, Akkoyunlular'ı l472'de Otlukbeli’nde, Safevileri ise l5l4'te Çaldıran'da perişan ettiler. Moğollar'ı durduran tek devlet olan Memlükler bile Osmanlı ordusuna karşı koyamadı. Memlükler l5l6'da Mercidabık, l5l7'de de Ridaniye meydan muharebelerinde Osmanlılar karşısında hezimete uğradı. Osmanlı ordusu bu dönemde meydan savaşlarında netice almaya göre kurulmuş bir orduydu ve karşısına çıkan kuvvetlerin hiçbir şansı yoktu. Nitekim 1526'da Mohaç Savaşı'nda Macar ordusu yok edilirken Macaristan da tarihe karıştı.

 

Avusturya, Osmanlılar'a karşı durabilmek için irili-ufaklı birçok kaleler yapmışlardı

Osmanlı ordusunun meydan muharebelerindeki bu büyük üstünlüğü yüzünden Mohaç Savaşı'ndan itibaren, 16. yüzyılın sonlarına kadar bazı bölgesel çatışmalar dışında hiçbir devlet Osmanlılar'ın karşısına çıkmadı ve yeniçeriler senelerce bir doğuya, bir batıya gidip durdular. Avusturya'da hüküm süren Habsburglar, Osmanlılar'a karşı durabilmek için irili-ufaklı birçok kaleler yapmışlardı. Osmanlı ordusu, bu yüzden düşman orduları yerine kale kuşatmalarıyla uğraşmak zorunda kaldı.

 

 

Ordunun bir günde alabileceği yol 15 kilometre idi

İlk dönemlerde Balkanlar'da coğrafi avantajlar sayesinde çok rahatlıkla hareket edebilen Osmanlı kuvvetleri, bir Haçlı saldırısı karşısında düşmanın geldiği mesafeden daha kısa bir yol kat ederek savaşa tutuşabiliyordu. Ancak Kanuni Sultan Süleyman döneminde Macaristan'ın fethedilmesiyle sınırlar oldukça genişledi, yeni fetihler yapmak ve düşman saldırılarına karşılık verebilmek için ordunun alacağı yol iyice uzadı. Budin'den ötesi, yani Kuzey Macaristan ve Viyana, Osmanlı askeri tesir sahasının, yani Türk vurucu gücünün dışında kalıyordu.

16. yüzyılda ordunun dinlenme ve lojistik ihtiyaçlarını giderme süreleri çıkarıldıktan

sonra, bir günde alabileceği yol 15 kilometre idi. Yılın her zamanında sefere çıkılamıyordu.

 

Askeri bir harekat bahar aylarında başlayıp, sonbaharın ilk günlerinde bitmeliydi

Bu da yaklaşık altı aylık bir süreydi. Düşman topraklarına giren ordunun emniyet altında olması, iaşe ve ikmalini sıkıntıya düşmeden gerçekleştirmesi için sefer mevsimi içerisinde merkeze geri dönmesi şarttı. Eğer ordu sefer mevsimi bittikten sonra hala düşman topraklarında kalmışsa, yağışların başlamasıyla  birlikte perişan olurdu. Üstelik 16.yüzyıla dünya ikliminde değişikliklerin yaşandığı, sıcaklıkların düşerek yağışların arttığı 'küçük buzul çağı' hakimdi. Bu durum Viyana'yı kuşatan, Almanya içlerine kadar giren Osmanlı ordusunu geri dönmeye mecbur etmiş ve dönüş çok çileli geçmişti.

 

Devrim Geç Kaldı

Viyana'nın İstanbul'a uzaklığı yaklaşık 2 bin 500 kilometre idi. Oysa Osmanlı ordusu sefer mevsimi içerisinde azami 1000 ile 1500 kilometre arasında bir mesafe kat edebilirdi. Daha uzağa gittiğinde sefer mevsimi bitmiş olur ve yağışlarla uğraşılmak zorunda kalınırdı. Bu mesafe uzaklığı ve düşmanla doğrudan doğruya savaşılamaması yüzünden, Osmanlılar, Avusturya karşında önemli bir başarı kazanamadılar.

16. yüzyılın sonlarından itibaren ise durum tersine dönmeye başladı. Bu yıllarda Avrupa'da meydana gelen ve 'askeri devrim' diye nitelendirilen gelişmeler sonucunda ordu yapısı değişen Avusturya kuvvetleri 1596 yılındaki Haçova meydan muharebesini kazanmak üzere iken disiplinsizlikleri ve yağmaya kalkışmaları yüzünden bir anda mağlup oldular. 1593 ile 1606 yılları arasındaki savaşlarda dikdörtgen halinde oluşturulmuş ve “karşı yürüyüş” taktiğini izleyen tüfekli Avusturya piyadeleri, Osmanlı tımarlı sipahilerine üstünlük sağladılar. Bu yüzden, Haçova sonrasında Osmanlı ordusunda süvari kuvvetleri yerine tüfekli piyadelerin istihdamı arttı. Avusturya bu arada topçulukta da ilerleme sağlamış, daha uzun menzilli ve her tarafa ateş edebilen toplar kullanmaya başlamıştı.

 

Avrupa ordularının meydan savaşı ve teknoloji üstünlüğü dönemi başlıyor

Osmanlılar, Haçova'dan sonra 17. yüzyılın ilk yarısında yine meydan savaşı yapmadılar. Bu dönemde Avrupa'da meydana gelen 30 yıl savaşları ise başta Avusturya olmak üzere diğer Avrupalı devletlerini askeri teknoloji açısından geliştirmiş ve meydan savaşlarında uzmanlaştırmıştı. Osmanlılar ise meydan savaşı sisteminden geriye gitmiş, yıllardır savaşmadıkları için tecrübelerini de kaybetmeye başlamışlardı.

Avusturya mareşali Montecuccoli, 17. yüzyıl ortalarında Avusturya ordusunu paralı askeri sistemden düzenli birliklere geçirerek disiplini arttırdı. Nitekim yeni askeri gelişmeleri sağlayan ve meydan muharebeleri konusunda tecrübeli komutanlara sahip bulunan Avusturya ordusu, 1664'te Sengotar'da kendisinden daha kalabalık olan Osmanlı kuvvetlerini mağlup etti. Bu savaş aslında gelecekteki birçok fena olayın habercisiydi ama iyi değerlendirilemedi. 1683'te yaşanan İkinci Viyana Kuşatması bozgunu, Osmanlı için tam bir felaket oldu. Avrupa'nın dört büyük devletine karşı birçok cephede savaş vermek zorunda kalınması, bu mağlubiyetlerin en önemli faktörlerindendi. Bir diğer önemli faktör ise, Osmanlı ordusunun Avusturya'ya karşı yaptığı seferlerde devamlı olarak kale kuşatmaları ile uğraşması ve meydanlarda savaşacak düşman bulamaması yüzünden askeri yapısının değişmesiydi.

 

Ard arda 12 Yenilgi

Kale kuşatmalarında uzmanlaşan Osmanlı ordusu, 30 yıl savaşları döneminde askeri sahada büyük bir gelişme sağlayan Avusturya karşısında 1683 ile 1699 yılları arasında yaptığı on beş meydan muharebesinin on ikisinde mağlup oldu. Bunlar 1683 'teki Alaman Dağı ve Oğerdelen, 1684'teki Vac, Erd ve Obuda, l685'teki Tat, 1686'daki Zenta, 1687'deki Nagyharsany ve Batoçina, 1690'daki Zernyest, 1691'deki Salankamen,  l694'teki Petervaradin, 1695'teki Lugos, 1l696'daki Heteny ve 1697'deki Zenta savaşlarıydı. Zaferlerimizi sık sık anarız ancak mağlubiyetlerimizin, özellikle de Avusturya karşısında uğradığımız yenilgilerin adını bile bilmeyiz. Özellikle 1697 yılındaki Zenta Savaşı, Osmanlı ordusu için tam bir felaket olmuştu. Osmanlı ordusunun ve komuta kademesinin önemli bir kısmı bu savaşta yok edildi.

Dünya harp tarihinin en büyük askerlerinden biri olan Avusturya başkomutanı Prens Eugen'in kazandığı bu zafer, Osmanlılar'ın bütün direncini kırdı ve l699'da tarihinde ilk defa görülen ve en ağır toprak kayıplarını içeren Karlofça Antlaşması'nı imzalamaya mecbur etti.

Bu antlaşmadan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşe geçtiği ve devamlı mağlubiyetlere uğradığı genel bir kanaattir. Fakat Osmanlılar, Karlofça'dan sonra kendilerini toparlayarak rövanşa geçtiler. 1739'a gelindiğinde Avusturya'ya bırakılmış bir kısım Macar toprakları ile Lehistan'ın ele geçirdiği Podolya haricinde kaybedilmiş bütün araziler geri alındı. Viyana bozgunu sonrasında Avrupa'nın dört büyük devletiyle 16 yıl dişe diş şekilde mücadele etmesi bile, Osmanlı'nın gücünün o tarihlerde bitmediğini gösterir.

 

Bizi Prens Eugen Yaktı

1697'den sonra Osmanlılar'ın karşısına dünya harp tarihinin en önemli isimlerinden birinin, Savoylu Prens Eugen'in çıkması dengeleri bozan bir unsur oldu. Osmanlı İmparatorluğu bu tarihlerde böyle bir komutana sahip değildi. Eugen, Zenta'dan sonra 1715'te Petervaradin'de, 1717'de ise Belgrad'da Osmanlı ordularını mağlup etti. Özellikle Belgrad zaferi, Avusturyalılar için kazanılması imkansız bir savaştı. Prens Eugen her taraftan kuşatılmış ve iki ateş arasında kalmış bir durumda iken Osmanlı ordusunu yenmişti. Eugen'in bu savaşlarda ne kadar önemli bir faktör olduğu ölümünden sonraki yıllarda açıkça ortaya çıktı.

Onun ölümünden sonra Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya ve Rusya arasında medyana gelen 1736 ve 1739 savaşlarında ise galibiyet Osmanlılar'ın oldu.

Prens Eugen'in artık hayatta olmayışı ve Osmanlılar'ın bu dönemde askeri yapılarını belirli ölçüde yenileyebilmeleri sayesinde Avusturya karşısında tekrar başarı kazanılmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri açıdan çöküş yılları 1768 ile 1774 arasında Rusya ile yaşanan savaştan sonra başladı. Osmanlılar bu savaşta ilk defa bir ülkeye karşı ağır bir mağlubiyete uğradılar ve daha sonra bellerini bir daha doğrultamadılar.

 

Uyuduk Yenildik

Yenilgilerin en önemli sebeplerden biri, 1739'da Rusya'ya karşı elde edilen başarıdan sonra 'tehlike geçti' zannedilerek askeri alandaki bütün yeniliklerin terk edilmesi ve rehavet ortamına girilmesiydi. 18.yüzyılın sonlarından itibaren sanayi devriminin meydana getirdiği gelişmeler yüzünden, Osmanlı devleti ile Avrupa arasındaki teknolojik uçurum gittikçe; büyüdü ve olaylar iyice Osmanlı'nın aleyhine gelişti. İstiklal Harbi'ne kadar artık savaş kazanmak bir yana, girdiğimiz hemen bütün savaşlardan yenilerek çıktık.

 

Kızılelma idealini ‘al yanak elması’ ile karıştırınca durmadan yenildik

Rusya ile 1739’da imzaladığımız Belgrat Antlaşması’ndan sonra uzun süreli bir barış dönemine girmiştik. Ancak antlaşmanın süresinin bitmesinden kısa bir süre sonra, 1768’de Osmanlı-Rus sulhu bozuldu ve Osmanlı’nın aleyhine ağır sonuçlar doğuracak bir savaşa girildi.

Savaşın sebebi, Rusların Polonya topraklarını istila ederek Polonya’nın hakimiyetine son vermeleri, Osmanlı topraklarını bu yönden de tehdit etmeye hazırlanmaları idi.

Savaş kararı, İstanbul halkı arasında büyük sevinç uyandırdı. Herkes savaşın kazanılacağına kesinlikle inanıyordu. Devrin önde gelen bürokratlarından Ahmet Resmi Efendi ise sevinç gösterilerini tenkit ederek savaş yanlılarının “Kızıl elmayı Boğdan’dan gelen “al yanak elma” zannedecek kadar cahil olduklarını yazacaktı.

Rusya’ya, hiçbir sefer hazırlığı yapılmadan ve daha da garibi, çarpışmaların başlamasından 6 ay önce savaş ilan edilmişti. İngiltere’nin Rusya ile Osmanlı’nın ilişkilerini düzeltmek için yaptığı ara-buluculuk teklifi de kabul edilmedi. Ruslar’ı bir baskın ile mağlup etmek daha kolayken bu da yapılmadı ve Osmanlı ordusu hazırlıksız olarak, kendi ilan ettiği bir savaşa girdi.

31 Ocak 1769’da 100 bin kişilik bir süvari kuvveti ile Rusya’ya üç koldan giren kırım Hanı Kırım Giray, karşısına çıkan kuvvetleri yendi ve ardından birçok kasaba ile köyü tahrip edip yağmaladı. Bu saldırı karşısında dehşete düşen Ruslar, Kırım Giray’dan kurtulmaları gerektiğini anlamışlardı. Rus Çariçesi İkinci Katerina, Siropilo adındaki bir Rum hekimi satın alarak kırım Giray’ı zehirletti.

 

Kırım Elden Gidiyor

Savaşın başlangıcındaki ilk çatışmalar Osmanlılar'ın lehine neticelenmişti. Ancak kısa bir süre sonra her şey korkunç bir şekilde aleyhlerine döndü ve Osmanlı ordusu zahire temin edemediğinden dolayı, perişan bir duruma düştü.

Podolya'da toplanmış olan Rus ordusunun üzerine yürüyen Osmanlı kuvvetlerinin bir kısmı köprü kurarak Turla, yani Dinyester Nehri'ni geçerek Ruslar'a saldırdılar. Ancak aşırı yağmurlar ve Rus bombardımanı yüzünden Turla'daki köprüler tahrip oldu. Karşı tarafa geçen askerlere  yardım gönderilemediği için Ruslar, 17 Eylül'deki çatışmalarda Turla’yı geçmiş olan Osmanlı kuvvetlerini rahatlıkla yok ettiler. Osmanlı ordusunun kalan kısımlarının geri çekilmesi üzerine, Rus kuvvetleri 21 Eylül de Hotin’i ele geçirip ardından da kolaylıkla Eflak ve Boğdan’ı istila ederek Tuna kıyılarına kadar ilerlediler.

Rus ilerlemesini önlemek için Kırım Hanı ve Boğdan Seraskeri Abdi Paşa görevlendirilmişti. Bu iki kuvvetin birleşmesi karşısında zor duruma düşen Rus Mareşali Romanzov, geceleyin Falcı geçidini aşarak Osmanlı kuvvetlerini baskına uğrattı. Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem yani baş komutan olan İvaz Mehmet Paşazade Halil Paşa. Ruslar'ı Kartal; sahrasında 100 bin kişilik bir ordu, ile karşıladı. Geri çekilen Kırım Hanı Kaplan Giray da, yardıma gelen kuvvetleri görünce düşmanın sol kanadının gerisine sarkarak kaçış yollarını kapattı. 18 bin kişilik Rus ordusu Petro’nun, Prut'ta düştüğü durumun bir benzeriyle karşı karşıyaydı. 1736-39 savaşlarında Belgrat’ı fetheden İvaz Paşa'nın oğlu olan Halil Paşa aslında askerlikten gelmeyen ve savaştan anlamayan bir komutandı. Babasının şöhretinden dolayı sadrazam yapılmıştı ama babasındaki askeri cevhere sahip değildi. Çok üstün durumda saldırıya geçmedi, siperler kazarak Ruslara zaman kazandırdı. Savaş beş saat sürdü ve Ruslar mağlup oldular. Ancak çekilme yolları kapalı olduğu için kaçamıyorlardı. Bu yüzden Romanzov tamamen yok edilmektense, son bir hücumla şansını denemeye karar verdi. Çok zor bir durumda bulunmasına rağmen iyi yetiştirilmiş disiplinli piyadeleriyle, Ruslardan sayıca beş kat üstün olmasına rağmen disiplinden mahrum bulunan Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Siperlere çekilen Osmanlı askerleri, burada da tutunamadılar ve geri çekiliş korkunç bir mağlubiyete dönüştü. 1 Ağustos 1770 tarihinde meydana gelen bu savaşta 30 binden fazla Osmanlı askeri şehit düştü, 143 top ve bin bir güçlükle elde edilen 7 bin araba zahire de Ruslar’ın eline geçti.

Rumeli cephesinde birbiri ardına zaferler kazanan Ruslar Akdeniz’e inip Çeşme’de Osmanlı donanmasını yok ettiler. Osmanlı kıyılarına saldırdılar, daha sonra Kırım’ı istila edip arkasından da Gürcistan’a girdiler. Osmanlılar yeniden taarruz ettilerse de Kozluca’daki  mağlubiyet, Osmanlıların Balkanlarda tutunma imkanını ortadan kaldırdı. Osmanlı İmparatorluğu, 1699’da imzaladığı Karlofça Antlaşmasının rövanşını almak için başlattığı savaşlarda belli ölçülerde muvaffak olmuş, 1736 ile 1739 yılları arasında yaşanan Avusturya ve Rusya savaşında bazı topraklarını geri alarak Belgrat Antlaşmasını imzalamıştı.

Bu tarihten sonra  otuz yıl  boyunca savaşılmaması orduya rehavet getirdi. 1768’de yeni bir harbe girdiğimizde artık savaş tecrübesi bulunan komutanlara sahip değildik. Aynı şekilde ordunun teknik kıtalarında da senelerden beri savaşılmadığı için teknik zaaflar vardı. Dönemin meşhur tarihçisi Enveri’ye göre savaş esnasında köprü yapılması icap etmiş ancak inşa edecek uzman bulunamamıştır.

 

Çöküş 1768’de Başladı

1769 Belgrat Antlaşmasından önce yapılan bazı reformla, 1736-1739 savaşında başarıyı getirmişti. Ancak tehlike uzaklaşınca askeri yeniliklerden vazgeçildi ve reformlar da rafa kaldırıldı. Osmanlı Ordusu bu yüzden kendisini yenileyememiş, hatta daha da kötü bir duruma düşmüş, hatta eski maharetini de kaybetmişti. Osmanlı yönetimi ayrıca, 1736-1739 savaşında Avusturya karşısında gösterdiği başarıyı Rusya’ya karşı gösterememesinin ve Rus kuvvetlerinin Kırım’ı rahatlıkla işgal etmesinin sebebini de sorgulamamıştı.

 

İstiklal Savaşına kadar belimizi doğrultamadık

Ruslarla 1774'ün 17 Temmuz'unda imzaladığımız Küçük Kaynarca Antlaşmasından İstiklal Savaşı'na kadar, doğru dürüst bir zafer yüzü görmedik. İşte, bu 148 sene  boyunca uğradığımız büyük yenilgilerin ayrıntılı listesi:

 

1787-1792 Avusturya ve Rusya ile savaşıp ağır bir mağlubiyete uğradık. İmzaladığımız Yaş Antlaşması ile Kırım tamamen Rus hakimiyetine girdi. Karadeniz'in Özi ve Turla'ya kadar olan kıyıları da Ruslara verildi.  

1798 Napolyon, Mısır'ı işgal etti. Fransızlar, Mısır'dan İngiliz desteği ile 1801 yılında çıkarılabildi.

1806-1812 Ruslar karşısında ağır mağlubiyete uğradık ama aynı dönemde Napolyon'un da Moskova'ya yürümesi sayesinde az bir zararla kurtulduk.

1821 Yunanistan isyan etti ve daha sonra bağımsız oldu.

1827 Donanmamız Navarin'de İngiliz ve Fransızlar tarafından yakıldı.

1828-1829 Rusya ile savaşıp yenildik, Edirne Antlaşması ile Tuna'nın ağzındaki toprakları Anapa, Poti, Ahıska ve Ahılkelek'i Ruslar'a bıraktık. Gürcistan'da Rus hakimiyetini tanıdık, ayrıca ağır bir savaş tazminatı verdik.

1830 Yunanistan'ın bağımsızlığını tanıdık.

1832 Kavalalı Mehmed Ali Paşa, bize karşı isyan etti. Mısır kuvvetleri Osmanlı ordularını mağlup ederek Kütahya'ya kadar geldiler. İstanbul'u da işgal etmeleri, Rus desteğiyle önlendi.

1839 Nizip'te Mısır kuvvetlerine yenildik. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, ancak Avrupa devletlerinin araya girmesi ile durdurulabildi. 1840'ta Mısır'ı Kavalalı Mehmet Ali Paşa ailesine vermek zorunda kaldık.

1853-1856 Kırım Savaşı'nda İngiliz ve Fransız desteği ile Ruslara karşı Prut'tan sonra ilk defa zafer kazandık.

1866-1868 Girit, bize karşı isyan etti.

1877-1878 '93 Harbi' denilen bu savaşta tam bir hezimete uğradık. Rus orduları Yeşilköy'e kadar geldiler ve ancak Avrupa devletlerinin araya girmesi ile durdurulabildiler. Daha sonra imzaladığımız Berlin Antlaşması'na göre Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsız oldu. Besarabya, Batum, Kars ve Ardahan'ı Rusya'ya verdik, Bulgaristan'da da muhtar bir idare kurulmasını kabul ettik.

1881 Fransa, Tunus'u işgal etti.

1882 İngiltere, Mısır'ı işgal etti.

1897 Yunanistan'la savaştık ve nasıl olduysa bir zafer kazanabildik. Ama ordumuz Atina'ya girmek üzere iken Avrupalı devletler müdahale ettiler ve cephede kazandığımız halde masada kaybettik, Teselya'yı Yunanistan'a verdik, Girit'e de özerlik tanıdık.

1911 İtalya, Trablusgarp’ı işgal etti.

1912-1913 Balkan Savaşları'nda Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan ile çarpıştık ve büyük bir hezimete uğradık. Balkanlar'da elimizde kalan son toprakları kaybettik, Arnavutluk da bağımsız oldu.

1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ile imparatorluk olarak tarih sahnesinden çekildik. Anadolu bile işgale uğradı. İşgalden Atatürk'ün önderliğindeki İstiklal Savaşı sayesinde kurtulabildik ve 1774 sonrasında kazandığımız tek savaş, İstiklal Harbi oldu.

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder