13 Nisan 2012 Cuma

Fwd: Makale ve Çizgiler


-------- Original Message --------
From: AHMET AVCI <ahmetavci3@gmail.com>

Çan Kimin İçin Çalıyor?..

Dün gün boyu çanlar çaldı...

Evlerde aramalar yapıldı, zanlılar götürüldü...

Televizyonlarda alt yazılar “baskınları” haber verdiler... Dikkatli konuşmaları tembih edilmiş spikerler, ağızlarını yamultarak “konuklara” hukukun işlemekte olduğunu anlattırdılar... Koca çeneli çıkıp televizyonlarda anlattı:

“Çan çan çan...”

*

Bilirsiniz “beşinci çan”ın hikâyesini:

Krallığın hüküm sürdüğü çağda şehrin merkezindeki kulede büyük bir çan vardı...

Bir vatandaş öldüğünde çan bir kez çalardı... Bir asilzade öldüğünde iki, kralın adamlarından birisi öldüğünde üç, kral öldüğünde dört defa...

Bir gün kralın mahkemesindeki yargıçlar insanların vicdanını sızlatacak kararı vererek, bir masumu mahkûm ettiler...

O gün çan beş kez çaldı...

Herkes koştu çan kulesinin altına...

Sordular çancıya:

“Kraldan daha büyük ölen kim?..”

Kuledeki yanıtladı:

“Adalet öldü...”

*

Dün yine bütün gün çanlar çaldı...

*

“28 Şubat” diyorlar bu kez...

28 Şubat muhtırasından 15 yıl, iktidar olduktan 10 yıl sonra mı geldi aklınıza?..

Peki 28 Şubat kararlarının altında, o gün devlet bakanı olan Abdullah Gül’ün imzası var, bugün Cumhurbaşkanınız...

Çağırıp sorun mesela:

“Niye imzaladın?..”

Hukuksuzluksa, hukuksuzluğu imzalayan da sorgulanmaz mı?..

“Korktuk” derse...

Korktuktan 15 sene sonra mı irkilir insan?..

*

Adalet ise...

Salınan Hizbullahçılardan, zamanaşımına uğrayan Madımak’ta insanları yakanlara kadar...Kayıp trilyonlardan, evrakta sahteciliklere kadar... Otuzdan fazla AKP’li belediyedeki yolsuzluk iddialarından, daha önceki gün kapatılan Deniz Feneri dosyasına kadar...

Say say bitmez...

İktidara dokunan tüm yolsuzluk, vurgun, soygun iddialarının örtülmesi... Ama gerici yapılanmaya ve irticaya tepki gösteren ne kadar cumhuriyetçi varsa toplanıp hapishanelere doldurulmaları rastlantı mıdır?..

Böyle midir adalet?..

*

“Türkiye geçmişi ile yüzleşiyor” diyor koca çene...

Bugünü ile niçin yüzleşemiyor?..

Çenelerine vurdu:

Çan çan çan çan çan...


_

Ahmet Tan

  

Haberal ve Ormanı Kesecek Baltanın Sapı

Haberal, CHP’li milletvekilleri ile tek tek kucaklaşırken, onlardan güç almak ister gibiydi.

Emekli müftü İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in elini bir süre tuttu.

Sonra gözlerinin içine bakarak:

“Hocam, size çok ihtiyacımız var. Bunlardan kurtulmak için bilginize, yol göstericiliğinize ihtiyacımız var!”

Bu köşede daha önce de değinmiştik.

İktidar, en büyük zararı laiklik kadar İslamiyete de veriyor.

Hatta daha fazla veriyor.

Haberal, Özkes’e din üzerinden sahtecilik yapıldığını, onların ipliğini pazara çıkarmanın yolunun İslamiyetin ve Kuranıkerim’in iyi bilinmesinden geçtiğini ayaküstü ima ediyor.

Ve iki surenin iki ayrı ayetinden söz ediyor:

“Âli İmran suresi 78-79. ile Bakara suresinin yine aynı 78-79. ayetleri bunların ipliğini pazara çıkaracak ayetlerdir. Bunları anlatmalıyız.”

Haberal bu ayetlere neden özel vurgu yapıyor?

Herhalde, iktidarın İslamiyeti de “kentsel dönüşüm” gibi çıkar uğruna dönüştürdüğünü ima ediyor.

İhsan Hoca bu ayetleri biliyor.

Ama yine de cebinde özel kılıfında taşıdığı küçük Kuranıkerim’i çıkartıyor.

Söz konusu ayet ve surelerin bir anlamda birbirini tamamlayan kurallar içerdiğini açıklıyor:

Bakara suresi:

• 78. ayet: Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.

• 79 ayet: Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap’ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, “İşte bu, Allah katındandır!” derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden.

Âli İmran suresi:

78 ayet: Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitap’tan olmadığı halde Kitap’tan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah katındandır” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.

79. ayet: Allah’ın, kendisine

Kitap’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbaniler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”

***

Elbette bu ayetler ve sureler, derinlemesine tefsir ve açıklamayı gerektiriyor.

Haberal’ın bunlara dikkat çekmesi..

Eski bir atasözünü gereği.

“Ormanı kesecek baltanın sapı yine ormandan alınır!”

Bu iktidar madem İslam dinini kendisine siper ederek iktidarını sürdürüyor. Bu silahı onun elinden almanın tek yolu İslamiyetin doğrusunu bilmek ve millete açıklamaktır!

Bu halkın kendi dinini kendi diliyle öğrenmesi bu yüzden çok önemli.

İktidarın buna şiddetle karşı çıkması da. Hatta 4+4+4 düzeneği kurmaya yönelmesi de bu yüzden!

Anneler Öldükten Sonra Bile Sahip Çıkarlar...

Anneler, tek gerçek, en gerçek hayat dayanağıdır.

Çocukları için tek başına bütün dünyaya meydan okuyabilirler.

Tüm silahlara, yasalara, her tür otoriteye karşı durabilirler.

Anneler insanüstüdür, doğaüstüdür.

İslamiyetin cenneti ayaklarının altına serme vaadi bundandır.

Anneler kutsaldır.

Öldükten sonra bile çocuklarına sahip çıkabilirler.

***

Türkiye önceki gün bunu gördü, buna tanık oldu.

Oğul Mehmet Haberal, sorgusuz-sualsiz-izahsız demir parmaklıklar arkasında üçüncü yılını doldurmuştu.

Arkasında ülkenin en büyük alternatif siyasal gücü bir parti vardı.

O partiye oylarıyla destek olmuş milyonlar.

Ülkede daha da ötesi, sabah akşam lafı edilen hak, hukuk, adalet vardı!

Ama ölüm döşeğindeki babasını görmesine de, mezara koymasına da izin yoktu.

Bu noktada annesi isyan etti.

Oğluna ölerek sahip çıktı.

“Demir parmaklıklar arkasında geçen üç yıldan sonra oğlum artık bir ‘mola’yı hak etti” dedi.

Ve oğlunun 48 saatliğine de olsa “özgürlüğün sütbeyaz mavisini” hissetmesini sağladı.

Oğlu, mezarlıkta “Hayatta özgürlükten daha değerli bir şey yok!” derken.

Aslında “değersiz iktidarların ilk olarak neden özgürlüğe” el attıklarını da anlatıyordu.

 

İtiraf...

Başbakan, üç yıl sonra itiraf ediyor:

“Milletvekili seçiminin 5

Yıldan 4 yıla indirilmesi en büyük hatamızdı!”

Bu hatanın neresi ve nesi büyük hata?

Acaba, iki ucu pislikli Suriye değneği yüzünden Çankaya zamanlamasının

zora düşeceğini mi gördü?

Özgürlük, sabah 7’de

zil çalınca,

Gelenin Gestapo

değil, sütçü

Olduğundan emin

olmaktır!

Georges Bidault

 



_,_._,___


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder