15 Ağustos 2018 Çarşamba

Önemli gördüğüm makaleler.

İDLİB 'DE GERÇEK VE TEVATÜR

Bir yıl önce Rusya'nın İsrail ile müzakere ettiği dolayısıyla ABD'nin de onayının alındığı varsayılan Astana Süreci'nde

Rusya'nın öncülüğünde Suriye'de Ürdün sınırında: Guta: Humus kuzeyinde: İdlib'te olmak üzere dört de-eskalasyon bölgesi oluşturuldu.

Böylece;

1- Suriye'de İsrail lehine kurtarılmış Sünni Arap Bölgeleri kuruldu.

2- Suriye rejimi savaş alanını daralttı ve muhalefete karşı birden fazla cephede savaşan güçlerini yeniden toparladı.

*

Nitekim Suriye Arap Ordusu bugün topraklarını özgürleştirmeyi sürdürüyor.

Güneybatı Suriye'de egemenlik tesis edilmiştir şimdi sıra ülkenin kuzeybatısında Kürtler de ve İdlib ilindedir.

Karmaşık ve kaotik bir görünümde İdlib'in geleceği bugün diplomatik çözümün merkezindedir.

*

Ve Suriye Arap Ordusu Idlib'in batısında Kinsaba Ain el-Qantara'nın Lazkiye köylerine doğuda Abu Dhuhour'a ve güneyde Hama'nın kuzey kırsalına konuşlanmıştır.

Bir kaç günden beri İdlib bölgesinin güneyinde ve Hama bölgesinin kuzeyinde yoğun hava operasyonları düzenliyor.

Suriye Hükümeti hattâ Rusya ve İran Türkiye'den İdlib'ten çekilmesini ve bölgeye sığınmış cihatçıları kendi kaderleriyle baş başa bırakmasını istiyor...

Türkiye ise İdlib " kırmızı çizgimdir" diyor ve Suriye rejimine asla bir girişimde bulunmaması için dikkat çekiyor!

*

Bu çerçevede İdlib'in geleceğini; rejimin İran ve Rus destekçilerinin ne yapıp yapmayacakları değil daha çok rejimin saldırıya geçmesi olasılığının belirleyeceği öngörülüyor...

İdlib'deki ihtilaf olasılığı tam bir kabus senaryosudur!

*

2016' da nedense Suriye'nin İŞİD bölgesinden Türkiye topraklarında Kürtlere rutin füze yağıyordu!

ABD Kanada Avustralya binlerce km. uzaktan gelip IŞİD'e karşı savaşırken kimse Türkiye'nin kendi savunma hakkını sorgulamadı.

Halbuki Türkiye Suriye'nin hatta Irak'ın kuzeyinde terör koridoru oluşumunu engellemek başlığında Kürtlere karşı kapsamlı bir mücadele açmış

Erdoğan'ın bu topraklarda işgali derinleştirme ve hidrokarbon kaynakları için bölgeyi kolonileştirme planını yürütmeye başlamıştı...

*

Ağustos 2016' da Cerablus ve Azez'deki IŞİD topraklarını hedefleyen Fırat Kalkanı harekâtı başladı.

TSK bu operasyon ile Kobani ve Afrin kantonları arasına kama soktu ve Rojava'da Kürt coğrafyasını böldü.

Bunun için Cerablus'ta olup bitene sessiz kalması için Ruslara gereken rüşvet verildi;

ABD'yi ayağa kaldıran ve Ankara'nın NATO ortaklığının sorgulanmasına neden olan Rus S-400 savunma sistemleri satın alındı.

O sırada Afrin harekâtının başlamasına henüz 6 hafta vardı...

*

Şimdi İdlib'in gerçeği Türkiye'nin kuzeybatı Suriye'nin kontrolünü ele geçirme konusundaki işbu riskli yatırımlarından kaynaklanıyor...

Esasen bu riskli yatırım ya da başka bir ifade ile Erdoğan'ın ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni

Balkanlarda Doğu Akdeniz'de Ortadoğu'da ve Kafkasya'da teşvik etmek ve kurmak hayali;

Bilhassa Suriye trajedisinde savaş suçları işleyerek hukuku ihlal etmesi bunun ceremesini üstlenme yolunda bir sürece hızla ilerlenmesinden kaynaklanıyor.

*

Bu sırada Suriye Hükümeti Kürtlerin taleplerinin karşılanmasında aynı zamanda bölünmeyi engelleyecek önlemleri garanti eden yönetimsel ve kültürel otonomiyi tartışıyor. .

Kürtlerle "üniter desantralize " sistemini müzakere ediyor.

Bu Çeçenistan'da uygulan sistemdir.

Müzakerelerde 23 Ağustos 2011' de 107 sayılı Başkanlık Kararnamesi temel alınıyor.

Bu kararname ile;

1- Seçilmiş ve kısmen atanmış yerel otoritelere çeşitli seviyelerde yetki verilecek

2- Yerel otoriteler ise başkanlık tarafından atanan valilerin ve aynı zamanda başbakana bağlı Yerel Yönetim Yüksek Kurulu'nun denetimine tabi olacaktır.

Şu sıralarda iki tarafın kurduğu 7'şer kişilik komisyonlar bu konu üzerinde çalışıyor...

*

İdlib'e gelince Astana Anlaşmasına göre Türkiye İdlib de-eskalasyon bölgesinde;

1- Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba göstermek

2- İdlib'teki yönetimi silahlı terör gruplarından alarak sivil idareye devretmek

3- Radikal unsurları elimine ederek kentteki çatışmasızlığı denetlemek güvenliği Fırat Kalkanı bölgesinde olduğu gibi yerel polis güçlerine bırakmak görevindedir.

*

Türkiye bu görevi Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nufusunun artacak olmasıyla sağlanabileceği bir strateji ile yürütüyor.

Yani Türkiye bu görevi aldığı andan itibaren bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşıyacağını ve yeni bir demografik yapı oluşturacağı bildirmiş bulunuyor!

*

İdlib yıllardır silahlı direnişin ve El Kaide bağlantılı operasyonların merkezidir.

2012'de B. Esad'a karşı protestoların başlamasından sonra Suriye rejiminin saldırılarına uğradı.

Mart 2015'ten beri birçok İslamcı terör örgütü de isyancı gruplara katıldı.

Bugün Özgür Suriye Ordusu El Kaideci el-Nusra Cephesi Ahrar alam ve daha ılımlı Failaq elam'dan sonra Temmuz 2017'de kendisine Hayet Tahrir elam (HTS) adını veren Nusra Cephesinin işgalindedir.

İdlib'in 2011'de yaklaşık 750 bin olan nufusu anılan strateji doğrultusunda ülkede yerinden edilen en az 1.2 milyon insanın bu büyük kırsal bölgeye tıkılmasıyla yaklaşık 2.5 ila 3 milyona yükselmiştir.

El Kaide ile bağlantılı en az 70 bin silahlı militan Idlib' te ve bölgelerinde yaşıyor...

*

Türkiye'nin Suriye'nin uzun kuzeybatı koridorunda cihatçı muhalefet aktörleri üzerinde güçlü bir etkisi bulunuyor.

Türk Ordusu Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla Kürt YPG'nin daha da genişlemesi engellemek için Afrin'in doğusundan Fırat Nehri'nin batı kıyısındaki Cerablus'a uzanan 150 kilometrelik bir şerid üzerinde denetim kurmuştur.

Türkiye Kuzeybatıda de-eskalasyon bölgesinin ana garantörü olarak da İdlib'te 12 gözlem noktası inşa etmiştir.

Başlangıçtaki bu küçük gözlem noktaları bugün dikenli teller betonarme duvarlar ağır silahlar ve zırhlı araçlarla birer orta boy üs haline getirilmiştir...

*

El-Nusra Cephesi yeni adıyla Tahrir elam (HTS) askeri seferberlikle gelişmiş ve bölgede hakimiyet kazanmıştır.

Şimdilerde siyasi ve yönetişim çabalarını genişleterek sivil bir Kurtuluş Hükümeti'ni koordine ediyor.

HTS biri Türkiye olmak üzere en az iki bölgesel devletle aktif siyasi ilişkiler sürdürüyor.

Kısa süre öncesine kadar birden fazla Avrupa hükümetinin aktif olarak Kurtuluş Hükümeti ile resmi ilişkiler kurmayı değerlendirdiklerini de hatırlamak gerekiyor

*

Şimdiye kadar HTS Türkiye'yi İdlib'de askeri varlığını tesis etmesi için aktif olarak destekledi.

HTS'nin TSK ile bu işbirlikçi ilişkisi grubunun uzun vadeli çıkarlarını korumak için pragmatik bir yoldu.

Ancak şimdi Türkiye'nin bir rejim saldırısını önleyebilmek için HTS' yi satması zor görülüyor.

HTS'nin de böyle bir durumda Türkiye destekli silahlı bir yapıya dönüşmesinden başka çaresi bulunmuyor!

*

Türkiye bölgedeki tüm isyancı ve cihatçı gruplarla birliktedir.

Şubat 2018'de Ahrar elam ve Harakat Nour al-Din el-Zinki gruplarından Suriye Kurtuluş Cephesi'ni oluşturdu.

Mayıs'ta Ulusal Özgürlük Cephesini kurmak için Özgür Suriye Ordusu'nun 10 hizbini birleştirdi.

Ulusal Ordu Türk ordusu tarafından eğitilen ve teçhiz edilen askeri ve sivil polis güçleriyle giderek genişliyor.

Muhalif Ulusal Ordu düşmanlarının Beşar Esad PYD ve İŞİD olduğunu bildiriyor...

Bir komutan "Türkiye Suriye devriminin en önemli destekçisidir. Başka ortak devlet yok. Türkiye savaşçıların maaşlarının ödemesini yapıyor. Lojistik destek ve gereklii durumda silah yardımında bulunuyor" diyor!

*

Şu dakikada Türkiye Idlib'i "kırmızı çizgi " olarak kabul ediyor.

Gerçi bunu yürürlüğe koyma niyetinde gibi görünse de bunun bir rejim saldırısını durdurmaya yeterli olup olmadığı açık değildir.

Bu noktada Rusya İdlib'de herhangi bir tırmanışa karşı çıkmanın ısrarındadır

Ancak Rusya'nın da Esad rejimi ve İran'ı kısıtlama kapasitesi sınırlıdır...

Rahip Brunson başlığı üzerinden ABD tarafından yaptırım koyulmasıyla derinleşen krizin çözümünde aciliyetiyle İdlib konusu gündemin ilk sırasını oluşturuyor...

*

ABD ve Avrupalı müttefikleri Kuzeybatı Suriye'de hâlihazırda devam eden nispi sakinliğin sürdürülmesi öneminin farkındadır.

Ama olası bir savaşta büyük bir tırmanıştan kaynaklanacak tehdit ve tehditler dizisinden kaçınmak için acilen tedbirler alınması gerekiyor.

Rusya'nın ilgili bölgede devam eden yükselme eğilimine karşı duruşu test ediliyor ve güçlendiriliyor.

Şimdi ABD ve Avrupa "Rusya ile çalışmanın " tam zamanı olduğu düşüncesindedir...

*

Nitekim Türkiye ile ABD arasında gerginlikler devam ederken ve Suriye operasyon hazırlığı yaparken;

Kimi İran kaynaklarında bir tevatür geçiliyor.

İdlib üzerinden Ankara ve Moskova arasında gizli bir anlaşmanın yapıldığını iddia ediliyor!

*

Buna göre Türkiye bölgedeki Suriye Arap Ordusu'nun İdlib müdahalesine karşı çıkmayacak karşılığında Rojava'da Kürtlere özerkliğin verilmeyeceği bir planı onaylamıştır.

Ankara ve Moskova arasındaki bu gizli anlaşmaya ABD' de kismi olarak onay vermiş Başkan D. Trump' da olumlamıştır.

Türkiye'nin İdlib'e hiçbir şekilde müdahalede bulunmayacağı belirtilen anlaşmada

İdlib'ten kaçacak olan silahlı militanların Türkiye'ye geçmesi Ruslar tarafından engellenecektir...

Suriye ve Rusya; Kürtlere herhangi bir özerklik verilmeden haklarını tanıyacak

Ve İdlib operasyonunun ardından Suriye yönetimi ile Ankara normalleşme sürecine girecektir.

Deniliyor...

15 .8. 2018

ABD'DEN TÜRKİYE'YE YENİ YAPTIRIM SİNYALİ

14.08.2018

Adı açıklanmayan bir Beyaz Saray yetkilisi Reuters'a verdiği mülakatta Beyaz Saray Güvenlik Danışmanı John Bolton ile Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç'ın görüşmesinden herhangi bir sonuç çıkmadığını belirtti.

Aynı yetkili Bolton'ın Türk Büyükelçi ile görüşmesi sırasında ABD'nin kesinlikle taviz vermeyeceğini ilettiğini aktardı.

"Yönetim bu konuda son derece net duruyor" diyen Beyaz Saray yetkilisi "Başkan Donald Trump Rahip Brunson'ın eve getirilmesi konusunda yüzde yüz kararlı. Eğer önümüzdeki günlerde ya da bir hafta içerisinde herhangi bir ilerleme görmezsek ilave yaptırımlar uygulamaya

https://www.birgun.net/haber-detay/abd-den-turkiye-ye-yeni-yaptirim-sinyali-227094.html

CAHİT ARMAĞAN DİLEK : GÖÇ TEHDİDİ TERÖRÜN ÖNÜNE GEÇTİ

cahitdilek@yahoo.com

Terör bitmedi ve ekonomik kriz şu anda Türkiye'yi kavuruyor. Ama düşman ve tehdit değiştirme operasyonlarına maruz kaldığımız bir ortamda içimizde büyütülen yeni tehdidin farkına varmalıyız.

Zaman zaman kamuoyu anketleri yapılır. En önemli sorunlarınız nelerdir diye sorulur. 15 Ağustos 1984'teki Eruhemdinli saldırılarıyla başlayan PKK terörü ile birlikte 34 yıldır terör Türkiye'nin sorun listesinde hemen hemen hep liste başıydı. Ekonomik sorunla yarıştı. Sorun deyip geçiyoruz ama aslında Türkiye'nin bekasına güvenliğine yönelik tehditlerin en başında geliyordu terör ve ekonomik krizler.

Terörün Türkiye'ye maliyeti çok korkunç. Hayatını kaybedenlerin sayısı 40 bin. Ekonomik maliyeti için son rakamı Bakan N. Kurtulmuş 13 Haziran 2018'de vermiş; 1984'ten buyana terörün maliyeti 1.5 trilyon dolar.

Hazine Müsteşarlığının 29 Haziran açıklamasında Türkiye'nin brüt dış borcunun 466 7 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde çok büyük bedel. Hele doların 6 TL Avro'nun 7 TL'ye dayandığı halkın-devletin derin ekonomik krizi iliklerine kadar hissettiği ortamda maliyetin büyüklüğü inanılmaz.

Son yıllarda görebilene Türkiye'ye yönelik tehdit listesine yeni bir tehdit girdi; GÖÇ. Yani Türkiye'deki sayısı kontrolsüz ve akın şeklinde artan göçmenler.

Peki bu tehdit devletin tehdit listesinde var mı? Açıklamalara bakılırsa hayır. Şu anda göç tehdidine yapılan muamele PKK terörünün ilk zamanlarında yapılan birkaç çapulcu muamelesinden farklı değil. Yakın zamanda girmeyecek gibi.

Göç deyince akla gelen tabii ki Suriyeli göçmenler. İktidar hemen hemen her konuda olduğu gibi Suriyeli göçmenleri iç politika konusu yaptı. Avrupalılar bir göçmenin hesabını yaparken açık kapı politikası adı altında hesapsız şekilde Suriyelilerin Türkiye'ye göçmesine göz yumuldu. Planlı kontrollü yapılabilirdi.

İçişleri Bakanlığı'nın Nisan 2018'deki raporuna göre 2012'de 14.234 Suriyeli göçmen varken Nisan 2018'de 3.537.130'a ulaşmış. Bunlar resmi gerçek rakam belki 4 buçuk milyonun üstünde. Bu hesabın içinde İran sınırından gelen İranlı/Afgan göçmenler yok. Oradan da 2 milyona yakın göçmenin geleceği öngörüleri var.

Hatay'a sınır Suriye'nin İdlib bölgesindeki teröristlere karşı Suriye'nin operasyonu an meselesi. BM Nisan ayında operasyon olursa 2 5 milyon kişinin Türkiye'ye göçebileceğini açıklamıştı iki gün önce de dlib'te çatışmalar başlarsa Türkiye'den sınırı açmalarını isteyeceğiz" dedi. Çok kısa sürede yeni yoğun bir göç dalgası kapıda.

Suriyeli göçmenlere harcanan paranın miktarıyla ilgili TL Dolar Avro cinsinden değişik rakamlar var. Devletin kafası karışık hesap tam tutulamamış gibi. Son rakamı Nisan 2018'de zamanın Başbakan Yardımcısı R. Akdağ 31 milyar Avro olarak açıklamış.

Bu kadarla kalsa iyi. Ama göç tehdidi sinsi bir tehdit. Terör ve ekonomik krizlerin etkilerini eş zamanlı görebiliyorsun. Göç tehdidinin parasal maliyetinin haricindekileri maalesef birkaç sene içinde hissetmeye başlayacağız. Tuzak burada.

Küresel risk/tehdit değerlendirmeleri yapan kuruluşların raporları sınır aşan istek dışı göçlerin risklerine dikkat çekiyor. Örneğin Dünya Ekonomik Forumu'nun her yıl yayınladığı değerlendirmede etkileri ve olasılıkları sıralamasında ilk 10 tehdit içinde.

Peki göç neden tehdit olsun? Türkiye'deki 4 milyon Suriyelinin yarısı 18 yaş altında. İş yok eğitim yok. Aşırı dinci terör örgütlerinin etkisi altındalar. Bu kişilerin suç ve terör örgütlerinin eline düşmesi mafyalaşması kaçınılmaz. Hayal bile edilemeyecek maliyeti yaratacaklar adeta içimize enjekte edildi.

Yüksek doğum oranı nedeniyle 2040'da her 13 kişiden biri Suriyeli olacak. Suriye sınırındaki illerimizde çoğunluktalar. Şehirlerde Suriyeli mahalleleri oluşmuş yerli halkla gerginlikler yaşanıyor. Sokaklar Suriyeli dolu. İkinci büyük etnik kesim oluşuyor. Kamu düzeni süratle bozuluyor.

Vatandaşlık ümidi verilen göçmenlerin devletten neler talep edeceği halen anlaşılmıyor mu?

Avrupa-ABD'nin "parasını verelim ama Türkiye'de kalsınlar" dediği göçmenler adeta Truva atı gibi. Hesapsız açık kapı politikasının bedeli önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak. Terörle göstere göstere yapılanın yoğun göçle sinsice yapıldığı geleceğimizin karartıldığı göç tehdidinin içimizde ur gibi büyütüldüğü diğer tehditlerin önüne geçmekte olduğu halen görülmüyor mu?

Kısır iç siyasi çekişmeleri bırakalım günlük değil uzun vadeli düşünelim. Kendi devletinin ve milletinin geleceği güvenliği bekası refahı için seçilmiş iktidarın önceliği göçmenler değil kendi öz vatandaşları olmalı.

AYNI GEMİDE FALAN DEĞİLİZ

10.08.2018

Düne kadar 'Koyduk mu?' diyenler şimdi 'Aynı gemideyiz' edebiyatı yapıyor. Biz hırsızlarla aynı gemide falan değiliz. Önce Man Adası'ndaki Malta'daki İsviçre'deki paraları getirin. Sonra IMF'ye verdiğiniz borcu geri isteyin. En son bize gelin.

OKTAN ERDİKMEN - Ekonomi ne zaman sıkıntıya girse hemen sağa sola Atatürk posterleri asmaya başlıyorlar.

'Aynı gemideyiz Yenikapı ruhu milli birlik ve beraberlik' sözleriyle virajı aldıktan sonra 'Koyduk mu?' edebiyatına geçiş yapıyorlar.

Türkiye'de doların avronun yükselmesinden mutlu olan tek bir insan bulamazsınız. İhracata yönelik üretimin bile temel girdileri dolarla. Birçok hammadde yurt dışından geliyor. Şirketler borçlarını ödeyemezlerse işçi çıkarırlar.

İşten çıkarılanlar arasında hepimizin eşi dostu akrabası olur.

Ülke ekonomisi kötüyse hepimiz kaybederiz. İsteriz ki her şey iyi olsun.

Ancak yıllarca ülkeyi cahillikle kibirle yönetip ekonomiyi mahvedenlerin zora düşünce 'Ama hepimiz aynı gemide değil miyiz?' edebiyatıyla siyasi çıkarlarını korumaya çalışmalarına da kanmamalıyız.

Yıllarca Fethullahçıları devletin en kritik birimlerine yerleştirdiniz.

PKK ile pazarlık yaptınız. Apo'ya heyet üzerine heyet gönderdiniz. İmralı ile Kandil arasında mekik dokudunuz. Teröristleri davul zurnayla karşıladınız.

Lüks şatafat içinde yaşadınız. Yolsuzlukları hırsızlıkları sıradanlaştırdınız. "Mercedes lüks mü? Bin oda az bile. Milletin a... koyacağız" dediniz.

Demokrasiyi insan haklarını özgürlükleri ayaklar altına aldınız. Asıl suçlular içinizdeyken evine ekmek götürmeye çalışan insanları sırf sol görüşlü diye suçsuz yere hapse attınız.

Avrupa ülkeleriyle 2 oy fazla almak için kavga ettiniz. Nerede bir diktatör varsa dost oldunuz.

Basını ele geçirdiniz. Devlet bankasından peşkeş çektiğiniz kredilerle bir yalaka ordusu kurdunuz. İnsanlara sistematik olarak yalan söylediniz.

Seçimlerde hile yaptınız. 'Atı alan Üsküdar'ı geçti' dediniz.

Güzelim Cumhuriyetimizi Ortadoğu'daki diktatörlük özentilerinden birine çevirdiniz.

'Yapmayın etmeyin' dedik. Dinlemediniz.

'Har vurup harman savurmayın' dedik "Ajan" dediniz.

Biz ülkenin iyiliğini istedikçe siz bizi vatan hainliğiyle itham ettiniz.

İşinize gelince 'Koyduk mu?'.

İşinize gelmeyince 'Aynı gemideyiz. Milli birlik ve beraberlik. Yenikapı ruhu'.

Öyle mi?

Ekonomiye 16 yıldır operasyon yapan dış güçler falan değil sizsiniz.

Biz sizinle aynı gemide falan değiliz kardeşim.

Siz cehaletin kibrin hüküm sürdüğü aya 4 şeritli otoban döşeyen uzay gemisindesiniz.

Biz Bandırma Vapuru'ndayız.

Yastık altındaki döviz meselesine gelince bizde yastık altında bir şey tutma adeti yoktur.

Sayenizde pek kalmadı ama olanların üç kuruş parası da bankadadır.

Onu da gerekirse memleket için gözümüzü kırpmadan feda ederiz.

Yalnız önce şu Man Adası'ndaki Malta'daki İsviçre'deki paraları bir getirin.

Sonra IMF'ye verdiğiniz borcu geri isteyin.

Uçaklarınızdan lüks arabalarınızdan sarayınızdan vazgeçin.

Sonra vatandaşın parasına göz dikin.

https://www.arti49.com/ayni-gemide-falan-degiliz-1259260h.htm

--

"INTERNATIONAL COVENANT ON CIVIL AND POLITICAL RIGHTS"

(Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme)

19'uncu maddeyi şöyle açıklar:

Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.

Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın sözlü yazılı basılmış sanat veyahutta herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme alma ve verme hakkıdır.

2'inci bölümdeki haklar özel haklar ve sorumluluklar getirir. Bu doğrultuda bazı limitler kanunlar tarafıyla uygulanabilir:

a) Başkalarının haklarına ve şöhretine saygı;

b) Ulusal güvenlik halk düzeni veyahutta halk sağlığı ve huzuru.

20'inci madde de; şiddet propagandalarını yasaklar.

19'uncu maddenin üçüncü bölümünde belirtilen iki bend gerek monarşik gerek militarist gerek muhafazakar rejimlerin talepleri doğrultusunda eklenilmiştir.

ÜLKEMİZİN İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNÂMESİ TERCÜMESİNİN 19'UNCU MADDESİ ŞÖYLE DER:

"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak elde etmek veya yaymak hakkını içerir. "

1982 ANAYASASI'NDA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GENEL ÇERÇEVESİ

1982 Anayasası'nda düşünce özgürlüğü ile ilişkili iki madde bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1982 Anayasası'nın 25. maddesi olup; bu madde "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz" şeklindeki düzenleme ile ifade özgürlüğünü güvenceye almıştır. 25. madde düşünce özgürlüğü konusunda herhangi bir sınırlama sebebi düzenlememiştir.

Ancak 26. madde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında "Herkes düşünce ve kanaatlerini söz yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo televizyon sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

(Değişik: 3/10/2001-4709/9 md. ) Bu hürriyetlerin kullanılması millî güvenlik kamu düzeni kamu güvenliği Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması suçların önlenmesi suçluların cezalandırılması Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması başkalarının şöhret veya haklarının özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. (Mülga: 3/10/2001-4709/9 md. )

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler bunların yayımını engellememek kaydıyla düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/9 md. ) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil şart ve usuller kanunla düzenlenir" şeklinde düzenlemiş ve düşünceyi yayma ve açıklamanın bazı durumlarda kısıtlanabileceğini söylemiştir.

Anayasa'da yapılan değişiklikle daha önce 13. maddede sayılan genel sınırlama sebepleri kaldırılmış ancak oradaki sınırlama sebepleri 26. maddenin 2. fıkrasına eklenerek esas olarak düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi için bir değişiklik meydana getirilmemiştir.

Temel hak ve özgürlükler konusunda kritik olan konulardan birisi de sınırlamanın sınırının ne olacağıdır. 2001'de yapılan değişiklikten önce sınırlamanın anayasal sınırı "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü iken değişikle birlikte 13. maddede "Temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. " denilerek "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü dışında "öz güvencesi" "ölçülük ilkesi" ve " laik cumhuriyetin gerekleri" gibi yeni ölçütlerle de sınırlamanın sınırı genişletilmiştir.

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINDAN YAPILAN SON DAKİKA AÇIKLAMASINDA

"Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik; 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki güçler tarafından gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal barışını iç huzurunu birliğini ve ekonomik güvenliğini hedef alan ekonomik saldırılar kapsamında; bu amaca hizmet eder mahiyette her türlü yönlendirici haber yazılı ve görsel yayın operasyonel amaçlı sosyal medya hesapları ile birlikte ekonomik güvenliği tehdit içeren eylemlerde bulunan kişi ya da kişiler hakkında TCK'nın bankacılık Kanunu SPK mevzuatı ve ilgili kanun maddeleri uyarınca soruşturma başlatılmıştır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur"

denildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının da benzer bir soruşturma başlattığı bildirilldi.

TÜRK CEZA KANUNU : SUÇTA VE CEZADA KANUNÎLİK İLKESİ

Kanun No. 5237 Kabul Tarihi : 26. 9. 2004

MADDE 2.

(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz

Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz.

Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.


---
a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder