15 Ağustos 2018 Çarşamba

Önemli Yorum ve Haberlerden bir demet.

TURAN ESER : Dünyevi krize uhrevi çözüm: Allah'a güveniriz

14.08.2018

Döviz fırlamış TL değer kaybetmiş devletin sözcüleri topluma gerçeği anlamaktan kaçıyor. "Herkes bize düşman" argümanına sarılıyorlar. Krizin sorumluluğunu kendisi dışında herkese yüklemeye çalışıyorlar. Siyasi ve ekonomik krizler olunca iç siyasetin en kullanışlı malzemesi haline gelen din/iman ve milliyetçilik edebiyatı bir kez daha devreye sokuluyor.

Yanlış politikaları eleştirenler ise "iç düşmanlar" diye adlandırılıyor. "Allah büyüktür" denilerek - kapitalizmin dünyevi ve piyasa zulmüne karşı uhrevi dünyanın ilahi gücüne ve hamaset siyasetine sığınılıyor. AKP sözcüleri her fırsatta hükümetin her şeyi doğru yaptığını ülkeyi iyi yönettiklerinden dem vuruyor. Ama kimse memleketin halinden memnun değil.

Krizin nedeni ekonomik ve siyasi

Yaşanan ekonomik krize karşı "Onların doları varsa bizim de Allah'ımız var" retoriği teolojiktir ve "Biz çözemeyiz işimiz Allah'a kaldı" demektir. Ancak bu siyasi hukuki ve ekonomik politikanın retoriği değildir. Krizin nedeni ise ekonomiktir ve siyasidir.

Döviz kurunu ve piyasa kurallarını düzenleyen ve müdahale eden Allah değil küresel kapitalizmin ve sermayenin yeryüzü krallarıdır. Onlar da halkı sadece dini ve millilik üzerinden aldatır. Hatta ABD bile dinle aldatıyor! Doların da bir "Allah'ı var. " Amerikan Dolarları'nın üzerinde "In God We Trust" yazar. Yani dolar da ve doları basanlarda "Allah'a güveniriz" diyor. Bu durumda ABD'nin hem Doları hem de Allah'ı olduğuna göre şimdi ne yapacağız? Sermayenin piyasa kuralsızlığı haydutluğu ve sömürücülüğü ile ortaya çıkan tahribatlara karşı uhrevi ve teolojik çözüm bulunduğu nerede görülmüş?

Eğitimi ve kurumları dinselleştirmek yoluyla yüz binlerce imamdan oluşan bir din bürokrasi inşa etmek yerine bilimsel laik demokratik katılımcı ve çoğulcu bir eğitim ile dünyevi aklın yöneteceği kamucu bir devlet yapılanmasına gidilseydi durum inanın Türkiye'nin lehine olurdu. Dincilik uhrevi olan her şeyi kötü giden dünyevi işlerin üstünü örtmek için istismar eder ve bu tüm dünyada da böyledir. Çünkü sermaye dincilikten dincilikte sermayeden sömürünün yollarını öğrenmiştir. Her ikisinin de hedefi insanı kullaştırmak! Dolaysıyla "Onların doları varsa bizim de Allah'ımız var" demek krizi alakasız bir uhrevi gerekçe ile masumlaştırmaktır.

Krizin küresel adı kapitalizimdir. ABD ise bu küresel haydutluğun başını çeker. Krizin iktisadi ve siyasi sorumluları ise iktidarlardır. Mağduru ise halktır. Ekonomik krize karşı "tekbir getirtmek" "rabia saydırmak" "dış düşmanlar" saymak çözüm odaklı yaklaşım değildir. Kriz derindir ve yapılsaldır. Kriz sermaye sınıfı ile siyasi hükümetin ürünüdür. Bu krizle tüm toplumun sofrasındaki ekmek daha da küçülmüştür. Küçük ve orta ölçekli esnaf iflaslarla ve kepenk indirme gerçeğiyle baş başa kalmıştır.

Tablo krize yol açıyor

Türkiye'nin 466.7 milyar dolar borcu ve ödemeler dengesi bozulmuş yapıyı görmezden gelerek krizi salt "Brunson krizi" maskesi altında sürdürülen ABD yaptırımlarına bağlarsak gerçek büyük resmi ve dış politikadaki stratejik oyunların arka nedenleri göremeyiz. Çünkü Türkiye'de "büyüme" dış borçla finanse ediliyor ve bu borçtan Allah'ın kendisi değil borcun mimarları sorumludur. Türkiye yıllardır ihracatından daha fazlasını ithal ettiği sır değildir. Bu tablo ise cari işlemler açığındaki büyümeye ve krize yol açıyor.

"Yerli ve milli" olmayan piyasa kurallarına karşı şimdi "uhrevi ve milli" hamaset siyaset kurtarıcı olamaz. Küresel kapitalizmin parçası olan küresel sermayenin verdiği borçla "büyüme rakamları" açıklayanlar bu politikaların riskli ve tahrip edici sonuçlarını bilerek adım atmıştır. Çünkü krizin sebebi sayılan "dış mihraklar" ülkemizin borçlandığı dünkü "iyi müttefiklerimiz" dediklerinizdir.

Paranın ve siyasetin dini olamaz. Ama hem siyaset hem de sermaye kendileri dinsiz iken dini istismar ederler.

Unutmayalım ki demokrasi hukuk adalet laiklik ve bilimsel eğitim yoksa eleştirel ve üretici akıl devre dışı kalır. Eleştirel ve üretici aklın olmadığı yerde de uhrevi aklın borçla büyümeyi esas aldığından ancak sömürücü sermaye halkı piyasanın sadık kulları haline getirerek onları tüketim terörünün kurbanı seçer.

Çözüm kamucu politikalar

Çözüm bellidir. Kamucu politikaya sıkı sıkı sarılmak. Amasız fakatsız Meclis içi ve dışı tüm siyasi yapılarla birlikte demokratikleşmenin önüne açmak emek ve meslek örgütlerinin ekonomik ve sosyal politikaların oluşmasında katılımını sağlamak hukukun evrensel değer ve ilkelerine bağlı yargı bağımsızlığını sağlamak tek adam rejiminden vazgeçmek eğitimin dinselleştirilmesi yerine bilimsel ve laik eğitime geçilmesini savunmak olmalıdır.

https://www.birgun.net/haber-detay/dunyevi-krize-uhrevi-cozum-allah-a-guveniriz-226981.html

ADNAN OKTAR'IN MASONLUĞU SAHTE ÇIKTI!

14.08.2018

Adnan Oktar'ın 1 milyon 50 bin euro ödeyerek 33'üncü dereceden mason olduğu iddiaları yalanlandı. Türk masonları 'Adnan Oktar ne bugün ne de geçmişte üyemiz olmamıştır' açıklaması yaptı.

https://www.mynet.com/tv/embed/5039581

Adnan Oktar ve grubuna yönelik yürütülen soruşturma kapsamında müşteki sıfatıyla ifade veren mağdurlardan C. Ö'nün Oktar'ın mason olmak için 1 milyon 50 bin euro ödediğini iddia etmesinden sonra Oktar'ın tuhaf ilişkiler ağı gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Oktar'ın İtalyan Mason Locası'nda 33'üncü dereceden üye olduğu Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locası tarafından yalanlanırken Loca'nın Büyük Üstadı Bülent Akkan Oktar'ın dünyada kabul gören hiçbir mason derneği tarafından masonluğa kabul edilmesinin mümkün olmadığı belirtilerek "Adnan Oktar isimli şahıs ne bugün ne de geçmişte derneğimizin üyesi olmamıştır" ifadelerini kullandı.

Milliyet'ten Mert İnan'ın haberine göre Oktar'ın para karşılığı mason olduğu iddialarının ardından ilginç bilgiler gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Adnan Oktar'ın mason olmak için yaptığı girişimlerin ilki 2012 yılına ait.

Oktar'ın sağ kolu olduğu bilinen Oktar ve Hüma Babuna kardeşler 2012'de Washington DC'de Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası'nı ziyaret ederken bu girişim o dönem A9 TV'de bizzat Adnan Oktar ve grup üyeleri tarafından duyuruldu. Oktar ziyaretin ardından yayınlanan programda Babuna kardeşlerin girişimlerini kutlarken "Hüma ve Oktar ikisi birlikteler maşallah aferin. İki kardeş bakın bunlar mübarek Allah mübarekliklerini artırsın mübarek kılsın" sözleriyle övdü. Babuna kardeşlerin ABD'deki mason locasına yaptıkları ziyaret sırasında Büyük Üstad Joseph Crociata ve bir sonraki dönem büyük üstad olması beklenen Teko Foly ile görüştüğü iddia edildi.

Adnan Oktar soruşturmasında yeni detaylar Genç kızlara Oktar bizzat tuzak kurmuş

33. DERECEDEN MASON DİPLOMASI

Babuna kardeşlerin ABD'deki temaslarından bir yıl sonra bu kez İtalyan mason locası lideri olduğu öne sürülen Gian Franco Pilloni adlı kişinin Adnan Oktar'ın davetiyle İstanbul'a geldiği ve Oktar'a "33. derece mason diploması" verdiği A9 kanalında servis edildi. Oktar'ın sunduğu programa katılan Pilloni isimli kişi "Sayın Adnan Oktar tamamen sizin emrinizdeyim. İstediğiniz her konuda size destek olacağız" şeklinde açıklama yaptı. Oktar ise mason locası lideri olduğu iddia edilen Pilloni'ye kendisine takdim ettiği masonluk diploması ve madalyonu için teşekkür etti.

Ancak aradan geçen beş yılın ardından Adnan Oktar ve grubuna yönelik yürütülen soruşturmada Oktar'ın 33'üncü derecen mason olmak için 1 milyon 50 bin euro verdiği iddia edildi. Soruşturma kapsamında ifade veren C. Ö. isimli müşteki Oktar'ın mason olmak için eski İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini ile temas ettiğini öne sürerek şunları anlattı:

"Adnan Oktar 2012'de yurt dışında daha büyük nüfuz elde etmek için mason olması gerektiğini söyledi ve benden araştırma yapmamı istedi. Ben de dünyadaki en güçlü mason localarının İskoç Rit ve P2 mason locaları olduğunu öğrenip bildirdim. "

"3 DEFA PARA VEREREK 33. DERECEDEN MASON OLMASINI SAĞLADIK"

"Rit'e üye olmak için İngiltere'de yaşaması gerekiyordu. P2 mason locasıyla bağlantı kurmamı istedi. Her defasında 350 bin euro olmak üzere 3 defa para vererek 33. dereceden mason olmasını sağladık. Bu loca Washington mason locası ile de ortak hareket ettiği için Trump'ın başkanlığa kabul gününde davet alındı. Adnan Oktar'ı temsilen Oktar Babuna ve yanındaki kişi katıldı. Bu davetiyeleri almak için Adnan Oktar 200 bin dolar para ödedi. "

"CİDDİYE ALINACAK YANI YOK"

Oktar'ın mason olduğu yönündeki iddialar ise Hür ve Kabul Edilmiş masonlar Türkiye Büyük Locası tarafından yalanlanırken Loca'nın Büyük Üstadı Bülent Akkan imzasıyla yapılan açıklamada Oktar'ın dünyada kabul gören hiçbir mason derneği tarafından masonluğa kabul edilmesinin mümkün olmadığı belirtildi. Oktar isminin kendileriyle bir arada anılmasının mümkün olmadığını da belirten Akkan açıklamada şu görüşlere yer verdi:

"Geçmişte olduğu gibi bugün de Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği ile hiçbir zaman ilişkisi olmadığı halde üyemiz olduğu iddia edilen ve kanun dışı eylemler içerisinde olmaları nedeniyle camiamızı töhmet altında bırakan kişiler olmuştur. Gerçek dışı ve düzmece belgeler ile derneğimiz mensubu olarak gösterilen ve 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan hain darbe girişiminin bir numaralı sorumlusu olan FETÖ lideri Fetullah Gülen gibi halen devletimiz Emniyet birimlerince yürütülmekte olan çok önemli bir soruşturmada önemli suçlamalar yöneltilen Adnan Oktar isimli şahıs da ne bugün ne de geçmişte derneğimizin üyesi olmamıştır.

"CAMİAMIZIN MENSUBU OLMASI SÖZ KONUSU BİLE OLAMAYACAK BU KİŞİLERİN..."

Kaldı ki her türlü siyasi ve dini tartışmaların uzağında kendini geliştirmeye yetiştirmeye topluma ve insanlığa faydalı birer birey olma amacına yönelik felsefi çalışmalar yapan masonlar ile de bu isimlerin bir arada anılması mümkün değildir. Camiamızın mensubu olması söz konusu bile olamayacak bu kişilerin dünyada kabul gören ve bu prensipleri benimsemiş hiçbir mason derneği tarafından masonluğa kabul edilmiş olmaları da mümkün değildir. Biz masonlar için bu iddiaların ciddiye alınacak hiçbir tarafı yoktur. Ayrıca bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşündüğümüz camiamızı ilişkilendirme gayretleri ve bu örgütlerle ve kişilerle birlikte anılmak bizleri derinden üzmektedir. "

http://www.mynet.com/haber/guncel/adnan-oktar-in-masonlugu-sahte-cikti-4330970-1

ORHAN BURSALI : DOLAR İMPARATORLUĞU VE TR İÇİN YENİ BİR POLİTİK VİZYON

obursali@cumhuriyet.com.tr

14 Ağustos 2018 Salı

ABD şüphesiz ki dünya siyaset ve ekonomi arenasında istediği zaman tek başına keyfi hareket eden bazen BM'yi araç olarak kullanan veya buna bile ihtiyaç duymadan kararlarını senaryolarını uygulamaya koyan bir "haydut devlet" niteliğinde.

Emperyalizmin şanında bu vardır. Özellikle "yara alan" bir "vahşi" saldırganlaşır.

ABD'nin dünya tahtında tartışılmaz egemenliği artık yok. Ama dünya üzerinde askeri gücü bir tehdit. Bu gücün yanında ABD'nin egemenliğini ayakta tutan bir de dolar gücü var. Dolar imparatorluğu tüm ABD'nin ana ekonomik gücü. Trilyonlarca doların mesela karşılığı yok ama bir imparatorluk parası olarak hâlâ büyük bir değişim aracı gücüne sahip.

Her ülkenin depoları dolarla Amerikan hazine bonolarıyla dolu. Mesela sadece Çin'in elinde 1.2 trilyon dolarlık Amerikan varlığı var. Ekim 2017'ye göre Japonya 1 trilyon 93 milyar İrlanda 312 Brezilya 320 Cayman Adaları 270 İsviçre 254 İngiltere 226 TR 60 milyar kadar Amerikan varlığına sahip.

2015 rakamlarına göre (daha yenisi vardır) ülkelerde tutulan toplam 8 trilyon döviz rezervinin yüzde 63'ü dolar cinsinden. Başlı başına büyük bir ekonomik güç.

Dolar varlığı ülkelerin de zenginlikleri durumunda! ABD bir süredir doları değerlendiriyor. Ekonomik milliyetçilik programı ve dünyaya açtığı ticaret savaşı sonuçlarının bir lehte göstergesi olarak da kalkınma hızı yüzde 4 oldu! Dolar faizi yüzde 2.5'e yaklaştı. ABD mesela çelik üretimini koruyor ama ABD'de buna karşılık her şey pahalanıyor mesela bir inşaat maliyeti bir yıl önceye kıyasla yüzde 25 kadar arttı!

Dolar imparatorluğusınırlanmalı

Çin'in bu konuda çok dikkatli gelişimi var. Bölgesel işbirliklerinde dolar yerine ulusal paraların dolaşımı sağlanabilir.

ABD'nin keyfi kararları AB'yi de müthiş rahatsız ediyor. Mesela TL'ye Trump'ın körüklediği panik atak AB'yi de endişelendirdi. ABD ile AB arasında her alanda makas açılıyor.

Ticaret savaşları askeri harcamalar NATO İran'a ambargo...

Tüm bunlar Vahşi Batı Kovboyuna karşı aslında neredeyse tüm dünyayı doğal müttefik yaptı.

Burada İran somut bir durum.

Bu örnekte Çin Rusya ambargoya uymayacak.

AB direniyor yönetimler karşı çıkıyor ama bazı şirketler ilişkilerini askıya aldı bunların ABD'de yatırımları - satışları fazla.

Kaybeden Trump olmalı

Bir dayanışma ağı ile Trump'ın kovboy tehditlerini boşa çıkartacak bir dayanışmaya girilebilir. Trump'ın bu tehditleri sonunda ülkesine zarara dönüştürülebilir. ABD bu gidişle pahalandığı için ihracatı da darbe yiyor.

Kovboy ambargoyu deleni kara listeye alırız diyor ya o gücü yok. Eğer Trump saldırganına bir şekilde karşı çıkılmazsa herkes kaybedecektir.

Doları değişim aracı ve depo para olarak değerini azaltacak her adım önemli. Bu çerçevede kripto paraların önemi daha da artacak.

ABD'nin dünyayı saran internet şirketlerine ve ürünlerine vergiler giderek artacak artmalı.

Avrupa ile Rusya'nın ve Türkiye'nin çıkarları ortaktır.

Türkiye şüphesiz ki AB ile ilişkilerini daha da güçlendirecek adımlar atarsa hukuk devleti kurumsal yönetişim ve iletişim basın özgürlüğü konularında AB'ye yaklaşırsa kendine sağlam bir kale yaratmış olur. Her türlü atağa karşı!

Suriye kilidini açın!

Rusya ile AB arasında da yeni bir dönem başlamalı Türkiye akıllı yönetilirse bu konuda Rusya ile ilişkileriyle aracı bile olabilir.

Bu çerçevede Türkiye'nin önünde en önemli engel Suriye'deki artık bitirilmesi gereken politikasıdır. Şam - İran- Rusya - Türkiye dostluğu Ortadoğu'yu emperyalistin at koşturduğu bir kriz alanı olmaktan çıkartır.

Bunun için iktidara yeni bir ufuk çizgi gerekir.

RTE "Atatürk'ün 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' politikası esasımızdır" dedi. Düne kadar bu politikayı pasif bulurdu eğer Türkiye'yi bu bağlamda geleneksel çizgisine oturtma niyeti varsa Suriye'de temel bir değişikliğe gitmek zorunda.

Bu kilidi açarsa Ankara önü açılır rahatlar yeni olanaklar ortaya çıkar.

Açamazsa Türkiye yalnız kurt olarak kalmaya mahkûmdur her türlü saldırıya da açık olarak.

Geçici mevsimsel değil uzun vadeli ittifaklara gidilmeli.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1054774/Dolar_imparatorlugu_ve_TR_icin_yeni_bir_politik_vizyon.html#

AHMET İNSEL : BÜYÜK KRİZ GÖZÜKTÜ

14 Ağustos 2018 Salı

Yıllarca ülke dışından sağlanan finansmanla büyüyen mali olduğu kadar üretim açısından da büyük ölçüde dışa bağımlı olan bir ekonomide "milli ve yerli" olmak ne demektir? Tayyip Erdoğan işadamlarına hitaben "eğer milli değilsen

yerli değilsen bunun hesabını ödersin" derken sanayiciye ve tüccara "Battık bittik işi sağlama alalım gibi yollara tevessül etmeyin. (...) Aksi halde biz de başta şahsım B planını C planını uygulamak zorunda kalırım" tehdidini savururken TL'nin daha da fazla değer kaybetmesine neden olunca milli çıkarlara mı hizmet etmiş oluyor?

Nesnel olarak bakıldığında milli çıkarlara en büyük tehdit dışarıdan değil içeriden Erdoğanizmin merkezinden geliyor. Etkili önlemler almayıp zaman kaybettikçe bedeli ağırlaşan kur-borç-finansman kısırdöngüsünü aşağıya doğru hızlandıran yegâne etmen ABD'nin başındaki kabadayının siyasi ve iktisadi yaptırımları değildir. Esas belirleyenleri yerli ve milli olan siyasetin ve ekonominin birbirini karşılıklı beslediği bir büyük kriz artık gündemde. Üstelik birçok makroekonomi verisinin o kadar kötü olmadığı bir ortamda büyük bir iktisadi krize doğru yuvarlanıyoruz.

Büyük krizler ortaya çıktığı alandan hızla etrafa yayılan bütün iktisadi verileri altüst eden çemberi genişleyen bir girdap gibidir. Krizin gerçek nedenlerine karşı alınması gereken önlemler bilinir. Ama bunlar yürürlükteki siyasi-iktisadi yapıyla uyumsuzdurlar. Hayata geçirilmezler ya da geçirilemezler. Büyük krizler yalnız ekonomi içi etmenlere bağlı değildir. İktisadi olarak kırılgan bir yapıda siyasal şoklarla tetiklenebilirler. Bugün Türkiye'de tam böyle bir kriz yaşıyoruz. Hem yıllardır uygulanan büyüme modelinin hem de Erdoğanizmin krizi bu.

Dün sabah ilan edilen önlemleri izleyen gelişmeler bu krizin artık dikiş tutmayacak noktaya geldiğini ve iktidarın kriz algısı yönetiminin yangına benzin dökmeye dönüştüğünü gösterdi. Bir yandan BDDK ve Merkez Bankası döviz talebini azaltma amaçlı ama son derece marjinal önlemler aldı. Rahatlatıcı etkilerinin birkaç saatle sınırlı olduğu görüldü. Diğer yandan döviz kuru ve daha genel olarak içine girilen krizle ilgili "ekonomik saldırılar kapsamında yönlendirici haber yapan kişi ve kişiler hakkında soruşturma" başlatacağını İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı açıkladı. Ve elbette bu yönlendirici melun güçlerin "15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki güçler" olduğunu belirterek milli direniş savaşını ilan etti. Bir çimdik iktisat politikası aracı bir kepçe polisiye tedbir...

Halbuki hafta başında paniğin yeniden alevlenmesinin nedenini dışarlarda uzaklarda aramaya gerek yoktu. Mahiyetinin ne olduğunu söylemeden Cumhurbaşkanı'nın B ve C planları tehdidini dile getirmesi yeterliydi. Şimdi bu alternatif planların neler olacağını doğru yanlış tahmin etmeye çalışanlar "yönlendirici haber" yapmak suçuyla takibata mı uğrayacaklar? Cumhurbaşkanlığı iletişim sorumlusu Cumhurbaşkanı'nın ağzından çıkan B ve C planlarının hiçbir şeye tekabül etmediğini hemen açıklamak zorunda kaldı. "O iki adım atılmayacak" diye damat hemen düzeltti. O zaman TL'ye karşı yönlendirici en büyük haberin kaynağı Cumhurbaşkanı'nın kendisi değil midir?

Görünen o ki Cumhurbaşkanlığı hükümeti yaşanan krize karşı "bekleyelim görelim" politikası uygulayacak. Krizin sorumluluğunu dış güçlere düşman mihraklara atarak yeni bir milliyetçi titreme ve kendine gelme vesilesine bunu dönüştürmeye çalışacak. Demokrasinin yürürlükte olmadığı ülkeler grubuna Türkiye'yi sokmayı başaran Erdoğanizm alt orta gelir grubuna Türkiye'yi yaklaştırarak gerçek "milli ve yerli Türkiye"yi var edebilir.

Yeni Türkiye giderek daha fazla elle tutulur gözle görülür olmaya başlıyor.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1054773/Buyuk_kriz_gozuktu.html#

KEMAL CAN : NEYİN MÜCADELESİ KİMİN SAVAŞI?

14 Ağustos 2018 Salı

Kriz koşullarının ağırlığı ve yarattığı duyarlılık verilen tepkileri de etkiliyor. Bazen 24 Haziran sonrasında iktidarın tacizkâr imalarının rövanşını alma isteğini tetikliyor bazen duyulan endişenin büyüklüğü yapay ortaklıklar yaratıyor. Aynı gemideyiz çağrıları vatan haini nidalarına karışıyor. Eleştiri sevinç çaresizlik küstahlık olarak anlaşılıyor. Açıkcası insanlara yön verecek veya onları rahatlatacak liderlikler de rasyonel bir sağduyu yerine hamasete yaslanıyor.

Kriz zemini zaten fazla sarih olmayan kavram dünyasını da iyice karmaşıklaştırıyor. Biraz körün fili tarifi gibi yaşanan durumun nedenleri sonuçları tarifi ve isimlendirilmesi konusunda kavramlar uçuşuyor gelişi güzel kullanılıyor. En yaygın kullanılan ve galiba en çok kafa karıştıranların başında da "emperyalist saldırı" ve "anti-emperyalizm" meselesi geliyor. En temel soru hep ortada kalıyor: Saldıranın kimliği ve niyeti saldırıya uğrayanı ve çatışmanın niteliğini tanımlamaya yeter mi?

Sağın anti-emperyalist geçmişi

Türk sağını besleyen ve kökleri Osmanlı'nın çözülme dönemine uzanan ideolojik çizgilerde kuvvetli bir anti-emperyalist geri plandan bahsedilebilir. Çok kolay harekete geçirilebilen beka kaygıları da gerçek bir çöküş deneyiminin ürünüdür. Ancak Türk sağı içindeki anti-emperyalizm sol kavramsallaştırmanın hayli uzağında bir "düşman" tanımı üzerinde biçimlenir. Bu dış düşman tarifi sömürü ilişkisinden çok kültürel (dini-etnik) olarak kendisinden farklı olanı işaret eder.

Özellikle soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasında Türk sağı kapitalist Batı'dan yana saf tuttu. Dönem dönem gerilimler ortaya çıkmış olsa da bu tercih sağ siyaset reflekslerini biçimlendirdi. 6. Filo'yu protesto edenlere saldırıdan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasına 70'li yıllardaki çatışma döneminden 80'lerin neoliberal saldırısına kadar çok meselede bu tavır belirleyici oldu. NATO gibi Batı ile en kritik anlaşmalar sağ iktidarlarca zafer havasında yapıldı.

Türkiye sağının "işler yolundayken" değil de işler sarpa sardığında anti-emperyalizmi hatırladığı ve genellikle kendi savunmasını genişletmek için başvurduğu bir argüman olduğu söylenebilir. Hatta anti-emperyalizm şeklinde telaffuzundan da pek hoşlanılmaz. Genellikle sağ hareketlerin anti-emperyalist tutumları olduğuna ilişkin değerlendirmeler ya sol kavramları kullanarak iktidarları desteklemeye çalışan kalemlerden ya da anti-emperyalist damarı abartma eğilimindeki soldan gelir.

AKP'nin emperyalistlerle hikâyesi

Anti-emperyalist reflekslere söyleminde verdiği yer açısından AKP sağ partiler yelpazesinde hayli gerilere düşer. AKP içinden çıktığı Milli Görüş hareketinden çok farklı dönemlerde AP ve ANAP'ın temsil ettiği Batı kapitalizmiyle entegrasyon politikalarının heveslisi çizgiye daha yakındır. Zaten sağ popülizm içindeki AB'ye ayak direyen Batı karşıtı direnci kırıp küreselleşme için geniş bir rıza üretme iddiasıyla ortaya çıkmış ve dış muhataplarından destek görmüştü.

Ekonomik programını dünyaya açılmak kadar -belki daha çok- küresel sermayeye ülkeyi açmak olarak kurgulayan AKP neoliberal model teklemeye başlayıp trend tersine dönene kadar emperyalizmi hiç mesele etmedi. Bu yoldaki uyarıları köhnemiş ideolojik takıntılar olarak aşağıladı şimdikine benzer ablukalar geçirmiş iktidarları "ülkeyi bir tüpe muhtaç etmiş olmakla" daha 24 Haziran'da bile suçladı. Irak'ın işgalinde Suriye ve Libya hamlelerinde de kampı belliydi.

Bugün de Erdoğan'dan anti-emperyalizm kavramını duymak pek mümkün değil. Onurdan kıskançlıktan saldırıdan veya dik durmaktan söz eder ama emperyalist sömürüden asla. Son olarak NYT makalesinde de vefa görmemiş kadim dost havasını bırakmadığı görüldü. Çünkü Türkiye'ye diz çöktürmek isteyen ABD'yi Suriye'ye şimdi kendisini köşeye kıstıran finans hükümranlığını Türkiye'ye davet eden Erdoğan bu tercihinden değil sonuç alamamaktan pişman.

Anti-emperyalist olmak

Belirli bir tarihsel kesitte belirli bir coğrafyada ve belirli bir durumda söz konusu aktörlerin niyet ve sicillerinin uygun olup olmadığına bakılmaksızın onların pozisyonlarına ilişkin saptamalar yapılabilir. Yani bazen aktörlerinin tercihlerinden bağımsız ve bazen onların tercihleri hilafına bazı roller ortaya çıkabilir. Dolayısıyla AKP ve Erdoğan da şimdiye kadar gösterdikleri performansa rağmen ondan bağımsız ve zorunlu olarak bir emperyalist saldırı altında kalmış olabilir.

Peki bu durum Erdoğan'ı anti-emperyalist bir lider yapmaya ve herkesin etrafında kalkan oluşturması mecburiyetine yeter mi? Emperyalistlerle papaz olmak anti-emperyalist etiketini sağlar mı? Çeşitli gerekçelerle iktidarı desteklemeyi gerekli görenlerin bu kavramı istedikleri gibi kullanma hakkı var mı? Bir de ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak sonuçlar saldırının kanıtıysa savaşı ekonominin gerekleriyle açıklanamayacak kişi ve yöntemle yapma ısrarı neyin kanıtı sayılmalı?

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1054646/Neyin_mucadelesi_kimin_savasi_.html#



--

"INTERNATIONAL COVENANT ON CIVIL AND POLITICAL RIGHTS"

(Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme)

19'uncu maddeyi şöyle açıklar:

Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.

Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın sözlü yazılı basılmış sanat veyahutta herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme alma ve verme hakkıdır.

2'inci bölümdeki haklar özel haklar ve sorumluluklar getirir. Bu doğrultuda bazı limitler kanunlar tarafıyla uygulanabilir:

a) Başkalarının haklarına ve şöhretine saygı;

b) Ulusal güvenlik halk düzeni veyahutta halk sağlığı ve huzuru.

20'inci madde de; şiddet propagandalarını yasaklar.

19'uncu maddenin üçüncü bölümünde belirtilen iki bend gerek monarşik gerek militarist gerek muhafazakar rejimlerin talepleri doğrultusunda eklenilmiştir.

ÜLKEMİZİN İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNÂMESİ TERCÜMESİNİN 19'UNCU MADDESİ ŞÖYLE DER:

"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak elde etmek veya yaymak hakkını içerir. "

1982 ANAYASASI'NDA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GENEL ÇERÇEVESİ

1982 Anayasası'nda düşünce özgürlüğü ile ilişkili iki madde bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1982 Anayasası'nın 25. maddesi olup; bu madde "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz" şeklindeki düzenleme ile ifade özgürlüğünü güvenceye almıştır. 25. madde düşünce özgürlüğü konusunda herhangi bir sınırlama sebebi düzenlememiştir.

Ancak 26. madde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında "Herkes düşünce ve kanaatlerini söz yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo televizyon sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

(Değişik: 3/10/2001-4709/9 md. ) Bu hürriyetlerin kullanılması millî güvenlik kamu düzeni kamu güvenliği Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması suçların önlenmesi suçluların cezalandırılması Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması başkalarının şöhret veya haklarının özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. (Mülga: 3/10/2001-4709/9 md. )

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler bunların yayımını engellememek kaydıyla düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/9 md. ) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil şart ve usuller kanunla düzenlenir" şeklinde düzenlemiş ve düşünceyi yayma ve açıklamanın bazı durumlarda kısıtlanabileceğini söylemiştir.

Anayasa'da yapılan değişiklikle daha önce 13. maddede sayılan genel sınırlama sebepleri kaldırılmış ancak oradaki sınırlama sebepleri 26. maddenin 2. fıkrasına eklenerek esas olarak düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi için bir değişiklik meydana getirilmemiştir.

Temel hak ve özgürlükler konusunda kritik olan konulardan birisi de sınırlamanın sınırının ne olacağıdır. 2001'de yapılan değişiklikten önce sınırlamanın anayasal sınırı "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü iken değişikle birlikte 13. maddede "Temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. " denilerek "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü dışında "öz güvencesi" "ölçülük ilkesi" ve " laik cumhuriyetin gerekleri" gibi yeni ölçütlerle de sınırlamanın sınırı genişletilmiştir.

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINDAN YAPILAN SON DAKİKA AÇIKLAMASINDA

"Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik; 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki güçler tarafından gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal barışını iç huzurunu birliğini ve ekonomik güvenliğini hedef alan ekonomik saldırılar kapsamında; bu amaca hizmet eder mahiyette her türlü yönlendirici haber yazılı ve görsel yayın operasyonel amaçlı sosyal medya hesapları ile birlikte ekonomik güvenliği tehdit içeren eylemlerde bulunan kişi ya da kişiler hakkında TCK'nın bankacılık Kanunu SPK mevzuatı ve ilgili kanun maddeleri uyarınca soruşturma başlatılmıştır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur"

denildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının da benzer bir soruşturma başlattığı bildirilldi.

TÜRK CEZA KANUNU : SUÇTA VE CEZADA KANUNÎLİK İLKESİ

Kanun No. 5237 Kabul Tarihi : 26. 9. 2004

MADDE 2.

(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz

Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz.

Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.


---
a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder