21 Ağustos 2018 Salı

Güncel makalelerden bir buket 2018-0821 1

CAN ATAKLI: KUTLAMAYI ARAPÇA YAPINCA DAHA DİNDAR OLMUYORUZ

Bayram kutlaması yapıyorlar.

"Kurban Bayramınız mübarek olsun" yazıyor bu dev panolarda.

Belediye parası ile başkanın reklamını yapmak aslında soruşturma konusu olmalı.

Belediye başkanı hangi partiden olursa olsun fark etmez.

Bizim paramızla kendi fotoğraflarını asıp reklamlarını yapıyorlar.

Bir hizmeti tanıtsalar bir şey demeyeceğim ama mecbur muyuz hangi ilçeye girersek girelim o ilçenin belediye başkanının fotoğrafını görmeye.

İstanbul Büyükşehir belediyesi de aynı şeyi yapmış.

O da dev panolarda "Kurban Bayramımızın mübarek olmasını" diliyor.

Peki mübarek nedir?

"Kutlu" anlamına geliyor.

Sadece Arapça. Tek özelliği bu.

Ama bizim güya dindar kesim bu tür bir dil kullanarak daha dindar olduğunu zanneder hep.

Kurban Bayramı'nı Şeker Bayramı'nı kandil gecelerini kutlarken "kutlu olsun" demek yerine "mübarek olsun" demeyi tercih ederler.

Selam verirken de Arapça'da merhaba demek olan Yahudi dili İbranice'den gelen Selamünaleyküm deyince de dindar olduklarını düşünürler.

Ramazanda ise "Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan" lafı her yere asılır.

Aralarında camii cemaatinden olanlar dahil namaz kılan oruç tutan dindar olduğunu söyleyen kimbilir kaç kişiye sordum bu sözün anlamını.

İnanmayacaksınız ama bir kişi bile çıkmadı bilen şu ana kadar.

Arapça ya kutsal bir söz sanıyor ve ağzını doldura doldura kullanıyor böylelikle daha sağlam bir Müslüman olduğunu düşünüyor.

"Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan" demek "Hoş geldin Ramazan ayı" demektir.

Şehr Arapça'da "ay" anlamındadır.

bayram-can

ÇOK GÜLDÜM

BAYRAM FIKRALARI ENGİN BİR HOŞGÖRÜ TAŞIR

Bugün bayram. Sizler için birkaç fıkra seçtim.

Mizah ne yazık ki günümüzde pek geçerli akçe değil.

Mizah asidir başkaldırır.

Mizah eleştirir.

Mizah sorar sorgular.

Mizah düşündürür.

Günümüzde bunlar "aşk-ı memnu" gibi şeyler artık.

Kimin haddine eleştirmek sormak sorgulamak hele hele ülke yönetimiyle dalga geçmek?

Oysa bu milletin ruhundaki mizah duygusu asırlar boyu süre gelmiştir.

Taassubun en şiddetli olduğu zamanda da askeri yönetimlerin milleti inim inim inlettiğinde de mizah hiç hız kesmemişti ülkemizde.

Darbe günlerinde bile generallerin taklidi yapılabilirdi örneğin.

Tayyip Erdoğan bile hicvedilmişti bundan 12-13 yıl önce.

Şimdi sıkı mı?

Yine de kıyısından köşesinden mizah yapılıyor elbette.

Bu bayram günü seçtiğim fıkralar dindar değil dinci olanlar tarafından hoş karşılanmayabilir.

Ama bu ve benzeri fıkralar halkın dilinde yüzlerce yıldır var.

Kendini de eleştiren kendisiyle dalga geçen bu fıkralarımız Nasreddin Hoca'mız Neyzen Teyfik'imiz zenginliğimizdir aynı zamanda.

Ne yazık ki asırlar önce yazılmış şiirlerde bile suç arayan ve kendi insanlarını ihbar edip hapse atılmalarından derin bir haz alanların ülkesi haline getirildik.

Ama aşacağımıza inanıyorum bu günleri.

Karanlık ve gerilik hiçbir zaman egemen olmamış ki dünyada bundan sonra bizde olsun. Öyle değil mi?

Haydi daha fazla uzatmayayım ve birkaç bayram fıkrası ile sizleri baş başa bırakayım;

ROMANTİZM YAPAYIM DERKEN

Kurban Bayramı'nda Temel ile Fadime kurbanlık almaya gitmişler. Gezmişler gezmişler Temel artık yorgunluktan bitap düşmüş. Fadime'ye dönüp son derece romantik bir eda takındıktan sonra "Yeter Fadime" demiş "Bırak kurban aramayı bu yıl ben kurbanın olayım. " Fadime Temel'i aşağıdan yukarı süzdükten sonra umursamaz bir biçimde "Üzgünüm ama bu yıl öküz kesmeyeceğim" demiş.

MÜSLÜMAN VAR MI ARANIZDA?

Cemaat camide namazını kılmış tesbihat yapıyormuş. Birden içeri elinde çifte su verilmiş Bursa işi bir ekmek bıçağı bulunan bir adam girmiş ve gür sesiyle "Aranızda Müslüman var mı?"diye bağırmış.

Cemaat eli bıçaklı adamdan acayip korkmuş tabii.

Kimseden ses çıkmamış. Ama içlerinden yaşlıca biri cesaretini toplamış her şeyi göze almış artık ve elini kaldırmış "Ben ben Müslümanım. "

Adam "Beni takip et o zaman" demiş ve birlikte dışarı çıkmışlar. Meğer kurbankestirecekmiş. Kurbanını yaşlı adama kestirmiş ama adam yaşlı tabii yorulmuş.

"Ben yoruldum evladım derisini de başkası yüzsün" demiş.

Kurban sahibi adam camiden içeri tekrar girmiş bu sefer Bursa işi bıçağı kana bulanmış gören cemaat iyice korkmuş tabii.

Adam "Aranızda başka Müslüman yok mu?" diye bağırmış.

O anda herkes imama bakmış imamın ödü kopuyor tabii.

İmam "Ne bakıyorsunuz bana ya" demiş ve eklemiş; "İki rekat namaz kıldırdık diye Müslüman mı olduk?"

NASIL İYİ OLUY MİYMİŞ?

Erzurumlu tarladaki harmanını kaldırmış ekinini kurutuyormuş.

Öğleden sonra gökyüzü kararmaya başlamış. .

"Allah'ım ne olirsen ekinim gurumadan yağmurunu yağdırma!" diye dualara başlamış "Hiç olmazsa bir gün müsade et Allahım ne olirsen. "

Ekini neredeyse kurudu kuruyacak.

Akşam üzeri bir yağmur bir boran ki sormayın gitsin.

Tüm ekini çürümüş Erzurumlunun.

O hırsla eve gelmiş bir de bakmış ki; eşeği de yıldırım çarpmış.

Bu olay Erzurumlunun içine oturmuş tabii ki ama elden ne gelir ki.

Zaman geçmiş ramazan ayı gelmiş.

İlk gün niyetlenmiş Erzurumlu. İftara tam yarım saat kala bir sigara çıkarıp yakmış. İlk nefesini şöyle bir güzelce çekmiş ve gökyüzüne bakarak üflemiş.

"Nasıl? İllet oliysen şimdi değil mi?" demiş ve eklemiş; "Ölen eşeği de gurbana saymazsam şerefsizim. "

DURUMA GÖRE

Bektaşiye sormuşlar :

-Rakı içer misin?

-Akşamdaaaan akşaaaama…

-Namaz kılar mısın?

-Bayramdan bayrama bayramdan bayrama…



SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: BAYRAM GELMİŞ KİMİME?



Öyle böyle "bayram" bugün gölge düşürmeyelim tadı olanın tadını kaçırmayalım;

Kutlayabilene kutlu olsun.

Hepimize birden kutlu olacağı günler yakın olsun.

"Bayram gelmiş neyime" diyenlerin bayramı mutlulukla karşılayanlardan fazla olduğu bir ülkede ne kadar bayram olabilirse o kadar bayram işte bugün bize de...

***

Bu kekremsi girizgahın birincil nedeni "tamamen duygusal".

Biri yer biri bakarken; biri bir lokma ekmeğe muhtaç diğeri sözüm ona sevaba girmek için kestiği kurbanı kasapta kendi sofrasına göre envai çeşit kesimden geçirip derin dondurucusuna göre paketletirken olmuyor...

Biri yalın ayakken diğeri binlerce liralık ayakkabısını sallayarak "instastroy"sini çekerken olmuyor...

Biri sahildeki bir bankın üzerine kıvrılmış yatarken diğeri deniz manzaralı yalı dairesinden "bayram selfisi" paylaşırken olmuyor...

Biri kepenk kapatırken diğeri bir gecede dolar milyarderi olurken olmuyor...

Biri ilaç bulamadığı için evladının kollarında son nefesini vermesini izleyip diğeri o ilaçtan koliyle alabilecek paraya burnunu biraz daha kaldırtır dudağını biraz daha doldururken olmuyor...

Derdim "zengin"le değil...

"Zengin" ve "fakir" arasındaki uçurumun her geçen gün biraz daha açılıyor oluşuyla...

Aynı ülkede aynı şehirde hatta aynı semtte yaşayan çocuklar arasında eğitimden sosyal yaşama yeni bir "ayrı dünyaların insanları" ötekileştirmesi devrinin başlamasıyla...

Zenginler kahrolmasın tabii ama fakirler de kahırlarından ölmesinler!

Kaynakları daha adil bölüşülebilen bir ülke diliyorum sadece;

Dolar demetleri sallayan o -değişik- memur abilerle hayatı boyunca bir doların yüzü görmemiş memur çocukları arasında bir eşitlik olması gerekmez mi hiç değilse!

***

Sonra başına gelmeyenin kalmadığı Themis hanım kızımızın hali var tabii;

"Adalet" yani.

"Cep"ten olduğu kadar geniş bir kesimi etkilemiyor yahut ilgilendirmiyor olsa da (ki ilgilendirmeli oysa; bir gün herkese gerekecektir illa adalet) neredeyse son 10 yıldır "neden içeride olduğunu" hukukçuların dahi izah edemediği insanlar gibi bir meselesi var bu ülkenin.

Dün Mustafa Balbay'dı... Tuncay Özkan'dı... Mehmet Haberal'dı...

İlker Başbuğ... Engin Alan'dı...

Bugün Enis Berberoğlu ve daha nicesi...

Kimsenin kimse için "masumdur" dediği yok dikkat ederseniz...

Kimsenin kimse için "beraat" talebi yok...

Ama binlerce insan "adil yargılama" istiyor ;

O zaman işin sonunda "pardon" denme ihtimali de olan insanların bu kadar uzun sürelerle içeride "tutuklu yargılanamayacağına" hiç değilse özgürlüklerinden çalınmayacağına inanıyor...

O zaman yeniden dokunulmazlık kazandığı için hakkında kesin hüküm de bulunmadığı hakkındaki en ağır suçlama da düştüğü için -emsallerinde olduğu gibi- serbest bırakılması gereken milletvekillerinin adeta birer "rehin" gibi ısrarla cezaevinde tutulamayacağına inanıyor...

O zaman Mehmet Altan serbest kalırken Nazlı Ilıcak'ın içeride bırakılamayacağına yahut Nazlı Ilıcak içeride tutuluyorsa Mehmet Altan'ın salıverilemeyeceğine -yeri gelmişken mevzu "üst akıl" ise Mehmet Altan'ın Ahmet Altan'dan da Nazlı Ilıcak'tan da çok daha "üst" bir akıl olduğu da aşikarken üstelik- inanıyor...

Bir suçun faili olan hâkimler savcılar bir bir bırakılırken bütün yaptıkları o faillerin suçlarına alkış tutmak olan "iş birlikçi" medyacıların içeride tutulamayacağına inanıyor...

Kaldı ki; o hâkim ve savcıların da zinhar salınmaması gerektiğine inanıyor!

Sadece içeridekiler-dışarıdakiler hasretlik özgürlük haksızlık bağlamında değil; hukuksuzca kollananlar ile onların geçmişteki mağdurları bağlamında da silahları eşitsiz bir adalet savaşının orta yerinde olmuyor işte... O baklava tabağından aldığın lokma ukde oluyor boğazında Murat Özenalp'in Ali Tatar'ın katillerinden tahliye haberleri gelirken o mezarların başında dökülen birkaç tanıdık damlayı bile bile...

***

Eh öz yurdunda gariplik hali var bir de...

Malumun yarasını saralım kimsesizin kimsesi olalım elimizde avucumuzda ne varsa olmayan muhtaç aciz biçareyle paylaşalım da;

"Kaçtım" dediği ülkeye "bayram tatiline" gidip sonra da bizim ekmeğimize bizim suyumuza bizim vatanımıza "ortak" olmaya kalkışan şaibeli bir kitleyi neden taşıyoruz sırtımızda!

Son yılların en ciddi iddiası; bir değil birden çok kişi tekrarladı. Kaynağı bu "tatilci mülteci"ler olan ülke sathına yayılacak şiddet olayları paralelinde gelişecek ve milyonlarca cenaze kalkmasına yol açacak bir çatışma ihtimalinin gölgesinde öyle bir gün gelirse "tatile gidecek" başka bir ülkemiz olmadığı gerçeğiyle baş başa arpacı kumruları gibi düşünürken olmuyor işte...

Onlara hür müreffeh bir hayat bile sunup sunamayacağımız meçhulken; çocuklar gibi şen olamıyoruz "bayram"ın yüzü suyu hürmetine olsa bile...

***

Hepimize "kutlu" olabilecek bayramların gelmesi dileğiyle...

SERVET AVCI: KARADENİZ DAHA NEYİ ANLATSIN?

Bayramları mümkün olduğunca memlekette geçirmeye çalıyorum... Her gittiğimde biraz daha grileşmiş biraz daha betonlaşmış biraz daha doğallığından kopmuş Karadeniz'de...

Şurası kesin; Bu ülkenin en hızlı çirkinleşen bölgesi Karadeniz ve de özellikle Doğu Karadeniz... İller ve ilçeler biribirileriyle yarışıyorlar adeta...

Samsun'dan sahile indiğinizden itibaren Sarp'a doğru hep aynı manzara... Biribirine yaslanmış yüksek binalar... Aceleye getirilmiş birçoğu sıvasız bırakılmış yapılar yeşilden arındırılmış alanlar ve kültürden nasipsiz merkezler...

Köyler ve yaylalar da hızla onlara ayak uyduruyor... Gurbette biraz para bulunduktan sonra içinde en fazla yılda 10 gün kalınan şatafatlı büyük evler beton saldırısından nasibini alan yaylalar...

Son imar affıyla ilgili bugün kadar yaklaşık 70 bin yayla evi için başvuruda bulunulması aslında her şeyi özetliyor... Bildiğimiz Karadeniz Karadeniz olmaktan çıkıyor... Tıpkı o dünya harikası Uzungöl'ün -yerel gazetecilerin ifadesiyle- Uzunhavuz'a dönüşmesi gibi...

Karadeniz Sahil Yolu sahili öyle bir biçmişti ki birçok sahil ilçesi denizle arasına yığılan o betonlar o kayalar ve üzerini kaplayan asfalt yüzünden bir anda kara ilçesine dönüşmüştü... Vaktiyle buna direnen Ünye ve Fatsa gibi ilçeleri elbette istisna tutarak söylemek lâzım...

Sadece il ve ilçeleri denizden koparılmakla doğanın dengesiyle oynamakla kalınmamış sözde dere ıslah çalışmalarıyla derelerin de etrafı betonlaştırılarak toprakla dere arasına ve aslında bir hayatla bir başka hayat arasına duvar çekilmişti...

***

Bugün felaket felaket ödenen bedeller tesadüf değil... Dengesiyle oynanan doğa fıtratına uygun şekilde yolunu arıyor... Ararken de fırsatını bulursa bentleri yıkıp geçiyor...

İşin tuhaf tarafı bölge halkının büyük çoğunluğunda yeterince hassasiyet yok bu konuda... Ülkenin veya gelişmiş dünyanın başka bir yerinde tepkiyle karşılanabilecek durumlar bu bölgede aynı sosyal tepkilere yol açmıyor...

Halk doğrudan yöneticiler eliyle gelen bu çarpıklıklar karşısında ya sessiz ya da onaylar durumda... Sol kültürün baskın olduğu bazı yerler dışında nadiren sivil tepkiler ve dirençler oluşuyor... İnsanlar geleceklerinden gaspedildiğinin farkında bile değil genellikle... Oysa dereleri küçülen yaylaları yok olan hayat alanları daralan hatıralarının şehirleri çirkinleşen ranta kurban edilen kendi şehirleri kendi öz kimlikleri...

***

Sanayinin yok denecek kadar az olduğu tarım alanlarının da karın doyurmaktan uzaklaştığı Karadeniz'de halkın para ihtiyacının başka önceliklerin nasıl da önüne geçtiğini görmek gerekiyor... Özellikle Uzungöl'de yıllar öncesinden itibaren Arapça'nın neredeyse 'resmi dil'e dönüştüğünü camiden yapılan yardım anonslarında bile teypten Arapça hitap edildiğini görmek gelecekle ilgili bilgi veriyordu aslında...

Zengin Arap turistten gelecek para Uzungöl'ün ve benzerlerinin korunması fikrini bir kenara itti ve zahmeti az bir şekilde para kazanma duygusunu tetikledi... Şimdi aynı tehlikeyi Ayder de yaşıyor...

Başta Trabzon ve Rize olmak üzere Araplar sadece 'çok paralı turist' değiller artık... Pazarın büyüklüğünü görünce emlakçılık ve müteahhitlik hizmetlerine de başladılar!. .

Doğu Karadeniz böyle artık... Siyaset kurumu buna el koymak yerine adeta aracılık edince belediyecilik bu bölgede yok hükmünde kalınca şehirler ilçeler köyler ve yaylalar kimliklerinden kopmaya başladı... Kopan keşke sadece şehirler olsaydı... Anlaşılan o ki insanların da büyük kısmı bu kopuştan nasibini aldı...

Bölgede sivil bir uyanışa çevreyi kültürü ve tarihi esas alan bu anlamda insanları da etkileyebilecek çapta siyasete ihtiyaç var... Aralıklarla Doğu Karadeniz'e gidenler görüyor ki bölge her geçen gün ölüyor kendi doğallığından mazisinden ve kimliğinden kopup gidiyor...

***

Not: Güney Azerbaycan Türkü ve aydını Rahim Cavadbeyli'nin İran'a iade edilmesi Türk tarihinin utançla anacağı sayfalardan birisi olacaktır... Bu devlet onun da devletidir... Türk devleti onun İran'a iade edildiğinde başına gelecekleri bildiği halde bu utancı üstlenemez üstlenmemelidir... Tarihte bu tür uygulamalara imza atanlar millî vicdanda asla affedilememiştir ve de affedilmeyecektir... Eğer bu iade gerçekleşirse bu utançta kimin parmak izi varsa en büyüğünden en küçüğüne kadar bu vebali taşımak mecburiyetinde kalacaktır...



MURAT MURATOĞLU: KONUT FİYATLARI ARTMAZSA NE OLACAK ZARARA?

* * *

Bu yatırım tavsiyesi mi? Yoksa dilin kemiği yok hadisesi mi? Sağolsun. kendisinden çok milletini düşünüyor. Madem piyasaya bu kadar güveniyor beklesin bir yıl fiyatlar katlasın ikiye satsın öyle…Bu ne rahatlık? Güvenip alsan para kazanamazsan kendisi zararı karşılayacak mı? Bu önerisi yatırım danışmanlığı kapsamında sayılacak mı?

* * *

Size şöyle anlatayım; Türk Lirası yılbaşından beri yüzde 40'a yakın değer kaybetti. Üstüne maliyetler yüzde 25 arttı. Oysa konut fiyat artışı yüzde 9'lardakaldı. Dediği doğru yılbaşında konut alan ciddi zarar yazdı.

Peki konut satanlar mevcut fiyatlardan satarken zarar mı yazıyorlar? Tabii ki hayır! Demek ki insafsızca kâr koyuyorlar. Ancak yüksek kârlarından fedakârlıkediyorlar.

* * *

Önümüzdeki yıllarda konut fiyatları kolay kolay artmaz. Artsa bile para kazandırmaz. Artış oranı enflasyonun altında kalır. Faizlerle hiç yarışamaz. Oturacaksanız farklı hikâye ama yatırım için alınmaz. Kira getirisi dişin kavuğunu doldurmaz.

* * *

Satıcı cephesi fena… 2 milyona yakın sıfır konut satılmayı bekliyor. Geçen yıl rekor kırarken 1 milyon 400 bin ev satış işlemi oldu bunun 660 bini sıfırkonuttu…

Üzerine üç milyon adet olduğu tahmin edilen ve satılmayı bekleyen ikinci el konutu eklersen beş milyon ev satışta… İnşaatı devam edenleri yarıda kalıp bitirilemeyenleri saymasan bile üç yıllık konut stoku mevcut…

Durun! Esas bomba imar barışıyla ortaya çıkacak arzda… Devlet iyi para kazandı lakin insanlar konutu satılabilmek için barışmayı kabul etti. Kaçak yapıyı kayıt ettirdi. Milyonlarca ev satılabilir hale geldi.

* * *

Sahi kim alacak bu konutları? Alıcı cephesi kredi batağında… Daha neresine alacak kredi? Zira bankalar konut kredisi işinden çekildi. Bu faizlerle alınan konut kredisinin de kârlı olmayacağı aşikar… Kampanya yapıp kamu bankaları görev zararı yazarak ucuza kredi verse bile o iş hikaye…

* * *

İnsanların geliri yükselmedi ki… Devalüasyon oldu bütün ülke fakirleşti! Yaşam pahalandı insanların alım gücü azaldı. Daha da azalacak. İnsanlar bunu önümüzdeki aylarda çok daha net hissedecek. Yaşam derdine düşecek.

* * *

Ülke resesyona girdi. İşsizlik artacak. Sizce çalışanlar zam mı alacak? Tüketici güveni yerlerde… Bulduğu her kuruşu saklayacak. Bırakın konut almayı fiyat soran bile olmayacak.

Ne diyordum? Hah! Güvenip ev alan olursa iki kat para kazanmaktan geçtim devletin tahvil faiz oranı kadar kazandırmazsa beyefendi zararı karşılayacak mı?



TOKMAK: BURUK BAYRAM!

Bugün mübarek Kurban Bayramı…

Ülkedeki tüm olumsuzluklara rağmen elbette kutlayacağız.

Bayramlar barış sevgi beraberlik kavuşma ve dayanışma günleridir. Fakat insanlarımızın önemli bir bölümünün "Bayram bizim neyimize!" dediğini duyar gibi oluyorum.

"Aslında kurban olan bizleriz… Kurban bu ülkenin insanlarıdır!" diyenlere hak vermek gerekir mi bilemiyorum.

Topallayan sakat bir demokrasinin olduğu…

Düşünce ve fikir özgülüğünün kısıtlandığı…

Milletvekili ve gazetecilerin cezaevlerine tıkıldığı…

FETÖ canisi ile uzaktan-yakından hiçbir ilgileri olmadığı halde atılan çamurlarla ve zorlama iddialarla insanların FETÖ'cü diye yargılandığı bir ülkede yaşıyoruz.

Seçimlerden önce "Başkanlık Sistemi'ne geçelim Türkiye ekonomide kanatlanıp uçacak kimse bizi tutamayacak!" diyorlardı.

Muhterem halkımız inandı oy verdi ne oldu? Daha aradan iki ay geçmeden başımıza gelenlere bakın!

Her şeye rağmen "Bayram bizim neyimize?" diyemiyor tüm okurlarımızın mübarek bayramını kutluyoruz. Çetin Altan'ın hayattayken sık sık dediği gibi; "Enseyi karartmayın!"



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder