14 Ağustos 2018 Salı

HULUSİ ÜSTÜN : DÜN FATİH'TEYDİM.

HULUSİ ÜSTÜN : DÜN FATİH'TEYDİM.

Suriçi'nde yürümek benim için tarihin içinde seyahattir.

Tarihi kişiliklerle yoldaşlık ecdadımla sohbet ilk gençlik yıllarımı yad etmek okul dönemlerini hatırlamak evliliğim ilk çocuğum...

Her sokağı her köşe başı ya yaşanmış ya okunmuş ya duyulmuş hatıraların mekanıdır.

. . .

Dün Dülgerzade'den Zeyrek'e Yavuzselim'den Balipaşa'ya yürüdüm. .

Fatih bambaşka bir yer olmuş.

Rayihası değişmiş yasemin ve öd ağacı kokuyor.

Sokakta Türkçe konuşan kimse yok...

Haleb'in köylüsünden Lübnan'ın Dürzisine Iraklısından Libyalısına Tunuslusuna Ürdünlüsüne kadar Arab'ın envai çeşidi oradaydı.

Entarili kıfayelisi de var taytlısı uzun saçlısı da Marunisi de Nusayrisi de Mesihisi de...

Hepsi neşeli hepsi gülümseyen hepsi yüksek sesle konuşan hepsi özgüvenli bir çoğu özgürlüğün rüzgarıyla sermest hoş görülecek olmanın bilinciyle sarhoş...

Gruplar halinde yürüyorlar.

Aralarında tek başına yürüyen mutsuz yüzlü suskun ürkek Türkler fark ediliyor.

. . .

Lokantalarda ful felafel humus...

Gar sabunu ve zahter yığınları...

Her köşe başında egzotik kokular satan dükkanlar.

İnsanın üstüne üstüne yürüyen sokaktaki kadınlara aç nazarlarla bakakalan sporcu gençler halinden tavrından şaşırtıcı bir özgüven dökülen kadınlar köyündeymişçesine kaşınarak dolaşan entarili yaşlılar sokak aralarında gürültüyle koşturan çocuklar....

Dedim ki 'Selahaddin'den beri fütuhat görmeyen Arab'ın en son fethi bu. '

Kuşatmayla aldığımız şehri farkında olmadan başkalarına verdik.

. . .

Arapça konuşan kalabalıkların içinden geçip Akdeniz Caddesine döndüm...

İki delikanlı küskün küskün konuşuyorlar birbirleriyle yanlarından geçerken gülümsedim.

'Caddenin başından bu tarafa yürüyorum. Bir Türkçe söz değmedi kulağıma... Sizi görünce mutlu oldum' dedim.

'Sorma abi biz Türkçe konuşan biri geçince çevirip öpüyoruz. ' diye karşılık verdi esprime gençlerden biri.

. . .

Ara sokaklarda onlarca satılık tabelası.

Fatih'te satılık tabelası görmek nadirattandı.

Arapça 'İcar' tabelaları asılı camlarda.

. . .

Fatih'in eskisi Siirt Arabı bir tanıdığa uğradım.

'Bir binada beş altı daireye Araplar oturunca binada kalan yerli aileler satıp gidiyor. Zaten iç sokaklarda apartman katlarında yaşlı insanlar var. Dışarı çıkamaz oldular. Yerliler buraları terk edip gidiyor' dedi.

Akşemsettin Caddesine Şam Caddesi der olmuşlar.

. . .

Şimdi bu yazdıklarımın altına yorumlar döşenir... Ne ırkçılığım kalır ne imansızlığım ne muhalifliğim...

Hiç biri değil...

Makul olmaya çalışıyorum.

Hiç bir devlet kendi iradesi ve kendi tasarrufu ile ülkesinin demografik etnik ve sosyal yapısını değiştirmez.

Türkiye'nin etnik yapısı geri dönülemez bir şekilde değişti.

Hiç bir devlet kalbi mesabesindeki tarihi şehri bir başka halkın istilasına açmaz.

Mesela İtalya'ya giden mültecilerin Roma'nın şehir merkezinde İngiltere'nin Buckingam'ında şehrin yerlilerini dışarı çıkaracak ölçüde homojen bir şekilde yerleşmelerine izin verilemez.

Hiç bir ülkenin gözbebeği olan şehirde o ülkenin yabancısına yerleşecekleri yerde ezici çoğunluğu oluşturacak şekilde ticari imtiyaz tanınarak orayı ele geçirme imkanı verilmez.

Osmanlı büyük göç dalgaları yaşamıştı.

Ne 1850'lerde Kırım'dan imparatorluğa akan milyonlarca insana ne 1864 Kafkasya Sürgünlerine ne 1912 Balkan bozgununda savrulan insanlara ne de mübadillere İstanbul'da topluca oturabilecekleri bölgeler göstermedi.

Devletlerin iskan politikası olmalıdır.

her devletin nazarında göçmenler yeni arı kolonileridir.

doğru yerde petek gösterirseniz balından istifade edersiniz

doğru yerde yer gösteremezseniz o arılar sizi sokar.

. . .

Demem o ki;

Arap'tan Fars'tan rahatsız olduğum yok.

Ömer Seyfettin'in Efruz Bey'i gibi 'Bila tefrika-i cins ü mezhep' kriterini esas alan bir adamım ben.

Savaş mağduru bir halka yardım etmek kucak açmak insani bir şeydir.

Ama böyle olmamalıydı...

Böyle olmaz...

. . .

Bu şuna benziyor...

Sokakta karşılaştığınız bir ihtiyaçlı kişiye karnını doyurması için para verebilirsiniz.

Ama onu alıp evinize getirmezsiniz.

Evinize getirseniz de kendisine yatak odanızı vermez eline kumandayı tutuşturmaz baba koltuğuna oturtmazsınız.

Eğer bunu yaparsanız her türlü istismara razı olduğunuz anlamına gelir bu.

İhtiyaçlı kişi sizi istismar etmek zorunda kalır.

. . . . . .

Türkiye'ye gelen Suriyeliler Iraklılar Libyalılar Afganlılar Pakistanlılar İranlılar Ürdünlüler Mısırlılar...

'Gelenlerin her biri memnun ki yerinden çok seneler geçti dönen yok seferinden...'

Bir tek politik tasarrufla içeri alınan bunca insanı hiç bir politik tasarrufla buradan geriye döndüremezsiniz...

Vatanlarından çıkmak için birbirini çiğneyen bu kitle ülkelerine geri dönmemek için karşılarına çıkan her türlü gücü ezer geçer.

Nitekim duymuşluğum var

'Allah razı olsun Suriye'de savaşı çıkaranlardan... O savaş çıkmasaydı Türkiye'ye gelemezdik' diyeni...

. . .

Türk Avrupa ve Asya'nın arasında bin yıldır icra edilen bir görevin adıdır.

Ve Türk dünya politiği açısından varlığı zorunlu bir aktördür.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim...

Türk bu göç ile kimliğini oluşturan en temel yapıtaşlarını yükselen bir balondan aşağı atmıştır.

Önümüzdeki yüzyıllardan sonra bu topraklarda Türk'ün varlığını koruyup koruyamayacağı tartışılır hale gelmiştir.

BU bir hissiyat değil çok temel bir sabit delilim var.

İstanbullu kimliği nasıl son otuz kırk yıl içinde hiç var olmamışçasına yok olmuşsa...

Türk kimliği de böylesi bir yok oluş sürecine girmiştir.

Kırk yıl elli yıl değil ama üç kuşak sonra bu kimlik bu topraklarda varlığını bu şekilde sürdüremez.

Tarihin temel aktörlerinden birisi olan bu halk geçmişte tarihin temel aktörlerinden olan bir çok halk gibi İskitler gibi Keltler gibi Hunlar gibi eriyip dönüşür.

Balkanlarda Bulgarlar ne ise Anadolu'da da Türk o olur.

. . .

Tabii biz kimiz ki öngörümüz ne ola...

Onca kitap okuduk da bir şey mi olduk...

Onca kitap yazdık da ne ettik...

Onca mektep medrese tahsil ettik onca mesele etüt ettik onca gezdik gördük de ne oldu.

Tabii ki biz bilmeyiz işin doğrusunu...

Konuşuyoruz işte...

. . .

Aylardır karar vermişliğim var; baktığım şeyde olumsuzluğu fark etmeyeceğim diye.

Olumsuzu eksiği ve endişe verici olanı değil olumlu olanı Tamam olanı ve güzelliği görmeye çalışacağım

Bu prensip doğrultusunda bakacak olursak olumlu bir takım yanları da var bu işin.

Artık kakuleli kahveyi her yerde bulmak mümkün.

Eskiden ramazandan ramazana tattığımız humus da felafel de her yerde var...

Tek dilli idik çocuklarımız iki dilli olmak durumunda.

Doğuda mı batıda mıyız belli değildi.

İçinde bu kadar Arab'ın olduğu gemi batıya gidemez gayri.

En azından bir istikamet sahibi olduk.

. . .

Hulusi Üstün

--

"INTERNATIONAL COVENANT ON CIVIL AND POLITICAL RIGHTS"

(Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme)

19'uncu maddeyi şöyle açıklar:

Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.

Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın sözlü yazılı basılmış sanat veyahutta herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme alma ve verme hakkıdır.

2'inci bölümdeki haklar özel haklar ve sorumluluklar getirir. Bu doğrultuda bazı limitler kanunlar tarafıyla uygulanabilir:

a) Başkalarının haklarına ve şöhretine saygı;

b) Ulusal güvenlik halk düzeni veyahutta halk sağlığı ve huzuru.

20'inci madde de; şiddet propagandalarını yasaklar.

19'uncu maddenin üçüncü bölümünde belirtilen iki bend gerek monarşik gerek militarist gerek muhafazakar rejimlerin talepleri doğrultusunda eklenilmiştir.

ÜLKEMİZİN İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNÂMESİ TERCÜMESİNİN 19'UNCU MADDESİ ŞÖYLE DER:

"Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak elde etmek veya yaymak hakkını içerir. "

1982 ANAYASASI'NDA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GENEL ÇERÇEVESİ

1982 Anayasası'nda düşünce özgürlüğü ile ilişkili iki madde bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1982 Anayasası'nın 25. maddesi olup; bu madde "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz" şeklindeki düzenleme ile ifade özgürlüğünü güvenceye almıştır. 25. madde düşünce özgürlüğü konusunda herhangi bir sınırlama sebebi düzenlememiştir.

Ancak 26. madde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında "Herkes düşünce ve kanaatlerini söz yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo televizyon sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

(Değişik: 3/10/2001-4709/9 md. ) Bu hürriyetlerin kullanılması millî güvenlik kamu düzeni kamu güvenliği Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması suçların önlenmesi suçluların cezalandırılması Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması başkalarının şöhret veya haklarının özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. (Mülga: 3/10/2001-4709/9 md. )

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler bunların yayımını engellememek kaydıyla düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/9 md. ) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil şart ve usuller kanunla düzenlenir" şeklinde düzenlemiş ve düşünceyi yayma ve açıklamanın bazı durumlarda kısıtlanabileceğini söylemiştir.

Anayasa'da yapılan değişiklikle daha önce 13. maddede sayılan genel sınırlama sebepleri kaldırılmış ancak oradaki sınırlama sebepleri 26. maddenin 2. fıkrasına eklenerek esas olarak düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi için bir değişiklik meydana getirilmemiştir.

Temel hak ve özgürlükler konusunda kritik olan konulardan birisi de sınırlamanın sınırının ne olacağıdır. 2001'de yapılan değişiklikten önce sınırlamanın anayasal sınırı "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü iken değişikle birlikte 13. maddede "Temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. " denilerek "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ölçütü dışında "öz güvencesi" "ölçülük ilkesi" ve " laik cumhuriyetin gerekleri" gibi yeni ölçütlerle de sınırlamanın sınırı genişletilmiştir.

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINDAN YAPILAN SON DAKİKA AÇIKLAMASINDA

"Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik; 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki güçler tarafından gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal barışını iç huzurunu birliğini ve ekonomik güvenliğini hedef alan ekonomik saldırılar kapsamında; bu amaca hizmet eder mahiyette her türlü yönlendirici haber yazılı ve görsel yayın operasyonel amaçlı sosyal medya hesapları ile birlikte ekonomik güvenliği tehdit içeren eylemlerde bulunan kişi ya da kişiler hakkında TCK'nın bankacılık Kanunu SPK mevzuatı ve ilgili kanun maddeleri uyarınca soruşturma başlatılmıştır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur"

denildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının da benzer bir soruşturma başlattığı bildirilldi.

TÜRK CEZA KANUNU : SUÇTA VE CEZADA KANUNÎLİK İLKESİ

Kanun No. 5237 Kabul Tarihi : 26. 9. 2004

MADDE 2.

(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz

Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz.

Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.


---
a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder