RAHİP BRUNSON ARTIK MİLLİ DAVAMIZ MALUMUNUZ. .
Sabaha imamın sesiyle uyanan bir millet artık gözünü açar açmaz 'Rahibin akibetini' merak eder oldu. .
Trump kafaya koydu ya bu 'Harika papazı' ülkesine döndürmeye atıyor-tutuyor vergi koyuyor manüple ediyor. . Elinden geleni ardına koymuyor. .
Şimdi size olabilme ihtimali olan hatta yüksek ihtimalle olabilmiş ve dahi büyük olasılıkla yani muhtemelen ve kesin olarak olmuş olabilecek bir şeyden söz edeceğim. .
**
Efendim şartlı tahliye edilen ve ev hapsine alınmış olan rahip Brunson'un önceki gün dişi ağrıdı biliyorsunuz. .
Aman Allahım bir telaş bir koşuşturma. . Sanırsınız kalp krizi geçirdi. . Eve apar-topar dişçi getirildi iyi mi. .
Allah aşkına diş ağrısına 'Acil Servis' muamelesi yapıldığını gördünüz mü hiç?
Gördüyseniz benim cehaletim. .
Ama dişi ağrıyan insan için kendi gidemiyorsa ki gidemiyor eyvallah ambulans gibi değil sakin sakin gelir dişçi gerekirse ağrısı dindirilir gerekirse operasyon yapılır. .
**
Hah işte ben işin operasyon kısmındayım. . Ama 'DİŞ OPERASYONUNUN' değil 'DIŞ OPERASYONUN. . '
Zira iddia o ki aynı gün İzmir'deki Çiğli Hava Üssü'ne bir uçak ve uçaktan da bir grup Amerikalı iner. .
Rutin gelmeler-gitmeler bunlar. . Normal şartlarda öyle adım adım izlenecek bir durum değil yani. .
Ancak bir askerin dikkati olayın seyrini değiştiririr. . Çünkü o asker komutanına acil kaydıyla bir bilgi verir:
-Komutanım Amerikan uçağından inenler arasında bu Amerikalı rahibe benzeyen üç kişi var. . İkiz kadar benziyorlar. .
NATO görevi çerçevesinde ayrıntılı bilgisi bulunmayan bir görev için gelen Amerikalı ekibin üsten çıkış için gerekli işlemleri beklediği sırada ulaşan bu bilgi öncelikle Hava Kuvvetleri İstihbaratını hareket geçirir. .
Bilginin doğrulanması ve ardından da gerekli adımlar için ilgili birimlerin bilgilendirilmesi gerekmektedir. .
Hızlı bir trafikle uçaktan inenlerden üçünün değil ama ikisinin Amerikalı rahip Brunson'a çok benzediği anlaşılır. .
Bunun üzerine çark işlemeye sorulara yanıtlar aranmaya başlanır:
-Kim bunlar?
-Neden geldiler?
-Aralarında neden rahibe benzeyenler var?
**
Ve adım adım takip başlar. . Görev NATO görevidir gerçi ama ekipten birileri rahiple bağlantılı Amerikalılarla görüşme bile yapar. . Ancak diplomatik dokunulmazlığı olan ve siyah camlardan içi görünmeyen araçlardaki 'meçhul Amerikalılar' İzmir'de birkaç noktaya uğrar. .
İki koldan takip altındalardır. . Büyük olasılıkla da takip edildiklerinin farkındadırlar. .
İzmir'deki hareketleri sırasında elle tutulur bir adres bir görüşme tespit edilemez. . Turist Ömer modunda dolaşırlar. .
Her ne için geldilerse muhtemel ki bu 'hissetirilen' takip sonucunda 'gıpraşamazlar. . '
Ve İzmir'de bir gece kalan ekip ertesi gün yine aynı hava üssünden Türkiye'den ayrılırlar. .
Tabi bizimkiler de derin bir nefes alır. .
Rahat nefes alırlar ama aralarında rahibin benzerlerinin de bulunduğu Amerikalıların bu kadar 'Boş-beleş' bir ziyaret yapmayacaklarını bildiklerinden kafaları karışıktır. .
Çünkü tüm değerlendirmelerin ulaştığı nokta aynıdır:
-Benzerlerinden biri rahip Brunson'un yerini mi alacaktı? Rahip kaçırılacak ve Türkiye bu operasyonla küçük mü düşürülecekti?
**
Böyle bir olay yaşandı yaşanmadı bilmem. . Yani büyük olasılıkla kesin olarak tahminimce yaşanmıştır da. .
Yaşandıysa ve sonuç alınabilseydi eğer gerçekten dünyaya rezil olurduk. .
Ekonomide bu kadar ağır bedelin 'MAZERETİ' olarak iliğini-kemiğini sömürdüğümüz rahip uçup gitseydi eğer Trump keyiften saçını sola bile yatırırdı. .
İki de bir elini iten eşi Melania bile elini sımsıkı tutardı. .
İhtimal ki bir askerimizin dikkati ve hızlı işletilen süreç önüne geçti demek ki. .
**
Yahu benim içim rahat etmedi. .
Ben uzaktayım biri bi koşu gidip baksa ya o evdeki harbiden bizim meşhur rahip mi yoksa benzeri mi?
MEHMET FARAÇ: "KÖTÜLER"İN KURBANI!..
Yaz ayına rastlamışsa eğer Kurban Bayramı adeta terk edilmiş o mahallede yaşam iyice berbatlaşırdı...
Kanalizasyon kokusunun kurban atıklarına karıştığı sokaklarda biz çocuklar yalnızca çok az evde kesilebilen koyunlara değil sınır boylarında korkuya kurban edilen hayvanlara da ağlardık!. .
Oysa yaşamın çelişkiler zincirine dönüştüğü bir mahallede nice tuhaflıklar vardı!. . Gelin sizi çocukluğumun bir Kurban Bayramı'na götüreyim ki orada hem insanlığı hem umudu hem de ihaneti görün;
Bizler sanki terk edilmiş bir dünyanın sonsuzluğunda gibiydik... Kayaların ve çamurun geçit vermediği sokaklarda eski çağdan kalmış zamanlara mahkum olmuştuk sanki...
Suyun eşek sırtında taşındığı elektriğin şansa kaldığı yoksulluğun ise kadrolu olduğu bir dünyaydı bizimkisi...
"Şark Çıbanı" yaralarının veba gibi yakamıza yapışması yetmezmiş gibi adı "Kötüler" olan bir mahallede yaşamak da kara tenlilerin dünyasında "zenci"lere dönüştürmüştü bizi!. .
Babalarımızın "kaçakçı" olması ise cabasıydı!. . Düşünebiliyor musunuz; kent merkezinden en az 6 kilometre uzaklıktaydık ve evlerimizin çoğunun avlusunda antik mağaralar vardı...
"Tatarcık" sineğinin bulaştırdığı Şark Çıbanı denilen illet ortalığı kasıp kavuruyordu ve biz ekmeklerini mayınlı arazilerde arayan korkuya köle babaların yoksul çocuklarıydık...
İsyanın misketleri!. .
Biz bu kadar handikapın çevrelediği bir mahallede yine de çocuktuk işte... Özlemlerimiz vardı güzellikten ve iyilikten yana... Arayışlarımız vardı başarıya ulaşmaktan yana...
Küçük mutluluklar körpe zihinlerimizde kocaman lunaparklar gibiydi!. .
Dut ağaçlarında sallanan salıncaklarda gökyüzünü keşfetmeye çıkmış yıldızlar gibiydik!. .
Çevirdiğimiz topaçlarda umutlarımıza dünyayı dolaştırırdık!. .
Çelik-çomak oynarken öfkelerimizi pulsuz mektuplar gibi uzaklara atardık!. .
Bazalt taşından yaptığımız "gülle"lerimiz vardı ve bizler modern dünyanın cam misketlerine isyan ederdik!. .
Ağaca hasret bir mahallede bozkırın tam ortasında minik ellerimizle kavrayabildiğimiz her nesneyi oyuncak yapardık; taşları ağaç dallarını cam parçalarını ve çamuru...
Kelebekleri uçak çekirgeleri helikopter diye kovalardık... Arılar pusuya yatmış korkularımızdı...
Birer harabeyi andıran evlerimizde mağaralara yuva yapmış yılanlarla köşe kapmaca oynardık!. .
Tüm yoksulluğumuza ve geri kalmışlığımıza rağmen; sarı güneşin kara tenlerimizi kavurduğu topraklarda kahverengi gözlerimiz yine de umudu arardı!. .
İşte orada; Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde bayramın telaşı günler öncesinden bizi tutsak ederdi!. . Sevinç ve heyecanın biraz da karamsarlığa karıştığı günlerde tek endişemiz bize yeni giysiler alınıp alınmayacağıydı.
***
Hüznün duvarları!. .
Kurban Bayramlarını yalnızca kan korkusundan değil bir önceki bayramdan kalma giysileri giymek zorunda olduğumuz için de sevmezdik...
Yalnız biz değil mahallenin diğer çocukları da Şeker Bayramı için alınan bağcıklı kahverengi kunduraları aylar sonra bir teneke leğende yumuşatıp Kurban Bayramı'nda da giymek zorunda kalırdı!. .
Boyanıp parlatılan o ayakkabılar hüznün adeta yüksek duvarlara dönüştüğü o mahallede hepimizi ıstırabın cenderesine çekmeye yeterdi!. .
Kötüler Mahallesi'nde briketten gecekondularda çaput döşeklerde zenginlik rüyaları görürken babalarımız olmazdı çoğu zaman yanı başımızda... Onlar genellikle o sıralarda ekmek peşinde olurlardı...
Urfa'nın Kötüler Mahallesi'ni mesken tutan kaçakçılar için Kurban Bayramı öncesi adeta hasat mevsimiydi!. .
O dönemlerde Suriye'ye hayvan kaçakçılığı yoğunlaşır ve kaçakçılar büyük bir heyecana kapılırdı... Çünkü çok hayvan çok para olduğu gibi çok da korkuydu aynı zamanda...
***
Dehşetin sınırları!. .
Kaçakçılar sınırı geçmek için bir gün önceden gece yarısı Kötüler Mahallesi'nden yola çıkarlardı.
Ahır olarak kullanılan Bizans'tan kalma mağaralardan çıkartılan küçük ve büyükbaş hayvanlar yaklaşık 40 kilometrelik bir yolculuğun ardından Suriye sınırına yakın köylerde bekletilir sonra da mayınlı araziyi aşmak için harekete geçilirdi...
Ekmeğin hayvan sırtında yaşamın hayvan kanında arandığı yerlerdi sınır boyları!. .
Kaçakçılar bazen mayınlı arazilerde güvenli yollar açabilmek için dehşet verici yöntemler de kullanırlardı...
Örneğin; bir eşeğin arkasına yatay olarak uzunca bir kalas bağlanır ve hayvanın mayınlı arazide hızla koşması sağlanırdı... "Mayın eşeği" lafı ordan gelirdi...
Zavallı hayvanlar pek şanslı olmazlardı!. . Çoğu arazinin ortasına gelmeden patlayan mayınlarla parçalanırlardı... Kaçakçılar bir hayvanın rahatlıkla geçebileceği bir yol açana kadar bu yöntemi sürdürürlerdi...
Kötülüğün kurbanları!. .
Kaçakçılar Suriye'den dönüşte çay kahve ve kına getirirlerdi... Bir de bayram sabahı kesecekleri kurbanların parasını...
Tüm kazançları buydu işte; Bir hayvanın açtığı kanlı yoldan hayvan kaçırmak ve bir hayvan kesebilecek kadar parayı ceplerine koyabilmek!. .
Şeker kokusunun kan kokusuna yenildiği o bayramlarda biz çocuklar ve garip analarımız işte bu ürkütücü atmosferde "kaçakçı" yolu gözlerdik!. .
Hepimizin tek korkusu vardı; bir mayına kurban gitmesin babalarımız!. .
Evet orası Kötüler Mahallesi'ydi... Yasadışılığın bir tek ekmeği bile mayının altına gizlediği kanlı toprakların yanı başıydı orası...
Tatarcığın tene yılanın uykuya yoksulluğun yaşama mayının cana ve korkunun insanlığa ihanet ettiği bir garip yerdi orası!. .
Orada... İşte Kötüler Mahallesi'nde her zaman bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardı... Ve oranın garip çocukları büyük kentin ihanet sarmalına düştüklerinde bir fincan mırranın yürek yakmasını hep takdir etmişlerdi!. .
"Kötü"lüğün kurban edildiği nice bayramlar dileğiyle!. .
OKURLARA NOT: Ne zaman yukarıdaki eski Kurban Bayramı yazısını anımsatmaya karar versem anılar bıçak altına yatmış bir koçun hüznü gibi boğazımda düğümlenir!. . Çünkü kayboldu her güzel şey gibi bayramların da ezeli coşkusu... Bize bayramları bile zehir eden tüm kötülere ve kötülüklere inat Kurban Bayramınız kutlu olsun...
MURAT MURATOĞLU: EKONOMİ SINAVDA BOŞ KAĞIT VERDİ!
Dünyanın üç büyük kredi derecelendirme şirketinden ikisi yine notumuzu düşürdü. Üçüncüsünün eli kulağında… Adamlar Türkiye'nin notunu düşürmeye doyamıyor. Ülke zaten "yatırım yapılamaz" "çöp" kategorisinde daha neyini düşürüyor?
Lakin Amerika ile papazız ya millet bu not düşürümlerini o sebeple sanıyor. Şöyle ki; Başkan Trump'ın attığı tweet şirketlerin önlerine düşüyor "Mesajını aldım başkanım Türkiye'yi batırmaya ben de hazırım" diyor.
Hop not düşüyor. Sistemin Türkiye'deki gibi yürüdüğünü kabul ediyor. Millet ciddi ciddi buna inanıyor! Güzel kardeşim o işler öyle olmuyor.
* * *
Kısa geçmişimize dönelim… Ülke bir zamanlar yükselen yıldızdı. Öve öve bitiremiyorlardı. Ortada ne dış güçler vardı ne de faiz lobisi lafı…
Tarihler 5 Kasım 2012'yi gösterdiğinde Fitch şirketi Türkiye'nin notunu yatırım yapılabilir seviyesine artırdı. Gazeteler "Fitch bayramı" diye manşet attı.
27 Mart 2013'de S&P şirketi Türkiye'nin notunu artırdı. Genel görüş "geç kalınmış" bir karardı. 16 Mayıs 2013'de Moody's şirketi Türkiye'nin notunu yatırım yapılabilir seviyeye yükseltti.
Türkiye 1992 yılından beri ilk defa iki kuruluştan "yatırım yapılabilir" kredi notunu aldı. Bu duyguyu son kez tattı!
* * *
Ya sonra? İlk kez 22 Mayıs 2013'de dünyada parasal gevşemenin biteceğine dair açıklamalar gelmeye başladı. Türkiye duymazlıktan geldi bu kararı. Harcadıkça harcadı. Daha çok borçlandı. "Yap" dedi "işlet" dedi "paran eksik kalırsa beni ara" modeline geçti.
Aradan bir yıl geçmişti ki göstergeler bozulmaya başladı. Türkiye'nin görünümü olumsuzlaştı. Notunuzu düşüreceğiz dediler. Kimse kılını kıpırdatmadı. Yıl 2016'ya geldi. Notlar indi. O günden beri not düşürümlerinin arkası kesilmedi.
* * *
Peki biz bu durumdan ders aldık mı? Yahu belki de bizde bir hata vardır diye hesap kitap yaptık mı? Boş verin nasıl olsa notlar bizim için yok hükmünde! Yine toz kondurmayacaklar ekonomiye… Yahu ülkenin Merkez Bankası bile faizleri yüzde 17.75 açıklıyor. Yalan söylüyor. Piyasada yüzde 30 faiz ile kredi bulan şirket öpüp başına koyuyor. Sonra da "Türkiye bu notu hak etmiyor!"Görüyorsun işte milliyetçilik sosuyla vatandaşa yedirdiğin kötü ekonomiyi el âlem bizim gibi susuz yutmuyor!
* * *
Zira piyasanın halini görmek için nota gerek yok. Türkiye mevcut borçlarını ödeyecek rezerve sahip değil… Yeni borç alacak kredibilitesi azalıyor. Haliyle kredi şirketleri bizimkiler gibi sanki her şey yolundaymış tadında davranamıyor.
Nasıl gidiyor derseniz geldiğimiz son nokta; "Onların doları varsa bizim Allah'ımız var!" Notumuzu düşürmesinler de ne yapsınlar? Acele etmeyin bekleyin daha Ay'a kadar dört şeritli yol yapacaklar.
ARSLAN BULUT: ABD İLE DANIŞIKLI DÖVÜŞ ŞÜPHESİ...
Pek çok okur bir şüphesini paylaşıyor. ABD ile süren gerginliği "danışıklı dövüş" olarak nitelendiriyor ve Türkiye'ye kurulan tuzağın gözden kaçırıldığına inanıyorlar.
Bir okur soruyor:
1-Rahip Brunson olayı Suriye'nin bölünmesini ve kuzeyinde bir PKK devleti kurulmasını halktan saklamak için perdeleme işlevi görüyor. Madem bu kadar ABD ile kavgalıyız nasıl oluyor da Menbiç'te birlikte devriye görevi yapıyoruz? Askerden askere ilişkiler birlikte devriye görevi yapacak kadar iyiyse neden Fırat'ın doğusuna geçemiyoruz?
2-Bu bir danışıklı dövüş ise Türkiye'nin öncelikli sorunu ABD'nin parçalama çabalarından önce AKP'nin oynadığı rol değil mi? Bu durumda AKP'yi desteklemek ABD'yi desteklemek anlamına gelmiyor mu?
3-ABD'ye verilecek en ciddi cevap derhal Suriye yönetimi ile doğrudan görüşmelere başlamak İdlip'te Afrin'de ve PKK kontrolündeki bölgede ortak hareket etmek kararı almak değil midir? Bunun yapılmaması danışıklı dövüş şüphesini kuvvetlendiriyor.
***
Ortada bir gariplik olduğu kesin. Zaten AKP iktidarı bugüne kadar gerçekte ABD çizgisinden hiç çıkmadı. Ergenekon Balyoz operasyonlarında "Rusya ile işbirliği yanlısı olan askerlere karşı ve askeri vesayeti yıkmak için ABD ve cemaatle birlikte hareket ettiklerini söyleyen bir AKP milletvekili değil miydi?
Suriye'nin kuzeyinde bir PKK ordusu kurulmasına sebep olan da Türkiye'nin bu ülke için ABD'nin çizdiği iç savaş senaryosunu sahneye koyması olmadı mı?
İŞİD'çiler nereden geldi nereden geçti? Suriye'de iç savaşın tarafı olan grupları kim eğitti kim donattı?
Kürt açılımı Ermeni açılımı… Bu politikaların mimarı kimdi?
Şimdi deniliyor ki "AKP bütün bu hatalı politikalarından vazgeçti ve ABD'ye karşı tavır aldı? AKP PKK ile ortak çözüm arayışından MHP ile ortak çözüm arayışına girdi. "
İyi de AKP Türklük karşıtı politikalarından vaz mı geçti? "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü dağlara taşlara yeniden mi yazdırdı? Çocuklara yeniden "Türküm doğruyum" diye ant içirmeye mi karar verdi? Türk olmaktan kurtulmakla övünüyorlardı. Şimdi yeniden Türk olmaya mı karar verdiler?
Milli olmak için her şeyden önce milletin ortak kimliğinde ve ideallerinde birleşmek gerekir. AKP'nin milli olabilmesi için MHP ile işbirliği yapması yeterli bir delil değildir. Biz dış görüntüye değil icraata bakmalıyız. Şu ana kadar AKP'nin hangi icraatı için "millidir" diyebiliriz?
Ülke ekonomisini yüksek faize koşan sıcak para ile çevirmesi üretime ve dış ticaret açığını kapatmaya dönük hiçbir eylemde bulunmaması stratejik kuruluşları yabancılara satması sıranın su kaynaklarına ve yaylalara gelmesi kime hizmet oluyor? Millete mi yoksa dünyayı sömüren şirketlere mi?
***
2002 yılından beri her seçimi AKP kazandıkça Türkiye kaybediyor. Türkiye kaybettikçe AKP kazanıyor!
AKP 15 yılda yaklaşık bir trilyon dolarlık ihale yaptı. Bunların havuza aktarılan yüzde 20'si 200 milyar dolar eder! Bu paralar nerede? Şimdi bu paraları yurda getirseler kriz kalır mı?
"Türk Milleti" gerçeğini bile kabul etmeyen ve başkanlık sisteminin asıl hedefinin "Türkiye milletini inşa etmek" ve "eyalet sistemi kurmak" olduğunu söyleyenler halen Cumhurbaşkanı başdanışmanıdır. AKP'ye bunun için mi destek veriliyor? AKP'nin kuruluş felsefesinde Türk'ün lafzına bile tahammül yoktur. Dolayısıyla bu gidişin sonu hiç de hayırlı değildir. Ekonomik krizde de doları olanların serveti ikiye katlandı. Sahi bu düzen içinde kimlerin elinde dolar vardı acaba? Kimler ihaleyle zengin edildiyse onların vardı tabii!
TOKMAK: KILIÇDAROĞLU NOKTAYI KOYDU!
AKP'nin yeni oyunlar tezgâhladığını bunlardan birinin belediye seçimlerini erkene almak olduğunu yazmıştım.
AKP yandaşları (yazarlar çizerleri akademisyenler yalakalar yalaka olmayanlar hemen herkes) erken yerel seçimin altyapısını hazırlamakla meşgul.
Hele güdümlü televizyon programları yok mu? Adamlar sebilci bardağı gibi ekrana diziliyor erken yerel seçimin faziletinden bahsediyor dinleyenleri aptal yerine koyuyorlar!
Erken seçimde CHP iyi ittifaklar kurarsa kârlı çıkarmış…
Çocuk kandırır gibiler. Neden? Çünkü Muharrem İnce'nin "Kurultay isterim!"diye tutturması nedeniyle CHP bölündü parti seçmen nazarında güven erozyonuna uğradı.
İktidar bu havadan yararlanıp CHP'nin elindeki belediyeleri de kapmanın hesaplarını yapıyor.
Peki CHP böyle bir oyuna gelecek mi?
Sevgili okurlar bu konuyu dün CHP lideri Kılıçdaroğlu'na bizzat sordum. Kesin bir ifadeyle: "Erken belediye seçimleri yok. Yerel seçimler Anayasa'nın emrettiği tarihte (Mart 2019'da) yapılacaktır" diyerek meseleye noktayı koydu.
Kimse heveslenmesin!
-- a45UyF587661
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder