13 Kasım 2018 Salı

Gündeme ilişkin Ahmet Kılıçarslan AYTAR makaleleri 2018-11-13

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : ABD TERÖRLE MÜCADELE STRATEJİ BELGESİ

Kendilerini "Suriye'nin Dostları" ilan eden 124 devlet Suriye'yi ahlakî ve askeri anlamda kaybetti.

Bugün Suriye'de Türkiye ve ABD'nin işgalindeki bölgeler dışında silahlı çatışmalar sona ermektedir.

Ama "Suriye'nin Dostları" paralı cihatçı askerleriyle savaştıkları için bozguna uğradıklarını kabul etmiyorlar!

*

Onlar; Suriye ile ilgili kararlarda Rusya'nın önderliğini reddetmenin

İşlenen suçlardaki sorumluluklarını örtbas etmenin

Mültecilerin geri dönüşünü sağlamanın

Avrupalı cihatçıların ülkelerine geri dönüşünü engellemenin

Suriye'nin yeniden inşasından pay almanın çabasındadırlar...

*

"Syrian Revolution 2011" adlı bir Facebook hesabından

Her Cuma günü Suriye Arap Cumhuriyeti'ne karşı gösteriler yapılması çağrıları yapıldı.

ABD Suudi Arabistan ve İsrail'in kontrolünde bir komplonun yürütülmesine başlandı.

15 Mart'ta BAAS'çı kent Deraa'da yapılan bir gösteride "Allah Suriye Özgürlük " sloganları altında;

Bir diktatörlüğün teşhir edilmesinin amaçlanmadığı

Ama dünyada benzeri olmayan çok inançlı bir topluma son verilmesi

Ya? Müslüman Kardeşler'in eriat" ilkelerine uygun bir yaşam tarzının oluşturulması hedeflendi...

*

Müslüman Kardeşler siyasi bir örgüttür.

Siyasi ideolojisini İngiltere destekliyor Suudi imamlar Türk ve Katar hükümetleri takip ediyor.

İdeolojisi Allah'ın dünyayı hizmetkârları ve düşmanları olarak ikiye ayırdığı düşmanların katlinin farz olduğuna dayanıyor.

Bu ideoloji ile savunulan Siyasal İslam; bugün dünyada terörizmi uygulayan bütün Müslüman örgütlerin gelişiminin öncüsüdür.

Sadece Suriye savaşında değil dünyanın her yerinde gerçekleştirilen cihatçı saldırıların amilidir.

Bu nedenle Siyasal İslam ile mücadele etmeden sadece terörist eylemlerle mücadele etmek hiçbir işe yaramayacaktır...

*

Nitekim 5 Ekim'de yayınlanan ABD Terörle Mücadele Strateji Belgesi;

Washington'un " Önce Amerika" söylemi doğrultusunda

Artık sadece İsrail dahil olmak üzere kendi çıkarlarına saldıran terörist örgütlerle mücadele edeceğini ortaya koyuyor.

*

Terörle Mücadele güvenliğe ve demokratik değerler ile insan hak ve özgürlüklerini hedef alan tehdit unsurlarına karşı

Hem ulusal hem de uluslararası mücadeledir.

Ama belgede "Terörizm İle Mücadele" sözcüğü yerine iddet İçeren Aşırılıkçılıkla Mücadele" sözcüğü kullanılıyor.

Düşmanları değil bir mücadele yöntemini tanımlıyor.

Terör uygulayan Müslüman örgütlerin ideolojisine kaynak olan Müslüman Kardeşler'in savunduğu ve yaydığı siyasal İslam ideolojisine değinmiyor.

Sadece terörizm ile mücadele yöntemini kullanmak üzere mesela Hizbullah gibi örgütlere işaret ediyor.

Böylece "Terörizm ile Mücadele" alçaltılıyor sanki terörle mücadele bitmeyen bir savaşa dönüşmüş bulunuyor...

*

Belge ABD çıkarlarına saldırdığı sürece mücadele edilecek İslamcı örgütlerini;

İran İslam Cumhuriyeti Hizbullah HAMAS El Kaide IŞİD Boko Haram Tahrik-i Taliban Leşker-i Tayyibe olarak belirliyor.

Bu durumda Müslüman Kardeşler ideolojisi mahkum edilmeden ne Suriye'de barış ne dünyada radikal terörizmin sona ermesi söz konusu olmayacaktır.

*

Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı S. Lavrov "Terörizm ile Mücadele" kavramının içinin boşaltılmasına itiraz ediyor.

ABD'nin Terörle Mücadele Strateji Belgesi'nde yeni geliştirdiği iddet İçeren Aşırılıkçılarla Mücadele " kavramıyla

Yasaları ve BM'in uluslararası hukuku doğrultusunda terörist eylemlerle mücadele yürüten devletleri onaya bağlamasını reddediyor.

ABD'nin bu kavramla aşırılık yanlılarını meşrulaştırdığını

Teröristleri her türlü yasal sorumluluktan muaf tutmayı hedeflediğine işaret ediyor.

*

ABD'nin Terörle Mücadele Strateji Belgesi'.nin okunuşu budur.

Belgede Müslüman Kardeşler ideolojisiyle mücadele yer almasa da

Eğer bu ideoloji yok edilmezse;

Ortadoğu sorunlarının temelini oluşturan ve Başkan D. Trump'ın hayallerini süsleyen

srail- Filistin Barışı" hiçbir zaman gerçekleşmeyecek demektir...

13.11.2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com



0000000000000000000000000000000

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : RABİA' CI ERDOĞAN PARİS' TE

R. T. Erdoğan I. Dünya Savaşı'nın Ateşkes Günü'nün 100. yıldönümü için Paris'tedir.

Bu vesileyle Başkan D. Trump'la görüşecek;

PKK liderlerine konulan para ödülüne rağmen terörle kesintisiz mücadelede işbirliğinin önemini vurgulayarak

ABD'nin İŞİD ile mücadele çerçevesinde PYD/YPG ile ortak sınır devriyesi yapmasından

Bu örgütlere yapılan silah yardımından ve verilen açık destekten duyulan rahatsızlığı iletecektir.

*

Ayrıca Türkiye'nin ABD ile uzlaşmaya vardığı Menbiç yol haritası kapsamında atılması gereken adımları

Fırat'ın doğusuna yönelik olası operasyonun ayrıntılarını da ele alacaktır....

*

2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı doğrultusunda

Bugün Suriye'nin savaş sonrasına taşınması süreci dört farklı strateji ya da senaryoda ilerletiliyor.

*

1- Rusya ve İran Senaryosu;

Suriye'nin toprak bütünlüğü

Suriye hükümetinin Suriye halkı tarafından belirlenmesi

Suriye'nin kurtuluşu için tüm tarafların temel prensiplerde anlaşması

Ülkenin seçimler yoluyla demokratik yola girmesi

Hangi ırk ve mezhepten olursa olsun tüm Suriyelilerin eşit haklara sahip olduğu esasında anayasa reform taslağının hazırlanmasını öngörüyor.

*

2-ABD senaryosu;

Orta Asya'daki siyasi ve ekonomik entegrasyon süreçlerinin engellenmesi paralelinde

Kuzey Suriye'de Esad'ın kontrolü dışındaki topraklarda NATO'nun "Batı'nın temsil ettiği medeniyetin güvenlik ittifakı" olduğu göstermek

Kuzey Suriye'de SDF çatısı altında toplanan isyancılarla işbirliği yaparken onları istikrara kavuşturmak ve rejim güçleri karşısında güçlenmelerini sağlamak

Nihayet uluslararası petrol şirketleri üzerinden uluslararası hukuka dahil etmek

Ya da Suriye'de Kürt tabanı üzerinde bir çokuluslu şirketler devleti oluşturmaya

Ama bu sırada İŞİD terör örgütünün geleceği hakkında hukuki süreç yürütmek

Esad sonrası siyasi uzlaşmanın koşullarını oluşturmaya dayanıyor.

*

3- Fransa ve İngiltere'nin Avrupa senaryosu;

Herşeyden önce ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle birlikte daha da geliştirdikleri kurallara dayalı

Küresel düzeni kendi lehlerine korumak üzere

Suriye'de Esad ve hükümetine muhalif ılımlı güçlerin ortak düşman İŞİD'e karşı taktik bir ittifak kurmalarına

İŞİD'in telafi edilemez zararlarına karşı daha önceki pozisyonları bir kenara bırakarak işbirliğinde olmaya

Kürt ve Arap savaşçılardan oluşan ılımlı muhaliflerin "Suriye Demokrat Ordusu"nu ve bunların askeri ve siyasi değişim taleplerini desteklemeye

Böylece Kürtler Araplar Süryaniler ile Suriye halkının birliği için demokratik bir Suriye'ye ulaşmak hedefine dayanıyor.

*

4-Türkiye'nin senaryosu;

Osmanlı'nın eski toprağı Suriye'nin toprak bütünlüğünün bölgedeki nufusunun artmasıyla sağlanabileceği

Bunun için bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşınması ve yeni bir demografik yapı oluşturulması gereğinden hareketle

Suriye'nin kuzeyinde ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanıyor.

Türkiye bu senaryosuyla Kuzey Kıbrıs'ı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne dönüştürdüğü gibi

Cerablus ve Afrin'de askeri müdahaleleri ve İdlib'te de-eskalasyon bölgesi sorumluluğu göreviyle;

Kuzey Suriye'yi askeri ekonomik ve politik olarak kendine bağlamayı hedefliyor.

*

Nitekim bu ülkeler stratejileri doğrultusunda Kuzey Suriye'de pek çok girişimde bulundular.

*

Öncelikle neredeyse Suriye savaşının başladığından beri

Fransız ordusu Suriye'nin kuzeyinde YPG' nın bulunduğu bölgede 5 askeri üste varlık gösteriyor.

Ayrıca kayıtlarda Irak'ta konuşlu görünen fakat Simelka üzerinden Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin kuzeyine giren Fransa Özel Kuvvetlerinin dışında

1. Deniz Piyade Paraşütçü Piyade Alayı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı 10. Paraşüt Komando birlikleri de faaliyet gösteriyor...

O sırada 31 Ekim 2014'te Fransa'da Elize Sarayında Cumhurbaşkanları Hollande ve Erdoğan PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm ile bir toplantı yaptılar.

Ardından dönemin Dışişleri Bakanları Alain Juppe ve Ahmut Davutoğlu arasında bir mutabakat imzalandı.

Mutabakat Fransa'nın gelecekteki çıkarlarını sağlamak

Bunun için Türkiye'deki PKK'lı Kürtleri Suriye'ye sürmek ve kuzeyde yeni bir devletin kurulmasıyla ilgiliydi...

Nitekim Erdoğan Suriye'de bir Kürdistan kurup buraya Türkiye'deki Kürt vatandaşlarını sürmek stratejisini yürütmeye başladı.

TSK ve polis PKK'lı Kürtlere karşı yoğun operasyonlar yürüttü.

Birçok köy yok edildi diğer birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlandı.

Erdoğan'ın stratejisi doğrultusunda Türkiye'deki Kürtler kıskaca alındı ve Suriye sınırındaki halklarla takas edildiler.

Suriye sınırındaki birçok Türk köyüne Kürtler yerleştirildi

Türkiye'deki yerleşimler ise Suriyeli cihatçılardan yana olduğunu düşünülen Suriyeli Sünni Arap sığınmacılara verildi.

Erdoğan Arap göçmen politikasıyla Güneydoğu Anadolu'nun demografisini kırmaya çalışıyordu...

*

Rusya İran ve Suriye ise bir çok defa Fırat'ı geçme girişimlerinde bulundu.

2017'de böyle bir girişim ABD güçlerinin Rus kuvvetlerine verdiği ağır kayıplarla bastırıldı.

10 Şubat 2018'de Rusya Fırat'ı geçmeyi deneyince yine ABD hava kuvvetleri tarafından geri püskürtüldü.

*

5 Mart 2018'de Başkan D. Trump Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı B. Netenyahu'yu ağırladı.

Ana gündem Başkan Trump'ın hazırlamakta olduğu İsrail ve Filistin barış planı idi.

Bu çerçevede ABD'nin Fırat Nehri'nin doğusunda Irak sınırına kadar olan noktada ve kuzeydeki Kürt bölgelerindeki varlığı konuşuldu.

Çünkü İsrail Ortadoğu'da ABD'den daha iyi bir garantiye sahip olamayacağını düşünmekteydi.

Netenyahu bu düşünceden hareketle Başkan Trump'tan sadece ABD kuvvetlerini Suriye'de tutmak için değil

Afrin'de Türk Ordusuna karşı savaşan Kürt YPG milislerinin desteklenmesini de istedi ...

*

Nihayet 14 Nisan 2018'de ABD İngiltere ve Fransa; Suriye'de Beşar Esad'ın sözde kimyasal silah potansiyelinin altyapısını vurdular.

Aslında birlikte Kuzey Suriye'de bir koridor oluşturdular.

Kuzey Suriye'ye sadece NATO'yu değil

Suriye petrolü gazı ve taşımacılığı için TOTAL SA şirketini British Petroleum şirketini ve ExxonMobil şirketini taşıdılar.

ABD askeri gücünü bölgeden çekmenin öncesinde Suriye'de Kürt tabanı üzerinde bir çokuluslu şirketler devleti oluşturmanın tohumlarını atmıştır.

Şimdilerde Kuzey Suriye'yede ki NATO gücünü Suudi Arabistan Mısır gibi Sünni Arap askeri güçleriyle pekiştirmeye çaba harcıyor...

*

Bu noktada ABD Türkiye'nin kendi topraklarında Kürt terörü ile mücadele etmesini öngörüyor.

Bu yüzden PKK'nın üç yöneticisinin yakalanması için ödül koyarken

HDP'yi terörden ayırıyor ve onu Türkiye siyasetinin bir unsuru haline getiriyor.

Ama ABD'nin Suriye'de YPG ile işbirliği yapacağını kesindir ve burada herhangi bir Türk askeri varlığını istemiyor.

*

Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki varlığı ile ilgili tek çözümünün;

Kürt Sorununa çözüm sürecini başlatmak olduğu açıktır.

Ancak en gerçekçi çözümün "Barış " olmasına rağmen

Erdoğan'ın Kürtlerle yeniden barış görüşmelerinde bulunması düşüncesi bulunmuyor.

TSK ile YPG ve Araplar ile YPG arasında sıcak bir çatışmaya doğru yol alınıyor.

*

Üstelik 5 Ekim'de yayınlanan Terörle Mücadele Strateji Belgesi'nde; ABD siyasi İslamcı ideoloji ve radikal militanlarla savaşmayı vaat ediyor.

Bütün dünyada terörizmi uygulayan Müslüman örgütlerin gelişimi Müslüman Kardeşler cemaatinin savunduğu ve yaydığı siyasal İslam ideolojisine dayanıyor.

Siyasal İslam ile mücadele etmeden sadece terörist eylemlerle mücadele etmek hiçbir işe yaramayacaktır.

Yoksa ABD kendisini Müslüman Kardeşler'in hamisi ilan eden ve bütün dünyayı bü örgütün "Rabia" sı ile selamlayan;

Erdoğan'ı bu fasılda mı düşünüyor?

*

Ulusumuzun Ulu'su Atatürk yaşıyor...

11 .11. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

00000000000000000000000000000000

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : ASLINA DÖNMEK

İsrailli Yahudiler kendilerini ırkçı bir Tanrı tarafından seçilen ırkçı kutsal insanlar olarak sayıyorlar.

Irkçılık; Yahudiliğin ya da Siyonizmin en temel taşı ve Siyonist koloninin içsel bir özelliğidir.

Öyle ki Lâik kanunların çıkış noktasının dahi Yahudi prensiplerinden kaynaklandığına inanıyorlar!

Onlar Tanrı'nın seçtiği insanlardır diğerleri ise kirli ırklar olup bu dünyayı kirletenler ve Yahudi Mesih'in yeryüzüne gelmesi için yok edilmeleri ön şart olanlardır.

Bu yüzden İsrail'in tanrısı soykırımcıdır ve İsrail'in soykırımcı olmasında şaşılacak bir şey yoktur...

*

İsrail'in ırkçılığı bulunduğu coğrafyadaki toplumlarda antitezinin oluşmasına yol açmıştır.

İsrail'in kuşatan "Politik İslami Sistemde" takdim edilen İslamcılık bugün dünyayı endişe tehlike cinayet ve yıkım kaynağı haline getirmiştir.

İslam toplumlarında kutsallaştırılan dini fikirler ve metinlere dayalı ideolojiler gerçek İslamiyet'e meydan okuyor.

Müslüman Kardeşler HAMAS Hizbullah ve daha bir çok İslamcı terör örgütü ve İran Şii İslam Cumhuriyeti!

Kafirleri öldürüp dünyaya İslamı empoze etmeyi hedefliyor...

*

Türkiye' de Erdoğan ile hızla İslamcı bir rejime dönüşüyor...

*

Ve soykırımcı Tanrı işbaşındadır işte hünerlerini bir bir gösteriyor:

*

Suriye dış politikası bağımsızlık işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin'in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyordu.

Suriye'yi savaşa taşıyan olayların iç sorunlarla ilgili bir boyutu olsa da;

Esasen bu yüzden İsrail'in çıkarlarına hizmet eden tutum ve politikalarıyla ABD ve müttefikleri ile Arap ülkeleri ve Türkiye'nin kirli planları ve komplolarıyla karşı karşıya kaldı.

Dünyanın en tehlikeli bölgesi Ortadoğu'da tümü stratejik derinlikten yoksun ve saldırıya açık petrol ülkelerinin ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının bölgesel su yollarından serbest olarak yapılması öngörüsü de Suriye Savaşının görünür nedeniydi...

*

Bugünler de Suriye'de savaş sona ererken ve geride teröristlerden kurtarılacak sadece İdlip kalmışken;

Bütün göstergeler Batılıların yeniden sefere çıktıklarını gösteriyor...

Bir tarafta ABD İsrail Birleşik Krallık ve Fransa

Diğer tarafta Suriye ve destekçisi Rusya ve İran

Üçüncü taraf olarak Türkiye'nin Suriye'deki politikaları eylemleri ve karşılıklı diplomatik salvoları;

Suriye'de sanki hiç bir zaman siyasi bir çözümün ve barışın sağlanamayacağı gibi kötü bir izlenim veriyor.

*

Hepsi Suriye ile ilgili savaşa yönelecek talepler ileri sürüyor.

Suriye bağımsızlığı için savaşa dursun Batılılar Suriye'nin yeniden inşasından ganimet kapmanın peşindedir...

Bu yüzden ABD Birleşik Krallık Fransa Suudi Arabistan Mısır ve Ürdün;

Astana süreciyle Rusya tarafından yürütülen "Suriye Savaşına Siyasal Çözüm" sürecini sürece müdahil olmadıkları gerekçesiyle reddetmeye yazıyorlar.

Birleşik Krallık ve Fransa ülkeyi el altından kontrol etmelerini sağlayacak kurumları dayatırken sömürgeci projelerini sürdürmeyi hedefliyorlar.

ABD vazgeçilmez süper güç statüsünü korumak istiyor.

İsrail ise Yahudi kimliğinin Şii İran üzerindeki izdüşümünden gelişen paranoyasıyla durmaksızın Suriye'ye füze saldırısında bulunuyor.

*

En kötüsü Yahudilerin ırkçı Tanrı'sının bir antitez olarak yarattığı

İslam toplumlarında kutsallaştırılan dini fikirler ve metinlere dayalı ideolojilerle gerçek İslamiyet'e meydan okuyan;

İslamcılık ve Cihadizm'den neşet eden ideolojik örgütlerin yaşamasına neden olurlarken

İsrail ve Filistin arasında yapılacak barışı da engelliyorlar...

*

Nitekim Rusya; Batılıların Suriye'de yeniden sefere çıktıklarını gösteren işaretlere karşı ve İsrail'in İl-20 uçağını düşürmesinin ardından;

Suriye' de S-300 Füze Savar sistemleriyle Akdeniz suları ve ülkenin hava sahasında gerekli gördüğü bölgeleri uydu navigasyonuna ve uçak iletişim sistemlerine kapatmaya hazırlanıyor.

Bugün Rusların mobil elektronik savaş sistemi Krasukha-4 Lazkiye'de Rus Hmeymim Hava Üssünde faaldir.

Rusya başta İsrail'in Suriye'deki iddialı rolünü cezalandırıyor ve Suriye'ye hücum edecek her tür savaş uçağının seyrüsefer ve radar iletişim sistemlerini kilitlemiş bulunuyor.

*

Çarşamba günü BM Genel Kurulunda İsrail Başbakanı B. Netanyahu ABD Başkanı D. Trump'dan

Rusya Devlet Başkanı V. Putin'in uydu navigasyonu ve uçak iletişim sistemlerine yapılan kilitlenmenin kaldırılması için teşvik istemiştir.

Şimdi Putin'in ABD'in Suriye'den çekilmesi şartıyla Batılıların Suriye'de siyasi çözüme yanaşmaları

Bu sırada İran' ın Hizbullah örgütüne yaptığı lojistiğin kesilmesiyle kademeli biçimde yürüyecek bir süreçte navigasyon ve uçak iletişim sistemlerine konulan kilitlemenin kaldırılacağı bildiriliyor.

*

Türkiye ise bu gerçekliğe rağmen Doğu Akdeniz'de Arap ülkeleri sınırlarının İslamcı Osmanlı'ya çekileceği konseptinin hayata geçirilmesinin hedefindedir.

Ne ki R. T. Erdoğan'ın Müslüman Kardeşler Örgütü ile işbirliği yaparak giriştiği

Türkiye ve Arap ülkeleriyle siyasi ve ekonomik usullerle kurulan net bağımlılıklar ortaklaşa denetim süreçleri ve vekalet savaşlarından;

Maksimum kâr çıkarılamamış güvenlik istikrar ve refah sağlanamamıştır...

*

Bugün Türkiye; Doğu Akdeniz'de jeostratejik ekonomik ve diplomatik etkileriyle 20. yüzyılın başlarında oynadığı acımasız rolü yeniden yüklenmiş bulunuyor.

Son macerasını Kuzey Suriye'de yaşıyor İdlib'te başrolde oynuyor...

Kuzey Kıbrıs'ı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne dönüştürdüğü gibi

Cerablus ve Afrin'de askeri müdahalelerle ve İdlib'te de-eskalasyon bölgesi sorumluluğu göreviyle; Kuzey Suriye'yi askeri ekonomik ve politik olarak usul usul kendine bağlamayı hedefliyor...

*

Erdoğan 17 Eylül'de Soçi'de Putin'le bir araya geldi.

Suriye güçleri ile karşı karşıya kalan Türkiye'nin desteklediği ılımlı isyancılara bir tampon bölge oluşturdular.

Türkiye ayrıca İdlib'in kuzeyindeki El Kaideci terör örgütlerinin bölgeden ayrılmasını da taahhüt etti...

Yani Türkiye'nin talebiyle Suriye ve Rusya teröristlere bölgeden ayrılmaları için bir mehil verdiler.

Mehilin ardından Türkiye'nin; Rusya ve Suriye bu konudaki kararlılıklarına karşı İdlib' de kalıcı bir çözüm sunması mümkün değildir.

Rusya ve Suriye bu konuda kararlılıklarını göstermiş bulunuyorlar.

*

Putin'in Soçi Anlaşması'ndaki duraklaması İdlib'de rejim saldırısının bir insani felaketinden sorumlu tutulmama arzusundan kaynaklanıyor.

Türkiye ise kaçınılmaz olanı ertelemek için çeşitli stratejiler üzerinde çalışıyor.

Bir taraftan İdlib'deki gözlem noktalarında yerleşim yerlerinin Esad'ın kuvvetlerine düşmesini önleme kararlılığını kanıtlamak için askeri varlığını güçlendiriyor.

Diğer taraftan Rusya'yı yatıştırmak için El Kaide'nin bir parçası olan Hayat Tahrir elam'ı (HTS) ayıklamaya çalışıyor.

Idlib'deki İslamcı ve milliyetçi muhalefet gruplarını HTS'nin ezici varlığına karşı seferber ediyor.

Böylece Rusya'nın bombalama kampanyasını yeniden başlatmasını ve Suriye rejiminin Idlib'e saldırmasını engellemeyi umuyor.

*

Ne ki Suriye'nin saldırısı ve Rusya'nın hava desteğini engellemeye yönelik adımların atılamaması durumunda

1- Türkiye muhalif güçleri desteklemek için rejim ve destekçisi Rusya ve İran ile mücadele etmek zorunda kalacaktır.

ABD ile olan bağların derinden gergin olduğu bu zamanda NATO ittifakından da bir yarar sağlayamayacaktır.

2- Üstelik Temmuz 2016 başarısız darbesinden sonra üst düzey yetkililer arasındaki önemli tasfiyeler nedeniyle

Türkiye'nin askeri kapasitesinin ciddi şekilde zayıfladığı bu sırada bir askeri macera; Erdoğan'ın popülerliğini tüketecektir...

*

Türkiye'nin alternatifi ise bugüne kadar desteklediği ılımlı İslamcı Özgür Suriye Ordusunu kaderleriyle başbaşa bırakmak

İdlib'teki insanî felaketi göz ardı etmek

Mülteci krizini önleyememek anlamına gelecektir...

*

Türkiye İdlib'te sıkışmıştır.

Tek çare İsrail ırkçılığının antitezi olan İslamcılığı buruşturup çöpe atmak Suriye'den çıkıp insanlığın lâik akıl ve vicdanına hizmet etmektir...

29. 9. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

0000000000000000000000000000000

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : KIRK YILLIKNİ OLUR MU YANİ

Türk Lirası artan dış borç ve borçların vadelerinde ödenmesi kabiliyetine karşı oluşan güvensizlik nedeniyle sert bir devalüasyona uğradı.

Türkiye ile ABD arasında ilişkilerin bozulması ardından Başkan D. Trump'ın Türk metal ihracatında tarifeleri iki katına çıkarması ve pek çok diplomatik konuda Türkiye'ye duyduğu huzursuzluğu göstermesiyle Lira'nın düşüşü hızlandı...

Şimdi Türkiye 2000 yılından bu yana en kötü ekonomik krizinden geçiyor.

Uygun acil durum politikaları uygulanmazsa ekonomik çöküş riski ile karşı karşıya bulunuyor.

*

Türkiye ekonomik çöküşünü önlemek için can acıtıcı çok ciddi parasal malî ve yapısal reformlar getirmelidir.

Erdoğan'ın bu krizi nasıl ele alacağı 2002'den bu yana siyasi liderliğinin mirasını tanımlayacaktır.

Israrla sahneye konulan yeni başkanlık sisteminin önemli bir ekonomik krizin yönetiminde faydalı olup olamayacağı anlaşılacaktır.

*

Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan yeni kabinesini kurarken de ekonomik sıkıntı vardı.

Hükümetin kredi bazlı büyüme stratejisi Türkiye'nin güçlü ekonomik büyümesini tetikliyor

Erdoğan büyük bir inşaat patlamasını finanse etmek için firmaların ve hanehalklarının borçlanmalarını hem teşvik ediyor hem de kolaylaştırıyordu.

ABD'nin düşük faiz oranları ve kolay kredi politikaları sayesinde Türk şirketleri ve bankalar;

Projelerin kârlı olacağı ve borçlarını kolaylıkla karşılayabilecekleri beklentisiyle ABD doları ve euro cinsinden büyük miktarlarda borç aldılar...

*

Ama şirketlerin döviz borç hacmi endişe verici seviyelere yükseldikçe aşırı borçlanmayı önlemek ve lirayı dengelemek için Türk hükümetine mütemadiyen çağrıda bulundular.

Erdoğan bu uyarıları göz ardı etti güçlü ekonomik büyümeyi sürdürmek için faiz oranlarının düşük tutulmasında ısrar etti.

Borç verenler ve yatırımcılar bu politikadan ve Türkiye'nin dış borçlarındaki artıştan endişeye kapıldılar.

Bu endişeler Türk firmalarının borçlarını geri ödemelerini ya da refinansmanını daha da zorlaştıran sermaye akışına ve Lira'nın hızlı biçimde devalüasyonuna yol açtı.

*

Yükselen borçlanma maliyetleri özellikle inşaat sektöründe bir çok firmayı iflasa sürükledi.

Hükümet bir kaç mega projede mesela; Kabataş "Martı Projesi-Transfer Merkezi Projesi" ya da "Kanal İstanbul" gibi kamu projelerinde

Bütçe kesintisi mali gelirlerin eksikliği ve mali açığı kapatma gerekçesiyle fonları askıya aldı ...

*

Bugün Türk ekonomisinin acil ve çok dikkat gerektiren bir kriz noktasına ulaştığına dair net işaretler vardır.

Ocak 2018'den bu yana Lira yüzde 40 değer kaybetmiş bu sert devalüasyon Ağustos'ta yıllık enflasyon oranını yüzde 18'e yükseltmiştir.

Geçen 15 yılın aşırı borçlanmasının bir sonucu olarak Türkiye'nin toplam dış borcu 500 milyar dolara yakındır.

Şimdi bu borcun 230 milyar doları refinanse edilmelidir ki kısa vadeli sabit döviz yükümlülükleri olan birçok şirket temerrüde düşmesin...

Ayrıca pek çok şirket ithal malzemelerin yüksek maliyetlerini müşterilerine yansıtamadığı için üretimi azaltma veya işlemleri askıya alma ihtiyacı duyabilir...

*

Aslında Erdoğan'ın son üç yıldır mevcut dış borç krizinden kaçınmak için atabileceği pek çok adım vardı.

Önemli uzmanların ve IMF'nin defalarca tavsiye ettiği önlemler alınabilse ve ABD ile diplomatik ihtilaflar daha iyi yönetilebilse;

Lira'daki hızlı devalüasyonu önlemek mümkün olabilirdi.

Bu adımlar atılmadı ve Türkiye modern tarihinin en kötü ekonomik krizlerinden biri ile karşı karşıya geldi.

Şimdi ne yazık ki bu krize karşı koymanın ağrısız bir seçeneği bulunmuyor...

*

Erdoğan'ın en acil adımı Lira'nın devalüasyonunu durdurmak olmalıdır.

Orta vadede yeni borçlanmaları azaltmak şirketlerin yeniden finansman ihtiyaçlarını karşılamak için etkili bir strateji bulmak zorundadır.

Devlet harcamalarını hükümet gelirlerine kıyasla yönetilebilir seviyelere indirerek yolsuzlukların neden olduğu açığı düşürmelidir.

Bunlar kolay seçimler değildir ve pratiklerinin milyonlarca Türk hanesi üzerinde olumsuz etkileri olacaktır.

Kamu sektörü ücretleri enflasyon oranından daha az artacak kamu çalışanlarının yaşam standartlarında azalma olurken

Hanehalkı ve işletmelerin yüksek faiz oranları yüzünden borçlanma maliyetleri artacaktır...

*

Bu noktada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde;

Erdoğan'ın beş yıllık görevinde kamuoyundaki dalgalanmalardan bağımsız olması yürütme organının popülist baskılara karşı daha güçlü olması bir avantajdır.

Bu Erdoğan'ın etkili olmak için iki ila dört yıl gerektiren acı verici ekonomik reformları hayata geçirmesini kolaylaştırabileceği anlamına geliyor...

Erdoğan kendini bu reformlara adamışsa popülist baskı altında seçimlerden zarar görmekten endişelenmemesi gerekiyor.

*

Üstelik yeni anayasa daha etkin mali reformlara da izin veriyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde hükümet bütçesi parlamento yerine cumhurbaşkanı tarafından hazırlanıyor ve onay için meclise sunuluyor.

Mevcut enflasyon ortamında bu yeni düzenleme;

Erdoğan'ın bütçe açığını küçültmeye ya da vergi açığını azaltmak için vergileri artırmaya karar vermesi halinde olumlu sonuçlar doğurabilecektir.

*

Yeni sistem Erdoğan'a Türkiye'nin bürokrasisini kontrol etmek için de daha fazla güç veriyor.

Bazı bütçe azaltma tedbirleri sadece sıradan vatandaşlardan ve seçmenlerden değil aynı zamanda güçlü memur ve bürokratik örgütlerden de direnişle karşı karşıya kalabilir.

Ancak askeri ve sivil hükümet örgütleri askeri darbenin akim bırakılması ve 20 Temmuz 2016'da Erdoğan'ın destekçilerini bütün bürokratik konumlara doldurmasıyla

Devlet memurlarının ve kamu işletmelerinin imtiyazlarını kısmak yeni başkanlık sistemi altında daha kolay olacaktır...

*

14 Eylül'de Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranını yüzde 17 75'ten yüzde 24'e çıkardı.

Yüzde 6 25'lik artış çoğu analistin öngördüğünden daha büyüktü ve ABD dolarına karşı lira değerinde yüzde 2'lik değerlenmeye yol açtı.

Erdoğan bu karara olumsuz tepki gösterdi ve eski faiz oranının yüksek faiz oranlarının enflasyona karşı etkili olmayacağını vurguladı.

Ayrıca bunun Merkez Bankası bağımsızlığının olumsuz sonuçlarından biri olduğunu iddia etti!

*

Ancak bu ifade Türkiye'nin yerli ve yabancı yatırımcıları ve alacaklıları için karışık bir mesaj oldu.

Birincisi Erdoğan tüm uzmanların Türkiye'nin ulusal para birimine olan güveni yeniden tesis etmek için önemli bir ilk adım olarak gördükleri bir politikaya karşı muhalefet ettiğini ifade ediyordu ki; bu çok endişe vericiydi.

İkincisi Türkiye Merkez Bankası bağımsız olduğunu ve Erdoğan'ın tavsiyesine karşı çıkmakta güçlük çekmediğine dair güvence vermesi gerekiyordu!

*

Merkez Bankası'nın 14 Eylül faiz oranlarını keskin bir şekilde arttırma kararı Erdoğan'ın politika önceliklerinde önemli bir değişimi temsil mi ediyordu?

Yoksa Erdoğan krizin şiddetiyle enflasyonist beklentilerle savaşmanın ve Türk Lirası cinsinden yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesinin ve ekonomik büyümenin korunmasına ilişkin kaygılara öncelik vermesi gerektiğini kavramış mıydı?

*

Erdoğan'ın faiz oranlarını değiştirmede damadı Albayrak'a bir kredi verdiği sanılıyor!

Damat Albayrak'ın son açıklamaları güçlü bir anti-enflasyonist tepkiye güçlü bağlılığını gösteriyor.

Öyle görünüyor ki Damat Erdoğan'ı faiz oranlarını yükseltmenin ve enflasyon ve mali açıklara karşı güçlü önlemler almanın iktisadi bir çöküşten kaçınmak için tek geçerli seçenek olduğuna ikna etmiştir...

*

Ancak Erdoğan hâlâ Küresel Liberal piyasaların Türkiye'den asli taleplerini karşılamanın çok uzağındadır.

Ekonomi alanında; Enflasyon direnci: Büyümenin sürdürülememesi: Cari açık Bütçe açığı: Cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi: Vergi Reformu: Tasarrufların Yükseltilmesi : Bankacılık ve Reel Sektör Reformu gibi yapısal sorunlara karşı geliştirilen düzenlemeler

Siyasi alanda; İç tasarrufların artırılması ya da üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmenin reformu: Cari açığa olumsuz katkı yapan Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması reformu : Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurumların gerçek anlamda bağımsız hale getirilmesine yönelik Kurumsal reformlar :

Bankacılıktan reel sektöre kadar Sektörel reformlar henüz ortada görünmüyor...

*

Bu noktada Türkiye'yi çok ciddi bir tehlike bekliyor.

Yoksa Erdoğan ekonomideki sorunları faiz artırımı ya da yapısal reformlarla çözülebilir olmaktan çıkarmış mıdır?

Türkiye'nin yaşadığı kriz artık İslamcı siyasetin alanında mıdır?

Böyleyse Erdoğan Türkiye'nin varlıklarını servet transferiyle hem bu ülkenin hem de İslam ülkelerinin İslamcı sermayesine nakletmeye koşuyor...

*

ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'yle tüm küresel liberal ekonomi dünyasına;

Uluslararası ilişkilerde güvenlik ve refahın lideri olduğunu : BM'de sorumluluğunun daha fazla olduğu kaydıyla uluslararası düzeni BM temel statüsüyle belirleyeceğini :

Ulusal güvenliği doğrultusunda ekonomik ve siyasi faaliyetlere müdahale edeceğini deklere ediyor olmasına rağmen;

*

Bakınız ! İşte İslam Hukuku İslami ekonomi ve şeriat devleti özleminde Müslüman Kardeşler'in lideri Erdoğan

BM'in 73. Genel Kurulunda bir kez daha revizyonist bir lider ülke tavrı sergiliyor.

lkemize yönelik baskı ve ithamlar haksızlıktır.

Türkiye olarak bizimle aynı perspektifi paylaşan ülkelerle bu siyasi ve ekonomik kaostan dünyayı kurtarabileceğimize inanıyoruz.

BM'nin yapısında kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Dünya 5'ten büyüktür diyoruz "diyor.

*

"Kırk yıllık Kâni olur mu Yani?"

Türkiye'nin bu krize karşı koymasının en ağrılı dönemi bu sorunun ortak akılda anlaşılma sürecidir...

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

0000000000000000000000000000000000

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : SURİYE'DE KALICI SAVAŞ OLASILIĞI

Hafta içinde ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi J. Jeffrey ülkesinin B. Esad' a yaklaşımıyla ilgili

" Esad'ın yönetici olarak bir geleceği yok. Ancak Esad' tan kurtulmak ABD' nin işi değil "

BM Temsilcisi N. Haley ise Esad'ın geleceğiyle ilgili imdilik iktidarda kalacak. ABD kesinlikle hiçbir şekilde onu istifaya zorlamıyor" dediler...

*

Fransızlar Uluslar Cemiyeti'nden aldıkları Suriye üzerindeki mandayı yeniden kurmanın peşindedir.

Bunun için Suriye'de Araplarla Kürtlerin etnik ayrılığından medet umuyor ve Suriye'de Araplara ait topraklar üzerinde Kürdistan'ın kuruluşunu destekliyorlar...

*

Dün BM'nin 73. Genel Kuruluna katılan Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian Suriye'de krize çözüm bulunamaması halinde savaşın kalıcı hale gelebileceğini belirtti.

"Bu Esad'ın olduğu kadar onu destekleyenlerin de sorumluluğudur. Siyasi bir çözüm için seferber olmak gerekiyor aksi halde bölgede kalıcı bir savaş riskine doğru gidiliyor. " dedi.

*

Bu ayın başlarında Fransa basınında bir Fransız Nexter Aravis piyade aracının fotoğrafı yayınlandı.

ABD'nin öncülük ettiği İslam Devleti ile (DAEŞ) mücadele koalisyonunda Fransa'nın askeri müdahalelerinin boyutları tartışılmaya başlandı.

Koalisyon Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDF) piyade ve mayına dayanıklı pusu korumalı araçlar tedarik ederken

SDF' nin kullanımına verilen Nexter Aravis piyade aracı

Ve 16 Eylül'de Fransız kuvvetlerinin Hawa kasabasında sadece bir saat içinde 70 topçu ateşi ile SDF'nin DAEŞ güçlerini bastırmasını sağlaması sorgulandı.

*

Bu gelişmeler DAEŞ'i yok etme konusunda Fransız taahhüdünün en son göstergesiydi.

Fransa'nın Suriye'deki taahhütlerinin gerçek boyutu ne olursa olsun DAEŞ'i yok etmek için askeri çabada merkezi bir oyuncu olduğu kanıtlandı. .

*

Birleşik Krallık Genişletilmiş Ortadoğu projesine Osmanlı'ya karşı 1915 Büyük Arap İsyanı'nın benzeri bir planla katılmıştı.

1915'te Araplara "Osmanlı'yı devir yerine Vahhabileri getir" karşılığında özgürlük vadettiler.

Bu kez kendi hükümetlerini devirmeleri ve yerine Müslüman Kardeşleri getirmeleri karşılığında özgürlük sözü verdiler.

*

İngiltere'nin Ortadoğu Bakanı A. Burt geçen hafta Ankara'daydı.

"Rusya ve Suriye rejiminin İdlib ve mücavir alana sığınan yaklaşık 3 milyon sivilin hayatını riske atan askeri operasyonundan son derece kaygılıyız" mesajı verdi.

*

Suriye Hükümeti Soçi'de Türkiye ve Rusya arasında varılan mutabakattan saatler sonra

İsrail uçaklarının Suriye füze savunma sistemlerini hedef haline getirmesi sonucu içindeki 15 mürettebatla birlikte düşürülen IL-20 vakasının

Sadece bir İsrail saldırısı olmadığını saldırının ABD ve Avrupa'nın koruması altında gerçekleştiğini açıkladı.

*

Suriye'de savaş sona ererken ve geride teröristlerden kurtarılacak sadece İdlip kalmışken;

Bütün göstergeler Batılıların yeniden sefere çıktıklarını gösteriyor...

Peki ama ne oluyor?

*

BM Genel Sekreterinin Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Mistura Cenevre'de;

1- 14 Eylül'de ABD Birleşik Krallık Fransa Suudi Arabistan Mısır ve Ürdün heyetleriyle

2- 18 Eylül'de Astana Grubu'nu oluşturan Rusya İran ve Türkiye heyetleri ve Almanya'nın da katıldığı toplantılar düzenledi.

Her iki heyet devam etmekte olan Suriye müzakerelerinde ağırlıklarını koymak üzere BM' e taleplerine ilişkin birer belge teslim ettiler.

*

Russia Today ABD Birleşik Krallık Fransa Suudi Arabistan Mısır ve Ürdün heyetlerinin belgesini açıkladı.

Astana Grubu BM'den " Suriye'de BM nezaretinde yapılacak anayasa reformu ve seçimlerde;

Potansiyel bağışçı ülkelerin uluslararası yeniden yapılandırma yardımlarında onların memnuniyetine yönelik bir siyasi süreç olmayacaktır" talebinde bulunmuş

Almanya Dışişleri Bakanı H. Maas ise ülkesinin serbest seçimlere giden bir siyasi çözüm imkanı olması durumunda yeniden inşa sürecine katılmaya hazır olduğunu bildirmişti...

*

ABD Birleşik Krallık Fransa Suudi Arabistan Mısır ve Ürdün heyetlerinin belgesinde ise;

ABD Rusya tarafından yürütülen süreci sadece müdahil olmadığı için reddediyor

Birleşik Krallık ve Fransa ülkeyi el altından kontrol etmelerini sağlayan kurumları dayatıyordu...

Bu hem Soçi kararlarının çiğnenmesi hem de Rusya'nın krizin çözümünde üstlendiği role karşı çıkılması anlamına geliyordu.

ABD vazgeçilmez süper güç statüsünü korumak isterken Birleşik Krallık ve Fransa sömürgeci projelerini sürdürmek niyetindeydi...

*

Suriye bağımsızlığı için savaşırken Batılılar Suriye'nin yeniden inşasıyla ganimetleri peşindedir...

Bu noktada R. T. Erdoğan' da "Komşuda pişer bize de düşer" ilkesinden yürüyor.

BM Genel Kurulu öncesinde " İnşallah önümüzdeki dönemde Fırat'ın doğusunu da kapsayacak şekilde Suriye'nin içindeki güvenli bölgeleri artırmaya devam edeceğiz. Ülkemize yönelik terör tehdidi son bulana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Aynı şekilde ilk kıblemiz Kudüs'ü işgalcilerin ve Filistinlilere devlet terörü uygulayanların ihtiraslarına terk etmeyeceğiz" diyor!

*

Erdoğan İslam Birliği başlığında Suriye'de bir Sünni koridor üzerinde "bölgeyi kazanırsak petrolü ve Misak-ı Millî topraklarını da kazanırız" hayali kuruyor!

Bu yüzden Erdoğan hem " Kudüs işgalciler ve Filistinlilere devlet terörü" derken Suudi Arabistan ve Mısır'a rağmen Sünni İslamcılığın liderliğine oynuyor

Hem Suriye'nin kuzeyine özerklik öngörmeyip ilhak etmek istediği için İsrail ile

Yeni Osmanlı Halifeliğini kurmak istediği için Birleşik Krallık ile

Suriye'de bağımsız bir Kürdistan'ın kurulmasına karşı çıktığı için Fransa ile

Ortadoğu'nun sınırları kanın ve inancın doğal bağlarını yansıtacak şekilde değişmezse sıranın kendilerine geleceğini artık gizlemeyen ABD ile çatışma halini sürdürüyor.

*

Batının ve Türkiye'nin Suriye ile ilgili savaşa yönelecek taleplerinin ardı arkası kesilmiyor.

Buna karşı Rusya İsrail'in İl-20 uçağını düşürmesinin ardından Suriye' ye göndermeyi planladığı

S-300 Füze Savar sistemleriyle ülkenin hava sahasında gerekli gördüğü bölgeleri kapatmaya hazırlanıyor...

25. 9. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

00000000000000000000000000000000

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : ALMANYA SEFERİ

Erdoğan iki yıl süren gerginlikten sonra yıpranmış ilişkileri onarma amacıyla Almanya'ya üç günlük devlet ziyaretinde bulundu.

Berlin'de Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Erdoğan onuruna verdiği akşam yemeğinde

Türkiye'de sivil topluma uygulanan yoğun baskı ve hükümet muhaliflerinin tutuklanmasına dikkat çekti.

"Umarım bunları gündem içerisinde görmezden gelemeyeceğimizi anlıyorsunuzdur. Türkiye demokratik normalliğe geri dönmelidir" dedi.

*

Cuma günü Başbakan A. Merkel ile yapılan görüşmede iki lider de ihtiyatlı bir uzlaşmaya olan ilgilerini gösterdi.

Ancak Merkel "derin farklılıkların" medeni haklar ve diğer konularda kaldığını vurguladı.

*

Cumartesi günü ise Erdoğan Avrupa'nın en büyük camilerinden biri Köln Merkez Camii'nin açılışındaydı.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) bir süredir bağlı camilerinde İslamcı Cihat çağrıları yapmak

Cihadizmin övüldüğü etkinlikler düzenlemekle itham ediliyor

Alman Anayasa Koruma Teşkilatı tarafından izleniyordu. .

Açılışa katılması tartışmalara yol açtı.

Türkiye hükümeti kontrolü altındaki DİTİB' den siyaset yapmaması yeniden ilahiyat ve manevi destek-danışmanlık hizmetlerine yoğunlaşması istendi...

*

Çünkü sadece Almanlar değil Batılılar Din'in toplumsal bir bağ ve ortak duyarlık yarattığını kabul etmekle birlikte

Din'in toplumsal davranışı sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesini yanlış olarak değerlendiriyor.

Dinî cemaatlerin ivmelediği slamcılığın" kendi burjuvazilerinin tarihi gelişiminde kilise ve monarşinin elinden aldığı ekonomik iktidarı ya da moderniteyi aşındırmasına itiraz ediyorlar...

*

Öyle ki Almanya ya da Batı kamusallığı en çok İslam'la olan çatışmasında canlanıyor ve harekete geçiyor.

Kamusal alanda Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığı da bu yüzden en önemli konulardan biri olarak gündemini koruyor.

*

Mesela Batılılar; İslamcı bir cemaatin lideri Fethullah Gülen'in Nur Cemaati'nin lideri Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Avrupa ile ilgili vizyonunu belirleyen

"Avrupa bir İslâm Devletine Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hamiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır" sözünden kendisine vazife çıkarmasından rahatsızdır.

Gülen onlar için de bir suçlu bir cihatçıdır düşünceleri düşmanca kabul ediliyor...

Ama iş F. Gülen ve avanesinin Türkiye'ye iadesine geldiğinde değişiyor.

Çünkü Batılılar; Türkiye'de Balkanlarda Doğu Akdeniz'de Ortadoğu'da ve Kafkasya'da ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni

Teşvik etmek ve kurmak hayaliyle yanıp tutuşan Müslüman Kardeşler lideri olarak kabul ettikleri Recep Tayyip Erdoğan'ı da onunla aynı kefeye koyuyor...

*

Onlar Türkiye'nin 15 Temmuz'da askeri bir darbenin acı verici deneyimine hükümetin orantısız tepki verdiğine

Önlemlerin bir çoğunun eleştirileri zayıflatma ve Erdoğan'ın iktidarı ele geçirme amacına hizmet ettiğine inanıyor.

Ve Erdoğan'ın görüşlerini meşru kılmamak için Fethullah Gülen ve avanesini Türkiye'ye teslim etmiyorlar...

*

Nitekim Erdoğan Almanya ziyaretinin bir özetini yaparken "Almanya ile FETÖ konusundaki yaklaşım farklılığı ortada. Alman makamlarının bunlara karşı daha etkin mücadele vermelerini bekliyoruz. Ulusal güvenliğimize tehdit teşkil eden yapılara karşı etkin mücadele bizim temel hakkımızdır. Yeterli delil olmadığından söz ediyorlar. Tüm delilleri kendilerine verdiğimiz halde bunların adeta yok sayılmasını anlamak mümkün değil" diyor...

*

Mesela yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Türk hükümetini mevcut ekonomik krizle başa çıkmada daha etkili kılmasını gerektiğine inanılıyor. .

Ancak vizyonunu ağırlıklı olarak İslam Hukuku ve İslam Ekonomisi düşüncesinden oluşturan Erdoğan

Batının Kopenhag kriterlerini oluşturan Sosyal ve Siyasal reformlara ya da Maastricht kriterlerlerini oluşturan kurallara da uyum sağlayamıyor...

*

Bu yüzden Türkiye; Batı'da Hukukun Üstünlüğü Temel İnsan Hakları Azınlıklar Eğitim Ekonominin Yönetimi gibi konularda eleştiriliyor.

Halbuki bu özgürlüklere ve demokratik kurumlara bağlılık uluslararası ve yerli yatırımcılara ekonomik ve finansal sistemlerin şeffaflığı konusunda güven vericidir.

Ayrıca gelişmekte olan Türkiye gibi bir piyasa ülkesinde sık sık ekonomik reformları zayıflatan yolsuzlukları ve ahbap-çavuş kapitalizminin önlenmesinde de çok önemlidir.

*

Elbette Almanya ve Batılı uluslararası sermaye bu vizyonuyla Erdoğan'a geçit vermiyor.

Zaten bu yüzden Türkiye Nisan 2017'den beri Avrupa Birliği'nin adı konmamış tecridine uğruyor.

Türkiye'nin üyelik sürecini askıya alınmıştır.

Türkiye'nin zararlarının diğer ülkelere yansıması önleyebilmek: Bu sırada Türkiye'nin küresel sistemin santrifüj kuvvetleriyle sarsılması: Yeniden AB'nin istisnaî siyasi ve ekonomik gücünü hissederek kararlılığını pekiştirmesi : Yapısal bir dizi reformlardan geçerek borç akışını düzene soktuktan sonra

Yeniden küresel ekonomiye entegre edilmesi öngörülüyor...

*

Nitekim Türkiye'de Türk Lirası nefes kesici bir çöküş yaşıyor.

Almanya bu yüzden Türkiye hükümetinin Batı'nın demokratik siyasi kriterlerine bağlılığı yerine

Yaşanan ekonomik krizin hem Avrupa ülkelerine yansımasını hem de 2015'te görülen mülteci dalgasıyla bir kez daha karşılaşmayı istemiyor.

Erdoğan'ın yüzünü tamamen Batı'ya çevirmek istiyor.

*

Ama Erdoğan' da Almanya'nın geleneksel "Lebensraum" (Hayat Sahası) ülküsü ve "Drang nach Osten" (Doğu'ya Genişleme) tutkusunu kabartmaktadır!

"Lebensraum"; Doğu Avrupa'da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya hakimiyetinde birleştirilmesi ve yeni toprakların kolonizasyonu ile beraber Alman popülasyonunun bu topraklara yerleştirilmesidir.

Bu topraklarda büyük kömür yataklarına demir altın mika kurşun çinko bakır grafit alüminyum elmas kaynaklarına Hazar'da ve Ortadoğu'da bulunan hidrokarbon kaynaklarına ulaşılması politikasıdır.

Bugün Almanya siyasi etki araçları vasıtasıyla Habsburg'ların Bismark'ın ve Hitler'in asırlar boyunca peşinde koşup askeri kuvvetle başaramadıklarını

Merkezi ve Doğu Avrupa'yı Cermen hayat sahası yapma ülküsünü ekonomik ve ticari işbirliğiyle gerçekleştirme yolunda büyük mesafe almıştır Rusya'yı da bu politikasıyla tehdit ediyor...

*

Bu noktada Erdoğan Sultan II. Abdülhamid'in "Boğaz'ın hasta adamı" olarak anılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisini canlandırmak için

1898'de Alman İmparatoru Wilhelm II ile stratejik olarak önemli Bağdat Demiryolu inşa etmek için yaptığı anlaşmayı örnek alıyor.

Halihazırda derin bir finansal ve para krizi ile boğuşan Erdoğan yabancı teknik bilgi ve para yardımı ile Türkiye'nin demiryolu ağını modernleştirmeyi hedefliyor.

Alman Siemens'e liderliğindeki bir konsorsiyumun sağlayacağı 35 Milyar Euro' luk

Sadece ekonomik açıdan değil aynı zamanda siyasi nedenlerle de önemli olan Avrupa- Çin İpek yolu üzerindeki demiryolu bağlantısını teklif ediyor!

Türk hükümetinin Siemens ile yaptığı görüşmelerde Alman hükümetinin mali destek sağlama konusunda istekliliğini dile getirdiği söyleniyor...

*

1896'da Pan-Cermen Birliği başkanı şöyle yazmıştı:

"Gerek Anadolu halkının ve gerekse Mezopotamya ile Suriye'nin Arap sakinlerinin bir Alman egemenliğine karşı güçlük çıkarması çok zordur.

Ülkenin iklim ve toprak koşulları Alman göçmenlerine kesinlikle zengin ve verimli bir çalışma alanı sağlayacaktır.

Alman çalışkanlığı ve bilimi güçlü bir Alman hükümetinin yönetimi altında bir zamanlar eski dünyanın en bayındır ülkeleri sayılan bu toprakları mülkü haline getirecektir.

Tıpkı Büyük Britanya'nın Hindistan'da yaptığı gibi. "

*

Barışcı yöntemlerle yaklaşma gerçek niyeti gizleme ve sinsilik o yıllarda Alman bugün AB emperyalizminin başlıca karakteridir.

"Kazan Kazan" felsefesi değil bunun bilinmesi gerekiyor...

2. 10. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder