19 Kasım 2018 Pazartesi

Bu gün öne çıkan makalelerden bir demet 2018-11-19 -4

ARSLAN BULUT: MİLLET BAHÇESİ VE ARKA BAHÇE!

Tayyip Erdoğan bir belediyecilik faaliyeti olan park-bahçe işlerini "millet bahçesi" adıyla güncelledi.

Erdoğan yeni yapılan parkların açılışını yaparken "bahçe" kelimesinin çağrışımıyla "arka bahçe" kavramını hatırlamış olsa gerek ki lkemizi kendi arka bahçeleri haline getirmek isteyenlere Çanakkale'den İstiklal Harbimize ve 15 Temmuz'a kadar her fırsatta gereken cevabı milletçe verdik. " dedi.

"Arka bahçe" kavramıyla ilgili tespitlerimi yıllar önce bu sütunda ve yakın zamanda 24 Ekim'de KRT'de Ebru Birçak'ın programında anlattığım için bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum...

Çanakkale Harbi'nde İngiltere Fransa ve Rusya'nın amacı Türkiye'yi arka bahçe haline getirmek değil Anadolu'da tek bir canlı Türk bırakmamaktı. Zaten Anadolu Rusya'ya bırakılmıştı. 1917 Ekim devriminden sonra Rusya'nın başına geçen Lenin bu gizli anlaşmayı dünya kamuoyuna açıkladı.

***

"Arka bahçe" modeli ise İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uygulamaya konuldu!

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra galipler dünyayı paylaştı. Türkiye "arka bahçe" olarak ABD'ye terk edildi! Rahmetli Oktay Sinanoğlu Yeniçağ televizyonunda konuyu bize değerlendirirken 1947'de daha bir çocukken Ankara'da Amerikan askerlerini gördüğü zaman "Biz İstiklal Savaşı'nı bunun için mi yaptık?" diye düşündüğünü söylemiş ve özetle şu tarihi sözleri söylemişti:

"Sonra anladım ki Türkiye Yalta Konferansı'nda ABD'nin etki alanına terk edilmiştir. Buna karşılık Doğu Avrupa da Sovyet etki alanı olarak kabul edilmişti. Amerikan askerlerinin bu anlaşmadan hemen sonra İsmet Paşa'nın yaptığı gizli anlaşmalarla Türkiye'ye gelmesi hatta Meclis binasının duvarına bitişik bir şekilde karargâh kurmalarından da durum belli oluyordu. O tarihten sonra Türkiye Amerikan yörüngesine girmiştir. Soğuk Savaş bittiği halde Türkiye bu yörüngeden kurtulamamıştır. Devletin kendisi ve silâhlı kuvvetleri NATO üzerinden Amerikan etkisi altında iken bağımsız siyasi partilerin olması mümkün değildir. "

Sinanoğlu 2000'e doğru giderken "10 yıla kalmaz Türkiye bağımsızlığını tamamen kaybedebilir" diyordu. Bu sebeple Türkiye'yi adım adım dolaşarak halkı bilgilendirmeye çalışıyordu.

* * *

Yalta Konferansı 4 Şubat 1945'te Kırım'ın Yalta şehrinde Lavidia Sarayı'nda yapılmıştı. Konferans'ta ABD'yi Roosevelt İngiltere'yi Churchill ve SSCB'yi Stalin temsil etmişti.

Yalta'da dünya paylaşılmış ve çeşitli ülkeler bu üç ülkenin etki alanı olarak kabul edilmişlerdi.

Rusya basınında Yalta'nın ardından Türkiye'den Kars ve Ardahan ile birlikte Boğazlar'da üs istenmişti. Türkiye'deki bazı çevrelerde halen yalanlansa da Molotov'un anıları talebin gerçek olduğunu gösteriyor.

Sinanoğlu'na göre bu da Stalin ile Roosevelt arasında kararlaştırılmış bir oyundu. Rusya anlaşma gereği bu taleple Türkiye'yi ABD'nin kucağına itmişti!

***

Fehmi Koru da atışmanın taraflarını doğru konuşlandıralım" başlıklı yazısında İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yeni Dünya Düzeni'nin "Türkiye Batılı bir ülke olacak" kararını verdiğini belirttikten sonra "Egemen güçler bu gelişmeyi yalnızca dört yıl geciktirebildiler. 1946 seçimlerine hile karıştırılarak CHP tek parti yönetimi sürdürüldü ama 1950 Türkiye'yi demokrat raya oturttu" diyecekti.

Koru "Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının farkı tam da bu noktada: Demokrat çizgideler ve ülke için doğru tercihin eksenden şaşmamak olduğunu da biliyorlar... Ara sıra tereddüt geçirseler başka yönler kendilerini cezbetse bile kısa sürede yönlerini doğrultabilecek bir uzgörüye ve esnekliğe sahipler" sözleriyle AKP iktidarının Amerikan ekseninde yürüdüğünü itiraf etmiş böylece Sinanoğlu'nun tespitini Türkiye'yi yönetenlere o dönemde çok yakın bir gazeteci olarak teyit etmişti.

Şimdi değişen ne var?

15 Temmuz'da yapılanın aslında ne olduğu darbe girişiminden haberdar olunduğu halde buna neden izin verildiği ise "kamu vicdanında" hâlâ aydınlatılamamıştır.



EMİN ÇÖLAŞAN: GEÇMİŞTEKİ APO'DAN GÜNÜMÜZDEKİ KAŞIKÇI'YA

Sevgili okurlarım Suudi Arabistan'dan İstanbul'a özel olarak gönderilen cinayet ekibi yapacağını 2 Ekim günü yaptı…

Şimdi bu olaya yazının son bölümünde bir kez daha değineceğim.

Ama önce yıllar öncesine dönelim…

Ve o zamanki devletle günümüzün devletini kısaca kıyaslayalım.

★★★

Yıl 1998

Güneydoğu'da hortlayan PKK terörü canımızı yakmaya devam ediyor. Her gün şehitler veriyoruz.

Gece gündüz PKK ile yatıyoruz örgütün başı olan katil Apo ile kalkıyoruz.

Apo derseniz hemen burnumuzun dibindeki Suriye'de… O zamanki devlet başkanı Hafız Esad'ın koruması altında…

Suriye'de kampları var örgütü oradan yönetiyor. Apo gözümüzün önünde Şam'da yaşıyor.

Adamı yakalayıp etkisiz duruma getirmek ele geçirmek falan mümkün olmuyor.

MİT tarafından düzenlenen iki suikast girişimi başarısız kalıyor.

PKK'nın bütün amacı Türkiye'den bağımsız bir Kürdistan devleti kurmak ülkemizi bölüp parçalamak.

Türk Milleti tepkili.

Dağ başlarında her gün şehitler veriyoruz. Kentlerde bir sürü olaylar çıkıyor.

Ne yapmalı?

Ankara'da çok önemli bir devlet kararı alınıyor.

★★★

Günlerden 16 Eylül 1998.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye'ye komşu ilimiz Hatay'a gitti ve sınırda sınırın sıfır noktasında yaptığı konuşmada Suriye yönetimine seslendi:

"Suriye'ye karşı artık sabrımız kalmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti beklediği karşılığı görmediği takdirde her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Sabrımızı taşırmasınlar gerekeni yapsınlar…"

★★★

Günlerden 1 Ekim 1998.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Meclis'i açış konuşmasında aynı konuya değinmek zorunda kaldı. Tutanaklardan veriyorum:

"Suriye Türkiye'ye karşı açık bir husumet (düşmanlık) politikası izlemektedir. PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza ve barışçı açılımlarımıza rağmen hasmane (düşmanca) tutumundan vazgeçmeyen Suriye'ye karşılık verme hakkımızı saklı tuttuğumuzu sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha dünyaya ilan ediyorum. "

★★★

En yetkili iki ağızdan çıkan bu sözler o zaman çok dikkat çekmişti ve devlet hazırlıklarını gizlice sürdürüyordu.

Bir yanda MİT öbür yanda Türk Silahlı Kuvvetleri.

Ordumuz Suriye'ye girdiğimiz takdirde hangi birliklerin nerede ve nasıl kullanılacağını belirlemiş silah ve cephane stoklarını ona göre takviye etmişti.

Bıçak kemiğe dayanmış kesin karar verilmişti. 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrasında yurtdışına ilk operasyonu yapacaktık. Donamamız Suriye'yi denizden abluka altına alacaktı.

Yabancı ülkelere mesajlar iletildi:

"Şakamız yok. Hafız Esad ya Apo'yu bize verecek ya da Suriye'ye girip ne pahasına olursa olsun onu alacağız. "

Suriye yönetimi büyük panik yaşıyor ancak sessizliğini koruyordu.

Gelen haberler Apo'nun da panik yaşadığını gösteriyordu.

★★★

Günlerden 9 Ekim 1998.

Demirel'in konuşmasından 9 gün sonra Suriye Apo'yu sınır dışı etmek zorunda kaldı.

Özel bir uçakla cebindeki sahte pasaportla önce Yunanistan'a gitti.

Oradan Rusya'ya sonra İtalya ve yine Yunanistan'a geçti gittiği her ülkeden sığınma talebinde bulundu.

Türk Devleti ağırlığını koymuş bastırıyordu: Hiçbir ülke onun barınmasına izin vermedi. (Bu süreci çok özetle anlatıyorum. )

2 Şubat 1999 günü bu kez Kenya'ya gitti ve Yunanistan Büyükelçiliği'ne sığındı.

Yunanistan ise aramızda savaş çıkacak diye korkuyordu.

Devreye bu kez ABD girdi ve katilin Türkiye'ye teslim edilmesini istedi.

★★★

Uzlaşmaya varıldı… Apo bize teslim edilecekti.

Ancak bu katil Kenya'dan buraya nasıl getirilecekti! O yıllarda devletin elinde Katar Şeyhi tarafından hediye edilen uçaklar falan yoktu ki!. .

Cavit Çağlar'ın sekiz kişilik küçük uçağı kiralandı. İçine biri doktor diğerleri MİT'çi ve özel harekat subayı olan mürettebat bindirildi ve ver elini Kenya!

O sekiz kişiye göreve çıkmadan önce devlet yemini ettirildi. Ölünceye kadar hiç kimseye hiçbir şey söylemeyeceklerdi.

Bırakın bir şey söylemelerini isimleri bile hep gizli kaldı. Kim olduklarını öğrenemedik.

★★★

Nairobi havalimanında Apo'yu paketleyip uçağa koydular. Gözleri ve ağzı bantlıydı ve uyuşturucu iğne yapılmıştı. Uçak havalandı. Görevlilerden biri "Memlekete hoş geldin Apo" dediğinde herhalde çok şaşırmıştı!

Filmin sonrasını hep biliyoruz. İmralı Adası'na götürüldü. Haziran 1999'da başlayan duruşmalarda müebbet hapis aldı ve şimdi orada istirahat etmeyi sürdürüyor!

★★★

Sevgili okurlarım bunları niçin anlattığıma gelince…

Apo büyük bir katildi. Devletimiz ağırlığını koyunca Suriye'den kovuldu ve sonunda yakalanıp Türkiye'ye getirildi.

Benzer bir olayı tam 20 yıl sonra 2 Ekim 2018 günü yaşadık.

Suudi Arabistan'dan İstanbul'a gönderilen Cemal Kaşıkçı'yı öldürmekle görevli ve o ülkenin resmi görevlilerinden oluşan 18 kişilik cinayet ekibi işini bitirdi ve katiller gözlerimizin önünde hep birlikte kaçtılar.

Şebekenin içinde olan konsolos bile günler sonra kaçtı…

Ve biz seyrettik!

Senin ülkende cinayet işleniyor sen o ülkeye karşı hiçbir şey yapamıyorsun…

Devletin ağırlığını koymaktan acizsin.

Üstelik elindeki bilgi ve belgeleri bile Türk Milleti ile paylaşmıyor ancak yabancı ülkelere yabancı medya kuruluşlarına servis ediyorsun!

Devlet "Aman aramız bozulmasın" diye Suudi Arabistan'a tavır koyamıyor.

★★★

Şimdi lütfen bu iki olayı kıyaslayınız…

Apo olayında devletimiz gücünü göstermiş ve ağırlığını koymuştu.

Kaşıkçı cinayetinde hiçbir şey yapamadık ezik kaldık… Ve hep öyle kalacağız.

İlkinde gurur duyduk ikincisinde nasihat aldık…

İlkinde mutlu olmuştuk ikincide hayıflandık!. .

Devlet o zaman da vardı şimdi de var!

Bugün yaşadıklarımızı 20 yıl öncesiyle kıyaslayın!



NECATİ DOĞRU: İMRALI'DA RABİA OLUR!

PKK'nın Kandil'deki 3 önemli ismi; Murat Karayılan Cemil Bayık ve Duran Kalkan için ABD toplam 12 milyon dolar ödül koydu.

Büyük para.

Yakalayana değil.

Yerlerini ihbar edene.

3 ismi yakalayana ise ne kadar verileceği açıklanmadı. Onlar da muhtemelen "25 milyon dolar" ödül alabilir. Bu 3 isim de yakalanırsa İmralı Adası'nda yatan Öcalan'ın yanına konulursa Rabia olur. Rabia Arapça dörtlü-dördüncü demek.

★★★

ABD Başkanı sözcüleri PKK'nın Kandil'deki 3 önde gelenini "yakalayıp Türkiye'ye vermeyi" ciddi ciddi teklif ettiler. Bizim Dışişleri Bakanı ile eski Genelkurmay ve yeni Milli Savunma Bakanı bunun bir aldatmaca ve "PKK'PYD'ye dönüştürmenin ve tıpkı Irak'ın kuzeyinde olduğu gibi Suriye'nin de kuzeyinde bir Kürt Özerk Devleti yaratmanın" sinsice tilkice alçakça bir oyun olduğunu söylediler.

Doğrudur.

ABD'den her şey beklenir.

Ancak ortada kararlı bir şekilde mralı'yı dörtleyip Rabia" yapma teklifi var. ABD bu 3 ismi yakalayıp "gelin alın" derse iktidar adamları ne yapacak?

Salın gitsinler mi diyecek?

★★★

Ne ilginç rastlantı!

Amerikan kaynaklı başka bir "altın ihtimal" daha dillendirildi ve önce ABD basınına sızdırıldı. Sonra da bizim medyaya yansıdı. Buna göre "uzun yıllar kendini sadece Allah'ın kucağına bırakacağını" söyledikten sonra gidip "Pensilvanya'nın kucağına kıvrılan Fetullah Gülen'i" de ABD Türkiye'ye postalayacak.

Neyin karşılığı?

Verdik papazı!

Onun karşılığı!

Hayır!

O değil.

Kaşıkçı cinayetinde eldeki kanıtlar "emri verenin" Suudi Prensi Salman olduğunu gösteriyor. Bu kanıtlar Türkiye istihbaratının elinde varmış. ABD ise Suudi Prensi "emri veren cani" olmaktan kurtarmaya çalışıyor. ABD'liler diyorlarmış ki "Siz Prens'in katliam emrini veren olduğunda ısrar etmeyin biz de size Fetullah'ı gönderelim. "

Doğruysa…

İmralı'da Rabia!

Ve yanında Fetullah!

★★★

Büyük başarı olur.

Önümüz seçim!

Kriz halkı kavuruyor.

Homurtular toplumsal eylemlere dönüşmek üzere. İktidarın İmralı'yı Rabia yapmış ve yanına da Fetulah'ı koymuş tabloya ihtiyacı büyük.

İzleyelim.

Seçim öncesi bu kez rüzgar dış dinamikten esiyor.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

BİR ANNENİN ADALET ARAYIŞINA VİCDANLAR SAĞIR!

Tren raylarının altının yağmur sularıyla oyulabileceği akıl edilseydi ve önlem alınsaydı bu feci kaza olmayacaktı. Çorlu'da 5 ay önce 7 Temmuz günü tren kazasında 25 kişi can verdi. Mısra Öz Sel adlı bir annenin 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel ile 45 yaşındaki kocası Hakan Sel de bu kazada hayatını yitirenlerin arasındaydı. Hazırlanan raporlarda "kazada suçlunun yağmur olmadığı" yazıldı. Acılı eş ve anne Mısra Öz Sel "bu kazanın sorumluları ortaya çıkartılsın cezalandırılsın" diye kampanya başlattı. Adalet için sesini duyurmaya çalışıyor. Adalet arayan acılı annenin sesini TCDD Genel Müdürü İsa Aydın ile dönemin Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan Twitter'dan engelledi. Vicdanlar sağır.



MURAT İDE: KIBRIS'I SATAN TÜRKİYE'Yİ DE SATAR!

Başlık fazla iddialı gibi duruyor değil mi?

Ama iddialı bulduğumuz olmaz-olamaz dediğimiz ne varsa yaşadık. .

Ve artık her an her şey olabilir noktasında zihinlerimiz. .

Zaten kötü adamların en büyük silahı 'Alıştırmak'

Alıştıkça altında ateş yakılmış kazana dönüyor dünyalarımız. .

**

Kıbrıs adasının çevresi birkaç yıldır enerji kaynakları üzerinden fena bir trafiğe sahne oluyor biliyorsunuz. .

Bizim takayı andıran sismik gemimizi (!) saymazsanız 72 millet habire kurcalıyor denizin altını. .

Kıta sahanlığı kara suları falan dinleyen de yok. .

Zaten bizim cenahtan "Dinlemeleri gereken" bir uyarı yapan da yok. .

Ara ara "Ben burdayım haaa!" çıkışları dışında Kıbrıs ve çevresinde olup bitenlere dair "Devlet politikası" başlıklı bir yol haritası bir duruş gören var mı?

Ada'nın etrafını ve altını kevgire çevirenlere Kıbrıs Türk'ünün büyük lideri Rauf Denktaş'a yaptıkları atarın yarısını yapmadılar. .

Kıbrıs da ortak aklın kırmızı çizgisiydi. .

Kırmızı çizgiyi önce Denktaş nam-ı diğer 'Toros' üzerinden pembeleştirdiler. . Ardından Mehmet Ali Talat iktidarı ile neredeyse yavru ağzına çevirdiler. .

**

Peki bugün sonuç?

Bakın İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener 6 ay önce hükümete seslendi ve sordu;

-Sayın Erdoğan'a soruyorum; Yanlış politikalarının sonucunda Kıbrıs'ı sattın mı? Buna müsaade etmeyeceğiz. .

Bu sorunun bir sebebi ve anlamı vardı. .

Kıbrıs Davamız üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. .

Uzun zamandır hazırlanıyor bunun zemini. .

Hatırlayın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne verdiğimiz ekonomik desteği (Ki bu stratejik bir zorunluluktur) sadaka gibi dillendirmekten utanmayanlar oldu. .

Bunun lafını edecek kadar küçülenler oldu. .

Oysa Milli Güvenliğimiz ile ilgili bu mevzuda yapmamız gerekenin yarısını bile yapmıyorduk. .

Suriyelilere 35 milyar dolar harcayıp caka satanlar kardeşine 40 yıllık destek anlamına gelen bu paranın lafını etmekten ar etmedi. .

Bakın bugünlerde daha dikkatle izleyin Kıbrıs mevzuunu. .

Ege'deki adalarımızda Yunan bayrağı dalgalanıp Yunan askeri salınırken gıkını çıkarmayan iktidarın adımları kafa karıştırıyor. .

Rum kesiminin uluslararası toplantılar düzenleyerek gemi azıya aldığını da hesaba katın. .

Son birkaç yıldır trilyon doları bulduğu söylenen enerji kaynakları üzerindeki cüretkar sondaj çalışmalarını da ekleyin. .

Ve görün ki; Kıbrıs'ta bir şeyler oluyor. .

**

Yanlışlarıyla kentlerimizi hendeklere teslim edenler. .

Vizyonsuzluklarıyla Suriye'nin kuzeyini pyd'ye teslim edenler. .

Gayr-ı Millilikleriyle Ege'deki adalarımızı işgalcilere terk edenler. .

"Ecdat" lafını ağızdan düşürmezken Sokullu Mehmet Paşa'dan bu yana cümle ecdadımızın kemiklerini sızlatmaya hazırlanıyor. .

Ben demiyorum. .

Kapalı kapılar ardında yapılan ama aslında gün gibi ortada olan gelişmeler öyle diyor. .

Mesele okuyabilmekte. .

**

Dikkat buyrun son dönemde "Bu Londra var ya Londra" diye atarlanırken acaba olası pazarlıkta el mi güçlendiriyorlar?

Verecekleri tavizi "Ekonomik krizden çıkış yolu" diye mi pazarlayacaklar?

Zaman gösterecek. .

Ancak tek başıma ve kendi adıma ilan ediyorum ki;

Kıbrıs davasına ihaneti Kıbrıs'ı gavura teslim etmeyi aklının ucundan geçirenler

Dini pencereden bakınca Hazreti Osman'dan

Milli percereden bakınca Sokullu Mehmet Paşa'dan

Lala Mustafa Paşa'dan

Piyale Paşa'dan

Dr. Fazıl Küçük'ten

Rauf Denktaş'tan

Kardeşleri için toprağa düşmüş Türk Mukavemet Teşkilatı kahramanlarından

Ve Kıbrıs Türk'ünden utanmalılar. .

Hepsini geç derseniz eğer;

Kasımpaşalı olanlar için de çocukluğunuzun geçtiği Piyale Paşa'dan geçerken mahcup olmayın diye söylüyorum. .

Kıbrıs her şeydir. .



ORHAN UĞUROĞLU: FETÖ SORULARI NEDEN YANITSIZ?

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik 15 Temmuz kalkışmasında jandarmada darbecilere direnen subayların terfilerinin engellenip pasif görevlere çekildiği ve emekli edildiğine dair iddiaları Meclis'e taşıdı. İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından yanıtlanması istemiyle TBMM'ye soru önergeleri verdi.

Ahmet Çelik önergelerinde "15 Temmuz darbe girişiminde hukuk devletinden yana tavır koyan Jandarma teşkilatı bir nevi Türkiye'nin kaderini belirlemiştir. Cumhurbaşkanlığı emri ile bakanlıklara gönderilen yazıda '15 Temmuz'da yaralananlara Devlet Övünç Madalyası verilmesi' teklifi ilgili kurumlarca değerlendirilmiş sivil-asker ve polis gazilere övünç madalyası verilmiştir" diyerek şu sorularına yanıt istedi:

- Gazi Jandarmalara neden Devlet Övünç Madalyası verilmemiştir.

-Jandarma teşkilatı içinde koruma kararı bulunan personelden bazılarının bu kararı gerekçe gösterilmeden kaldırılarak neden terör örgütlerinin hedefi haline getirilmiştir.

- Jandarma teşkilatında FETÖ ile mücadelede tecrübeli-etkin kaç subay emekli edilmiştir?

- Söz konusu personelin tasfiyesinden kimler sorumludur?

- 2017-2018'de emekliliğe sevk edilen personel arasında FETÖ'nün sızamadığı devreler olduğu bilindiği halde ısrarla bu personel niçin tasfiye edilmiştir?

- Jandarma subaylarını üçte birinin 15 Temmuz'dan sonra TSK'dan uzaklaştırıldığı malumdur. Subay ihtiyacının en fazla olduğu Jandarmada FETÖ ile mücadele eden personelin emekliliğe sevk edilmesini kimler talep etmiştir?

- MİT'in TSK personelinden 12 bin kişi hakkında "Milliyetçi-Atatürkçü-Pornocu" gibi sınıflandırmalarla fişleme yaptığı mahkeme dosyalarına yansıdı ancak "kanıt" olarak kabul görmedi. Ancak bu fişlemeler personel arasında "Güvensizliğe" sebep olmuştur. Bu güvensizliğin ortadan kaldırılması için herhangi bir çalışma başlatılmış mıdır?

- Jandarma teşkilatında 2017 atamalarında 81 Jandarma Komutanlığı'na yardımcılığına şube müdürlükleri gibi kritik görevlere atananların büyük bölümü FETÖ iltisakî sebebiyle tutuklanmış ya da atılmıştır. Söz konusu personelin sayısı kaçtır?

- 15 Temmuz'da Jandarma birliklerinin darbeye katılmamasına rağmen 6 general 110 albay neden emekliliğe sevk edilmiştir?

- Jandarmada pilot ihtiyacı had safhadayken pilotlar neden emekli edilmiştir? Emekli edilmeyen pilot subaylarının bazıları pilotlukla ilgili olmayan görevlere neden atanmıştır?

- 2017-2018 yıllarında Jandarma personelinin terfi atama ve emeklilik kararlarında İçişleri Bakanı'na kimler teklifte bulunmuş ve bilgi vermiştir? Bu personelin amacı ve durumu araştırılmış mıdır?

- 2017 Ağustosu'ndan sonra Jandarma Genel Komutanlığı'nın kendisinin tespit ettiği (adli işlem yapılmadan önce) kaç FETÖ'cü vardır? Bu savının 2016 yılına oranı nedir?

- Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde geliştirilerek "FETOMETRE" adı verilen sistemde 300'e yakın kriter ile personel tek tek incelemeye alınıp başarılı temizlik yapılırken bu FETOMETRE uygulaması başta Jandarma olmak üzere Kara ve Hava Kuvvetleri'nde niçin başlatılmamıştır?

- Başta İçişleri Bakanlığı bünyesindeki kurumlar olmak üzere FETOMETRE devletin tüm kurumlarında ne zaman uygulanmaya başlayacaktır?

Değerli okurlarım İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik birbirinden önemli sorular soruyor FETÖ hakkında. Ancak günler haftalar geçiyor ve sorularına yanıt gelmiyor.

Sadece bu sorulara değil kamuoyu "FETÖ'nün siyasi ayağı yok mu?" sorusuna da 15 Temmuz'dan bu yana yanıt bekliyor.

FETÖ ile mücadele topyekûn yapılacak ise her sorunun yanıtının şeffaf bir şekilde yanıtlanması gerekmez mi?

Yanıtlanmazsa hala kripto FETÖ'cülerin siyasette askeriyede ve bürokraside etkin olduğu sonucu ortaya çıkmaz mı?



NECATİ DOĞRU: BARONU KAÇIRTAN. . !

Patent üretmede çok hantalız. Yılda milyon kişi başına yaklaşık 4 patent üretiyoruz. İleri ülkelerde 2000 civarında. 500 kat fazla.

Unutturmada hızlıyız.

Uyutmada birinci.

Gizlemede en iyi biziz.

15 gün önce Cumhurbaşkanı'ndan muhtara Adalet Bakanı'ndan karakol komiserine en çok serveti olan zengininden en yoksulumuza "kıyamet koparmalıyız" denilecek bir haber yayınlandı.

Haber şuydu:

Uyuşturucu baronu ve seri cinayetlerin azmettiricisi Naci Zindaşti uzun süredir aranıyordu. Polisin başarılı takibi sonunda yakalandı.

Silivri Cezaevi'ne konuldu.

Fakat hakim kararı ile gece saat 23.30'da cezaevinden serbest bırakıldı. Soruşturma savcısı karara itiraz etti. Tekrar tutuklanmasını istedi. Tekrar tutuklansın diye karar çıktı fakat İran asıllı uyuşturucu baronu gece karanlığında kaçıp gitti.

★★★

Haber burada bitmedi.

"Kıyametimiz Gelmiştir" diye bağırılacak bölüm haberin ikinci kısmıydı:

AKP'li bir milletvekili uyuşturucu baronunu serbest bırakan hakimi baskı altına alıp korkuttu. Sürekli telefon etti "onu serbest bırak" dedi. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSK) serbest bırakan hakim hakkında soruşturma başlattı görev yerini değiştirdi. Hakim ifadesinde; "Eski bir milletvekili beni sürekli aradı ve bu şahsın mutlaka tahliye edilmesi yönünde telkinde baskıda bulundu. Devletin bu konuda duyarlılığı olduğunu belirtti" dedi.

★★★

İfadeye bakın:

Telkinde bulundu.

Baskı yaptı.

Devlet böyle istiyor dedi.

Kim dedi?

AKP'li milletvekili.

Hangi kentin milletvekili iktidar partisi içinde sivrilmesine sevilmesine seçilsin diye listelerin ön sırasına konulmasına kim arka çıktı?

Baron kaçtı diyorlar.

Kaçmadı.

Alt yapısını AKP milletvekili hazırlayarak "Barona özel af" çıkarttı. Baron kaçırtıcı AKP milletvekili unutuldu uyutuldu. İsmi gizleniyor.

★★★

Kim bu milletvekili?

Onu kim koruyor?

Kimler kolluyor?

Kimler gizliyor?

HOŞ GELDİN DENİZ ZEYREK: Oto sansürcü gazetelerin sahibi patronlar kalemini kirletmeyen gazetecileri gönderdikçe bizim gazete zenginleşiyor. Yeni bir yazar daha kazandık. Dürüst takipçi olayları derinlemesine araştırıcı ayrıntıları atlamayan sadece gerçeğin peşinde referans yazar gazeteci Deniz Zeyrek de aramıza katıldı. Hoş geldin Deniz Zeyrek.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

AFGAN MÜLTECİLER HAKKINDA 3 SORU!

İstanbul Kadıköy'ün sokaklarında özellikle çöp toplayan Afganlar görünüşleri davranışları ile öne çıkıyorlar. İkişer ikişer geziyorlar. Kulaklıkları cep telefonları ile kendi dillerinden konuşuyorlar. 20-40 yaş arası insanlar. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "Türkiye'ye Afgan göçünün artışının altında ABD var" demesi üzerine Kadıköy'den vatandaş Haluk Kolçak'ın aklına 3 soru geldi: 1- Böyle bir göç denetlenemez mi durdurulamaz mı? 2- ABD Türkiye'de Afgan sayısını artırarak neyi amaçlıyor? 3- Bugün İstanbul'da masum kağıt toplama işi yapan Afgan ülkesinde neydi hangi eğitimlerden geçirilip gönderildi?



SAYGI ÖZTÜRK: FIRAT'IN DOĞUSUNDA TEHLİKELİ GELİŞMELER

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Fırat'ın doğusuna da bir gece ansızın girebiliriz" sözlerini sıkça tekrarlıyor. Bu sözlerin psikolojik etkisi oluyor ama ABD desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde 60 bin kişilik ordu kuruldu. Bu sayı daha da artırılacak.

Şöyle bir kural var: Savunana üç katı bir güçle saldırmanız gerekir. Eğer 60 bin kişiyse sizin çok büyük bir güçle saldırmanız gerekecek. ABD bir taraftan bölücü örgütle kol kola bir taraftan da örgütün lider kadrosunun yakalanması için para ödülü koyuyor. Bu oyunlara neyse ki artık gelinmiyor ABD'nin her sözüne itibar edilmiyor.

YAPIYI KÖKLEŞTİRDİ

ABD IŞİD bahanesiyle bölgede askeri siyasi-idari yapıyı kökleştiriyor. ABD Fırat'ın doğusunda bir taraftan hızla hava üsleri inşa ederken bir taraftan da radar sistemlerini kuruyor hava sahasının kontrolünü sağlayacak alt yapıyı hazırlıyor. Muhtemelen ikinci aşamada da 'uçuşa yasak bölge' ilan edecektir.

ABD tarafından terör örgütüne gönderilen silah ve teçhizat ile verilen eğitime küresel desteğe siyasal hamlelere baktığımızda; güneyimizde ciddi anlamda Türkiye'nin bekasını tehdit edecek bir oluşumla karşı karşıyayız. ABD'nin Fırat'ın doğusuna Türkiye'nin olası müdahalesini önlemek amacıyla yaptıklarına bakalım:

*IŞİD terör örgütü tehdidi bahanesiyle zaman kazanarak YPG/PKK'yı sözde düzenli ordu düzeyinde teşkilatlandırıyor asker sayısını artırıyor.

*Uluslararası desteği almayı sürdürerek oluşturdukları siyasi-idari yapıyı kökleştiriyorlar.

SİLAHLI GÜCÜ İMHA

Gelişmeleri yakından izleyen Genelkurmay Başkanlığı eski İç Güvenlik Dairesi Şube Müdürü Kurmay Albay Ünal Atabay "Fırat'ın doğusunda hedefimiz; coğrafi bölge değil hasmın silahlı gücü olmalıdır" diyor ve konuyu şöyle açıyor:

"Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı ile örgüte büyük bir kayıp verdirilmiş ise de bu harekatlarla sadece coğrafi bir alanın kontrolü sağlanabilmiştir. Örgütün imhası sağlanmadığı için her geçen gün artan bir seyirle tehdit olma vasfını siyasi-idari otorite tesis etme gücünü koruyor. Fırat'ın doğusunda terör örgütünün tertiplenmesi silah ve teçhizatı bölgede oluşturulan siyasi-idari yapılanma üzerindeki gücü küresel güçlerle olan işbirliği ortak değerlendirildiğinde; hasmın imhası hedeflenmeden bölgede kalıcı bir istikrarın tesisi mümkün görünmüyor. "

AĞIRLIK MERKEZİ

Fırat'ın doğusuna olası müdahalede "Hasmın silahlı gücünün imhası coğrafi bir alanın ele geçirilmesi/kontrolü siyasi yapının çökertilmesi bir hattın/kuşağın veya bir şehrin kontrolü ana ikmal hattının kesilmesi" gibi kriterlerden birisi ağırlık merkezi olabilir. Eğer Fırat'ın doğusuna 2017 yılında veya 2018 yılı başlarında bir harekât icra edilmiş olsaydı o günün koşulları gereği ağırlık merkezi belki coğrafi bir alanın ele geçirilmesi/kontrolü şeklinde olabilirdi.

Ünal Atabay da "Harekatın ağırlık merkezi YPG/PKK silahlı gücün imhasını hedefleyen konsept olmalı. Terör örgütünün ABD destekli kazandığı silah kapasitesi ve küresel güçlerin oluşturduğu alt yapısı itibarıyla tehdidin ulaştığı boyut birlikte düşünüldüğünde ağırlık merkezi coğrafi bir alanın kontrolü yerine silahlı gücün imhasını hedefleyen bir konsept olmalı. Silahlı gücün imhasında amaç; hasmın üzerinde kalıcı bir etki yaratarak terör koridorunu tekrar canlandıramayacak hale getirmektir" diyor.

TEHDİT DEVAM EDER

Sıkça gündeme getirilen "Fırat'ın doğusunda ve sınır hattında güvenlik bölgeleri tesis edilmeli" görüşü askeri anlamda "Ara hedef" olarak kabul ediliyor. Bu da terör örgütünün askeri kapasitesini ortadan kaldırmıyor. Kaldı ki bu bölgelerin daha güneyinden yine bir terör koridoru tesis edilmesi ihtimali de mümkün. Gelinen noktada esas tehdit YPG/PKK terör örgütü silahlı gücünün varlığıdır. Bunun ortadan kaldırılması sağlanmadıkça terör koridorunun oluşması ve Akdeniz'e inmesi yönündeki tehdit devam edecek.

Siyasi ve askeri koşulların olgunlaştırılmasının ardından YPG/PKK'nın silahlı gücünün imhasını hedef alan kesin sonuçlu bir harekâta askeri kaynaklar "Türkiye'nin bekası için tartışmasız bir zorunluluk" olarak görüyor.

NOT: Yeni çıkan "Hayalet İmam" kitabımı İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı 3. Salon 3003 numarada bulunan Bilgi Yayınevi standında imzalayacağım.



MURAT MURATOĞLU: GÖKDELENİN GÖLGESİ MİLLET BAHÇESİ!

Yeni açılan Baruthane Millet Bahçesi'nden bahsedeceğim… Kimse kusura bakmasın buna da şükür diyemeyeceğim…

Atatürk Havalimanı'ndan dönüyorum. Sahil yoluna girdim. Sahil diye ağzım alışmış. Sahili sıradağlar gibi rezidanslar sarmış. Binaların arasından bakınca deniz görünüyor anca…

Bundan 15 yıl önce bu yol öyle sık ağaçlıktı ki yeşilden deniz görünmüyordu. Hepsini kestiler. Sahil hattının komple ırzına geçtiler. Gökdelenler diktiler.

★★★

Ne de olsa AKP'nin en büyük seçim vaadiydi. "Park yapacağız" dedi vatandaş sevindi. Olması gereken zaten bu değil miydi?

Hayret 16 yıldır yeşil alanların tamamını betona gömen parti seçimlerde birden yeşilci kesildi. Faiz artışlarından sonra inşaat zaten nalları dikti. Orayı da betona gömse kime satacak ki?

Enflasyon işsizlik konkordatolar bile seçmeni etkilemedi. İnsanlar 1603 liraasgari ücretle nasıl yaşıyor diye kimse düşünmedi. Millet koşa koşa parka bahçeye çaya keke oy vermeye gitti.

★★★

Zira buraya rezidans yapıp AVM ile taçlandıracaklardı. Mahkemeden döndü. Park yapmak zorunda kaldılar. Şimdi lütufmuş gibi sunuyorlar. Sıkılmadan reklamını yapıyorlar.

Millet bahçesi yolumun üzerindeydi… Vardım. Halı saha sandım. Bahçe deyince insanın aklına ağaç geliyor haliyle… Hırsızlar! Ağaçları çalmışlar.

Dikkatle baktım. Polisiye bir durum yok. Ağaçsız bahçe yapmışlar. Yazın dolaşırsan sıcaktan beynin yanar.

★★★

Bahçe diye fidan ekmişler. Küçük bir alanı çimlendirmişler. Nitekim yuvarlanacaksınız sözünü vermişti. Ağaçların olmaması kesintisiz yuvarlanma mesafesini artırmak açısından iyi…

Bahçenin yolları toprak olsaydı bari… Yok oraya da beton dökmüşler… Kimse bedava kek çay dağıtmıyordu. Hâlâ demlenmedi mi?

Makarnayla 16 yıl yönetti kek ile bir 5 yıl daha var gideri…

★★★

İki yanındaki gökdelenlerin bahçeleri de hemen hemen aynı büyüklükte… Mahalle parkından hallice… Estetik yok vizyon yok… Peyzaj açısından vasat bile diyemeyeceğim kalitesiz bir icraat…

Böyle bir alanı bırak büyükşehirlerin belediye başkanlarını ancak ilçe belediye başkanı açar. Hayalimde yasak dinlemeyip mangal yakan beyaz atletli dayılar…

Top tepişen Suriyeliler Afganlar… Gül satmaya çalışan ablalar… Hayatında park görmemiş insan bile buranın mahalle parkı olduğunu anlar… Bu park işi kim bilir kaça patlar?



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder