27 Kasım 2018 Salı

Son birkaç günde öne çıkan makale ve yorumlar

RIFAT SERDAROĞLU: YAVAŞ GEL YIRTIK DONLU!

Çocukluk resmi olarak basına "Yırtık donlu fotoğrafını" dağıtan Nihat Zeybekçi

AKP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapılacakmış!

Kendisine zmir'i istiyor musunuz" diye soran gazeteciye şu yanıtı verdi!

"İzmir mahallenin en güzel kızı kim istemez?"

Yavaş gel yırtık donlu delikanlı! Önce öğreneceksin ki;

İzmir sadece mahallenin değil dünyanın en güzel kızıdır!

İzmir demokrattır çağdaştır vatanseverdir canını verir özgürlüğüne dokundurmaz!

Atasına gönülden bağlıdır. Atasına laf söyleyenin yalnızca donunu değil yüzünü gözünü yırtar!

İzmir bazı sapıkların dediği gibi "Gavur" değildir. Kur'an Müslümanıdır. İslam'ı inandığı gibi yaşar. Ne başkasının inancına müdahale eder ne de kendi inancına müdahaleyi kabul eder. Bu yüzden seccade şeytanları İzmir'de barınamazlar.

İzmir haramdan avantacı sülüklerden devleti soyanlardan nefret eder!

İzmir helal ve vergisi verilmiş kazanca saygı duyar. İstihdam yaratan zenginini korur kollar.

İzmir malının mülkünün hesabını veremeyen yamuk adamları hiç sevmez!

İzmir Anayasası çok kısadır;

Türk Vatanı ve Türk Anayasasının ilk 6 maddesini kafana ve gönlüne yerleştirdiysen niyetin de halis ise etnik kökenin-inancın-kimliğin ne olursa olsun buna inanan kişileri zmirli" olarak kabul eder.

"Ne Mutlu Türküm ve İzmiz'liyim Diyene" der ve her sabah Milli Andımızı çocuklarına okutur…

Bu birinci sınavı geçersen seni İzmir'in delikanlıları konuk eder.

Akşamüstü kordonda Beylerbeyi-Göbek Rakısı ve Çipura eşliğinde seni hafifçe yoklarlar.

Sohbetin sonunda kordonda deniz kenarındaki duvarın üzerinde dik yürüyüp denize düşmezsen bu sınavı da geçtin sayılır!

Son sınav Eşrefpaşa'da yapılacak olan "Hamam Sefasıdır!"

Sivas orjinli İzmirli kardeşlerimiz seni göbek taşına oturtup yoğururken sana İzmir'in saf zeytinyağı ikram edilir. Dikkatli gözler seni tepeden ayağına kadar herhangi bir yamukluk sızıntı var mı diye incelerler.

Dur be dursana yırtık donlu kardeşim! Niçin kaçıyorsun yahu? Anaaa adam kaçıverdi len!

Daha karpuz kesecedik…

Not;

İzmir'e dışardan Belediye Başkan Adayı atamayı İzmirli şöyle algılar;

(Ey İzmirliler içinizde kadın-erkek Belediye Başkanlığı yapacak biri olmadığı için size bu adamı şapka olarak gönderiyoruz!)

Peki İzmirli böyle bir anlayışa oy verir mi?

Verir verir nah verir…

Sağlık ve başarı dileklerimle 23 Kasım 2018



NECATİ DOĞRU: MECLİS SOĞUK HAVA DEPOSU OLSUN!

Kurtuluş Savaşı'nı yönetti bağımsızlığı bu Meclis sağladı. Teslimiyetçi Sevr Antlaşması'nı bu Meclis yırttı. Cumhuriyeti bu Meclis kurdu.

Adı Gazi Meclis.

Elim varmaz gönlüm kaldırmaz kalemim yazamaz; "Soğuk hava deposu olsun" diye öneri yapamam.

Fakat gidiş oraya.

Bu gidişle "Soğan ithal edelim. Patates ithal edelim. Et ithal etmeye devam edelim. Haliyle soğuk hava deposu ihtiyacımız büyüyecek. Soğan fiyatlarını indirmek- patates fiyatlarını düşürmek- et fiyatlarını dondurmak için Meclis'i soğuk hava deposu yapalım" önerisini de getirirlerse hiç şaşırmayın.

Hazırlık başladı.

Meclis kapatılacak.

★★★

Saygı Öztürk konuşmuş yazdı. İYİ Parti'den TBMM Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan "Meclis'in kapatılma sürecine sokulduğunu" üzülerek kınayarak uyarı olsun diye anlatıyor:

Haftada 7 gün var.

Meclis 3 gün çalışıyor.

Meclis Genel Kurulu "salı-çarşamba- perşembe" günleri toplanmakta fakat iktidar partisi perşembeyi de tatil yapma hazırlığına başladı. Böylece çalışma günü 2'ye inecek. Bu durumda Meclis'teki 600 milletvekili ayda 8 gün çalışacaklar.

Ay 30 gün

22 gün tatil yapacaklar.

Oysa "Nüfusumuz 80 milyonu buldu. Seçmen sayımız 50 milyonu geçti. Bu yüzden Meclis'in yükü arttı milletvekillerin sayısını 600 yapalım" diyerek artırdılar. Milletvekilliği ballı iş: Çok sayıda "imtiyazı avantajı" var. İşçi memur 30 gün çalışır 1 aylığını çalıştıktan sonra alır. Milletvekili 3 aylığını toptan çalışmadan peşin alır.

Üç aylık: 56 bin TL.

Ayrıca "çift dikişler" de çoğunlukta. Yani hem emekli maaşı alıyor hem milletvekili maaşı. Böylece üç aylık peşin: 90 bin TL'ye çıkıyor. Cumhurbaşkanı bu duruma "çift dikiş yapın" demişti sıradan vatandaşın çift dikiş yapmasına çok kızmıştı. Kendisinin de çift dikişçi olduğunu muhalefet yüzüne vurmuştu.

Neyse!

★★★

Konumuza dönelim.

Sonuçta üç aylık peşin 90 bin TL alarak ve ayda sadece 8 gün çalışarak bizim Meclisi "dünyanın en yüksek maliyetli gizli işsiz barındıran kurumu" haline getirecekler.

Niçin?

Lütfü Türkkan'a göre "Bu kadar para alıyorlar bir de çalışmıyorlar denilecek. Saray da (Cumhurbaşkanı) "çalışmayan Meclis millete yük oluyor diyecek TBMM'nin feshine kadar gidebilecek"

Fesih edilmiş Meclis!

Kalacak boş bina!

Boş durmasın diye soğuk hava deposu yapacaklar. Binali Yıldırım olacakları sezmiş olmalı ki Meclis Başkanlığı'nı bırakıp İstanbul'a Belediye Başkanı adayı olmayı kabulleniyor.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

AĞIR TOPLAR GÜMBÜR GÜMBÜR!

Hafifçe değil yara açsın istercesine vuruyorlar. Önce Tayyip Erdoğan'ın dava ve yol arkadaşı yazar Abdurrahman Dilipak AKP'li belediyelerde dönen yolsuzlukları kaleme aldığı yazısında "Niye yakınını atıyorsun diyorsun Reis de yapıyor diyor" diye yazdı. Dün de AKP'li Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın Babası Ali Rıza Demircan'ın "Bismillah/Selamün Aleyküm Muhterem Cumhurbaşkanım" diye başladığı yazısı haber oldu. Bu yazıda Ali Rıza Demircan; "Kazandığınız bütün seçimlerde size oy verdim. Oy vermekle kalmadım yazılarımla destek de verdim… Sayın Cumhurbaşkanı artık Kur'ani vasıfları taşıyanlara oy vereceğim…" dedi. Ağır toplar gümbürdüyor… Ne oluyor? Rüzgar mı döndü?



SERVET AVCI: ALKIŞLARLA YAŞIYORUM!

- Ama iyi alkışladık…

- Hiç sorma çok iyi alkışladık…

- Sen çok iyisin ya iki işi aynı anda yapabiliyorsun… Bir yandan alkışlayabiliyorken diğer yandan havaya da fırlayabiliyorsun…

- Ben yürürken sakız çiğneyemiyorum o yüzden alkış ve fırlama işini de beraber yapamıyorum… Alkışlarken fırlayamıyorum… Fırladığımda ise alkış yapamıyorum… Siz çok şanslısınız…

- Gardaş biraz çalış sen de… Zaten bu işe beyin gerekmiyor…

- Biz neyi alkışladık ki?

- Başkana soralım o bilir biz neyi alkışladık diye…

- Başkanım biz neyi alkışladık?

- Mühim bi şeyi alkışladık çok mühim…

- Haaa o zaman mesele yok mühimse mühimdir…

- Ama güzel alkışladık değil mi?

- Çok güzeldi… Her toplantıda üstüne koya koya gidiyorsunuz maşallah…

- Bundan sonra da alkışlayacak mıyız?

- Tabii ki de Allah'ın izniyle desibel rekoru kıracaksınız…

- Peki bundan sonra neyi alkışlayacağız başkanım?

- Ne denirse onu alkışlayacaksınız mutlaka yine mühim şeyler söylenecek ve sizin anlayıp anlamamanız fark etmez…

- Anladım kesintisiz alkışlayacağız…

- Mutlaka öyle… Zaten ne demişti Şeyh Edebali hazretleri: "Madem alkışlıyorum o halde varım…"

- Şeyh Edebali miydi o?

- Yok babam!. . Oğlum ne fark eder hiç düşünmeyeceksin bunu da alkışlayacaksın!. .

- Ben de bir özlü sözle katkı yapabilir miyim?

- Buyur…

- Rembrant diye ressamın birisi "Düşünmediğim zaman yaşamadığım zamandır" demiş güya… O sözün aslı "Alkışlamadığım zaman yaşamadığım zamandır"

- Hani Zeki Müren dediydi "Alkışlarla yaşıyorum" onun gibi bir şey mi yani?

- Aynen o…

- Hani hesap soracağıdık ben biraz ondan şeeeyettiydim de…

- Dikkatli dinlemiyorsunuz ondan oluyor hep böyle… Hesap sormayacaktık kasap soracaktık… Adresi aldık mesele kalmadı… Çeşmenin yanından sağa dönüyoruz bankanın karşısında…

- Japonlar tek komutta alkışlarken yukarı fırlayan ve aynı anda kameralara dönüp 'beni çekiyor mu acaba' bakışı fırlatan robotlar yapmışlar… Birkaç tane de ondan getirtsek mi?

- İyi fikir arkadaşımıza bir alkış lütfen…

- Başkanım geçenlerde Ayfon telefondan denk geldiydi de okuduydum… Eflatun diye birisi "Düşünmek ruhun kendi kendine konuşmasıdır" demiş… Ne demek istemiş acaba?

- Mâlûm Eflatun tavuk-döner üzerine kendini geliştirmiş kıymetli bir dâvâ ve bilim adamıdır… Yani demek istiyor ki Eflatun düşünüp kendi kendinize konuşmayın deli olmayın… Alkışlayın lüzumsuz lüzumsuz düşünüp de aklınızı ziyan etmeyin zinde kalın…

- Başkanım şu alkışlama ve aniden havaya fırlama teknolojisinde bazı arkadaşlar hâlâ yetersiz gibi görünüyor… Onları da bir ikaz etseniz şuurlandırsanız…

- Ne yapayım neft yağı mı süreyim kendilerine? Ama bilsinler ki böyle giderse bir dahaki maçta alayı kadro dışı…

- Efendim ben buradaki alkışa doymuyorum… Sonra odamda da alkışlıyorum… Yetmiyor eve gittiğimde televizyonun karşısına geçiyor ayakta alkışlamaya devam ediyorum… Bu benim sicilime yazılıyor değil mi?

- Ayıp ettin ya yazılmaz mı hiç?

- Ben de okkalı bir söz buldum… Onu değiştirerek bizi anlamak istemeyen gafillerle aramızdaki en büyük farkı gösterebilir miyim?

- Hadi bakalım…

- İngiliz milli takımında santrfor mu neydi şimdi tam hatırlayamadım… Oscar Wilde diye birisi…

- Yok ya o Kızıl Ordu korosunda klarnetçiydi galiba…

- Her neyse "DüşünebiIen her canIının insan oIması insan oIan herkesin düşünebiIdiği anIamına geImiyor ne yazık ki" demiş…

- Ne demiş gardaş ne demiş?

- Kendini zorlama beyin hücrelerini harcama nasıl olsa anlamayacağız… Şimdi onu kendimize uyduruyorum: "Alkışlayabilen her canIının insan oIması insan oIan herkesin alkışlayabiIdiği anIamına geImiyor ne yazık ki"

- İşte farkımız bizim işte üstünlüğümüz bizim…

- Hadi şimdi alkış alkış yine alkış… Bu arada fırlamayı ve arada kameralara bakmayı unutmuyoruz…



YELİZ KORAY: ÖĞRETMEN

1958'de çiftçi bir ailenin beşinci çocuğu olarak Kars'ta dünyaya geldi. Yüzünü bile hatırlamadığı annesini 11 aylıkken kaybetti. Babası yeniden evlenip beş çocuk daha yaptı ama onu babaannesi ve ablaları büyüttü.

İlkokula başladığında hayatını değiştirecek insanla; Kemal öğretmenle tanıştı. Sabahları okula gidiyor döndüğünde hayvanları otlamaya götürüp tandırda ekmek yapılmasına yardım ediyordu.

Onun bu çabasını gören Kemal öğretmen belki de yetim olmasına üzülüyordu ki her fırsatta "Okumalısın" diyordu. Zaman zaman elinden tutarak evine kadar getiriyor yolda ona okumazsa nasıl bir hayat yaşayacağını anlatıyor babasına da "Bu kız okuyacak ona göre" diye telkinlerde bulunuyordu.

Ortaokula geçtiğinde öğretmenleri değişse de Kemal hoca hiç çıkmadı hayatından.

Velisi gibi sürekli derslerini takip ediyor kötü not aldığında hesap soruyor hatta artık önüne hedef de koyuyordu:

-Sana öğretmenlik yakışır. Sen öğretmen olacaksın…

Sadece kendisinin değil tüm köyün Kemal öğretmene saygı duyması onda da öğretmen olma arzusu doğurmuştu çoktan. Kara tahtanın önünde öğrencilere ders anlattığını hayal ederek ortaokulu da başarıyla bitirdi. Sıra öğretmen okuluna gelmişti…

Sınavın başvuru tarihilerini takip edip evrakları eliyle hazırlayan Kemal öğretmen sınav ve mülakatta da yalnız bırakmamıştı onu. Babasıyla beraber kapıda beklemiş mülakata giren öğrencisine "Hadi kızım bu son eşik" diye cesaret vermişti.

Ama olmadı. .

Okuldan ağlayarak çıktı yine Kemal öğretmenine sarıldı. smim yüzünden kaybettim" dedi. Kimlikte ismi Gülay yazıyor ama ona herkes Gönül diyordu.

Mülakatta adını soranlara Gönül dediği için öğretmenlik hayalleri "Sen daha adını bile bilmiyorsun. Çık dışarı" sözleriyle son bulmuştu. Kemal öğretmen bir hayatın böyle sönmesine izin veremezdi. İçeri girdi "Bu kızın okumaktan başka çaresi yok" diye yalvarsa da dinletemedi…

Önce kendi gözyaşlarını sonra da Gönül'ün gözyaşlarını silip başka bir çıkış yolu düşündü… Sağlık kolejleri henüz öğrenci almamıştı.

"Üzülme kızım seni hemşire yapacağım" dedi…

* * *

Sınavları kazananlar bir bir köyden ayrılırken Kemal öğretmen çaldı kapılarını bir sabah.

"Bu işte bir iş var. Gönül'ün kağıtları nasıl hala gelmez?" dedi babasına.

Gözler üvey annesine çevrildi.

"Çocuklar küçük. O da giderse bana kim yardım edecek? Tandırda yaktım kağıtları" dedi. Gönül ağlamaya başladı yine Kemal öğretmenine sarıldı.

-Ya geç kaldıysak?...

"Dur kızım Allah büyük. Hazırlanın yola çıkıyoruz" dedi Kemal öğretmen. İlk otobüsle haber bekledikleri Mardin'e; Yatılı Sağlık Okulu'na gittiler.

"Kayıtlar bugün bitti geç kaldınız" cevabına aldırmadılar. Kemal öğretmen önde Gönül ve babası arkada müdürün odasına çıktılar.

"Bak hocam bu kızın evraklarını üvey anası yakmış. Ya şimdi okula girip hemşire olacak ya da köye dönüp ırgat!" dedi Kemal öğretmen.

Üzülerek dinledi Mehmet müdür. "Bu gece kalın bir telgraf çekmem lazım. Elimden geleni yapacağım" dedi. Sabahı sabah ettiler ama mutlu haberi yine Mehmet öğretmenden öğrendiler;

"Bu kız artık bana emanet Kemal öğretmen. . "

* * *

Annemin hikayesiydi bu ya da yatıp kalkıp "Allah onlardan razı olsun" dediği duası.

Bir öğretmenin öğretmekten çok daha fazlasını yapacağının kanıtı…

"Ne değişecek ki" demeden Kemal ve Mehmet öğretmen gibi bir hayata dokunup bir hayali gerçekleştiren tüm öğretmenlerimizin ellerinden öperim.

Öğretmenler Gününüz kutlu olsun…

--

Virüs bulunmuyor. www.avg.com

--

Bahçeli'den Erdoğan'a bir kıyak daha. MHP İstanbul Ankara ve İzmir'de aday göstermeyecek !!!

--



BEKİR COŞKUN: SAPIK SAYIMIZ ARTTI…

Ne çok sapık var:

Kısa etekli kız…

Sokakta yalnız kadın…

Şortlu yolcu…

Heykel…

Damacana…

Komşunun keçisi…

Eşek…

Saldırıyorlar…

Vitrin camını kırıp pahalı giysilere dönüp bakmadan cansız kadın mankeni alıp kaçırmak dünyada belki de ilk kez bu ülkede oldu…

Saraydan kız kaçırmak gibi diyelim…

Bize şaka gibi geldi ama şaka değilmiş; balerin kadın heykelini "Ne bu baldır-bacak" diye tekme tokat dövdüklerine göre… Adamın pantolonunu indirip heykele tecavüz etmeye kalkması da demek ki gerçekti…

Bitirim hoca "Oval cisimlere öyle uzun uzun bakmak iyi değil" dediğini yazıp çizdiğimizde ciddiye almadınız…

Bir bildiği vardı yine bir ilke imza attı Türkiye; asansörde damacanaya tecavüz eden adam yakalandı…

Memlekette vosvoslar mutfak tüpleri tencereler çaydanlıklar dahi güvende değildi…

(O tarikat şeyhlerinden birisi erkek müritlerini becermeye kalkınca geçenlerde yakalandı… Genç müritlerin şikayeti üzerine Konya'da yargılanan şeyh iddiaya göre ilgi duyduğu müritlerini zikir törenlerinde ortada öyle dönerken seçiyormuş güzellik yarışması gibi hani…)

Bir üç beş değil…

Gökten sapıklık yağıyor… Yollarda sokaklarda çocuk kadın erkek insan-hayvan demeden saldırıyorlar…

Ne oldu da sana?…

Sapıklar her zaman olabilir…

Ama devlet çürüdüğünde hukuk işlemediğinde ahlaksızlıklar yapanın yanına kâr kaldığında ve yukarıdakiler utanma duygularını yitirdiklerinde…

Alttakiler aynısını yaparlar…

Utanma kalkmıştır…

Geldik:

6 yılda 120 bin çocuğun doğum yaptığı resmen açıklandı… Yukarıdakilerde bir tepki bir tedirginlik bir alınganlık bir utanma belirtisi var mı?. .

Yok…

İşte böyle oldun Türkiye…

Çürüye çürüye tanınmaz haldesin…

23.11.2018





TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU: DİPLOMASİNİN KALEMİ SÜNGÜDÜR...

Öncelikle şu sorunun yanıtını düşünelim;

"Doğu Akdeniz ve Ege'de Yunanistan'ın yayılmacı şoven haksız politikalarına açık işgaline ve kışkırtıcı hamlelerine karşılık Türkiye gereken ciddi yanıtı verirse ABD ve Avrupalı ülkeler Ankara'nın mı Atina'nın mı yanında yer alır?"

Türk yurdunu ortadan kaldırmak için yakın geçmişte emperyalizmin askerliğini yapan Yunanistan'ı yönetenler de tıpkı sizler gibi sorumun yanıtını biliyor.

Bu nedenle Yunanistan Kıbrıs adası çevresindeki enerji yataklarında arama yapmak için önce İtalyanları çağırdı.

İtalyan ENİ şirketi arama çalışmalarına hazırlık yaptığı sırada bu yılın Şubat ve Mart aylarında Türk Donanması'na ait iki savaş gemisinin silüetini görünce tası tarağı toplayıp bölgeyi terk etmişti.

Erdoğan'ın yakın dostlarından İtalya eski Başbakanı Berlusconi'nin de ortak olduğu ENİ adlı enerji şirketi; "bu iş bitmedi geri döneceğiz" anlamında açıklama yapmıştı.

Çünkü pasta çok büyük!

***

Yunanistan tarihinin hiçbir döneminde Türklere karşı açıktan bir tavır alamadı. Kurulmuş olduğu 1820'li yıllar da dahil - İngiltere Fransa ve Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ortak düşmanlığı sayesinde onların koruması ile bağımsızlığını ilan etmişti - Ege'de yayılmacı her adımında arkasına dönemin güçlü emperyalist devletlerini aldı!

Şimdi de Türkiye ile olası kriz ya da sıcak temas anlarında "yalnız kalmamak" için yani Avrupalı Devletler ile ABD'yi yanında tutabilmek için kendisine ait olmayan sahalarda dev şirketlere doğalgaz ve petrol arama davetleri yapmayı sürdürüyor.

En son ABD'li dünya enerji tekeli Exxon Mobil sondaj için üç kıtanın (Asya-Avrupa-Afrika) arasında yer alan sulara demir attı. Akdeniz'e gelen her ülke askeri yığınağını yapmaktan da geri durmuyor!

***

Giderek ısınan sularımızda Türkiye'yi neyin beklediğini Türkiye Barolar Birliği'nin başkan yardımcısı benim "yürüyen kütüphane" dediğim av Hüseyin Özbek ile konuştuk. Özbek tehlikeye dikkat çekiyor; "Batı her doların her avronun hesabını yapar. Neden milyarlarca dolar harcayıp Akdeniz'e donanmalarını yığınak yaptılar? Exxon Mobil'i egemenlik haklarımız gereği durdurmak istediğimizde karşımızda ABD'yi bulacağız..."

Peki ne yapmalıyız? 17 Ekim tarihli "Balyoz ve Doğu Akdeniz'deki Savaş Dalgaları" başlıklı yazımda konuyu irdelemiş ve Türk Donanması'nın çok değerli emekli Amirali Atilla Kezek'in; "Bir an önce Suriye ile normalleşme yaşanmalı Libya ile deniz yetki alanları anlaşması imzalamalıyız" görüşüne yer vermiştim.

Geçen sürede hükümetin somut bir adımını görmedik.

Önceki gün Binali Yıldırım'ın bölgede sondaj yapacak şirketleri uyardığı konuşması ise; sorunun nedeni değil sonucuna yönelik bir çıkış olarak kaldı.

Yıldırım'ın "Her türlü oldu- bittiye anında karşılık vereceğiz" demesi ise bana Ege'deki oldu-bittiyi hatırlattı! Hani Yunanistan'ın 18 adamız ve bir kayalığımızı işgal ettiği oldu-bittiyi... MGK Eski Genel Sekreteri Ümit Yalım'ın anlık takip edip kamuoyunu bilgilendirdiği Adalar Denizi'ndeki açık işgali hatırladım.

***

Gerçek bir Türk aydını ve entelektüeli av. Hüseyin Özbek ile Doğu Akdeniz ve Ege'de Türkiye'nin aleyhine gelişen sürecin arka planını da konuştuk.

Özbek; "Ergenekon Balyoz kumpasları ile yapılmak istenen tam da buydu" diyor ve ekliyor; " Türk Silahlı Kuvvetleri'nin caydırıcı gücü yok edilmek istendi. 'Vay darbeciler' dediler... ' Bu askerlerin öyle suçları var ki; sokağa çıkamazlar' dediler! Tıpkı Osmanlı Donanması'nın yok edildiği Navarin Baskını gibi Çeşme Baskını Sinop Baskını gibi postmodern baskınlardı bu davalar... Siz TSK'yı Donanma'yı vebalı ilan ettiniz lanetli ilan ettiniz Ortaçağ'daki gibi cadı avları başlattınız... Ne oldu; prestij itibar caydırıcılık kalır mı? "

Özbek TSK'ya kurulan kumpası yalnızca "paralel ihanet şebekesine" yüklemenin yeterli olmayacağını hükümetin de bu süreçte büyük sorumluluğu bulunduğunu vurguladı; "Akdeniz'de egemen olmanızı kim istemiyorsa generallerin odalarına cd'leri koyduranlar da onlardır" dedi.

***

Öğretmenler gününü kutladık... Büyük önderimiz ve baş öğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk "Ordunun devlete karşı birinci ödevi en yüksek güce ve yeteneğe ulaşmasıdır" demişti.

Yine Atatürk'ün; "Savaş zorunlu olmadıkça cinayettir" sözü vicdanlarımızda kazılıdır...

Türkiye barışı korumak için savaşa hazır olduğunu göstermelidir.

Bu sözüm savaş çığırtkanlığı asla değildir!. . Tersine bölgemizde barışı sürdürmenin temel felsefesidir ve Türkiye'nin büyüklüğüne yakışan caydırıcı gücünün gereğidir.



AHMET TAKAN: BAHÇELİ 3 İLDEN 1'İNİ ALDI...

Bu seferki buluşma öncekilere göre daha uzun sürdü. Toplam 55 dakika... Süre uzayınca görüşmenin kapsamı da mutlaka genişlemiştir!. .

Saraydaki R. Erdoğan Doktor Devlet Bahçeli görüşmesi biter bitmez siyasi kulislere müjdeli haber pompalandı; ttifak tamam. İki lider tekrar bir araya gelecek. Son rötuşları yapacak..."

Kulisler mutlu edildikten sonra sarayın sözcüleri çıktı sahneye:

"* Memnuniyet verici noktadayız.

* Önemli ve verimli bir görüşme yapıldı.

* Yerel seçimlerde işbirliğine dönük önemli bir aşamaya geldik.

* Genel başkan yardımcıları bir araya gelecekler. Tekrar kendi vardıkları sonuçlarla genel başkanlara rapor sunacaklar.

* Liderler tekrar bir araya gelecek.

* Böylece yerel seçimlerle ilgili çerçeve ortaya çıkacak. Çerçeveyi genel başkanlar açıklayacak. "

Tüm bunların ardından bir denmez mi "Cumartesi Cumhurbaşkanımızın başkanlığındaki tanıtım toplantısında Ankara İstanbul İzmir dahil yaklaşık 40 yerdeki adayları ilan edeceğiz. " Haydi buyurun buradan yakın!. . En azından siyasi nezaket gereği çerçevenin belirlenip liderler tarafından açıklanmasını beklemek gerekmez mi?. . Bu ne acele?. .

***

55 dakikalık monoloğun sona ermesinin ardından saray sözcüleri açıklama yaparken MHP kanadından ses seda çıkmaması dikkat çekiciydi. Doktor Devlet Bahçeli'nin alkışçılarının ağzını bıçak açmıyordu. Tivıtır bile çok mahsunlaşmıştı!. . Dikkat ederseniz açıklamaya yapan saray sözcüsü bu iş oldu bitti havası verirken yine de dikkatli bir dil kullanıyordu. Bunun yanında Cumartesi günü yapılacak açıklama ilan edilerek hem MHP daha çok sıkıştırılıyor hem de "Herkes kendi yoluna gider haa!" mesajı verilerek aba altından sopa gösteriliyordu. Dünkü havuz medyasının manşetleri de "Yerel Seçimde de Cumhur İttifakı" diye bayram ediyordu. İliştirilmiş basının haberlerinde tüm sorunların halledildiği geriye MHP'nin istediği 3 ilde -Adana Mersin Manisa- ittifakın nasıl işleyeceğine ilişkin formül bulunması kaldığı yazılıyordu.

Peki sarayda 55 dakika süren monoloğun içinde ne vardı?. . Güya "ben istemedim o çağırdı" mesajı vermeye çalışarak "gündemi davet sahibi belirler" diyen Bahçeli'nin eli kolu bağlıydı bir kere. Peşin teslim olmanın dezavantajı ile gittiği bir yeni görüşmede daha pazarlık şansı yoktu. Erdoğan da ona pazarlık şansı aralamayı aklının ucundan bile geçirmiyordu. Zaten randevu talebi Bahçeli'ye iletilirken gereken her şey gayet diplomatik bir dille kendisine iletilmişti!. . Kayıtsız şartsız şak şakçıların gönlü hoş olsun gazları alınsın diye davetin saraydan yapıldığı müştereken ilan edilmişti.

Doktor Devlet Bahçeli "Adana Mersin Manisa MHP'nin Cumhur ittifakı şartı" diye sunulan formülde istediğini alabildi mi?. . Saray kaynaklarından aldığım bilgilere göre "hayır. " R. Erdoğan 55 dakikalık monologda söz yerel seçimlerde Cumhur İttifakı'nın işlemesine gelince sadece Manisa'yı MHP'ye bırakabileceklerini ifade etmiş. Yani "Adana ve Mersin'de aday çıkartmakta kararlıyız. Siz bize destek verin" demiş. Yani "Manisa'yı kabul ettiniz ettiniz. Yoksa herkes kendi yoluna" mesajı vermiş.

Geriye ne kaldı?. .

MHP'ye bazı küçücük ilçe belediye başkanlıkları ve AKP'nin hoş görüsü (!) dahilinde ikram edebileceği belediye meclis üyelikleri ve belediye başkan yardımcılıkları formülü.

Eğer hala bana "Yerel seçimlerde Cumhur İttifakı tamam mı?" diye soruyorsanız "Tamam. Sıkıntı yok" derim. Çünkü Doktor Devlet Bahçeli mecbur başka şansı yok. Çünkü MHP Doktor Devlet Bahçeli'ye mahkum olmuş şak şakçıların küçük koltuklarında küçük krallıklarını sürdürebilmeleri için başka şansları yok. Geriye tabanın gazını almak kalıyor. lke ve devlet menfaatleri için yapılacak fedakarlık" adına hiç birimizin aklının eremeyeceği sadece bir bilenin bilebileceği bir formülü uydurmak da zor bir iş değil.

Çerçeve nasıl açıklanırsa açıklansın... Hatta sürpriz olur ama yine ittifak yok tiyatrosuna dönülsün... Ve hatta Adana ve Mersin MHP'ye bırakılmış gibi yapılsın... Sonuç değişemez. Doktor Devlet Bahçeli yerel seçimde de AKP'ye istediklerini vermek için elinden gelen her şeyi yapar. Tüm illerde aday çıkartıyor gibi görünse bile. Bu ittifak formülü ne 5 Haziran seçimleri sonrası ne 16 Nisan referandumu öncesi ne de 24 Haziran seçimleri sırasında bulundu... Sihirli formül (!) 2002 seçimleri öncesinde kağıda yazılıp görevli memurların eline tutuşturuldu. Tıkır tıkır da işlemeye devam ediyor...

Hani birileri sürekli bir üst akıldan bahsediyor ya!. . İşin formülü orada gizli...

Bu tezgahlar nasıl bozulabilir?. . "Demokrasi" "parlamenter rejim" "Atatürk" "hak hukuk adalet" "bayrak" "din iman" "milliyetçilik" "laiklik" "özgürlük" diyenlerin samimiyetiyle... Eğer gerçekten samimi iseler sürekli AKP değirmenine su taşımaktan vazgeçerler. "Ben"lerini bir tarafa bırakarak önümüzdeki bu son demokratik seçim için akli ve ilmi hareket ederler. Güç birliği oluştururlar. Yoksa... 31 Mart seçimlerinden sonra önümüze gelecek sandıklar sadece formaliteden ibaret olur. Daha açık yazayım;

Sözde seçimlerde oy verme işlemi devam ederken saat 12 sularında tüm yandaş televizyonlar; "Kesin olmayan sonuçlara göre başkan yüzde 80 ile kazandı" diye duyurur!. .



BEKİR COŞKUN: KURU SOĞAN GÖZALTILARI…

Cumhurbaşkanı yaptığı önemli konuşmada "Arkasındaki (kuru soğanın) şer odaklarını biliyoruz adeta inlerine gireceğiz asla taviz yok" diyerek kuru soğanı işaret etti…

Lahana da hedefte vardı ama kuru soğan 5 lirayı bularak "yok" dedikleri ekonomik krizin önde geleniydi.

Ve yurt çapında kuru soğana operasyonlar başladı…

Vali emniyet müdürüne "Sayın Cumhurbaşkanımızın işaret ettiği gibi vatana ihanet içinde olan bu şeyleri çuvalda olsun torbada olsun dökme olsun kuşatma şeklinde çevirip getirin bakalım" dedi…

Zaten Cumhurbaşkanı öyle deyince vatandaşlardan çok sayıda ihbar gelmeye başlamıştı… Polis ihbar hattını arayan vatandaş "Kuru soğanı ihbar ediyorum yetişin" diyordu…

"Çuvalda mı?. . "

"Poşette…"

"…?"

"Yetişin… Şimdi salataya doğrarsa kaçırırsanız karışmam…"

Emniyet müdürü polise talimat veriyordu:

"Gözünün yaşına bakmayacaksın ciğerim… Sayın Cumhurbaşkanımızı duydunuz baktın kaçıyor sıkacaksın…"

"Ayağına mı?…"

"Soğan çuvalının ayağı olur mu ulan…"

"Kaçtığına göre ayağı var…"

Yeryüzünde ilk kez bir cumhurbaşkanı kuru soğanı muhatap almış tehdit etmişti…

"Burada bir çuval gördüm" ihbarları yağarken karakollar toptancı haline döndü… Çünkü kimi soğan çuvalı kendiliğinden gelip teslim oluyordu… Gizli tanık olan vardı itirafçı olan vardı…

Kuru soğan bu…

Türkiye'nin ileri gitmesini istemeyen ihanet şeklinde ekonomiyi bozmaya kalkmış Cumhurbaşkanımız bunun farkına varmıştı…

Sevgili okurlar…

Ben bu yazıyı ciddi olarak yazmak için bilgisayarın başına oturdum ama cumhurbaşkanının kuru soğanı tehdit ettiği bir yazı ne yaptıysam ciddi yazılmıyor…

Denedim olmadı…

Yakında lahanaya saldırdığında ciddi yazarım…

Söz…



MURAT İDE: FİKRİM ÜŞÜYOR ÖĞRETMENİM. .

Onu nasıl ısıtacağımı da yaşayarak öğrendim. .

Şehit öğretmenlerimiz anısına bir anıyı paylaşarak anlatayım derdimi. .

Aşağıda anlatacaklarımın gerçek kişi ve kurumlarla doğrudan ilgisi vardır. .

**

1995 yılında Erzurum'un bir köyünde karşılaştım o gözlerle. . ATV'den hatırlarsınız Savaş Ay ile "A Takımı" programında muhabirdim. . İki kişilik ekip olarak Doğubeyazıt'a giderken düştü yolumuz. . BEYAZ TEBEŞİR adında bir kampanyamız vardı. . Doğu ve Güneydoğu'daki kısıtlı imkana sahip okullara yardım topluyorduk. . Çığ gibi büyüdü kampanya. .

Alptekin kameramanlık yapıyordu. . Aslında hepimiz her şeydik ekipte. . Tıpkı kendi isteğiyle dağın eteğindeki köye atanmış o genç öğretmen gibi. .

Adını Türkan olarak anımsıyorum. . Yanlış da olabilir. . Türkan Ayşe Fatma. . Ne farkeder ki. . Adı değil gözleriydi beni büyüleyen dönüş yolunda iki damla yaş döktüren 23 yıl sonra bile dün gibi hatırlatan. .

A TAKIMI'nın meşhur minibüsü tıka basa okul malzemesi ve çocuklar için giysiyle doluydu. . Anadolu'nun ücra köşelerindeki okullardan görüntü alıyorduk. . Ancak minibüsteki malzeme Doğubeyazıt içindi. . Az çok huyumuzu bildiği için tembihlemişti Savaş abi; "Siz dayanamazsınız şimdi. . Yolda dağıtmayın sakın. . Doğubeyazıt'ta lazım bize bu malzemeler. . "

Türkiye'nin dört bir yanından malzeme yağıyordu BEYAZ TEBEŞİR kampanyasına. . Kargo şirketleri oralı olmamıştı da Türk Silahlı Kuvvetleri kargo uçaklarını tahsis etmişti. . Diyarbakır'a Siirt'e Van'a. . Her bir yana o uçaklar taşıyordu defterleri tebeşirleri kalemleri botları paltoları. . Nevin Sungur Şebnem Kandır Yaşar Gürsoy. . Dönüşlerde herkes pilotların askerlerin gözlerindeki mutluluğu anlatıyordu. .

Bizim kalemimize de Erzurum'un köyündeki gencecik öğretmenin gözleri düştü. .

Okuldan görüntü alırken kara tahtanın dibindeki tebeşirlere takıldı gözüm. . Onlardan görüntü aldırdım. . Kampanyaya adını veren BEYAZ TEBEŞİRLER. . Tebeşir parçaları öylesine küçülmüştü ki miniklerin parmakları bile zor tutuyordu. . O genç öğretmense neredeyse parmaklarıyla yazıyordu tahtaya. .

"Hocam" dedim "Tebeşiri karneye bağladılar herhalde. . "

Güldü. . "Karnesi bile yok buralarda tebeşirin. . " dedi ve çantasından peçeteye sarılı iki parça tebeşir çıkardı;

"Tebeşir bulabilsek iyi bir karne hazırlarım Milli Eğitim Bakanlığı'na. . İki tanesini hep saklarım. . Dersine iyi çalışan çocuklar ödül olarak bu tebeşiri kullanır. . "

Öylece kalakaldım. . Karşımdaki genç öğretmen nasıl büyüdü anlatamam. . Meslekte ilk yılıydı. . Ve o okul da ilk görev yeri. . Sonradan öğrendim ki Doğu ya da Güneydoğu'da bir okula atanmayı özellikle istemişti. .

Savaş abi haklıydı. . Dayanamazdık. . Minibüsün arka kapısını açtığımızda malzemeler üzerimize yıkılacaktı neredeyse. . Öğretmen gördü. . Bir de diğer arkadaşları sınıfta kalırken hınzırlık yapıp peşimize takılmış sevimli velet. . Yarım metre kar üzerinde incecik cızlavıtla duran hınzır. .

Ben önce çocuğun ayaklarına baktım ardından gözlerine ardından öğretmene. . Öğretmen de önce çocuğun ayaklarına baktı ardından gözlerine ardından da gözlerime. . Sonra ikimizin gözleri de bir firmanın (adını hatırlamadığım için yazamadım yoksa büyük keyifle yazardım) poşetler dolusu giysilerine. . Savaş abi "Yolda dağıtmayın çekimler için lazım bunlar" demişti ama. .

Kararı biz değil gözlerimiz ve onların gördüğü çırılçıplak gerçek verdi. .

-Hocam kaç öğrenci var okulda ?

-19

"Besmeledeki harf sayısı" dedim içinden. .

Ve çektik Besmeleyi. .

19 ayakkabı. . Bazıları büyük geldi ama olsun. .

19 kaban. . Bazıları renklere bozuldu ama olsun. .

19 kazak. . Bazıları boğazlı istedi ama olsun. .

19 çanta. . Bazıları arkadaşınınkine göz koydu ama olsun. .

19 atkı 19 eldiven. .

Bizim ruh halimizi anlatmaya ne hacet. . Alptekin ile gözlerimiz nemli ve gülen bir çift gözü takipteydi sadece. . Öyle hatırladığım için adı öyle kalsın TÜRKAN öğretmenin sevincini ne ben anlatabilirim ne siz anlayabilirsiniz. .

"Mutluluğun resmine başlandı bir kere. . Durmak olmaz" dedi bu kez içimdeki ses. .

Kolilere dadandık Alptekin ile birlikte. . Defterler kalemler kitaplar cetveller pergeller. . Veeee 50 KUTU TEBEŞİR. . Üstelik renklileri de var

Öğretmenin bittiği andı. . Bittiği ama onu oralara getiren heyecanın yeniden doğduğu andı. . Besmele'den söz ederken yüzümdeki tebessümü farketmiş olacak ki;

-Bazen İlahi bir elin uzandığına inanır mısınız?

diye sordu. . Gözleri doluydu. . Sustum. . Bir vesile olacağım hiç aklıma gelmezdi. . Ama oldu. .

O çocukların keyfi. . O çocukların "kimsin sen?" diyen bakışları. . O çocukların aldıklarını bayramlık gibi birbirlerine heyecanla göstermeleri. .

O gün bugün başıma gelen her 'şer'de aklıma o minibüsü oraya boşaltmamış olmam;

başıma gelen her 'hayır'da da o malzemeleri oraya indirmiş olmam geliyor. .

Aklınıza tıkılmış olabilir. . Bir okuldan söz ettim. . Ama karşınızda tek öğretmen ve tek sınıf var. . Öyleydi çünkü. . Beş sınıf bir arada. . Eee zaten topu topu 19 öğrenci. . Tıpkı Cumhuriyet öğretmeni annemin her sabah yollarını arşınladığı Malatya Serintepe İlkokulu gibi. . Bazı aylar kirasını maaşından ödediği ahırdan bozma okulda annem hem öğretmen hem müdürdü. . İki öğretmenli o okulda da 1 2 ve 3'üncü sınıflar bir arada 4 ve 5'inci sınıflar bir aradaydı. .

Erzurum'daki okulun hademesini merak edeniniz olur belki. . Bakın işte o kadro çooook kalabalıktı. . Öğretmen ve 19 öğrencisi. .

Yolumuz uzundu. . Vedalaştık. . Öğretmenin bizler için ettiği duaları anlatamam. . Görüntülerin ne zaman yayınlanacağını sordu bir de. . Aydın'daki ailesine haber vermek için. .

Alptekin'e "Direksiyona sen geç" dedim. . Yanı başına kuruldum. . Bembeyaz örtünün üzerinde Erzurum'a doğru yola koyulduk. . Alptekin'i sık sık uyarıp "Yavaş sür" diyordum. . Konuşmadıkça dalıyordum çünkü. . Daldıkça da gözümde iki damla yaş. .

-Yavaş sür. . Muti'de uçuruyordun bizi denyo. .

Hiçbir sözüme yanıt alamadım. . Gözümü kaçırıyordum ondan. . Dönüp baktığımda neden ses vermediğini ve onun da gözünü benden kaçırdığını anladım. .

Anlattıklarımda bir damla fazla yok. . Eksikten ise geçilmiyor. . Çok değil 23 yıl önce yaşadım bu saatleri dakikaları. .

O öğretmen nerededir şimdi ne yapıyordur bilmem. .

Ama o heyecandır bizi ayakta tutan. .

Ve benim için ÖĞRETMENLER GÜNÜ nedir biliyor musunuz?

Kirasını arada cebinden ödediği okulda öğrencileriyle buluşmak için bir elinde Ahmet bir elinde Murat'la Serintepe'nin patikalarını aşan annem Zeynep öğretmenin inancı

Ve adını Türkan bildiğim o genç öğretmenin gözlerindeki mutluluğun nemi. .

Bir de bana "bir harf" öğreten tüm öğretmenlerim. .

Öğretmenim. . Ellerinizden öpüyorum. .

Ve bazen "Bırak be oğlum işine bak" diyen dilinize değil "Olmadı Murat" dememek için çırpınan yüreğinize kulak verip çırpınmaya devam ediyorum. .

Fikrim üşüyor öğretmenim. . Sizleri hatırlayarak ısıtıyorum. .



ZEYNEP GÜRCANLI: PKK YERİNE PYD Mİ?

Türk kamuoyu içeride belediye başkan adaylarını tartışadursun;

Dışarıda Türkiye'nin başına büyük bir çorap örme hazırlığı var.

İlk adım -beklendiği gibi- ABD'den geldi. Washington yönetiminin PKK terör örgütünün üç elebaşının yakalanması için ödül koymasına pek sevindik ama hemen arkası geldi;

ABD Suriye'de Fırat'ın doğusunda kalan bölgedeki PYD-YPG kontrolü zarar görmesin diye Türkiye sınırına "güvenlik noktaları" kurma kararı aldı.

Bu güvenlik noktaları- Türk basınına yansıyanın aksine- Türk-Amerikan işbirliği değil sadece Amerikan askerleri görev yapacağı alanlar olacak. Böylece ABD o pek sevdiği PYD-YPG ile Türk ordusu arasına adeta "etten duvar" kuracak.

FRANSA DA OYUNA GİRMEYE ÇALIŞIYOR

ABD dışında Fırat'ın doğusundaki PKK terör örgütü uzantısının başka "destekçileri" de yok değil;

1900'lü yıllarda Suriye'nin "hamisi" konumundaki Fransa aradan geçen zamanda kaybettiği bölgeye yeniden girmek konusunda çok kararlı.

Fransızlar Suriye'ye giriş yolunun ise ABD'ye "iliştirilmiş" şekilde PYD-YPG üzerinden olacağına inanıyorlar.

Paris'te bir haftalık ziyaret sırasında bizzat sohbet etme imkanı bulduğumuz Fransız politikacılar her fırsatta PKK'yı terör örgütü olarak anmaktan hiç çekinmediler.

Ancak iş PYD-YPG'ye gelince birden bire değişti; Fransız askerlerinin de Fırat'ın doğusunda -henüz küçük ölçekte de olsa- PYD-YPG ile işbirliği içinde olduklarını saklamadılar.

Fransa Dışişleri'nde de aynı hava hakim. O kadar ki Fransız diplomatlar yakında PKK terör örgütüne yönelik Fransa'da yeni operasyonlar olabileceğinin işaretini verirken PYD-YPG konusunda ise daha "sessiz durma" yolunu seçtiler.

Özellikle Suriye ile yakından ilgilenen Fransız bir senatörün çok ilginç tespitleri de oldu.

Mesela; ABD'nin Suriye'de artık sadece üç köye kadar düşmüş olan IŞİD varlığını "bilerek ve isteyerek sonlandırmayacağı" tespitini yaptı Senatör. "ABD hükümeti kongreden Suriye'de operasyon iznini IŞİD'le mücadele için aldı" dedi ve ekledi;

"Eğer IŞİD'in elinden o son 3 köy de alınırsa Amerikan askerlerinin Suriye'de olmak için bir nedenleri olmayacak. Bu nedenle o köylere hiç operasyon yapılmıyor…"

Kısacası; gerek ABD'de gerekse Fransa'da – bu ikiliye son dönemdeki söylemlerine bakarak İngiltere'yi de eklemek pek ala mümkün- PKK'yı bitirip yerine PYD-YPG'yi koyma eğilimi giderek artıyor.

Politikacıların söylemlerine bir de Batı basınında yer alan PYD-YPG militanlarına düzülen övgüler de eklenince tablo net ortaya çıkıyor.

Rusya'ya bakıldığında ise ilk göze çarpan Moskova'da hâlâ faaliyette olan PYD bürosu. Yani Ruslar'ın da PYD-YPG'yi terörist olarak görmedikleri ortada.

Türkiye'nin bugünlerde en çok dikkat etmesi gereken unsur PYD-YPG'nin "ılımlı Kürtler Suriye yerel unsurları" gibi isimlerle barış sürecine davet edilme durumu…

Bugün "terörist" dediklerimiz çok kısa bir gelecek içinde karşımıza "meşru muhattap" gibi çıkarılmaya kalkılıyor /kalkılacak. Hazır olun…

İDLİB'DE NELER OLUYOR?

Batı el birliğiyle Suriye'nin batısındaki teröristleri "meşrulaştırmaya" uğraşırken Suriye'nin doğusunda da işler karışık.

Yine Fransa'da gerek bürokratlardan gerekse siyasetçilerden en çok duyduğumuz cümle "Türkiye'nin Rusya'yla yapılan İdlib anlaşmasını sonuna kadar destekliyoruz ama işler pek öyle iyi de gitmiyor…"

AKP hükümeti Rusya ve Esad rejiminin 3 milyondan fazla kişinin yaşadığı İdlib'e hiç de insani olmayacağı aşikar operasyonunu engellemek için Putin'le bir uzlaşmaya varmıştı. Uzlaşma İdlib'deki cihatçıların Türkiye eliyle silahsızlandırılmasını ağır silahların cihatçılardan alınıp Rus ve Esad güçlerine saldırı olmasını engelleyecek bir tampon bölge oluşturulmasını öngörüyordu.

Ankara'dan gelen açıklamalar bir "uygulama takvimi" de içeren uzlaşmanın iyi gittiği yönünde.

Ancak ne Amerikalılar ne de Fransızlar uzlaşmanın alanda yürümediği söylemeye başlamış durumdalar. Üstelik anlaşmanın doğrudan muhattabı Rusya'dan gelen işaretler de pek iç açıcı değil.

RUSLAR'A -BEDAVAYA- VERİLEN ENERJİ KOZLARI

Türkiye'deki AKP hükümetinin elinde Ruslar'ı Esad'la beraber kadın-çocuk demeden öldürmesini engellemek için küçük bazı kozlar -Türk akımındaki Türk toprak ve karasularının kullanılmasına ilişkin izinler gibi- vardı. Ancak bu kozlar da pek düşünmeden elden çıkarıldı.

Türkiye'nin en önemli kozlarından biri Putin'in ABD ile global enerji pazarında çok önemsediği Türk akımı idi. Türk akımı konusunda Türkiye'den alacağı kara ve deniz suları için izinler de Rusya için kilit önemdeydi. Putin bu izinleri AKP hükümetinin kendini en zayıf bulduğu anlarda alıverdi. (Deniz suları için izinler Afrin operasyonu öncesi kara kısmı için izin ise 24 Haziran seçimi öncesinde Putin'e adeta hediye edildi. )

Nitekim Putin'in geçen hafta başında yaptığı Türk akımının inşasının bitirilmesine ilişkin törene katılmak üzere yaptığı Türkiye ziyareti sembol gibiydi;

Hem Türkiye'nin 2019'dan itibaren artık Rusya'ya enerji konusunda çok daha bağımlı çok daha muhtaç olmasının; hem de AKP'nin artık Moskova'ya karşı elinde hiç koz kalmamasının da sembolü…

İDLİB İÇİN SON UYARI

Nitekim diplomatik kulislere yansıyanlara göre Ruslar Türkiye'ye İdlib konusundaki "son uyarıyı" da Putin'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yüzyüze görüşmesinden sadece 24 saat sonra verdiler; MİT Müsteşarı Hakan Fidan geçen hafta Soçi'de Rusya Savunma Bakanı Şoygu ve Rus Genelkurmay Başkanı Gerasimov ile görüştü.

Rus basınından gelen bilgiler görüşmede Türk tarafına özellikle İdlib'de -el Nusra'nın yeni isimlisi- Tahrir El Şam'ın silah bırakmayı reddettiği anlaşmada var olan M4 ve M5 karayollarının cihatçı militanlardan temizlenmediğinin iletildiğini içeriyor.

Kısacası Ruslar Esad'la birlikte -geciktirdikleri- İdlib operasyonu için hazırlıklara başlamış görünüyorlar.

Ve ne yazık ki Türkiye'nin elinde Moskova'nın önüne koyacak pek fazla da koz kalmamış durumda.

Suriye gözü yerel seçimden başka bir şey görmeyen Türkiye için giderek daha fazla bataklık haline geliyor…



CAN ATAKLI: BİLMEZ AMA DEDİĞİ DEDİKTİR

Cumhurbaşkanı Erdoğan kızmış.

"Bir bilen" bulunsun istemiş.

Elbette "tek adam" olduğuna göre söylediği her şey emir olarak kabul edilecektir.

O söylediyse "akan sular duracak" demektir başka yolu yok.

Ama bu kez emri yerine getirmek o kadar kolay değil.

Çünkü Cumhurbaşkanımız sarayında oluşturduğu Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu'nu toplamış çeşitli talimatlarını verdikten sonra "kafasını çok bozan" bir konuyu diye getirmiş.

Demiş ki "Biri çıkıyor 'Ekmek yiyin' diyor biri de 'Yemeyin' diyor. Biri 'Yağı su gibi için' diyor diğeri başka bir şey. Biri 'Bal ye' diyor 'Biri yeme zararlı' diyor. Birçok alanda vatandaşın aklını karıştıran farklı açıklamalar var. Bu işi bir çözün. Millet tartışmalar arasında kalmasın. Vatandaş doğru bilgiyi alsın. "

Haksız mı?

Haklı valla.

Hepimizin kafasını karıştırıyor bu açıklamalar.

Neyse ki hepimizin her sorunuyla çok yakından ilgilenen bir Cumhurbaşkanımızvar ve bizi bu dertten kurtaracak.

Mı acaba?

Çünkü ortada zaten birçok uzman var ve Erdoğan'ın yakındığı bu bilgileri veriyor.

Şimdi bir de "saray emri" ile yapılacak açıklamalar başımıza yağmaya başlayacak.

Eee ne olacak o zaman?

Zaten kafamız çorbaya dönmüş bu sağlık açıklamalarından bir de bu şimdi.

Peki diğerleri de zaten tıp uzmanlarının açıklaması buna bir de saray uzmanlarının açıklaması eklenince "kesin doğru" olarak hangisine inanacağız?

Hangisine inanmamız gerektiğini bulmak kolay.

Bir fıkrayla anlatayım.

İki arkadaş merak etmişler: "Balığın dişisi erkeğinden nasıl ayrılır?" diye.

Gidip balıkçıya sormuşlar.

Balıkçı önce "Yumurtasından belli olur" demiş.

Bunun üzerine "Yumurtası yoksa?" sorusu gelince balıkçı "Pişince kılçıklarından" anlarsınız karşılığını vermiş.

Ama arkadaşlar kararlı kesin bilgi istiyorlar.

Bu kez "Ya pişmemişse?" diye sormuşlar.

Balıkçı kafasını kaşımış şte onu bilemem ama şu köşedeki boyalı konağın aşçısı bilir"

İki arkadaş aşçıyı bulup dertlerini anlatmışlar.

Aşçı "Ben bilmiyorum ama en iyisi bizim paşaya soralım" demiş.

İki arkadaş "Yahu bir paşa balığın dişi mi erkek mi olduğunu nerden bilir ki"diye şaşkınlıkla sormuş.

Aşçı gülmüş ve cevabı patlatmış; "Aslında o da bilmez ama onun dediği dediktir. "

Bu durumda belki "sarayın sağlık fetvalarına" uymak en iyisi.

Erdoğan en doğrusunu bilmeyebilir ama "dediği dedik" olduğu için hangi babayiğit çıkıp da "Senin uzmanın doğru söylemiyor" diyebilir ki.

BUNU YAPMAK GEREK

YAŞASIN! YERLİ İLAÇ YAPIMI HIZLANACAK

Diğer yazıda işi biraz dalgaya vurdum ama aslında Erdoğan'ın "her konuda" çok atak olması akıllara zarar bir durumdur.

Erdoğan sağlıklı besinler konusunda "tek otorite" olması gerektiğini söylüyor.

Oysa bilmiyor ki aslında bu konuda uzmanların yaptığı açıklamalar doğrudur herkes kendi bünyesine alışkanlıklarına ve sağlık durumuna göre bu bilgilerden yararlanacaktır.

Erdoğan'ın bu tür konularda sanki toplumu düşünüyormuş gibi davranması bilime saygısı olmadığı içindir.

Örneğin Cumhurbaşkanı sağlık kuruluyla yaptığı toplantıda şunları da söyledi;

"Yürütülen yerli ve milli ilaç ve teknoloji çalışmalarının hızlandırılması gerek. Bu konuda yapılacak çalışmalar ile katkılar bu kurulun en önemli gündemlerinden biri olmalıdır. "

İlacın yerli ve millisi olmaz bir kere. İlaç ilaçtır.

Ama daha vahimi şu; Erdoğan'ın bilime saygısı olmadığı gibi bilgisi de yok.

İlaç emirle yapılmaz.

İlaç yapımı emirle hızlanırılamaz.

Sağlık kurulundaki kişilerin Erdoğan'ın bir ilacın nasıl yapıldığını hangi süreçlerden geçtiğini ve ancak ne zaman piyasaya sürüldüğünü anlatmalı ki Cumhurbaşkanı da bilim insanlarını güldürecek bu açıklamaları yapmasın o zaman.

Erdoğan aslında ilaç konusunda hızlandırma isterken anladığım kadarıyla en bildiği konuyu inşaat işini ilaca bağlıyor.

Erdoğan'ın "yerli ve milli"den kastı aslında ilaç fabrikası yani binası.

Binaların hızla yükselmesi halinde ilaç yapımının da hızlanacağını düşünüyor.

ÇOK GÜLDÜM

İKİ PAZAR FIKRASI BİRDEN

Bu hafta Yıldırım Tuna'dan iki fıkra sunuyorum sizlere…

ŞİMDİDEN ALIŞIN

Adam "Kendimi iyi hissetmiyorum doktor!" demiş "Beni bir muayene etsen. . !"

Doktor uzun süren tahlillerden sonra "Durum pek iç açıcı değil. . !" demiş "On günlük bir ömrünüz kalmış. . !"

Adam "On gün. . on gün. . ne yaparım doktor"demiş çaresizce. .

"Valla. . çamur banyosunu öneririm" demiş doktor.

"Çamur banyosu mu? İyi gelir mi doktor!" diye sormuş adam.

"Pek değil" demiş doktor "Ama hiç olmazsa cildinizi şimdiden alıştırırsınız. . !"

SABIKALI SERÇE

Güzel bir ilkbahar günü serçe dalgın dalgın yolun üzerinde uçarken karşıdan aynı hizada motosikletli birinin geldiğini görmüş ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni yapmışlar ama serçe ıtonnnkk. . !" diye sürücünün kaskına çarpmış ve baygın düşmüş yere…

Adamcağız çok sıkı bir hayvansever olmalı ki kıyamamış serçeye alıp evinegötürmüş onu eskiden kalma bir kuş kafesine yerleştirmiş yanına ekmek ve sukoymuş girmiş içeri ve yatıp uyumuş. Bir müddet sonra bizim serçe ayılmaya başlamış ilk başlarda ortalık hafif bulanık daha sonra görüntü netleşmiş demir parmaklıklar ekmek ve su…

"Kahretsin!" demiş "Ulan felakete bak Motosikletliyi öldürmüşüz desene!"

KOMİK

EN TAZE AFORİZMALAR

Mizah yazarı İbrahim Ormancı'dan gelen yeni komik cümlelerle keyifli pazarlar;

ABD Başkanı Donald Trump "Gülen'in iadesi gündemimizde yok" demiş. Haklı adam. Son Kullanma tarihi geçmemiş bir şeyi neden versin ki?

★★★

Fiyatı ikiye katlanan kuru soğan zam rekoru kırmış. Bir dolar bir patates bir kırmızı et bir kuru soğan. Erkekseniz teker teker gelin be.

★★★

Teyze müsaitseniz annem öğleden sonra lafı gediğine koymaya gelecek.

★★★

O şiiri de güncellemek gerekmez mi Nazım Usta yani

Sen mutluluğun selfiesini çekebilir misin Abidin?

★★★

Ömür biter sınav maratonu bitmez çocuğum.

★★★

Ekmeğini gerçekten taştan çıkarıyorum. Mermercide çalışıyorum.

★★★

İş stresi fıtık ediyormuş. Peki işsiz olup iş bulma stresi insanı ne yapıyor acaba?

★★★

Evlendiğimizde bana sürekli mantı açan kadın şimdi sürekli pizza söylüyor. Kültürel değişim böyle bir şey olsa gerek.

★★★

Benim hanım hiçbir hatamı unutmuyor ama sık sık yemeği ateşte unutuyor anlamadım gitti.

★★★

Bence düşenin değil de asıl düşünenin dostu olmaz yalan mı?

★★★

Bazı insanlar eleştiriyi hiç sevmez. Yergi muafiyeti isterler.

★★★

Bugünün işini yarına bırakma. Mesaiye kalıp sabaha kadar çalış.

★★★

Bence toplaşıp parti kursalar ilk seçimde adam sendeciler malı götürür.



ARSLAN BULUT: ÜLKEN İÇİN SAVAŞIR MISIN?

Amerikan araştırma şirketi Gallup iki yıl önce dünya milletlerinin "ülkesi için savaşma iradesi"ni ölçmek üzere dünya çapında bir anket yapmıştı.

63 ülkede yapılan ankete göre listenin başında yüzde 94'le Fas bulunuyordu. Avrupa'da yüzde 74 ile Finlandiya birinci Türkiye yüzde 73 ile 12'nci sırada çıkmıştı.

lkem için savaşırım" diyenlerin oranı İngiltere'de yüzde 18 Fransa'da yüzde 29 İspanya'da yüzde 21 Rusya'da yüzde 59 Yunanistan'da yüzde 54 Hindistan'da yüzde75 Çin'de yüzde 71 ABD'de yüzde 44 çıkmıştı.

Türkiye'de oranın daha yüksek çıkması beklendirdi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında böyle bir anket yapılmış olsaydı bu oran Türkiye'de yüzde 99 çıkabilirdi. O günlerde yurdun her köşesinde gençler askerlik şubelerine hücum etmiş ve savaşa gitmek istediğini söylemişti.

Peki aradan geçen yılar içinde ülke halkı için değişen nedir?

***

Türkiye'de 1974'ten sonra ortak paydalara sistematik bir saldırı başlatıldı. Buna karşılık toplumu ayrıştıran ne varsa önce siyasiler sonra medya tarafından teşvik edildi veya kışkırtıldı.

Bu operasyon matematik kurallarına göre yapıldı! En küçük ortak katlar yıpratıldı en büyük ortak bölenler beslendi. Son 16 yıl içinde siyasi iktidarın beslediği odaklar Atatürk cumhuriyet laiklik Türk kimliği üzerinde sürekli olarak yıpratma faaliyetinde bulundu

Sonuçta "ülkem için savaşırım" diyenlerin oranı düşmeye başladı.

Bu konuya neden girdim. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bir söyleşide "Andımızı kaldırırsanız vatan ve millet sevgisini nasıl öğreteceksiniz? Sorun oradan çıkıyor. Ant okutmak bir noktada çocuğun kafasına vatan ve millet sevgisini ilkokulda koymaya uğraşmak demektir. " dedi de onun için...

Türkiye Türk tarihinin hakkından gelmek isteyenlerle birlikte aynı zihniyete sahip bir kadro tarafından yönetiliyor "AKP sayesinde Türk olmaktan kurtulduk" diyorlar cumhuriyet dönemini reklam arası olarak görüyorlar da onun için…

Peki hedeflerine ulaşabilirler mi? Veya ulaştılar da toplum mu farkında değil?

***

Aslında toplumun en küçük ortak katlarını bulup yine kendi toplumuna hitap etmek en büyük ortak bölenleri bulup Türk Milleti'nin bağışıklık sistemini çökertmeye çalışmaktan daha kolaydır. Çünkü millet ayrıştıranı değil birleştireni takdir eder. Fakat milleti ayrıştıranlar bu işi din kisvesi altında yaptığı için bugüne kadar mesafe aldı.

Türkiye'de temel sorun aslen Türk olmadığı halde Müslümanlık ortak paydasına sığınarak ve İslam'ı etnik ırkçılığa dayalı hedeflerinin maskesi olarak kullanıp her türlü ideolojik kalıba giren böylece bütün fikirleri içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürükleyen nesillerden kaynaklanmaktadır. Bunların sayısı bellidir ama etkinlikleri örgütsüz Türk Milleti'nden daha fazladır!

Oysa Türkiye'yi kuran irade olan Türk Milliyetçiliği "Türklük" deyince bütün Türkiye halkını kastetmektedir. Türkçülük hapsi içindir. Zaten Balkanlar ve Kafkaslar'dan gelenlerin içinde ırken Türk olan büyük çoğunluğun dışında Hıristiyanlar tarafından katledilmekte oldukları ve Türk sayıldıkları için Türkiye'ye sığınanlar da vardır. Onları Türklüğe bağlayan bağ sadece vatandaşlık bağı değil kaderdir!

***

Millet Atatürk'ün belirttiği gibi müşterek varlığını devam ettirmek için Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamışsa veya "Türk duygusunu yüksek tutarak" milli mücadele verebilmişse "milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle beslemek " ve bunu "milli ülkümüz" kabul etmek yerine milli kimliği etnik bir unsur veya "etnik unsurların vatandaş olarak toplanması" derecesine düşürerek milli kimliğe darbe vurmakla ulaşılacak sonuç milli birliğin dağıtılması Türkiye'nin Türk vatanı olmaktan çıkarılmasıdır!

Bu da düpedüz vatana ihanettir.

--

EMİN ÇÖLAŞAN: STEPNE!

Sevgili okurlarım siyasette acayip gelişmeler oluyor inanılmaz kararlar alınıyor.

Bunun son örneğini dün Devlet Bey'in açıklamalarında görmüş olduk.

Önümüzdeki mart ayında yapılacak yerel seçimlerde İstanbul Ankara ve İzmir'de MHP aday göstermeyecekmiş…

Ya ne yapacakmış?

Onların hesabına göre MHP'nin ülkücü ve yurtsever kitleleri üç büyük ilimizde AKP'yi destekleyecek ve oylarını onlara akıtacakmış!

Mış mış!

Bunlar riskli işlerdir.

Aman haa yanlış hesap Bağdat'tan dönmesin Devlet Bey ve partisi duvara toslamasın! Sonra altından kalkamazlar.

★★★

Bu gibi işlerde büyük pazarlık döner.

MHP yönetimi bu kararı elbette ki babasının hayrına almadı.

Peki pazarlık nasıl kesildi?

Karşılığında AKP MHP'ye ne verecek?

Bunu şimdilik bilmiyoruz ama ortalıkta dolanan söylentiler var.

Güya AKP de çeşitli illerde aday göstermeyecek ve AKP seçmeni topluca gidip oylarını MHP'ye verecekmiş.

Adana Mersin Manisa ve özellikle de Devlet Bey'in memleketi olan Osmaniye'de uygulama böyle olacakmış.

★★★

Demek ki iki parti de milyonlarca seçmeni çantada keklik görüyor.

Örneğin AKP'den kesin talimat gidecek kendi seçmenine "Falanca ilimizde oylarınızı MHP'ye vereceksiniz" diye…

Ya da tam tersi olacak ve benzer talimat MHP'den gidecek…

"Ey ülkücü seçmenimiz üç büyük kentte oylar AKP'ye verilecektir!"

Kimse kusura bakmasın ama bunun adına seçim ittifakı değil seçmeni kafakola alma operasyonu denir.

★★★

Üç büyük ilimizde MHP'nin herhangi bir ağırlığı ve iddiası zaten yok. Ağzıyla kuş tutsa oraları kazanamaz.

Ancak hadiseye madalyonun öbür tarafından baktığımızda karşımıza bir gerçek çıkıyor:

AKP'nin en büyük korkusu özellikle İstanbul ve Ankara'yı kaybetmek.

İzmir'de iddiası zaten yok.

İzmir'i kaybetmek derseniz CHP'nin en büyük korkusu!

İzmir kaybedildiği takdirde Türkiye'de fırtınalar kopar CHP'de depremler olur ve partinin yönetici kadroları büyük ölçüde savrulup gider.

★★★

Şimdi burada Devlet Bahçeli'ye birkaç soru sormak gerekiyor:

Kendi seçmeninizi alınıp satılan bir mal olarak mı görüyorsunuz?

Parti örgütlerinizin bu pazarlık sonrasında tepki göstermeyeceğini mi düşünüyorsunuz?

Milyonlarca ülkücü ve yurtsever seçmenin bu karardan sonra tıpış tıpış gidip AKP'ye oy vereceğini mi hesap ediyorsunuz?

★★★

Bundan iki üç hafta önce Recep Bey'in ağzından çıkan sözlerin kulağımızdaki yankıları henüz silinmedi:

"O halde herkes kendi yoluna!. . "

Sonrasında iki lider yine bir araya geldi…

Ve anlaşıldığı kadarıyla pazarlığı orada bitirdiler!

Seçmen kendi partisine elbette oy verir… Ama kendi seçmenini yapılan pazarlıklar sonucunda bağlayıp "Bize değil öbür partiye oy vereceksin" diye talimatlar vermek yakışıksız iştir.

★★★

Seçime normal koşullarda girilse ve hiçbir hile yapılmasa AKP'nin özellikle İstanbul ve Ankara'yı kaybetme olasılığı çok yüksek.

Ekonomik kriz yapılan yolsuzluklar ve ülkemizin soyulması herkesi olduğu gibi ülkücüleri de canından bezdirdi.

Şimdi onlar "Emir büyük yerden geliyor" deyip topluca AKP'ye oy verecek öyle mi!

Böyle bir umut kargaları bile güldürür.

★★★

Şimdi karşımızda uzun zamandan beri iktidara değil muhalefete karşı muhalefet yapan bir Devlet Bahçeli var.

Onu burada çeşitli yazılarımda şöyle tanımladığımı herhalde anımsayacaksınız:

"İktidarın stepnesi… Bastonu… Kurtarıcı meleği…"

Bu tanımlar tamamen doğrudur.

Zamanında Recep Bey ve partisi için Meclis'te ve miting kürsülerinde en ağır hakaretleri savuran bu genel başkan şimdi yuvasından yeniden çıkıp gerçek kişiliğine kavuştu ve hemen ilan etti:

"Şu illerde seçime girmeyeceğiz…"

Türkiye'nin en önemli illerinde madem ki girmemeyi göze aldın bunun hesabını kendi seçmenine ve teşkilatına nasıl vereceksin beyefendi önce bunu açıkla.

Stepne olacağın iktidar bu ülkede Andımız'ı bile yasaklamış senin savunduğun Türk Milliyetçiliği kavramını yok etmek için büyük çaba harcıyor…

Bunları yoksa unuttun mu Devlet Bey!

Stepneliğin bu kadarı olur mu?

Siyasette oynaklığın ve ilkesizliğin bu kadarı olur mu?



ARSLAN BULUT: MATTİS'İN "ORTA FIRAT" DEDİĞİ "ORTA İSRAİL!"

ABD Savunma Bakanı James Mattis ABD ordusunun Suriye'nin kuzey sınırı boyunca birkaç yerde gözlem noktası kuracağını açıkladı.

Mattis "Bizim faaliyet alanımızdan kaynaklı bir şey gördüğümüzde Türkleri uyarmak istiyoruz. Bu konuda Türkiye ile yakın iş birliği içindeyiz. Türkiye'ye yakından bu konuyu danışıyoruz. Hem ordu hem de Dışişleri Bakanlığı onlara danışıyor. Türkiye'ye yönelik ortaya çıkabilecek ve gördüğümüz her türlü tehdidi takip etmeye çalışacağız. " dedi.

Mattis "Türk ordusu ile sınırın karşısından çok konuşuyor olacağız. Gece ve gündüz çok açık bir şekilde işaretli bölgeler olacak. Böylece Türkler bizim tam olarak nerede olduğumuz net olarak görecek. " diye bilgi verdi.

James Mattis gözlem noktalarının kurulma sebebini ise şu sözlerle açıkladı:

"Bu Orta Fırat Vadisi'nde savaşanların savaştan çekilmemesini ve coğrafi halifelikten geriye kalan kısmını bitirmeye devam etmelerini sağlamak üzere dizayn edilmiştir. "

***

Mattis "Orta Fırat" diye PYD/YPG'nin hakim olduğu bölgeye diyor. Bu bölge ve etrafı için "Orta İsrail" de deniliyordu.

Anlaşılan yani Türkiye'nin Doğusu ve Güneydoğusu için de "Kuzey Fırat" diyorlar ve projeyi hızlandırmış durumdalar!

Bu durumda "Kuzey İsrail" neresi oluyor?

Mattis Türkiye ile dalga geçmektedir. Zira ABD ordusunun Suriye'nin kuzeydoğusunda ve Türk sınırında askeri gözlem noktaları kurması Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu bölgeye operasyon yapması ihtimalini ortadan kaldırmak içindir.

***

Mattis'in konuştuğu gün Anadolu Ajansı Kutluhan Görücü imzalı ve "Fırat'ın doğusundaki mevcut durum sürdürülebilir mi?" başlıklı bir analiz yayınlamıştı.

Analizde "Türkiye'nin Fırat'ın doğusundaki YPG/PKK noktalarını ciddi topçu atışlarıyla hedef almasının ardından ABD YPG/SDG unsurlarıyla sınır hattında birlikte devriye faaliyetleri yürüterek Türkiye'nin bu hamlesinin karşısında olduğunu fiili olarak göstermek istedi. " ifadeleri kullanılmıştı

Kutluhan Görücü özetle şu yaklaşımlarda bulunmuştu:

*zgür Suriye modelini Fırat'ın doğusunda da gerçekleştirmek arzusunda olan Türkiye terör tehdidini de bertaraf etmek üzere askeri siyasi ve toplumsal hazırlıklarını sürdürüyor.

*TSK ile eğitimlerini her geçen gün arttıran ve daha da profesyonel olarak savaşa hazır olan Milli Ordu bileşenleri de bu askeri harekâtları rahatlıkla icra edebilecek kapasitede. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı gibi iki önemli ve kapsamlı harekatta tecrübe kazanan ve düzenli bir orduyla çalışma mantığını iyice kavrayan Milli Ordu unsurları bu bölgelerde halkla kurdukları irtibatlar sayesinde nokta operasyonlar da gerçekleştirebilecektir.

*Bu tip operasyonları askeri manada rahatlıkla icra edebilecek bir kapasiteye sahip olan Türkiye için bu noktada en önemli sorun ABD'nin YPG/PKK unsurlarıyla girdiği siyasi ve askeri ilişkidir.

*ABD'nin politika yapımında etkili konumda olan ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı YPG/SDG'ye yapmış olduğu yatırımdan vazgeçmeme eğiliminde. "

***

Analizde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yanında savaşan bölgedeki silâhlı güçleri için "milli ordu bileşenleri" diye bir ifade geçiyor. Kimin milli ordusu? Suriye'nin mi Türkiye'nin mi pek anlaşılmıyor!

Hatırlayalım Recep Tayyip Erdoğan CHP'nin Özgür Suriye Ordusu'na yönelik eleştirilerine zgür Suriye Ordusu Kuvayi Milliye gibi sivil bir oluşumdur. ÖSO'nun bizim kahraman askerlerimiz ile yan yana çarpışması iftihar edilecek bir görüntüdür" demişti.

Toparlarsak ABD Türk Silahlı Kuvvetleri'nin müdahalesine en küçük bir şans vermemek için tedbir alıyor! Türkiye'nin resmi haber ajansı ise Özgür Suriye Ordusu'nu PYD/YPG'nin üzerine sürmekten bahsediyor! ÖSO ABD askerlerinin komutasındaki kuvvetlerle çatışır mı?



NECATİ DOĞRU: ACI SOĞAN! OLDU İÇ DÜŞMAN!

Sabahın erken vakti daha horozlar bile ötmemişken gazeteci evi bastılar.

Tavuklar da uykudaydı.

Profesör evi bastılar.

Tanyeri ağarmamıştı.

Akademisyen evi bastılar.

Daha sokak lambaları sönmemişti doğal olarak soğan stokçularının evini basıp gözaltına almaları gerekiyordu. Çünkü devlet adamlarımızın birinci elden söylediklerine göre soğan stokçusu ekonomiyi zayıf yerinden yakaladı çökertiyordu.

Millet düşmanı!

Hain soğan!

Delilleri karartabilirdi.

Gözaltına alınması normaldi.

Zaten Cumhurbaşkanı muhtarları topladı ve sert uyardı: "Kimse vatandaşıma pahalı ürün yediremez. Aldığımız ihbarlarla depoları basacağız. "

Acı soğan!

Oldu iç düşman

★★★

Toplayıcı ve avcı döneminden çıkıp ilkel tarım yapmaya başladığı günden beri insanoğlunun mutfakta destekleyicisi olmuş acı soğanın gülmekten gözlerinden yaşlar akıyordur.

Adı üstünde soğan!

Ekilir büyür.

Yeşil iken yenir.

Bırakılır kelle tutar.

Sökülür kuru soğan olur. Kuru soğan depolanmak zorunda. Depolanmazsa çürür. Kışa kalmaz. İnsan kışın yiyecek soğan bulamaz. Soğancılar soğanı çürümesin diye depoluyorlar. Depoladıkları soğan üzerinden "oligopol kurup" fiyatları şişiren var mı kim onlar?

Acı soğan gülüyordur.

Gülmekten ağlıyordur.

Devlet adamları ülkeyi yönetenler ekonomiyi planlayanlar Tarım Bakanı tüm bakanlık kadrosu henüz altın uykusunda uyurken soğanlarını depoya koymuş fakat satmayan ve fiyatların şişmesini bekleyen bir hain (!) stokçunun evi TV kameralarının eşliğinde basılmadı alınıp sorguya götürülmedi. Profesörlere yapıldığı gibi sorgusu başlamadan şte iç düşman hain soğan stokçusu" diye ilan edilmedi.

★★★

Gizlenen gerçek şu:

Saman ithal edilmişti.

Sıra soğana geldi.

"Soğan bile ithal edildi" dedirtmemek için iç düşman ilan edildi. Soğan depoları basılacak diye korku verilip kilo fiyatı 25 kuruş aşağı çekildi. Gerçekte tarımsal üretim her üründe çöktü. Soğan üretiminde de düşme ve hastalıktan verim kaybı oldu. Hem üretim düştü ve hem üstüne dolar ve faiz krizinin yarattığı yüksek enflasyon da binince soğanı depolamış olanlar da "krize karşı direnme imkanlarını" kullandılar. İmkanı olan krize karşı direniyor. Sözgelimi Cumhurbaşkanı'nın bakanların Meclis Başkanı'nın gücü var; maaşlarını enflasyonun üstünde artırabiliyor krize direniyorlar. Soğan depolayan da Cumhurbaşkanını bakanı örnek alıyor.

Acı soğanın

Ahı yerde kalmaz!

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

ACILI ANNE ADALET ARAYIŞINDA BİN KEZ HAKLI ÇIKTI!

Çorlu'da 5 ay önce 7 Temmuz günü tren kazasında 25 kişi can verdi. Mısra Öz Sel adlı bir annenin 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel ile 45 yaşındaki kocası Hakan Sel de bu kazada hayatını yitirenlerin arasındaydı. Hazırlanan raporlarda "tren raylarının yağacak yağmurların yaratacağı toprak kaymasını hesap etmeden döşendiği" yazıldı. Acılı eş ve anne Mısra Öz Sel "bu kazanın sorumluları ortaya çıkarılsın cezalandırılsın" diye kampanya başlattı. Adalet arayan acılı annenin sesini TCDD Genel Müdürü İsa Aydın ile dönemin Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan Twitter'dan engellediler. Ancak Jandarmaya bağlı olay yeri ekibinin henüz biten raporundaki bilgiler adalet arayan anneyi bin kez haklı çıkardı. Raporda; "Tren raylarının alt tarafında 1 metrelik boşluk var. Yağmurdan dolayı rayların alt kısmındaki toprak alanda çökme meydana geldiği değerlendirilmektedir" bilgisi yer aldı.



MURAT MURATOĞLU: BİZDE KRİZİN GERÇEĞİ VAR SENDEKİ YALAN!

Bu krizin "Türkiye'nin daha öncesinde yaşadığı ekonomik krizlerden farkı ne?"derseniz krizin varlığının ülkeyi yönetenler tarafından kabul edilmemesidir hiç şüphesiz…

İşler kötü gittiğinde siyasetin gizli kutsal kitabı bize ne der?

Önce mağdur olduğunu söyle… Suçu başkalarına at düşman yarat… Sonrasında bütün yapacağın "çapkınların altın kuralını" uygulamak…

Nedir altın kural? "Yatakta bile basılsan sonuna kadar inkâr et!" Böylece muhatabına istediğine inanma fırsatı verirsin. Kandırıldığını söylersin. Kendini affettirirsin.

★★★

Onları salak yerine koymaktan çekinme. Gözlerinin içine baka baka konuş… "Ekonomi iyi yolda aman kimse taş koymaya kalkmasın" deyip bekle… Yerse…

Tam 16 yıldır kimler neler yedi… Artık hayvan terli… Terli terli yem yer mi?

Mediar Araştırma'nın "Ekonomik bir kriz içinde olduğumuzu düşünüyor musunuz?" sorusuna ankete katılanların yüzde 77.86'sı "evet" demiş. Kriz yok algısı yaratmak için tüm yandaş medya seferber olsa da demek millet hissetmiş.

★★★

Bu algıyı yıkmak için önce dövizi geriletmek gerek. Sonra da faizleri indirmek… Lakin iş işten geçmiş… Son iki haftada 140'dan fazla firma konkordato ilan etti. Dolar düştü. Faiz indi. Peki bu firmalar neden taklaya geldi? Faizleri arttır. Merkez Bankası'nı sok piyasalara… Piyasada para bırakma… Para piyasalarında işlem yaptırma… Teminat oranlarını arttır döviz alanları sıkıştır. Kaldıraçlı işlemleri yasakla… Dövizi suni olarak bastır aşağıya…

★★★

Emirle kredi faizleri düşüyor. Zira kredi verilmiyor… Olmayan kredi kağıt üzerinde düşünce ne fark ediyor? Bu araba kaça? 50 bin lira… Nefis fiyata… İyi de kalmadı be abla…

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Bey; "Yüzde 25'lerin altına inen kredi faiz oranlarının gerilemeye devam edeceğini" belirtti. Tamam da bankalar kredi vermiyor ki! Yok veriyor diyorsa ulaşsın bana yüzde 25 ile kredi veren bankayataahhüt ediyorum sınırsız müşteri bulacağıma…

★★★

Faizler düşmez. Neden? Yakın zamanda en büyük borçlanıcı devlet olacak. Kimse para kazanmıyor ki vergiyi nereden toplayacak? Yaptıkları bütçenin gelir hedefitutmayacak. İki aya kalmaz avucunu açacak borçlanma turuna çıkacak.

Bütçeden para harcamazsa seçimleri nasıl kazanacak? Hadi gelir kalemleri tutmayacak da giderleri kısmak için kemerleri mi sıkacak? Saf olmayın!

★★★

Daha geçen ay Yeni Ekonomi Programı adıyla açıklanan plana göre 2019 yılı sosyal harcamaları için ayrılan kaynak 62 milyar liraydı. Hazırlanan 2019 bütçesine bakıyoruz 103 milyar liraya çıkmış. Plandan 40 milyar lira şimdiden sapılmış!

Büyük bir aksilik çıkmazsa Amerika veya Avrupa ile papaz olunmazsa bir süre daha böyle gider. Sonrasında rüzgârlar kuzeyden eser. Harcamalar iyice donar ekonomi buz keser. Kutup ayısını şirin bulup sarılırsın. Hayvan kendine bir güzel ziyafet çeker.



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder