26 Kasım 2018 Pazartesi

Son günlerde öne çıkan Ahmet Kılıçarslan AYTAR yorumları....

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : BREXİT'İN GÖLGESİ

İngiltere ve Avrupa Birliği müzakerecileri nihayet İngilizlerin Birlik'ten ayrılış şartlarını kabul ettiler.

Anlaşmaya göre Britanya ayrıldıktan sonra AB kurallarına ve düzenlemelerine az çok süresiz olarak tabi olmaya devam edecek

Ancak Mart ayından sonra AB üyesi olmayan bir ülke olarak herhangi bir söz hakkı olmayacaktır.

*

Başbakan T. May anlaşmanın İngiliz seçmenlerin iki yıl önce belirledikleri Brexit'e uygun olduğunu savunuyor...

Ancak anlaşmanın üç önemli konusu çok tartışılıyor.

1- Tek piyasa ve yönetmeliklerin bırakılacağı beklentisi yerini İngiltere'nin AB'nin tek pazarlı "ortak kural kitabına" imzalaması gerekliğine bıraktı.

2- İngiltere'nin AB üyesi olmayan ABD gibi ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzalamak için Gümrük Birliği'nden ayrılması öngörüsü

Yerini Gümrük Birliğinde süresiz olarak kalmasına bıraktı.

Böylece İngiltere'nin başkalarıyla serbest ticaret anlaşmaları yapması ancak AB ile mutabakatı ve uluslararası tahkimin rızasına kaldı.

3- İngiltere'nin Avrupa Adalet Divanı'nın yargı yetkisinin dışında kalması talebi;

Yerine İngiliz yargısı kararlarının dikkate alınması fakat İngiltere'nin düzenleme ve ticaret konularında Avrupa Adalet Divanı yargı yetkisine tabi olması şartı kondu.

*

Parlamentoda bir grup Brexit destekçisi anlaşmayı açıkça ihanet olarak ilanla etti ve T. May'e güvensizlik oyu vereceklerini açıkladılar...

Muhafazakâr Parti'liler (Tory'ler) anlaşmayı belki de ulaşılabilir en iyi Brexit olarak kabul etmekle birlikte

Tatmin olunmayan konuların nedeni olarak Brexit'in imkansız bir "fantezi" olması iddiasında oldular.

May hükümetine meclis çoğunluğu veren Kuzey İrlanda Demokratik Birliği üyeleri ise anlaşmanın Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birliğini tehdit ettiğini

Meclis'e geldiğinde karşı çıkacaklarını açıkladılar.

*

Sonuçta T. May hükümeti birbiriyle bağlantılı üç zorlukla karşı karşıya kaldı.

1- Meclis' te olası bir liderlik oylaması

2- Anlaşmayla ilgili Meclis oylamasında yenilgiye uğramak

3- Brexit çözümü için olası bir seçim.

Başbakan May'in bu gelişmelere yanıtı istifa edecek olan milletvekillerini çembere almak

İstifa edenlerin yerine sadık olanları görevlendirmekten ileri gitmiyor...

Kabinesi anlaşmayı ulaşılabilir en iyi Brexit olduğunu savunan Tory'lere sempati yükseltiyor.

*

Ne ki May hükümetinin öngörülemeyen kaderi

İngiliz siyasetinde daha derin bir değişime yol açıyor .

Ufukta Birleşik Krallık'ın dağılmasının gerçek olasılığı beliriyor. .

*.

Birleşik Krallık; İngiltere Galler İskoçya ve Kuzey İrlanda'dan oluşuyor.

Brexit çekilme anlaşmasının yayınlanması ardından bütün parçalarda milliyetçi duyguların artmasından endişe ediliyor.

Mesela Haziran'da başlatılan Avustralya -AB serbest ticaret anlaşması

AB ile yapılan Brexit müzakerelerinin gerilimiyle önemli ölçüde arada kalmıştır.

Bugün Avustralya'nın Brexit'ten ne tür hükümetler ya da ülkeler çıkabileceğine dair sunduğu sessiz destek;

Bu endişelere zemin hazırlıyor.

*

Çünkü; Referandum İskoçya Kuzey İrlanda ve İngiltere'de AB üyeliğine yönelik tutumlar arasında önemli ayrılıklar ortaya çıkardı.

Başbakan T. May "küresel Britanya " söylemiyle İngiltere'yi Avrupa ve dünyanın geri kalanıyla ilgili olarak yeniden konumlandırmaya çalışadursun

İngiltere kendi içinde çözülmektedir...

Bugün hükümetin "küresel Britanya" söyleminin ardında "İngiliz halkı" olarak politik anlamda bir şey bulunmuyor.

Mesela bütün göstergeler İngiliz seçmenlerinin çoğunun Kuzey İrlanda ve İskoçya'yı Birleşik Krallık'ta tutmaktan ziyade AB'den ayrılmak istediğini ortaya koyuyor!

Demokratik Birlik Partisi'nin 10 ve yaklaşık 60 zorlu İngiliz Muhafazakârı milletvekili de bu ironiyi paylaşıyor...

*

Brexit İngiliz siyasetinde eski politik bölünmeleri keserek yeni ve derin bir bölünme yaratmış

Nihayet geri çekilme anlaşması İngiltere'nin bir vassal devlet olarak algılanmasına yol açmıştır.

Birleşik Krallık artık bir varoluşsal krizin eşiğindedir.

21. 11. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : KAŞIKÇI CİNAYETİNDE SON PERDE

Müslüman Kardeşler entelijansıyası R. T Erdoğan'ın İslam dünyasında zirveye çıkmak hedefi bazı Washington kaynakları ve Katar'ın Al Jazeera medyası

Suudi gazeteci C. Kaşıkçı cinayeti üzerinde çok buyük bir polemik oluşturdular.

*

Hesapta Trump yönetimi ile Suudi Kralı Salman ve oğlu arasındaki güçlü ilişkinin zayıflatılması

Suudi Arabistan'ın gözden düşürülmesi

Trump'ın İran karşıtı kampanyasına

Suudi Arabistan Mısır BAE ve İsrail'in işbirliğinde "Yüzyılın Anlaşması" olarak sunulan İsrail-Filistin Barış Anlaşmasına zarar verilmesi

Petrol dünyasının Körfez'de Suudi Arabistan ile ortak güç merkezini oluşturan BAE Şeyhi Muhammed Bin Ziyad'ın karartılması vardı...

*

Ne ki ABD Başkanı D. Trump CIA'in istihbarat raporlarını inceledikten sonra yaptığı açıklamada

Suudi Prensi M.bin Selman'ın gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti hakkında bilgi sahibi olabileceğini söyledi.

Ancak Riyad ile olan askeri anlaşmalarını iptal etme niyetinde olmadığını vurguladı.

"Suudi Arabistan ile olan savunma anlaşmalarının iptali Rusya ve Çin'in çıkarına olacaktır" dedi.

Yine de Kongre'nin Suudi Arabistan'a yönelik istediği kararı almakta özgür olduğunu belirtti...

*

Başkan Trump'ın Suudi Arabistan ile ilgisi Eylül 2016'da ABD başkanlık seçimleri öncesinde başladı.

Cumhuriyetçiler Senato ve Temsilciler Meclisi'nde Başkan Obama'nın vetosunu geçersiz kıldılar.

11 Eylül saldırılarıyla ilgili "Terörün Destekçilerine Karşı Adalet " yasasını çıkardılar.

Yasanın gerekçesi; Suudi Arabistan'ın ajanlar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ABD'de faaliyet gösteren bir terörist hücreyi desteklemesi;

Bu örgütün de 11 Eylül saldırılarını planlaması ve gerçekleştirmesiydi...

Yasa hayatını kaybedenlerin ailelerine saldırılarda rolü olan Suudi yöneticilere karşı ABD mahkemelerinde dava açmak imkânı tanıdı.

O günden beri Suudi Arabistan karşılanamayacak kadar çok yüksek tazminatlar ödemekle karşı karşıyadır...

*

O sırada İsrail de Arap Dünyası ile ilişkileri geliştirerek İsrail-Filistin meselesini çözmeye yönelmişti.

Bir taraftan gelecekte HAMAS'la sonra İran'la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığını dikkate alıyor

Diğer taraftan İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak;

Sünni Arap ülkelerinin İsrail'i bir Yahudi devleti olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesini amaçlıyordu.

*

ABD Cumhuriyetçileri İsrail ve Suudi Arabistan lobileri bu yolda koalisyon yaptılar.

Nasılsa o yasa orada kaldığı sürece Washington Cumhuriyetçileri Riyad Tel Aviv arasında su sızmayacak

Ama İsrail-Filistin meselesi çözmeye yazacaktı...

*

Yahu! 11 Eylül'ü Suudi Arabistan planladı ve gerçekleştirdi.

Suudilerin Vahhabiciliği köktenci İslamcılığın markasıdır El Kaide ve İŞİD'ten çok az farklılık gösteriyor.

Vizyonu uğrunda İslam ülkelerinde eğitim sağlık fonlar sağlayarak sosyal sermaye yatırımı yapıyor.

Sayısız yerli insan hakları ihlallerinin ve terörizmin finansmanından sorumludur.

Rağmen ABD çok zengin hidrokarbon kaynaklarıyla İslam dünyasında dini liderlik arayan

Kutsal Mekke ve Medine'nin koruyucusu olan Suudi hükümetiyle yakınlığını sürdürüyor...

Aynı zamanda Ortadoğu'da önemli bir oyuncu ve en azından Yahudiler için demokratik bir ülke olan İsrail'e de destek veriyor.

Birlikte Suudi- İsrail bölgesel hegemonyasının statükosuna karşı en büyük tehdit olarak İran'ı görüyorlar...

*

Çünkü Başkan Trump Cumhuriyetçiliği varlığını ABD dış politikasının üç rakip vizyonuyla mücadeleden sağlıyor.

Birincisi mevcut Amerika'yı vazgeçilmez bir millet olarak gören liberal enternasyonalistlerin vizyonudur.

Bu Amerikan tarihinin derinliklerinde koşan bir akımdır.

Amerikalıların beğenileri ve yararları için dünya tarihinde zorla kendini göstermeye ve rakipsiz dünya hegemonu olmaya dayanıyor.

*

İkincisi büyük ölçüde akademide aktif olarak temsil edilen gerçekçiliktir:

Realistler daha az militarist bir duruş ve güç politikalarının dengesini kabul etmek

Esas olarak 'barış yoluyla barış' için tartışıyorlar.

Yeni bir silahlanma yarışını güç dengesii ve ABD güvenliğini korumak için ödenmesi gereken zorunlu ve kaçınılmaz fiyat olduğuna inanıyorlar.

*

Üçüncüsü Uluslararasıcılık vizyonudur.

Bunlar uluslar arasındaki küresel işbirliğinin sadece savaşı önlemek ve aynı zamanda ABD ve küresel refahı sürdürmek için elverişli değil

Aynı zamanda zorunlu olduğunu da iddia ediyor.

Uluslararasılaşmanın ekonomik büyümeyi hızlandırırken ve iklim değişikliği gibi küresel kollektif eylem sorunları ile uğraşırken;

Çatışmaları da önleyeceğini düşünüyorlar.

*

Başkan D. Trump ise bu düşünce akımları karşısında

nce Amerika" nın küresel egemenliği iddiasını pekiştireceği

ABD'nin ancak bu yolla güvenli bir konumda olacağı düşüncesiyle duruyor.

Amerika'nın militarist duruşunu merkezileştiriyor ve özellikle Ortadoğu'da istikrarsızlığı beslemede oynadığı rolü kınıyor

CIA'nın yalnızca bir istihbarat teşkilatı olarak hareket etmek için yeniden yapılanmasını öneriyor.

Her devletin eylemine özgü bir bilgi asimetrisi olduğunu ABD eylemlerinin Rusya ile ilişkileri zehirlediğini öngörüyor.

*

En önemlisi birleşme ve satın almaların etkisiyle ulusötesi şirketlerin giderek küresel egemen olmalarından

Ama hiçbirinin Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmediğinden

Aksine çıkarlarını en yüksek düzeyde tutmak için ABD devletinin imkanlarını araçsallaştırmalarından rahatsızlık duyuyor.

Bu yüzden Başkan D. Trump serbest rekabet yoluyla emperyalizm öncesi devlete yani nce Amerika" ya geri dönmeyi taahhüt ediyor...

Bu ulusötesi şirketlerin ve emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin dahi ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak anlamına geliyor.

Bunun için ABD'yi uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiyor.

Eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyor.

Bu yüzden Suudi Arabistan ile olan stratejik ortaklığına asla zarar vermiyor...

*

Bu çerçevede Türkiye'nin Trump yönetimi ile Suudi Kralı Salman ve oğlu arasındaki güçlü ilişkinin zayıflatılması

Suudi Arabistan'ın gözden düşürülmesi çabalarına son vermesi gerekiyor...

Bir adım ilerisi Türkiye için "Kan Davası" dır...

23.11. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : KIBRIS'TA GEVŞEK FEDERASYON

Cumartesi günü Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu Politis gazetesindeki röportajında Kıbrıs Rum yönetimine çağrıda bulundu.

Hiçbir çözüm formülünü reddetmediklerini ve hiçbir çözüm formülünde ısrarcı olmadıklarını ifade etti.

Bir süredir Rum lider N. Anastasiadis'in gündeme getirdiği kurucu devletlerin güçlü olacağı iki devletli çözüme benzeyen "gevşek federasyon" tezini

Türkiye'nin reddetmediğini ve ihtimal dışı görmediğini sözlerine ekledi...

*

Pazartesi günü (bugün) İsrail Kıbrıs Rum Kesimi Yunanistan ve İtalya AB'nin desteklediği projeler arasında yer alan

Doğu Akdeniz gazının Avrupa'ya Akdeniz altından yapılacak boru hattından gönderilmesiyle ilgili işbirliği anlaşmasını imzaladılar.

East-Med adlı boru hattı projesinin finansmanı için 1 yıla ihtiyaç duyulduğu boru döşeme işleminin ise 5 yıl süreceği açıklandı...

*

Yine bugün Atina'da Kıbrıs Rum Kesimi Yunanistan ve İsrail Meclis Dışişleri Komiteleri toplandı.

Kıbrıs'ın Münhasır Ekonomik Bölgesi ve Ege Denizi'ndeki Türk tehdit ve kışkırtmaları kınandı...

Heyet hiçbir işgal gücü ve çağdışı kalmış garantiler sistemi olmadan Kıbrıs'ın bağımsızlığının sağlanmasını

BM' den işleyebilir ve uygulanabilir çözüm çabalarını sürdürmesini istedi...

*

Doğu Akdeniz Tamar ve Leviathan bölgesindeki zengin doğalgaz kaynaklarının jeostratejik diplomatik ve ekonomik etkisi;

Yunanistan Kıbrıs Mısır İsrail ve Türkiye için fırsatlar yaratıyor.

Artık Suriye ve Doğu Akdeniz bölgesinin jeopolitiği birlikte anılıyor.

Bu durum ilerideki zorlukları ve tehlikeleri de artırıyor.

*

Nitekim Türkiye'nin hakları bölgenin en ağır gündemlerinden biridir...

Türkiye Yunanistan ile arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında;

Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi:

Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü:

Ege'deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi

Ve Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesi sorunlarıyla karşı karşıyadır...

*

Kıbrıs sorununun çözümü için 28 Haziran -7 Temmuz 2017'de BM tarafından İsviçre/ Crans Montana'da;

Kıbrıs Türk ve Rum kesimleri ile üç garantör ülke Türkiye Yunanistan Birleşik Krallık ve AB temsilcileri;

"Birleşik Kıbrıs "başlığı altında ilk kez " Garantiler ve Ülke Güvenliği " konusu ile birlikte

Yönetim ve Güç Paylaşımı: Ekonomi ve AB ile ilişkiler: Mülkiyet: Harita ve Yüzdelikler: Toprak ve Güvenlikler başlıklarını ele aldılar.

*

BM Genel Sekreteri A. Gutarres'in hazırladığı plan doğrultusunda yürütülen müzakerelerde

Katılımcılar; "Garantiler ve Ülke Güvenliği" başlığının her iki toplum için de hayati öneme sahip olduğu

Kaydedilecek ilerlemenin kapsamlı bir çözüm ve gelecekte her iki toplum arasında güvenin oluşturulması yönünde kritik öneme sahip olduğunda hemfikirdiler...

*

Ancak müzakereler sırasında taraflara sunulan Gutarres Planı'nında "Garantiler ve Ülke Güvenliği " başlığının;

"Müdahale hakkının geçerli kalacağı bir sistem sürdürülebilir değildir.

Garanti Anlaşmalarının kapsadığı alanların yerini iki tarafça üzerinde mutabık kalınan ve çeşitli boyutları içeren yeterli uygulamayı izleme mekanizmaları alabilir.

Bunların bazılarına garantör güçler de katılabilir.

Güvenlik Sistemi her iki toplumun da Birleşik Kıbrıs'ta kendisini güvende hissetmesini temin etmeli ve bir tarafın güvenliği diğerinin güvenliği pahasına olmamalıdır.

Asker konusu Garanti Anlaşmasından farklı bir konudur ve farklı bir formatta ele alınmalıdır" biçiminde düzenlenmiş olduğu görüldü...

*

Birleşik Krallık İngiltere Yunanistan Kıbrıs Rum kesimi ve AB işbu plandaki " Garantiler ve Ülke Güvenliği" başlığını;

1- Kıbrıs için Avrupa hukuku ve ilkelerine AB müktesebatına tüm Kıbrıslıların insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygılı olan istikrarlı ve yaşayabilir bir çözüm bulunması

2- Kıbrıs vatandaşlarının güvenliğinin ve Kıbrıs sorunun çözümünün sadece AB tarafından garantiye alınması

3- Başarı için gerekli olan ön koşulun yabancı askerlere ihtiyaç olmayacak Kıbrıs'ın ve vatandaşlarının güvenliği ve bağımsızlığının sağlanması için üçüncü ülkelere ihtiyaç duyulmayacak bir çözüm olarak ele aldılar.

*

Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı ise;

1960 Ankara Anlaşması'nın Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğini : İdareye etkin katılımını: Aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri: Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini: Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında bir ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti'ni garantilediğini

Türkiye Birleşik Krallık ve Yunanistan'ın garantör ülkeler olduğunu

Ankara Anlaşmasının sömürge dönemi kalıntısı olarak kabul edilmesine razı olmayacaklarını ileri sürdü...

*

Türkiye Rumların uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direndiklerini

Halbuki Rum egemenliği kabul etmenin Kıbrıs sorununun ortadan kalkması 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarı anlamına geldiğini

Akritas Planı'nın ise Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesini yani ENOSİS'i amaçladığını savundu...

*

Üstelik Rumlar Birleşik Kıbrıs için siyasi mülkiyet konusunu da "Türkiye'nin Kıbrıs'ta İşgalci" olduğu noktasına taşıma gayretindedir.

Mütemadiyen Türkiye'ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alana taşıma ve askıya aldırma çabasındadırlar.

Buysa garantörlük bahsinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilmesi:

Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılması:

Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların müdahil olmasının adımlarının atılmakta olduğu anlamına geliyordu...

*

Sonuçta Crans Montana müzakereleri başarısızlıkla sonuçlandı.

"Birleşik Kıbrıs Federal Devleti" çözümünden umut kesildi...

*

Rum lider Anastasiadis bu defa gündeme "Gevşek Federal Sistemi" sürdü.

Gevşek Federal Sistem kurucu devletlerin kendi içlerinde güçlü ama merkezi devletin daha zayıf olduğu bir konfederal sistemdir.

Ancak Rumlar temelde iki kurucu devletin değil Merkezi Hükümetin güçlü olmasını öngörüyor.

Çünkü siyasi yetkilerin Merkez'de "Azınlık- Çoğunluk" esasına göre değil "Siyasi Eşitlik" esasında dağıtılması halinde zarar göreceklerine inanılıyor...

*

Bu noktada Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Türkiye'nin "Gevşek Federasyon" tezini reddetmediği söylüyor.

Ancak Rum tarafının "sıfır asker sıfır garanti" önkoşulunu

"Güvenlik meselesini peşinen görüşmemiz doğru değil. Başka konular var sorun sadece asker değil" diye kesiyor.

Bu durumda Türkiye yeni bir angarya mı öngörüyor?

*

Ama artık Batı'nın Türkiye'de acımasız ve yozlaşmış bir liderin

Avrupa ve Orta Doğu'daki Batı çıkarlarını baltalamasına izin vermeyeceği bir sürece girilmiştir...

Türkiye'nin Kıbrıs politikaları yeniden müzakere masasına getirilmeye hazırlanılıyor.

Yoksa Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması'nda Türk-Yunan dengesi;

Türkiye'nin asla kazanamayacağı bir al-ver müzakeresi konusu haline mi getirilmeye çalışılıyor?

27. 11. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : FRANSA'DA AKARYAKIT ZAMMI

Aydınlanmanın önderi Fransa'da iklim değişikliği ile mücadelede kendisini şampiyon gören

Fransızların daha yeşil enerjilere geçmesini isteyen Cumhurbaşkanı E. Macron

Yüksek küresel petrol fiyatları ile birleştiğinde geçen yılın pompa fiyatında yüzde 20 artışa yol açan akaryakıtta vergi artışı yaptı.

Toplumsal eşitsizliğe karşı bastırılmış öfkenin dizginsiz bir şekilde taşmasına tanık olundu...

*

Hafta boyunca yaklaşık 300 bin çalışan bağımsız kamyon sürücüleri ve küçük esnaf aylık işe gidiş-geliş bütçelerini ağırlaştıran bu zammı protesto etmek için

Flüoresanlı sarı ceketler giydiler karayollarını barikatlar ve yavaş hareket eden kamyon konvoylarıyla kapattılar.

Yakıt istasyonlarına alışveriş merkezlerine ve fabrikalara erişimi engellediler.

*

Gösteriler Avrupa geneline yayılan protestolar dalgasının bir parçasıydı.

Avrupa'nın toplumsal eşitsizliğe karşı mücadelesi yükseliyor.

Belçika'da Fransızlara dayanışma göstermek için yakıt istasyonlarına giden yolları kapatıldı.

Sırbistan ve Bulgaristan'da da akaryakıt vergisi protestoları yapıldı.

Almanya'da Yunanistan'da daha doğrusu kıta genelinde önemli grevler yaşanıyor.

Mevcut toplumsal koşullara yönelik yaygın muhalefet tırmanıyor.

Yöneticilerin popülaritelerinde çöküş yaşanıyor huzursuzluk büyüyor...

*

Aslında herşey Uluslararası Para Fonu Avrupa Merkez Bankası ve diğer mali kuruluşların

Avrupa ülkelerinden örtülü bir şekilde yapısal reformlar talep etmesiyle sürüyor.

*

2000 Mart'ında Avrupa Birliğine üye 15 ülke bakan ve başbakanları Portekiz/Lizbon'da Avrupalıların kaderini belirleyen stratejik bir karar aldılar.

Avrupa Birliği'nin 2010'a kadar dünyanın en güçlü ve dinamik ekonomik bölgesi olması için

"Avrupa'nın Sosyal ve Ekonomik Yenilenmesi" adlı bir reform paketi üzerinde odaklandılar.

Paket Soğuk Savaş döneminden sonra tek kutuplu bir dünyada ne kadar sosyal hak varsa hepsinin bir bir ortadan kaldırılmasıyla ilgiliydi.

Tarihe "Ajanda 2010" olarak geçti...

*

"Ajanda 2010" hedeflerine nasıl varılacağı 2002'de İspanya/Sevilla'da belirlendi.

Çalışanların çalışma saat ve ücretlerinde işten atılma konusunda işsizlik sigortasında emeklilik konusunda eğitim ve sağlıkta kazanç ve gelir vergisinde;

Çalışanlar aleyhinde ve işveren lehinde kısıtlamalar öngörüldü.

Almanya Fransa İtalya Hollanda ve daha bir çok ülkede sosyal kıyım önerileri "Reform" adıyla servise konuldu.

*

İlkin 2003'te Almanya'da işsizler ve sosyal yardım alanlara "yoksulluk Yasası" adı verilen

Kapsamlı bir biçimde sosyal kısıtlamaları gerçekleştiren Hartz Yasalari yürürlüğe konuldu.

İddia edildiğinin tersine yasa ne işsizliği ortadan kaldırmak ne de bütçe açıklarından dolayı yapılıyordu.

Bu yasaların zengini daha zengin fakiri daha fakir ettiği çok açıktı.

Asıl hedef kapitalizmin işine gelmeyen toplumsal kesimleri yoksulluk ve açlıkla baş başa bırakmak

Böylece sosyal devlet denen olguyu geçmişte bırakarak

Üretimin devamı için ihtiyaç duyulan iş gücünü çok ucuza çalışmaya boyun eğdirmeyi sağlamaktı...

*

2015'te küresel çelik krizi liberal ekonominin temel siyasi perspektif sorunlarını gündeme getirdi.

Yalnızca o sektörde çalışanları değil ama uluslararası ölçekte tüm halklar ve çalışanlar için belirleyici oldu.

Ücret kesintileri artan sömürü büyüyen işsizlik toplumsal eşitsizlik kapitalist savaş yöneliminin eşlik ettiği çöküşle

"Hangi siyasi strateji temelinde mücadele edilmelidir" sorusu sorulmaya başlandı...

*

Çelik sektörü patronları sendika ve siyasi önderler ve ana akım medyası;

Krizi bir "aşırı üretim" krizi olarak sunmak için kötücül bir ittifakta bir araya geldiler.

ABD Avrupa ve Avustralya dahil olmak üzere dünya çapında hızla yayılan işten çıkarmaların ve fabrika kapatmalarının nedeninin

Dünya üretiminin yaklaşık yarısını sağlayan Çin'deki çelik üretiminin artması olduğunu savundular.

*

İngiltere British Steel'in kapatılması ile karşı karşıya kaldı hükümet Çin'e üretimi kısma çağrısı yaptı.

Amerikan çelik üreticisi US Steel ; AB'yi ve İngiltere'yi Çin'in küresel pazarlara ucuz çelik yığmasına izin vermekle eleştirdi.

Almanya çelik sanayisi Çin'in aşırı çelik üretim kapasitesini azaltabilecek her girişimi memnuniyetler karşılayacağını açıkladı.

Çalışma örgütleri görev duygusuyla kendi ulusal çelik sanayileri için koruma talep ettiler.

Ama kimse krizin nedeni olarak sunulan "aşırı üretimin"in anlamını sorgulamadı.

Niçin aşırı üretim yapıldığı sorulmadı...

*

Bugün aşırı zengin kapitalist oligarkların toplumsal ihtiyaçlar ile değil ama daha çok kâr elde etmek için aşırı üretim yaptığı

Külfetini Çin'in çelik sektörüne ve uluslararası ölçekte halkların ve çalışanların üzerine bindirdiği anlaşılmıştır.

Artık halklar ve çalışanlar ilerlemenin önünde engel olarak duran kapitalist toplumsal ve siyasi ilişkilerle karşı karşıya olduklarını biliyorlar...

*

Bu görüntülerin ortasında 2013'te Türkiye'de; Erdoğan'ın kapitalist projesi Taksim Gezi Parkı yerine AVM yapılması reddediliyordu.

AKP iktidarının kendisine muhalif herkesi hapse tıkmak baskısına rağmen

Apolitik yetişmiş örgütsüz toplumun zengin-yoksul inanan-inanmayan şehirli-kırsal emekçi-işveren kısaca her kesimden insanlar

Lidersiz ve belli bir ideolojinin olmadığı protestolarla

Erdoğan'ın ileri demokrasi balonunu patlatmış eğreti fiyakasını bozmuş siyasal dengeyi yerinden oynatmış

Hükümete valiye polise kalabalıklar içine sokuşturulan palalı silahlı provakatörlere karşı korku eşiğini aşmıştı.

*

Herkes politikleşmiş eylem ve muhalefet biçimi zenginleşmiş halk her alanda dostunu düşmanını farketmiş

Tüketimden gelen güç keşfedilmiş ve halkın gücü olarak dünyaya duyurulmuştu.

Partizanlık usulsüzlükler ve haksız kazançların doğa katliamının ve ne yaptılarsa hepsinin hesabının sorulması istendi.

Direnişlere katılan kesimin büyük çoğunluğu çalışan ailelerden gelen ancak iş bulabildikleri taktirde yaşamlarını sürdürecek insanlardı.

Kapitalizmin hakça bölüşümü sağlaması daha fazla düşünce ve eleştiri ortamının yaratılması herkese insanca yaşama hakkının tanınması gündemi oluşturuyordu.

Ne yazık ki bugün Gezi protestoları ihanetle eşdeğer hatırlanıyor!

*

Ne ki insanlar bugün giderek artan bir ivmeyle işsiz kalmanın yardıma muhtaç olmanın kapitalist sosyal politikaların bir sonucu olduğunu anlıyor.

Buna neden olan zengin bir azınlık ve onların çıkarlarına satılmış siyasi partileri ve politikacıları

Kârlarını arttırmak için insanlardan daha çok çalıp daha az ücret verenleri

Vergi kaçıran toplanan vergiyi iç eden ama vergilerin bir bölümünü polise orduya silahlanmaya ve savaşa harcayanları

Suriye Irak Yemen Libya gibi ülkeleri yağmalayıp ceplerini dolduranları asalak olarak görüyor...

*

Şimdi Fransız kapitalist oligarkları dışlamış olduklarına çevreci kartı oynuyor.

Halbuki gelirleri yükseltmek ve iklim değişikliğini azaltmak istiyorsanız karbon vergilerini yükseltmek mantıklıdır.

Her gün işe gitmek için arabalarına bağımlı olan küçük bütçeli insanlar bir noktadan sonra akaryakıt zammına katlanmazlar.

Onların gerçekten ekonomik sıkıntıları vardır ve onlar isyanı besleyen politik bir geleneğin mirasçısıdırlar.

Ne hükümetin ne medyanın engellemesine boyun eğerler...

Giderek daha çok genişler ve yayılırlar.

Bu soygun talan ve yalana dayalı düzeni kahrederler...

25.11.2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder