9 Kasım 2018 Cuma

Bazı önemli makaleler... 2018-11-09

NAHİT DURU :'MÜFLİS TÜCCAR ESKİ DEFTERLERİ KARIŞTIRIRMIŞ'

Biliyorum ki; "Bu başlık nereden çıktı?" diyeceksiniz. Ekonomik kriz nedeniyle konkordato isteyen veya iflas eden şirketler için değil bu başlık...

Son günlerde ekonomik kriz ABD'li Papaz Bronson ve McKinsey olayı enflasyonun önlenemeyişi evleri sarsan mutfak yangını gibi sorunlar almış başını gidiyor. İktidar bu sorunlarla nasıl baş edeceğini bilemiyor.

O nedenle de AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'liler bu olayları unutturmak için eski defterleri karıştırmaya başladılar. Çünkü halkı inandırabilecek yeni söylemleri yok.

"Andımız"la ilgili Danıştay kararı ve ezanın Türkçe okunmasının yanı sıra yıllardır başları sıkıştığında sarldıkları İsmet Paşa'nın camileri ahır veya depo yaptığı iddiaları yeniden gündeme taşındı ve İnönü islam karşıtı gibi sunuldu. Aslında yıl olarak 1930'lar diyorlar ama Atatürk'ün adını anmadan

Cumhuriyetimizin Devletimizin kurucusunu en yalın arkadaşı İsmet İnönü üzerinden vurmaya çalışıyorlar.

Öncelikle İsmet Paşa Laik Cumhuriyet'e inanmış eskilerin deyimi ile "mütedeyyin" bir devlet adamıydı ve de yaşamının hiç bir döneminde "dini siyasete alet" etmedi.

Paşa oruç tutmak dahil elinden geldiğince dini vecibelerini sessizce yerine getirmeye çalışırdı.

Meydanlarda dini politikaya alet etmemek inançlardan medet umarak din ticareti yapmadan halktan oy istememek dinsizlik sayılıyorsa bunun adı en hafifinden cehalettir.

Bugün İsmet Paşa'ya "dinsizlik " suçlaması yöneltenler O'nun kendi parası ile Çankaya Merkez Camii'ni yaptırdığını halılarını da eşi Mevhibe hanımın aldığını bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa ayıp bilip de bu suçlamayı yapıyorlarsa daha büyük ayıp. Hatta günah…

Genç tarihçilerimizden Sinan Meydan camilerin depo olarak kullanımına ilişkin şu gerçeği kaç kez açıkladı bilmiyorum. Bir de ben Meydan'ın kaleminden anımsatayım:

"İsmet İnönü II. Dünya Savaşı'nın devam ettiği 1939-1946 yılları arasında Türkiye'ye yönelik muhtemel bir saldırıda camilerin hedef alınmayacağını düşünerek müzelerimizdeki "tarihi" ve "dini" değeri olan eserleri zarar görmemeleri için bazı camilere koydurarak koruma altına almıştır. Evet İsmet İnönü 1939-1946 arasında bazı camileri 'depo' yapmıştır ama bu depolar Kutsal emanetler Hz. Muhammed'in sancağı kılıcı hırka-i saadeti Hz. Osman'ın kanlı Kuran'ı

Kerim'i gibi 'dinsel ve tarihsel' değeri olan eşyaların deposudur. Örneğin Topkapı Sarayı'ndaki 'Kutsal Emanetler' bu emanetlerle ilgilenen görevlilerle birlikte Niğde'ye götürülerek Niğde'deki bazı camilere konulmuştur. "

Tanımaktan onur duyduğum İsmet Paşa'la ilgili doğruların anlaşılması için birkaç konuya vurgu yaptım o kadar...

Mustafa Kemal Atatürk'e gelince orada da baltayı taşa vuruyor müfteriler.

Turgut Özakman da Atatürk'e iftira atanlara şu cümlelerle adeta tarih ders veriyor:

"Yunanlılar giderken ahşaptan yapılmış 8-10 bin köy camiisini yaktı. İnsanları içine doldurup yaktı. Cumhuriyet ilk iş olarak bütün camileri yaptırdı…

Polatlı'dan İzmir'e kadar olan bütün köy camileri Cumhuriyet'in eseridir… Para toplayarak yaşıyordu din adamları. Cumhuriyettir ki onları kadrosuna aldı.

İmam maaş alıyor... Bunu yapan Atatürk. İnsan ona bir dua etmez mi?

En tehlikeli cehalet dinde cehalet. Çünkü onu koyun gibi kullanırsınız dinde cahil olan adamı istediğiniz gibi kullanırsınız. Matematik cahili olursanız fazla bir şey değil bakkal kandırır. Ama öbürü çok büyük tehlike…"

Din bezirganları Atatürk'ü ve İsmet Paşa'yı istedikleri kadar karalamaya çalışsınlar gerçekler gün gibi ortada.

Bu iftiraların karalamaların nedeni belli.

Yerel seçimler yaklaşırken yeniden "din"i öne çıkarıp sorunları unutturmaya çabalıyorlar ama bu kez nafile nafile…

Enflasyon pahalılık halkın cebini vurdu bir kere.

000000000000000000000

İNCİ HEKİMOĞLU : BENİ O HEKİMLERE EMANET ETMEYİN

hekimogluinci@artigercek.net



Her talep iktidar tarafından toplum mühendisliğinin bir başka basamağına tırmanma vesilesi yapılırken topluma eza olarak geri dönen yeni bir mağduriyet alanı yaratıyor.

Yakın bir dostum anlatmıştı.

70'li yıllarda ağır bir mide kanamasıyla Ankara'da bir devlet hastanesine yatırılır.

Günler geçer ama iyileşmesi beklenirken her gün daha da kötüye gider.

Sararır solar zayıflar ve bitkinlikten parmağını kıpırdatamaz hale gelir.

Sevenleri endişe ve panik içinde sorumlu doktoru soru yağmuruna tutarlar ama "elimizden geleni yapıyoruz bekleyip göreceğiz" dışında umut verici bir yanıt alamazlar.

Oysa artık beklenecek zaman kalmamıştır ve yakınları harekete geçer.

Tanıdık doktorlar bulunur görüş alınır ve apar topar güvenilir buldukları başka bir hastaneye naklederler.

Bu karar hayatını kurtarır.

Sevgili dostumun aslında tedavi edilmediği ölüme yatırıldığı anlaşılmıştır.

Daha vahimi gözünü kırpmadan hastasını ölüme terk eden doktorun MHP'li olduğu ortaya çıkmıştır.

Kutuplaşmanın sokak çatışmalarına dönüştüğü "darbe koşullarının olgunlaştırıldığı" bilmem kaçıncı MC hükümetinin iş başında olduğu yıllar…

Milliyetçi Cephe iktidarının devletin bütün kilit noktalarını ele geçirdiği tıpkı bugünkü gibi kadrolaşmanın her alanda fütursuzca uygulandığı yıllar yani bahsedilen dönem…

Devlet hastaneleri de payını almıştı elbet faşizmin örgütlenmesinden.

12 Eylül Darbesi'nden sonra işkencehanelerde görev alan Adli Tıp'ta "işkence yoktur" raporları veren cezaevlerinde işkenceyi örtmekten sorumlu olan o doktorlar 70'li yıllarda yapmıştı 'staj'larını.

Şimdi yeni bir 'doldur-boşalt' uygulamasıyla sağlık alanı tümüyle kontrol altına alınıyor.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önleyecek tedbirler almak yerine bunu da bir 'fırsat'a çeviren iktidar adeta şiddete yeni boyutlar kazandıran yasayı anıldığı gibi "sağlıkta şiddet" olarak Komisyondan geçirdi.

Galiba artık öğrenmemiz gereken ilk ders bu iktidardan hiçbir soruna çözüm üretmesini talep etmemek.

Her talep iktidar tarafından toplum mühendisliğinin bir başka basamağına tırmanma vesilesi yapılırken topluma eza olarak geri dönen yeni bir mağduriyet alanı yaratıyor.

Meclis yeni rejimin basit bir manivelası haline gelmişken hâlâ alternatif yaratıcı kapsayıcı örgütlenme ve siyaset üretme kanallarına yoğunlaşmamak mağduriyet alanlarını giderek çeşitlendirip genişletiyor.

Komisyon görüşmelerinin sosyal medyadaki video kayıtlarını herkes izlemeli.

Hukuku çoktan geçtik Komisyonun tabi olduğu/olması gereken yasaların tüzüğün geleneklerin nasıl zorbalıkla çiğnendiğini herkes görmeli.

Anayasa başta olmak üzere İLO Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi ulusal ve uluslararası hukukun bir emirle yok sayılmasının ibret-i alemlik kaydıdır çünkü.

Ve iktidar üyelerinin kendilerine saygısının geldiği seviyeyi…

Artı Gerçek yazarı ve HDP'li komisyon üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun twitter hesabından yaptığı paylaşım bugün hiçbirini utandırmıyor olabilir ama yarının garantisi yok.

"Gece yarısı her türlü zorbalıkla uyduruk bir oylamayla tamamen usulsüzlük içinde güya 5. maddeyi komisyondan geçirdiler. Mazlumlardan aldıkları beddualar arşı inletir bu yürekten kahırlarla sonları kesin berbat! Tek bir vekilleri madde lehinde konuşamadı yüzleri yoktu. "

Konuşamadıkları için muhalefet milletvekillerini de konuşturmamakta bulmuşlar çareyi.

CHP'li Doktor Ali Şeker isyanını bu mesajla duyurdu:

"Sağlık Komisyonu üyesiyim. 5. madde üzerine söz istedim. 11 saat beklettiler. Bana bekleyen komisyon üyeleri ve milletvekillerine söz vermediler. Komisyon

Başkanı AKP Grup Başkanları'nın talimatıyla oylamaya geçti. Faşizme karşı direnmek haktır. "

HDP'li Meral Danış Beştaş ise mesajında "KHK'lı doktorlara medeni ölüm getiren 5. maddenin oylaması bile yapılmadan kabul edildiği ilan edildi. Bir AKP klasiği..." diyerek bize eğitimde 4x4x4 uygulamasının komisyondan geçişini hatırlattı.

Genç yapılı adeta dövüş sporları eğitimi almış milletvekillerinden küçük bir ordu komisyonu basmış ve muhalif milletvekillerini döve döve yasayı geçirmişlerdi.

Gerçekten bir AKP klasiği.

Tamam da "faşizme karşı direnmek hak" ise dayak yiyerek zorbalık karşısında çaresiz kalarak ve bunların karşılığında mesaj atarak mı olacak o iş?

Bu yasayla mağdur edilecek doktor sayısının 7 bin civarında olduğu belirtiliyor.

O da şimdilik…

Sayısız mezun atanmayı bekliyor hem de hastanelerde en az 20 bin uzman 10 bin pratisyen açığı bulunurken.

Türk Sağlık-Sen'in geçen yıl açıkladığı verilere göre 141 bin 259 doktor görevdeydi ve 100 bin kişiye sadece 179 doktor düşüyordu.

Niye atama yapmadıkları malum. MİT veya Emniyetten gelecek fişleme sonuçlarını bekliyorlar.

Yani artık hastaneleri de yandaş dinci-kinci iktidar emrini Hipokrat Yemini'nden üstün tutan doktorlarla dolduracaklar.

Üstelik bunların çoğu tabela üniversitelerinden mezun olmuş 'seçkin'lerden oluşacak.

"Yargıya güven"in yanılmıyorsam tarihimizde ilk kez "polise güven"in bile altına düştüğü ülkemizde sağlık çalışanları ve doktorlar da artık güven endeksinde yargının altında bir yere yerleşirler.

Şahsen sevenlerime diyebileceğim tek şey mümkünse beni rejimin kindar-dindar ve yetersiz doktorlarına emanet etmeyin.

00000000000000000000000

ESFENDER KORKMAZ : İKTİDAR NEDEN DENETİM İSTEMİYOR?

esfender@esfenderkorkmaz.com

Sayıştay'ın bazı kamu dairelerinde ve belediyelerdeki usulsüzlükleri meydana çıkaran raporundan sonra Denetimden Sorumlu Başkan Yardımcısı görevden alındı.

Eylül enflasyonu da yüksek çıkınca Türkiye İstatistik Kurumu Başkan Vekili görevden alınmıştı

İktidar doğrudan ve denetimden hoşlanmıyor. Başkanlık sistemini "Başkan ne derse ve ne yaparsa doğrudur. Tek yetkili ve sorumlu başkandır" şeklinde anlıyor.

Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanı da bu anlayışı eskiden beri açıkça dile getiriyor.

Başbakanlığı sırasında müteahhitlere yatırımlarda Danıştay engeliyle karşılaştığını söylemişti. Danıştay Başkanlığı da cevap olarak; "Hukuka bağlı olması gereken Sayın Başbakan'ın Danıştay'ı dolayısıyla hukuku icraatına engel sayması kabul edilemez maksadı aşar nitelikte talihsiz bir açıklamadır" demişti.

Yine Sayın Cumhurbaşkanı Danıştay 8. Dairesi tarafından verilen 'Öğrenci Andı' kararına tepki göstererek "Vatandaş sizi tokatlamıyor beni tokatlıyor" demişti ve ardından Danıştay kararının idareye müdahale olduğu ve yeni sistemin yürütmede çift başlılığı kaldırdığı şeklinde yorum yapmıştı.

Hangi sistem olursa olsun demokratik hukuk devletinde yürütmeyi denetleme ve yürütmenin yanlışlarını engelleyen denetim mekanizmaları vardır.

Türkiye'de Danıştay ve Sayıştay yetkisini Anayasadan alıyor. AKP iktidarında 2005 yılında değişen Anayasanın 160. maddesine göre Sayıştay kamu kurumları ve belediyelerin gelir-gider ve mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemekle yükümlüdür.

Türkiye'de Meclis'in yetkileri kısıtlandı ve fakat Sayıştay'ı düzenleyen madde aynen duruyor.

Dünya Adalet Projesi (WJP) dünyadaki hukukun üstünlüğünü ilerletmek için çalışan bağımsız çok disiplinli bir organizasyondur.

WJP'ye go¨re hukukun üstünlüğü sürdürülebilir ekonomik kalkınma hesap verebilir hükümet ve temel haklara saygı sunan topluluklar için fırsat ve eşitliğin temelini oluşturur.

WJP'nin 2018 raporuna göre Türkiye 2017 yılında hukukun üstünlüğü endeksine giren kriterler açısından da ortanın altında puan aldı ve 113 ülke içinde 101. sırada geri sıralarda yer aldı.

2017 yılında Türkiye'nin en geri kaldığı kriter "hükümet yetkilerinin denetimi ve gerektiğinde eylemlerinin kısıtlanması" kriteridir. Türkiye bu kriterde 113 ülke içinde sondan üçüncü olmuştur. Afganistan Nikaragua Etiyopya Uganda gibi ülkeler daha üst sıralardadır.



Kaynak: World Justice Project Rule of Law Index 2018'den derlenmiştir.

***

Bu alandaki sorun Sayıştay denetimine sınır getirilmesi Meclis'te AKP çoğunluğunun her yasayı yeterli tartışmadan ve kontrolsüz çıkarması hükümetin çıkardığı OHAL kararnamelerinin OHAL ile sınırlı değil de kalıcı olarak ve kanun yerine geçen kararlar olması niteliğinde olması yargının yeniden düzenlenerek daha fazla siyasi etki altına alınması her şeyin Cumhurbaşkanı kararnamesi ile çözülmeye çalışılması Türkiye'yi hükümeti ve hükümet yetkilerini denetlemede dünyanın en geri ülkeleri arasına soktu.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/iktidar-neden-denetim-istemiyor-49545yy.htm

000000000

ÜMİT ZİLELİ : HAYDİ BAKALIM ÇIKARIN YAZDIĞINIZ YAZILARI.

Ertuğrul Özkök dün köşesinde "FETÖ savcısı" Ferhat Sarıkaya ile ilgili kaleme aldığı yazısında "13 yıl sonra öğrenip dehşete düştüğü kumpası uygulanan iğrenç yöntemleri" anlatmış… Üşenmedim bulup saydım; tee 2005'ten bu güne yalnızca ben tam 9 yazı yazmışım o iğrenç kumpasla Sarıkaya ve FETÖ ile ilgili görememiş demek ki! TV'lerdeki tartışmaları da izlememiş!. . Bir de başka gazetelerdeki arkadaşlarının siyasetçilerin yazdıklarını söylediklerini önlerine koyup düşünme çağrısı yapmış Özkök… Gerekçesi çok ilginç:

-Biz milletçe 11 yıl nasıl uyuduk veya nasıl uyutulduk!. .

Çok haklı! uyuyanlar uyutanlar uyutulanlar o gün yazdıklarını çıkarıp ortaya koymalı; koymalı ki kimlerin hangi iğrençliklere meze olduğu kimlerin savaştığı kimlerin arka kapıdan sıvıştığı ortaya çıksın!. . Haa bu arada eşi Tansu Hanım'ı da yürekten kutluyorum; tümünden yürekli çıktığı için!. . Ben kendi hesabıma 2016 yılında yayınlanan tüm süreci anlattığım yazımla katılıyorum kampanyaya (kumpanya mı demeliydim acaba!)

-Bakalım kaç yiğit çıkacak er meydanına göreceğiz!. .

ELLERİ KAN İÇİNDE BİR CEMAAT SAVCISI!. .

Ferhat Sarıkaya… Bir savcı… Ama bir Cumhuriyet savcısı değil…

Fethullah Gülen'in "kahraman" payesi ile onurlandırdığı nice yaşamları söndürmüş elleri kan içinde bir Cemaat savcısı… Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının öncüsü olarak tarihe geçen Van 100. Yıl Üniversitesi ve Şemdinli operasyonlarının ön planındaki "en cevval piyonu!. . "

İşte bu "kahraman" savcı tam 11 yıl sonra 15 Temmuz darbe girişiminin ardından "vicdanen rahatsız" olduğunu söyleyerek itirafçı oldu… Halen Ankara Cumhuriyet

Savcısı olduğundan itiraflarını da birlikte çalıştığı mesai arkadaşı savcılara yaptı!. .

İtiraflarını okuduğumda yüreğim sızladı… Savcı kılığındaki bir müridin işlediği "cinayetler" zindana tıktığı insanlar şerefi lekelendiği için kendini asan kalp krizi geçiren insanlar cemaatçi hakim ve polis şefinin verdiği talimatlar çerçevesinde hazırladığı iddianameler hepsi bir bir gözümün önünden geçti…

Savcı suretine bürünmüş bu mürit küçücük minnacık bir "adam" dı ama çok büyük işler başardı; Türkiye'yi bambaşka iklimlere sürükleyecek rejimi dinamitleyecek

Türk ordusunu tarihinde olmadığı şekilde diz çöktürecek binlerce on binlerce suçsuz günahsız insanın ve ailelerinin darmadağın olmasına sebep olacak düğmeye o bastı…Ve 11 yıl sonra hem de hâlâ "Cumhuriyet savcısı" sıfatını taşırken korku belasına hiç utanıp sıkılmadan itirafçılığa soyundu…

-"Kahraman" savcının kalibresi işte ancak bu kadardı!. .

BİR GENEL SEKRETERİ KATLETMEK!. .

İlk cinayeti bir üniversite genel sekreterinin intiharıydı!. .

Ona Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın ve çalışma arkadaşlarının defterinin dürülmesi görevi verildi ilk olarak…

O sıralar parti içinde epey etkin olan Hüseyin Çelik yerel seçimlerde Cemaat çevresine meydanlarda açık açık şu sözü vermişti:

-Belediyeyi bize verin üniversiteyi halledeceğiz!. .

Tam da öyle oldu!. . Sarıkaya "tıbbi cihaz alımı ihalesinde yolsuzluk" gerekçesiyle Rektör Aşkın'ın Genel Sekreter Enver Arpalı'nın ve bazı çalışanların tutuklanmasını sağladı. Sarıkaya itiraflarında bu başarısından ötürü Van Başsavcısı Kemal Kaçan tarafından alnından öpülerek kutlandığını anlattı!. .

Bu tutuklanmayı onuruna yediremeyen defalarca tahliye dilekçesi veren Genel Sekreter Arpalı sonunda bir çamaşır ipiyle kendini asarak intihar etti.

Genel sekreterinin intihar ettiğini duyan Rektör Aşkın ise kalp krizi geçirdi zor kurtarıldı. Sonra?. Sonrası yok! Tüm sanıklar beraat etti!. . Ama iş başarılmış üniversite Fethullah'ın müritlerinin kucağına düşmüştü!. .

-Bir intihar bir kalp krizi ve söndürülen darmadağın edilen yaşamlar pahasına!. .

GÜNEY AFRİKA BOSNA VE ANKARA!. .

Cemaat'in bu ilk büyük kumpasını başarıyla sonlandıran Ferhat Sarıkaya'ya zaman geçirmeden ikinci kumpas davası verildi; hedef bu kez çok daha büyüktü:

-Genelkurmay Başkanı olacağı neredeyse kesinleşen Yaşar Büyükanıt!. .

Aradıkları fırsat ise ayaklarına gelmişti; Şemdinli'de Umut Kitabevi'ne bombalı saldırı yapılmış bir kişi yaşamını yitirmişti. İki astsubay ve bir PKK itirafçısı suçlanıyordu… Sarıkaya itiraflarında kumpası nasıl hazırladıklarını şöyle anlattı:

-Başsavcı Vekili İbrahim Özer soruşturmayı bana verdi. Daha sonra Yargıtay üyesi olan İlhan Kaya o zaman Van'da 3. Ağır Ceza Mahkemesi başkanıydı. Beni o yönlendirmeye başladı.

Ancak bu kez kumpas tutmadı! Cemaat'in savcısı HSYK tarafından meslekten atıldı. Gülen'in "kahraman savcıya iyi bakın" talimatı gereği Sarıkaya ve ailesi

Güney Afrika'ya yerleştirildi. Yediği önünde yemediği ardında bir hayat yaşadığını itiraflarında anlattı. Öyle ki; emekli generallerin açtıkları davalarda mahkum edildiği tazminatlar dahi Cemaat tarafından ödendi.

Sarıkaya ve ailesi 18 ay kadar da Bosna'da ikamet etti. Çocukları burada okudu. Daha sonra Ankara'ya döndü. 2010 referandumu sonrasında gerekli tüm makamlar

Cemaat'in eline geçince de Ankara'ya Cumhuriyet Savcısı olarak atandı iyi mi?!. Gazeteci İsmail Saymaz'ın Hürriyet Pazar ekinde kaleme aldığı "Bir savcının cinayet defteri"başlıklı incelemesinden öğrendiğim kadarıyla bu muhteremin "cinayetleri" yalnızca 2005'de yediği herzelerle sınırlı kalmamıştı; başka hayatların sönmesinde intiharlar yaşanmasında da "başrollerden" birini oynadığı ortaya çıkmıştı!. .

Ve bu "itirafçı-savcı" kılıklı mürit ülkenin başkentinde görevini sürdürüyor…

-Yargılanıp günahlarının bedelini ödemesi için daha kaç hayat söndürmesi gerekiyor acaba?!.

000000000000000000000

AHMET TAKAN : ÖDÜL KİMİN BAŞINA KONULDU?..

ahttakan@gmail.com
Bayram değil seyran değil... Enişte bize neden selam verdi!... Hem de ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer'in Ankara ziyareti sırasında... Hem de açıklama ABD Ankara Büyükelçiliği vasıtası ile yapıldı... ABD; PKK'lı teröristler Murat Karayılan Cemil Bayık Duran Kalkan'ın başlarına toplam 12 milyon dolarlık ödül koydu.

İçeridekiler milletin aklı ve zekasıyla her daim alay ederse dışarıdakilerin eli armut mu toplar?. . Eli kanlı katilleri bugüne kadar büyüten ve himaye eden kim?. . Yaşadıkları inlerde ABD subayları değil de Venüs ordusu subayları ile mi dolaşıyorlardı?. . Bu katillerin emrindeki kahpeler her türlü eğitim para ve silah desteğini Uganda mı sağlıyordu?. . Bugüne kadar aklınız neredeydi?. . "Vay be ne büyük kıyak çektiniz bize" deyip güdümünüzdeki siyasetçiler gibi bizlerden de önünüzde iki kat bükülmemizi mi bekliyorsunuz?. .

Defolur gidersiniz!. .

Haber duyulur duyulmaz Ankara'nın nabzını tutmak için güvenilir askerî ve istihbarat kaynaklarımla bir dizi görüşme yaptım. Önce 2 yıldır ABD'nin PKK elebaşlarına yaptığı "dönüşeceksiniz" baskısını hatırlattılar. Peki bu son nokta mı?. . İstihbarat kaynakları "ABD 'Rojava' denilen bölgeden dönüşüme karşı çıkan PKK güçlerinin çıkmasını istiyor. 'Çıkın Türkiye'yi durdurayım' diyor. Bunu bizim için yapmıyorlar. Kendi planlarını uyguluyorlar. Çözüm sürecini güncellemişler. Diğer yandan da İran operasyonuna bizden de destek istiyorlar. 'Rojava' ABD'nin hem yönetim üssü hem askerî operasyon merkezlerinden biri hem enerji koridoru. BOP'un da merkezi PKK'yı burada istemiyorlar. Şu an PKK dağ kadrosu buradan çıkıyor ama yeni kadroları ile YPG geliyor. Değişen bir şey yok. ABD bu hamlelerle sadece PKK'nın adını bitiriyor. Hepsine YPG diyor. Direnenleri de temizleyecek. ABD bunları Rojava'da günah keçisi ilan etti. Diğerlerine 'eğer bunlar giderse Türkiye size hiçbir şey yapamaz' mesajı veriyor" değerlendirmelerini yapıyor.

"Rojava" denilen bölgenin Fırat'tan Irak sınırına kadar Kuzey Suriye'deki sözde Kürt kantonları olduğunu hatırlatarak devam edelim.

ABD bir taşla kuş sürüsü vurmayı hedefliyor. İran'a yakın Cemil Bayık ile PKK-İran ilişkisini Murat Karayılan ile "Rojava"da çok etkili olan PKK ilişkisini kırmak istiyor. Duran Kalkan meselesi ise biraz derin!. .

Dönüştürülen PKK'da bu katillerin yerine kimler getirilecek?. . Anladığım kadarıyla ABD yeni sivri isimler istemiyor. Alt kadrolardan "akademik eğitim verdikleri" isimleri bölgeye götürerek görevlendiriyor ve idari kadroları bunlardan kuruyor. 3 teröristin başlarına ödül konulması ardından bugün itibarıyla şunları sıralayabiliriz;

* Suriye'de yeni oluşum kavgasında ABD yeni bir hamle yaptı. Kontrol hamlesi.

* ABD YPG/PKK içindeki kavgaya da net olarak taraf oldu. Eski tüfekleri kovdu. Bu Türkiye'ye kıyak çekmeden ziyade oradakilerin de gazını alma operasyonu.

* ABD kullandığı adamları eskidi mi çöpe atar. Yakın geçmişteki örnek; Taliban.

* Çapulcu başı Barzani Kuzey Irak'ta referandum yaparken "bir süre bekle acele etme" demişti. Neden?. . Çünkü Suriye ile Irak'taki sözde Kürt devletlerinin birleştirilmesi işini ABD yapacaktı ve bunun herhangi bir nedenle sekteye uğratılmasını istemiyorlardı. Suriye'deki yapılanmaların sorunsuz tamamlanması gerekiyordu. Suriye ve Irak'taki yapılanmalar tamamlandıktan sonra referandumla birleşme planlanıyordu.

* Suriye'deki özerk yapılanmalara rejim itiraz etmez.

* Rusya ABD ile çok rahat anlaşır. Çünkü tek hesabı Akdeniz'deki üslerine dokunulmamasıdır.

* ABD petrol kaynaklarını düşünür.

* Hatırlar mısınız?. . Kuzey Irak'ta binlerce militanını besliyor olmasına rağmen çapulcu başı Barzani ile PKK yönetim kadrosu arasında liderlik konusunda şiddetli kapışmalar olmuştu. ABD'de sözde Kürt devletinin kuruluşunun başlangıç noktası olarak Suriye'yi göstermişti.

* Hiç unutmamız gereken bir husus daha var; İmralı'da sefa süren bebek katili Öcalan da tüm konuşmalarında sözde Kürt devletinin kuruluşu için ilk adres olarak Suriye'yi gösterir.

* Kandil ile İmralı'nın ters olduğunu bilmeyen kaldı mı?. .

* ABD Türkiye'de salak atlatma oyunu oynuyor. PKK YPG'ye dönüştü. Biliyorsunuz YPG ABD için terör örgütü değil müttefik. İnanmayan son ortak devriye görüntülerine baksın.

* Çok yakında "PKK'yı bitirdik" havalarıyla birilerinin yeni çözüm masasına kurulduklarını görürseniz onların da "muhatabımız PKK değil. O bitti. Bölgeye artık barış gelecek" dediklerini duyarsanız sakın ha şaşırmayın!. .

Bu arada PKK'nın formatlanarak nasıl devletleştirildiğine ilişkin kaleme aldığım yüzlerce yazıdan biri olan 29 Mart 2018 tarihli "Fransa Türkiye aleyhine şer yayınlarına başladı" başlıklı yazıma bir kez daha bakın. O yazıda ABD'nin yancısı Fransa'da çok popüler bir TV kanalında yayınlanan belgeseldeki PKK/YPG sözde devletleşmesini sizlere aktarmıştım.

Hâlâ ABD'nin teröristlerin başlarına koyduğu ödüle "Türkiye'ye yapılmış geç de olsa bir kıyak" olduğuna inanan ve kafasında soruları olan varsa;

O zaman gitsin bebek katili Öcalan'ın idam edilmesine karşı çıkanlara ve bu idamı engelleyenlere danışsın. Bir bildikleri vardır mutlaka!. .

Allah bana ömür vermesin de İran operasyonun ardından Türk yurduna Kuzey Suriye'den topyekûn nasıl saldırıldığını görmeyeyim!. .

00000000000000000000000

YILMAZ ÖZDİL : KARAYILAN

Bin sene önce değil…

Sadece beş sene önce.

***

Açılım kepazeliğinin revaçta olduğu günlerdi.

Murat Karayılan Kandil'de basın toplantısı düzenledi.

Sayın basınımız sevinçle coşkuyla koştura koştura gitti.

Bazı yalaka köşe yazarlarımız aman geç kalmayayım diye iki gün önceden gitti.

***

Sayın basınımızı kalaşnikoflarla karşıladılar.

Apo posterleriyle Pkk bayraklarıyla donatılmış mekanlarda sofralara oturttular pilav üstü tavuk yedirdiler.

Muz cumhuriyeti'nden geldikleri için muz ikram ettiler.

Kahve ikram etmediler.

"Doydunuz mu?" diye sordular.

Doymuşlardı.

Kalkın sıraya girin dediler.

Hepsini sıraya soktular.

Donlarına kadar arama yaptılar.

Kamyonet kasalarına bindirip dağa çıkardılar.

***

Sayın basınımızdan 160 gazeteci gelmişti.

Alayını çadıra soktular.

Murat Karayılan Apo posteriyle Pkk bayrağının önüne oturdu.

Konuşma yapacağı masada 34 ayrı televizyon kanalının mikrofonu vardı.

Anadolu Ajansı bile oradaydı.

Devletin resmi haber ajansı canlı yayın için Kandil'e gönderilmişti.

Tarihte ilk'ti.

***

Murat Karayılan anlattı.

Sayın basınımız ertesi gün "bravo şahane yaşasın" manşetleri attı.

50 bin insanımızın ölümünden sorumlu olan terör örgütü "sivil toplum örgütü" gibi gösterildi.

Güzellemeler yapıldı.

***

Mesela Pkklılardan bile daha çok Pkkcı olan bir köşe yazarı var. Şunları yazdı: "Kandil'e çıktık. Pkk'nın pasaport kontrolünden geçtik. Çat pat Türkçe konuşan kontrol noktasının şefi olduğu anlaşılan sevimli bir delikanlı 'abi ben sizi bir yerden tanıyorum?' diye sordu. 'Televizyondan olabilir mi?' dedim.

'Tabii ağabey televizyonda seyrettiydim bu adam cesur adam be dediydim' dedi. "

***

Demek ki neydi?

Teröristler "sevimli delikanlı"ydı.

Teröristlere sevimli delikanlı diyen gazeteciler de "cesur adam"lardı.

***

Bir başkası aynen şöyle döktürdü: "Güzel bir ceviz ağacının dibinde öğle yemeğindeyiz. Keyifle yiyoruz. Etrafta incir ağaçları dut ağaçları pembe pembe çiçekler açmış Kürdistan gülleri…"

***

Ne romantik değil mi?

***

Sayın basınımızın mensupları Kandil'den canlı yayınlar yaptılar.

Pkk'nın "samimi" olduğunu anlattılar.

Pkk'yı eleştirenlerin "ırkçı" ve "faşist" olduğunu anlattılar.

***

Pkk'ya yakınlığıyla tanınan Fırat Haber Ajansı da oradaydı.

Ancak… Fırat Haber Ajansı muhabiri Karayılan'ın ne dediğini değil bizim gazetecilerin neler dediğini gözlemlemişti bizim gazetecileri haber yapmıştı.

Sayın gazetecilerimiz "kendi çalıştıkları kurumları şikayet etmiş"lerdi!

"Kürdistan haberleri yaptıklarını ama bağlı bulundukları editörler tarafından sansürlendiklerini haberlerinin değiştirildiğini anlatmış"lardı!

Yani açıkça kendi çalıştıkları kurumları Pkk'ya ispiyonlamışlardı.

***

Kuyruğa girdiler.

Sünnet çocukları gibi sırayla Murat Karayılan'ın yanına oturdular.

Sırıta sırıta poz verdiler.

Kadın gazetecilerden biri o gurur duyduğu hatırasını şöyle ambalajladı: "Açıkçası çatık kaşlı olacağını düşünmüştüm. Halbuki Murat Karayılan sohbet boyunca gülümsüyor. Kariyer hırsı yok. Bir lokma bir hırka. Saygılı. Kültürlü. Bilimsel konuşuyor. "

***

Zannedersin… Tonton babacan bi aile büyüğünü tarif ediyordu.

Teröristten ziyade "terörişko"ydu.

Okuyunca insanın Pkk'ya katılası geliyordu!

***

Ana haber bültenlerinde ballandıra ballandıra yayınladılar.

Ekrana bi tek mekap'la çıkmadıkları kaldı!

Gazetelerde neredeyse tam sayfa verildi.

Haber kanallarında günlerce başka mevzu yoktu.

Örgüt meşrulaştırıldı.

***

Bunlar olurken… Türkiye Cumhuriyeti'nin genelkurmay başkanı "terörist" sıfatıyla hapisteydi.

Pkk tanık TSK sanık'tı.

İmralı'ya muhabbet Silivri'ye müebbet'ti.

Akp'ye göre "Türkiye bağırsaklarını temizliyor"du.

Apo'yu makyajlıyorlardı… Öğrenciliğinde namaz kılan oruç tutan derin devlet tarafından kandırılan talihsiz bir genç olarak tarif ediyorlardı. "Zavallı apocuk" olarak pompalıyorlardı.

***

Ya şimdi?

***

Aynı gazeteler aynı televizyonlar utanmadan yazıyor: "ABD dışişleri bakanlığı Murat Karayılan'ın başına beş milyon dolar ödül koydu yerini bildirene beş milyon dolar verilecek ayrıca Cemil Bayık için dört milyon dolar Duran Kalkan için üç milyon dolar ödül verilecek. "

***

Dünyada daha yüzsüz bir basın var mıdır sanmıyorum.

***

Ve Amerikan büyükelçiliğini uyarıyorum.

Kapılarınızda hazırlık yapın.

Çünkü tiko parayı gördüler ya…

Şimdi aynı sayın basınımız sizin elçiliğin önünde kuyruğa girer "Murat Karayılan'ın adresini ilk ben ispiyonlayayım" diye!

--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder