31 Aralık 2010 Cuma

OKULLARDA YILBAŞI BALOLARI YASAKLANMALI - Nasıl gelişmeler iyi mi?

OKULLARDA YILBAŞI BALOLARI YASAKLANMALI


                                                                    Şuurlu Öğretmenler Derneği
OKULLARDA         YILBAŞI BALOLARI YASAKLANMALI

Bugün 2010’un son günü. Tüm Türkiye’de, yeni yıla girmenin sevinciyle yılbaşı kutlamaları yapılıyor.

İşte bugün, adına “Şuurlu Öğretmenler Derneği” diyen bir dernek bakın nasıl bir açıklama yaptı. Yorumsuz aktaralım:  

“Yılbaşı adı altında kutlanan Noel aslında Hıristiyanların Hz. İsa'nın doğum günü dolayısıyla kutladıkları bayramdır. Hıristiyan inancına göre evrenin nuru olan Hz. İsa'nın doğum gününü 25 Aralıkta kutlamanın nedeni, papaların kış gündönümü törenlerine bağlı bulunanları bundan vazgeçirmek amacına yöneliktir. 25 Aralıkta Hıristiyan kiliseleri tarafından Hz. İsa'nın doğum gününü kutlamak için törenler düzenlenir. Bu amaçla ayinler düzenlemektedirler. Hıristiyan dünyasında 25 Aralıkta yapılan bu kutlamaların 31 Aralık gecesi yılbaşında yapılmasının nedeni İslam ülkelerine bu Hıristiyan geleneğini hâkim kılmaya yönelik bir çalışmadır. Noel gününde çam ağaçlarına çeşitli şeyler asılarak yapılan tören, Hıristiyanlığa bu pagan geleneğinden geçmiştir. Günümüzde İslam ülkelerinde yapılan Noel kutlamaları da aslında pagan anlayışının yeniden diriltilmesidir.

Yıllardan beri okullarda, kurumlarda yapılan yılbaşı baloları Hıristiyan kültürünün çocuklarımızın beyinlerine kazınması demektir. Değişik okullarda veliler de davet edilerek yılbaşı baloları düzenlenmektedir. Oysaki milli eğitim sistemimizin genel amaçlarından birisi de milli manevi ahlaki, insani değerlerimizi çocuklarımıza benimsetmektir. Halkı Müslüman olan ülkemizde çocuklarımızın Hıristiyan kültürüyle yetiştirilmesi başlı başına bir garabettir. Bu garabete mutlaka dur demek gerekmektedir. Bir Hıristiyan geleneği olan yılbaşı balosu demek, çocuklarımızın İslam’dan uzaklaştırılması demektir.

Noel Baba Geleneği başpiskopos olan bir papazın çalışmalarını övmek amacına dayanır. Hıristiyan inancına göre genellikle karla örtülü ortamda, güleç, tombul ve yardımsever bir tipi canlandıran Noel Baba inancı, günümüz Hıristiyan kültürü ve bu kültürden etkilenen doğu kültürlerine de girmiştir. Bu papaz, insanları himaye eden bir aziz olarak tanıtılmaktadır. Yılbaşı akşamları çocukları sevindiren bir ihtiyardır. Aslında bu efsane aynı zamanda Anadolu’yu Bizans toprağı saymaktan vazgeçmeyen Batının, çocuklarına aşıladığı bir ideal olarak bilinmektedir. O halde okullarımızda, kurumlarımızda, mahallelerimizde, kentlerimizde Noel Babayı canlandırarak kime hizmet ettiğimizi bilmemiz gerekir. Çocuklarımıza Hıristiyanlığı değil İslamı aşılamak gerekmektedir. Ayrıca bu eğitim sistemimizin bir hedefidir zaten. Müslümanlar için Muharrem ayının birinci gecesi Yılbaşı gecesidir. İslâm’da yeni yıl, Muharremin birinci günü başlar. Müslümanlar ayları, ibadet günlerini, bayramları, Ramazan ve Kurbanı, Haccı, yılbaşını, zekâtı vb. belli başlı günlerini hep İslâmî takvime göre düzenlemek durumundadırlar. Bu bilgileri çocuklarımıza öğretmemiz gerekmektedir.

İslama göre Noel gününde veya Hıristiyanların diğer bayram günlerinde onlara uymak gayesi ile onların yaptıklarını yapmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri yemek doğru değildir. Bu hareketler insanı günahkâr yapar. Ondan sakınmak gerekir. Noel gibi Müslüman olmayan kimselerin kutsal günlerini kutlamak bir Hıristiyanlaştırma çalışmasıdır. İslâmi kaynakların ortak görüşü, Allah'ın bildirmiş olduğu İslâm kanunları dışında tesis edilmiş bütün gün ve bayramları kutlamanın yanlış olduğu yolundadır. Bir Müslüman’ın Noel veya yılbaşı günlerini kutlaması mümkün değildir. İnanç yönünden sakıncalı olan bu günlerin diğer günlerden hiç bir farkı bulunmamaktadır. İslam dünyası kendi yılbaşını 1 Muharrem tarihinde kutlamalıdır.

Şuurlu Öğretmenler Derneği Samsun Şubesi olarak özellikle okullarımızda ve diğer kurumlarda yapılan yılbaşı balolarını, inancımıza, tarihimize ve geleneklerimize aykırı olarak yapılan eğlenceleri son derece yanlış buluyoruz, bu çalışmalarla bilmeden çocuklarımıza Hıristiyan kültürünün empoze edilmesine karşı çıkıyoruz. Bu görüntüyle, bu anlayışla çocuklarımızı İslama değil Hıristiyanlığa sempatiyle bakan, cana yakın, hayırsever görünen Noel babayı seven insanlar halinde yetiştiriyoruz. Bu gidişe bir an önce dur demek amacıyla okullarımızda yılbaşı baloları ve diğer etkinlikler yasaklanmalıdır.

İsmail Okutan
Şuurlu Öğretmenler Derneği
Samsun Şube Başkanı”


Açıklama böyle…

Şuurlu Öğretmenler Derneği’nin resmi internet sitesinde Saadet Partisi’nin yayın organı Milli Gazete’nin logosu dikkat çekiyor. Dernek sitede amaçlarını şu sözlerle anlatıyor:

“İyi insan olmak, herkesin iyiliğini ve saadetini istemekle mümkündür. İnsanın iyi insan olmasını sağlayacak en önemli süreç, eğitim sürecidir. Biz bu sürecin maneviyatçılık temelinde yürütülmesini arzu ediyoruz. Bundan dolayı eğitim siyasetimizin temelinde
“doğrunun, iyi ve güzelin, faydalının ve adaletin öğretilmesi, Allah´tan korkan, Allah rızası için iş yapan nesiller yetiştirilmesi” olmasını istiyoruz.”

Odatv.com
 

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Paranın çoğuda, yoğuda ahlakı bozar.  Anonim  oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/

Yedaş Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş. 10 aylık kar bedeline özelleştirildi.



-------- Original Message --------
From: tuncay degis <tdegis69@yahoo.com>


 

 
Yiyin Efendiler Yiyin!!!
Aksırıncaya kadar, tıksırıncaya kadar yiyin!!!
 
Bakın ülkemizde yaşananlar  şaka gibi!
Soyan soyana
Soyanlar soymaya doyamıyor.
 
Yedaş Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş. özelleştirildi.
 
Yıllık geliri 450 milyon $
Satış fiyatı  441 milyon $.
Buna arsa, bina ve tesisler ve içindeki herşey de dahil!
Bugün bir dükkan satın almak isteseniz, Dükkanın ederi 10-12 yılda kendisini kira getirisi ile amorti etmesi ile bulunur. Yılda 450 getiren bir yeri bir de burası büyük bir işletme ise süre daha da uzun tutularak hesaplanır.
Biz 12 yıl kabul edelim 12 X 450 + (arsa+bina+tesis eksper değerleri) = 5.400.000.000 Dolar + 200.000.000 $ da ekspertizin belirlediği olsun = 5.600.000.000 $
Şimdi bu getirisi belli gelecekte artan nufusla karı da katlanacağı belli bu işletmeyi özel sektörden, tuzu kuru bir firmadan 5.6 milyar dolara alabilir misiniz?
Bundan daha iyi getirisi olan bir işletme olursa öyle bir yer bulunursa, 7.5-8 milyar dolardan aşağı kimse satmaz size!
Siz kaça sattınız?
Ederinin 15'de birine!!!
Kime?
Yandaş Çalık Grubuna...
Afiyet şeker bal olsun!
 
Haraç mezat sattınız ülkenin mallarını, 10 aylık karına mülküyle binaları fabrikaları tesisleri vs ile sattınız...
Allah hepinizin belasını....

Şer'i mahkemeden dehşet karar!

Şimdi kısasa kısasla gözü çıkarılan, kulağı kesilen insanlar açısından artık, infaz, temyiz, af seçeneklerini bir gözden geçirelim.

Suçlulardan çok suçsuzların adalete muhtaç olduğunu hep beraber hatırlayalım.

Ve henüz şeriat denilen, aklı dışlayan sistemin henüz ülkemize gelmediğini düşünerek şükredelim, veya gelirse diye kabuslar görmeye devam edelim.



Şer'i mahkemeden dehşet karar!

Mahkeme, bir adamın gözünü ve kulağını kaybetmesine hükmetti
Adı sadece Hamid olarak açıklanan sanık, beş yıl önce başka bir adamın kulağını ve gözünü asitle yakarak kör olmasına yol açmakla suçlanıyordu.
Ceza olarak kör edilmesine hükmedilen Hamid, kan parası da ödemek zorunda.

Hamid, adı sadece Davud olarak açıklanan kurbanı başka biriyle karıştırdığını savundu. Yarı resmi Fars haber ajansına göre, Hamid'in asıl hedefi daha önce ona okulda zorbalık etmiş eski bir sınıf arkadaşıydı.

Hamid, "Lisedeyken bazı sınıf arkadaşlarım bana o kadar çok zorbalık ettiki, yaşadığım şehirden taşınmak zorunda kaldık. Bu sürekli beynimi kemirmeye devam etti, üstesinden gelemedim. Asit aldım ve eski okuluma gittim. Bazı sınıf arkadaşlarımını çıkmasını bekledim. Davut çıktığında onu takip ettim ve asit attım. Bu sırada kendim de bacaklarımdan yaralandım" dedi.

Kasım 2008'de Macid Movahedi, kendisiyle evlenmeyi reddeden Emine Bahramia'ya asit atmakla suçlu bulunmuş, iki gözünü kaybetmesine hükmedilmişti. Cezanın infaz edilip edilmediği bilinmiyor. Ekimde İran'da bir hırsızın eli ceza olarak kesilmişti.

İran, zina suçlamasıyla recm cezasına çarptırılan Sakine Muhammed Aştiyani'nin cezasının infaz edilmemesi için uluslararası toplumun yoğun baskısıyla karşı karşıya bulunuyor.
--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Timeo hominem unius libri Tek kitabı olan insandan korkarım.  Latin Atasözü  oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/

Urkuten Kandil gercegi

http://haber.gazetevatan.com/urkuten-kandil-gercegi/350003/1/Manset
31.12.2010

Ürküten Kandil gerçeği

 
Ürküten Kandil gerçeği Diyarbakır’da 4 yıl içinde 1776 çocuk kayboldu. Bir bölümü bulunan bu çocukların yüzde 39’unun, PKK’ya katılmak için evlerini terk ettikleri belirlendi.

Gazeteport'tan Yusuf Sahici'nin haberine göre;
Diyarbakır’da bu yıl içinde 547, son 4 yıl içinde de toplam 1776 çocuk kayboldu. Büyük bölümü bulunan bu çocuklardan yüzde 39’unun, terör örgütü tarafından Kandil dağına götürülmek üzere kandırıldığı ortaya çıktı. Resmi kayıtlara PKK’ya katıldığı sanılan çocukların ‘’Kayıp nedeni’’ olarak ‘’CMK 250’’ yazıldı. Ceza Muhakemeleri Kanunun 250’inci maddesi örgüt suçlarını düzenliyor.
Diyarbakır’da 2007’de 319, 2008’de ise 396 çocuk kayboldu. 2009 yılında ise sayı arttı ve 514’e yükseldi. Bu yılın ilk 10 ayında da 547 çocuk kayboldu. Bu çocuklardan bir bölümü bulunurken, alınan ifadelerden yüzde 39’unun terör örgütüne katılmak üzere kandırılıp, evlerini terk ettikleri ortaya çıktı.

EVLİLİK İKİNCİ SIRADA

Bu yıl Diyarbakır’da ayrıca 67’si kız toplam bin 175 çocuk da suça karıştı. Kayıp çocukların yüzde 23’ü evlenme, yüzde 8’i ise hırsızlık amacıyla evlerini terk ediyor. Gezme ve aile içi şiddet de, önemli nedenler arasında bulunuyor.

TBMM İnsan Haklarını Komisyonu, Diyarbakır’daki Çocuk yuvaları, yurtlar ve okullarda inceleme yaptı. AKP milletvekilleri, Mustafa Ataş, Gökhan Sarıçam, Mithat Ekici, CHP milletvekili Rıza Ertemur, MHP milletvekili Şenol Bal ve DSP milletvekili Jale Ağırbaş inceleme sonucu çarpıcı tespitlere ulaştı.

Diyarbakır Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığını da ziyaret eden heyet üyeleri, bu yılın ilk 10 ayında Diyarbakır’da bin 175 çocuğun mala ve şahsa karşı suçlara karıştığını belirledi. Bu yıl kaybolan 547 çocuğun 518’inin öz anne ve babasının yanında kalırken evlerini terk ettikleri saptandı. Diyarbakır’da geçen yıl 10, bu yıl da bir bebek sokağa terk edildi.

BERDEL FAKTÖRÜ

Diyarbakır Jandarma Komutanlığı yetkilileri, çocukların daha çok kasten yaralama, hırsızlık ve mala zarar verme olaylarına karıştıklarını belirterek ‘’Çocuklara verilen cezaların az olması nedeniyle suçun çocuklara işletilmesi veya suçu üstlenmesi sağlanmaktadır’’ dediler.
Gelir seviyesinin düşük olması, aile bütçesine katkıda bulunması amacıyla çocukların uygun olmayan şartlarda çalıştırılması, öğrenimlerinin engellenmesi ve başkalarınca suç ortamına çekilmelerinin, çocukları suça yönelttiği de vurgulandı. ‘’Berdel, beşik kertmesi ve akraba evlilikleri’’ gibi faktörlerin de çocukların evden kaçmasına ve suça yönelmesinde etkili oldu kaydedildi.
Oraj POYRAZ

Yılbaşı akşamı alkol alacağız, aman DİKKAT

Dönüşte taksi kullanalım...
Hem rahat, hem emniyetli, hem de AKP'li devrim muhafızlarından kendinizi kurtarırsınız.

http://www.youtube.com/watch_popup?v=Z2mf8DtWWd8

-- 
-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~
Mala gallina, malum ovum
Kötü yumurta kötü tavuktan çıkar (Anasına bak kızını al)

Latin Atasözü

oO-------------------------------------------------------------------Oo

http://orajpoyraz.blogspot.com/

ASKERI YUKSEK IDARE MAHKEMESI YARAMIZA TUZ KOYDU!

Ülkenin salon subayı olmayan, çatışan, kan ve ter döken, elini taşın altına sokan, bir anlamda fedailerini nasıl da pasifize etmeye çalışıyorlar.
Hatırlarmısınız, bilmem, bir ara Hakkari o kadar çok karışmıştı ki, 92-94 yılları arasında bölgede görev yapmaya Tugay Komutanı bulamamışlardı.
Şimdi de, bu işlere bir şekilde talip olanları caydırmak için gagalayıp duruyorlar.
Ordu on yıllardır çatışmada, her gün trafik/silah kazası, çatışma zaiyatı, DOST ATEŞİ sebebiyle kayıplar oluyor.
Biz burada Filarmoni Orkestrasından değil, kan ve ter döken bir ordudan bahsediyoruz.
Ve de bu işlerin bundan daha artistik, yumuşak, keyifli bir usulü de yok.
Unutmayın, ABD ordusu bile bütün teknik üstünlüğüne rağmen bir sürü askerini dost ateşinde kaybetmiştir.
Kamuoyuna yalan söyleme konusuna gelince, o ise ülkemizde cereyan eden binlerce çok vahim olay karşısında ufak bir ayrıntıdır.
Evladını kaybedenlere mikrofon uzatırsanız, hemen her şeyi rahatça söyleyebilirer.
Acılı insanların, metin olmalarını, akılcı olmalarını beklemek de büyük insafsızlık olur..

-------- Original Message --------
From: zeki kentel <zkentel@hotmail.com>
Reply-To: desifre@yahoogroups.com

AYİM yaramıza tuz bastı

KILICDAROGLU ACILI  ANNE - BABAYA:  Olayın peşini bırakmayacağına dair sözler verdi.

Ancak ASKERI YUKSEK IDARE  MAHKEMESI paşalara terfi yolunu açtığında, başta hükümeti ve herkesi verilen karara saygı duymaya davet etti.

BUNA DONEKLIGIN DANISKASI  DENILIR

Hakkari Çukurca'da 7 askerin şehit düşmesine sebep olan mayınları döşemekle suçlanan Tuğgeneral Zeki Es tutuklanırken bölgenin sorumlusu Hakkari Tümen Komutanı Tümgeneral Gürbüz Kaya hakkında bir soruşturma başlatılmaması tepkilere neden oluyor.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından görevden alınan Tümgeneral Kaya’ya AYİM’in terfi yolunu açması da patlamada hayatını kaybeden Piyade Er Deniz Demirci'nin Ankara Mamak'ta tek katlı bir gecekonduda yaşayan acılı babası Halil ve Raziye Demirci’yi çileden çıkardı.

“YARAMIZA TUZ BASTINIZ”

Acılı anne ve baba, AYİM tarafından Kaya’ya terfi yolunun açılmasını, “Yaramıza tuz bastılar” şeklinde değerlendirirken, “7 vatan evladının şehit olması görevden alınmasına yeterli bir neden değil mi?” diye sordular. 

GENELKURMAY’A DİLEKÇE, KILIÇDAROĞLU’NA TEPKİ

Akit’ten Aslan Değirmenci’ye bu hafta Genelkurmay’a dilekçe vererek Tümgeneral Kaya’nın görevden alınmasını talep edeceklerini açıklayan acılı aile, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu da tepki gösterdi.

ASIL TÜMGENERAL KAYA SORUMLU

Emir komuta zinciri altında Tümgeneral Gürbüz Kaya’nın da olaydan sorumlu olduğunu belirten acılı baba Halil Demirci, “Ortada delilleri karartma ve hedef saptırma suçu var.

Tutuklanan Tuğgeneral Zeki Es ile yaptığı skandal görüşme var.

Es, itiraflarda bulunurken Kaya, ‘Hiç önemli değil’ diyordu.

Buna nasıl göz yumulur?

Kaya’nın Es ile yaptığı telefon konuşmalarında ‘Hallederiz, sen merak etme!’ sözleri delil karartmaya işaret değil mi?

Biz bu olayın peşini bırakmayacağız.

Bu hafta da Genelkurmay’a dilekçe vererek Kaya’nın görevden alınmasını talep edeceğiz.

Devam eden davanın genişletilmesi için de avukatlarımız hazırlık yapıyor” diye konuştu.

KILIÇDAROĞLU BİZİ ALDATTI

Kılıçdaroğlu’nun evlerine gelerek taziye ziyaretinde bulunduğunu anlatan Halil Demirci,

“O gün geldiğinde acımızı paylaştı. Söz konusu olayın peşini bırakmayacağına dair sözler verdi.

Ancak AYİM paşalara terfi yolunu açtığında çıktı, başta hükümeti ve herkesi verilen karara saygı duymaya davet etti.

Hangi karara saygı duyalım?

Bizim canımız yandı. Bunun hesabı sorulmayacak mı?

Kılıçdaroğlu bizi ziyaret ederken böyle konuşmuyordu.

Yıllardır CHP’ye oy veriyordum. Meğer yıllardır aldatılmışım.

Evimde söz veren lider dışarıda farklı konuşuyor. Açıkça çark etti. 

Kendisini kınıyorum” dedi.

MAYINLARIN TSK’YA AİT OLDUĞUNU İTİRAF ETMİŞTİ

Balyoz Darbe Planı davasında hakkında tutuklama kararı çıkartılan Hakkâri 3. Taktik Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Gürbüz Kaya, Gediktepe saldırısının ardından 20 Haziran'da bölgede incelemelerde bulunan Başbakan Erdoğan'a eşlik edip brifing vermişti.

Kaya 11 askerin şehit olduğu Gediktepe saldırısında "Teröristleri çoban sandık" sözleriyle tartışılmış ve Çukurca'da 7 askerimizi şehit eden mayının TSK'ya ait olduğunu itiraf etmişti.

Son Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında Balyoz sanığı olduğu için terfi ettirilmeyen Kaya, Bakan Vecdi Gönül tarafından da görevden alınmıştı.

Ancak Kaya, YAŞ kararları ve Bakan Gönül’ün görevden almasına rağmen AYİM tarafından terfi ettirilmişti.

“ASKERLERIN  OLMESI HİÇ ÖNEMLİ DEĞİL”

Gürbüz Kaya, 7 askerin şehit olmasıyla sonuçlanan mayın patlamasının ardından internete düşen ses kayıtlarıyla da gündeme gelmişti.

20. Sınır Tugay Komutanı Tuğgeneral Zeki Es, olay sonrası Hakkari Tümen Komutanı Tümgeneral Gürbüz Kaya ile yaptığı telefon görüşmesinde, 6 askerin ölümüne neden olan mayını kendilerinin yerleştirdiğini söylemiş, Kaya da 'Hiç önemli değil' cevabını vermişti.

----------------------------------------

A. Değirmenci

--------------------------------------

ASKERI  YUKSEK IDARE  MAHKEMESI YARAMIZA  TUZ  KOYDU!

KILICDAROGLU ACILI  ANNE - BABAYA:  Olayın peşini bırakmayacağına dair sözler verdi.

Ancak ASKERI YUKSEK IDARE  MAHKEMESI paşalara terfi yolunu açtığında, başta hükümeti ve herkesi verilen karara saygı duymaya davet etti.

BUNA DONEKLIGIN DANISKASI  DENILIR (Z. K.)



Ağzıyla içemeyenler için

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ BU ELLER MİYDİ?  Bu eller miydi masallar arasından Rüyalara uzattığım bu eller miydi. Arzu dolu, yaşamak dolu, Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan. Bilyaların aydınlık dünyacıkları Bu eller miydi hayatı o dünyaların. Altın bir oyun gibi eserdi Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı. Topraktan evler yapan bu eller miydi Ki şimdi değmekte toprak olan evlere. El işi vazifelerin önünde Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi. Kaybolmus o çizgilerden Falcının saadet dedikleri. O köylü çakısının kestiği yer Söğüt dallarından düdük yaparken... Bu eller miydi kesen mavi serçeyi Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık. Yorganın altına saklanarak Bu eller miydi sevmeyen geceyi. Ayrılmış sevgili oyuncaklardan Kırmış küçücük şişelerini. Ve her şeyden ve her şeyden sonra Bu eller miydi Allaha açılan !  Fazıl Hüsnü DAĞLARCA  oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/

Âkif deyince…

Âkif deyince…

Melih Aşık

30 Aralık 2010

İstiklal Marşı şairi Mehmet Âkif'in kimi şiir ve yazıları sık sık anımsanır. Kimileri pek gün ışığına çıkmaz. Mesela… Yeniçağ gazetesinde 2003 yılında yayımlanan Muhittin Nalbantoğlu imzalı araştırmada Mehmet Âkif'in bir dostuna yazdığı mektuptan şu satırlar aktarılıyor:
"Mısır'da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi; insanlık da Türkiye'de, milliyetçilik de Türkiye'de, Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de… Eğer varsa Allah benim ömrümden alıp (Mustafa Kemal'i kastederek) O'na versin…"
* * *
Mehmet Âkif'in bir de ünlü Sevr Hitabesi var…
Orada diyor ki:
"Ey cemaat, gözünüzü açınız, ibret alınız. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin gırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı sanıyorum ki gelmiştir. Allah rızası için olsun aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düşmana kaptırdığımız koca koca memleketlerin halkı hicret (göç) edecek yer bulabilmişlerdi. Biz öyle bir akıbete mahkûm olursak başımızı sokacak delik bulamayız… Sevr bizim için Avrupa'nın hazırladığı bir ölüm fermanıdır…"

Ertuğrul Özkök "dönek liberallerin sefaleti"ni kitaplaştıracakmış.
Kitabını döner dükkânında imzalasa iyi olur…
Haldun Ertem

Benzinin fiyatı dört liraya dayanmış.
Şeeeyyy… Bu iktidar vatandaşın dayanma gücünü benzinle ölçüyor galiba!
Fahrettin Fidan

Sahtecilik ve ırkçılık yapana valilik, yurtdışında dolandırıcılık yapana da büyükelçilik yolu açılıyormuş.
Hadi vali bizim aramızda kalıyor da… Elaleme rezil olmanın ne âlemi var ki…

...........................................
...........................................

-- 
-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~
Dil, aklın tercümanıdır.


Hz.Ali

oO-------------------------------------------------------------------Oo

http://orajpoyraz.blogspot.com/

Barış Doster : Jön Türkler, İttihatçılar, Cumhuriyetçiler

Jön Türkler, İttihatçılar, Cumhuriyetçiler

Barış DosterHaberler

30 Aralık 2010

Vâlâ Nurettin, İkinci Meşrutiyet için şöyle der: “Eğer Anayasa Devrimi bastırılmış olsaydı, vatan ve millet fikri yaşamazdı. Millet, halifenin hikmetinden sual olunmaz diye düşünürdü. Milli Mücadele yapılamazdı. Türkiye, Ortadoğu’dakilere benzer bir diktatörlük olurdu”.

1908 Jön Türk Devrimi, Osmanlı’dan yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen, bir o kadarı köylerde yaşayan yoksul, yıpranmış, savaş yorgunu 13 milyon nüfuslu bir ülke devralan Türkiye Cumhuriyeti’ne çok şey öğretmiştir. Hocaların hocası Tarık Zafer Tunaya’nın ünlü tanımıyla, “Cumhuriyet için bir siyaset laboratuarı” olmuştur İkinci Meşrutiyet. Cumhuriyet önderliği, milli iktisat politikasını, halkçılığı, üretim seferberliğini, kapitülasyonların kaldırılmasını, milli şirketlerin kurulmasını, iç ve dış ticaretin denetim altına alınmasını, ziraat ve kooperatiflere önem verilmesini hep o devrimden öğrenmiştir. Tebaasından vergi toplamakta bile büyük güçlük çeken Osmanlı Devleti’nde 1908 Devrimi coşkuyla karşılanmıştır. O zamana dek Jön Türklere sempatiyle bakan Batılı devletler ise devrimin sömürgelerdeki yankıları güçlü olunca, Jön Türklere karşı tavır almışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nın başında kapitülasyonların kaldırılmasına en çok karşı çıkanlar İngiltere ve Fransa olmuştur. Bu nedenle savaşın bitiminde ilk akıllarına gelen şeylerden biri, kapitülasyonların yeniden getirilmesi olmuştur. Lozan Müzakerelerinde en sert tartışmaların yapıldığı konuların başında da kapitülasyonların geldiğini unutmamak gerekir.

Balkanlarda Başlayan Devrim

Jön Türk Devrimi’nin ilk önce Balkanlar’da başlamasının tarihsel, kültürel, ekonomik, siyasal, coğrafi nedenleri vardır. İmparatorluğun sadece coğrafi anlamda değil, siyasal ve kültürel olarak da Batıya en yakın, açık bölgesi olan Balkanlar, özellikle de Selanik, tam bir devrim merkezidir. İyi kötü sermayesi ve işçi sınıfıyla, çağdaş kültür ortamıyla, basın- yayın faaliyetleriyle, etkili aydınlarıyla öne çıkmıştır. Selanik’teki milliyetçilik akımının Orta Asya ve Kafkasya kökenli milliyetçilik akımına oranla daha yurttaş ve kültür temelli olmasının önemli nedenlerinden biri de budur. Doğu’dan gelen milliyetçilik rüzgârlarının Rus, Ortodoks, Slav milliyetçiliğine yönelik tepkinin de etkisiyle daha bir ırk temelli ve İslamcı tonlar içermesine karşılık, Selanik’teki milliyetçilik çok daha laiktir. Nitekim bu anlayış, Cumhuriyet ulusçuluğunu da etkileyecek,Doğu’dan gelen büyük Türkçü öncüleri de tesiri altına alacaktır. Kaldı ki Anadolu’nun nesnel koşulları da toprak ve kültür temelli, laik ve yurttaş esaslı bir milliyetçilik anlayışını dayatmıştır.

Sadece Türk ve Müslüman aydınlarından oluşmayan, aralarında Ermenilerin, Rumların, Arapların da olduğu Jön Türklerin bilincinde, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan Şark Meselesi’ne duyulan tepki vardır. Auguste Comte ve Emile Durkheim pozitivizmi vardır. Türkçü yönleri de olan Ahmet Rıza Bey’in, dönemin önemli aydınlarından Mizancı Murat’ın, daha liberal olanlarında ise kapitülasyonların uygulandığı imparatorlukta serbest piyasa ekonomisini savunacak kadar gözü kara bir liberal olan Prens Sabahattin’in etkileri vardır. Büyük arayışların, düş kırıklıklarının, umudun ve umutsuzluğun yarattığı hevesler, yenilgiler, savrulmalar vardır. Osmanlıcılıktan İslamcılığa, oradan Türkçülüğe yönelmeleri de, iç içe geçmiş milliyetçilikleri ve devrimcilikleri de nesnel koşulların ürünüdür. Unutmamak gerekir ki Yeni Osmanlılardan Tanzimatçılara, Tanzimatçılardan Jön Türklere, Jön Türklerden İttihatçılara uzanan süreç imparatorluğun çözüldüğü, çöktüğü bir süreçtir.

Sevabıyla günahıyla İttihat ve Terakki, 1908 Devrimi’nden sonra yeni bir sınıf yaratmaya çalışmıştır. Nitekim bu yeni sınıf, hem siyasi hem de iktisadi açıdan Milli Mücadele’nin lokomotifi olacaktır. Anadolu ve Rumeli’de kurulan milliyetçi derneklere öncülük edecek, halkı mücadeleye çağıracaktır. Kurtuluş Savaşı’na ilk adımda katılan subayların büyük bölümü İttihatçı geleneğin fedakâr fedaileridir. Kurtuluşta ve kuruluşta çok önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu nedenle 1908 ile 1923’ü “değişim ve devamlılık, kopuş ve süreklilik” ilişkileri içinde ele almak, birlikte değerlendirmek gerekir. 1923’ü 1908’in uzantısı, devamı olarak niteleyen çok sayıda tarihçi vardır.

Cumhuriyet’in ilanını izleyen süreçte, Milli Mücadele’ye ön safta, en ön sırada katılan İttihatçı kadroların ağırlığı azalmaya başlamıştır. Atatürk’le farklı saflarda yer almaya yönelmişlerdir. Pek çokları, ulusal egemenlik temelli laik bir Cumhuriyet’i değil, meşruti monarşiyi savunmuşlardır. 1924 yılında Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar öncülüğünde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’da Ali Fethi Okyar liderliğinde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, çok sayıda eski İttihatçı’nın yer aldığı partilerdir. 1926’da İzmir’de Atatürk’e yönelik suikast girişiminde de İttihatçı kadrolar ön saftadır. Kendisi de eski bir İttihatçı olan Atatürk ise İttihatçılardan farklı olarak radikal bir Cumhuriyetçi, Jakoben bir devrimcidir. Çok gerçekçidir, akılcıdır ve tam bir zamanlama ustasıdır. Geçmişten gerekli dersleri çıkarmıştır. Toplumu çok iyi tanımaktadır. Geçmişte neyi nasıl yaptığımızın ve neleri neden yapamadığımızın bilincindedir. İttihatçılardan devraldığı yapının, İkinci Meşrutiyet deneyiminin artılarını ve eksilerini çok iyi hesap etmiştir. Ne yapılması gerektiği kadar ne yapılmaması gerektiğini de iyi bilmektedir.

Nesnel Koşullar Belirleyicidir

Bir cemiyet olarak kurulan, sonrasındaysa siyasal partiye dönüşen İttihat ve Terakki, klasik, Batılı anlamda bir siyasal yapı değildir. Kuruluşunda ve örgütlenmesinde Balkan komitacılarının derin izleri vardır. Bu nedenle işleyişi de, hukuk ve sandık anlayışı da kendine özgüdür. İktidara gelmek için de, iktidarda kalmak için de silah ve suikast dahil farklı yollara başvurmuştur. Örneğin, tarihimize 31 Mart Vakası olarak geçen 13 Nisan 1909 tarihli isyanın bastırılmasındaki öncüler de İttihatçı subaylardır. Hepsi siyasetle iç içedirler. 1912’de yapılan ve İttihat ve Terakki’nin ezici zaferiyle sonuçlanan seçimlere siyasi tarihimizde “sopalı seçimler” denmesinin nedeni de seçimlerin müthiş bir İttihatçı baskısı altında gerçekleşmesidir. Ünlü tarihçi Feroz Ahmad’ın da dikkat çektiği gibi İttihat ve Terakki, çok güçlü bir siyasal hareket olmakla birlikte, aynı oranda güçlü bir siyasal parti değildir. Bu nedenle 1912 seçimleri cemiyet için ölüm kalım meselesi haline getirilmiş, sandıktan zaferle çıkmak için her türlü önlem alınmıştır. Çünkü seçimlere, cemiyetin genç subaylar arasındaki desteğinin azaldığı, liberaller başta olmak üzere tüm muhalif unsurların bir araya geldiği Hürriyet ve İtilaf’ın güçlendiği bir dönemde gidilmiştir. Liberaller, pek çok önde gelen İttihatçıyı tasfiye edecek kadar güçlenmişlerdir. İttihatçıların seçimi kaybetmeye tahammülleri yoktur.

1912- 1913 Balkan Harbi olmasa, İttihat ve Terakki’nin işinin hayli zor olacağını, belki de tarihe karışacağını söyleyen pek çok tarihçi vardır. Bulgarların eski başkent Edirne’yi almaları, Çatalca’ya kadar yaklaşmaları dikkatleri savaşa çevirmiş, iç siyasetin gündemde geri plana düşmesiyle İttihatçılar da rahat bir nefes almıştır. 23 Ocak 1913’teki Babıâli Baskını ile ünlü tarihçi Sina Akşin’in deyimiyle “İttihatçıların o zamana kadarki denetleme, gütme iktidarı sona erer”. İktidara mutlak şekilde egemen olurlar. Ama tüm çabalarına karşın, nesnel koşullar imparatorluğun aleyhine işlemektedir. Gayretler, savaştaki dengelerin değiştirilmesine yetmez. Edirne’nin geri alınması müthiş bir itibar sağlasa da, eskiye oranla daha güçsüz oldukları bellidir. Bu gerçek onları çeşitli arayışlara yöneltmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa da bu arayışların ürünüdür. Kesin kuruluş tarihine ilişkin görüşler farklı olmakla birlikte, İttihatçılar tarafından 1913 veya 1914 yılının bahar aylarında kurulduğu bilinmektedir. Kuruluş tarihini 1908’e kadar geri götürenler de vardır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın istihbarat ve propaganda çalışmalarının yanında en temel görevlerinden biri de, Bulgar çetecilere karşı direnmek, Balkanlardan sürülen Osmanlıları göç yollarında korumaktır. Bu paramiliter örgütün önde gelenleri arasında Ohrili Eyüp Sabri’den Bahattin Şakir’e, Süleyman Askeri Bey’den Kuşçubaşı Eşref’e, İsmail Canbulat’tan Nuri Conker’e, Hüsamettin Ertürk’ten Yakup Cemil’e dek pek çok isim sayılabilir. Milli marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy da, Sadi-i Nursi de örgüt için çalışmıştır.

Tarih, Film Şeridi Değildir

İç ve dış dengelerin ortaya koyduğu gerçek, imparatorluğun çözülmekte olduğudur. Bu durum, İttihatçıları ittihad-ı anasır politikasını terk etmeye zorlar. Artık farklı milletlerin, etnik kümelerin Osmanlı çatısı altında birlikte yaşamalarını sağlamanın şartları kalmamıştır. İttihatçılar, bir yandan İslam birliği unsuruna daha çok yer verirken, diğer yandan da özellikle imparatorluğun Arap bölgelerinde liberal, ademi merkeziyetçi politikaları öne çıkarırlar. 1913 yılında öldürülen Mahmut Şevket Paşa sonrasında ülke yönetiminde dizginleri tamamen eline alan İttihat ve Terakki, orduda köklü bir temizlik hareketi başlatır. Muhaliflerini, yaşlı subayları tasfiye eder. Alaylıların yerini mektepliler, ihtiyarların yerini gençler, muhaliflerin yerini İttihatçı subaylar alır.

İttihatçı önderliğin Talat ve Cemal Paşa ile birlikte sacayağını oluşturan Enver Paşa Almanlara yakınlığıyla bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı başladıktan birkaç gün sonra, 3 Ağustos 1914’te Almanlarla gizli bir ittifak antlaşması imzalanır. Ama Feroz Ahmad’ın deyimiyle “1914 Ağustos başında savaş başlamasa, imparatorluğun nereye gideceğini kestirmek çok zordur”. Aslında İttihatçılar Almanlarla ittifak yapmaya çok da gönüllü değillerdir. Öncesinde İngiltere, Fransa ve Rusya ile anlaşma yapmaya çalışmış, başarılı olamamışlardır. Çünkü savaşın en büyük ganimeti Osmanlı topraklarıdır. Üç büyük devlet de Balkan Harbi’nde küçük devletlere karşı hezimete uğramış Osmanlı Devleti’yle ittifaka yanaşmamıştır. Daha da vahimi, Almanlar bile Osmanlı ile ittifaka hemen rıza göstermemişlerdir. Savaş başladıktan, İstanbul ve Boğazların önemi daha da belirgin hale geldikten sonra, Osmanlı ile ittifakı kabul etmişlerdir.

İttihatçılar, savaşta muharip olmamak için de çok çabalamışlardır. Savaşın kısa sürede, en çok bir yıl içinde sonuçlanacağına inanmışlardır. Ama savaş dışında kalma lüksleri yoktur. Osmanlı ise savaşacak maddi güçten yoksundur, hazine tamtakırdır, maaşlar ödenememektedir. Günlük giderler bile Berlin’den gelen parayla karşılanmaktadır. Tüm bunların kaçınılmaz sonucu olarak da Osmanlı ordusunun komutası Berlin’in elindedir. İngilizlerin “buldog” lakaplı ünlü devlet adamı W. Churchill’in “Osmanlının savaşa katılması, savaşı iki yıl uzattı” şeklindeki sözleri, Almanların Babıâli’yi savaşa sokmaktaki asıl niyetinin özeti gibidir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlıların Çanakkale’den sonraki en büyük başarısı olan ve İngiliz ordusuna ağır darbe indirilen Kut-ül Amare Zaferi’ni de unutmamak gerekir. Dahası, Çanakkale’deki destansı direniş Rusya’daki devrimcilerin işini kolaylaştırmış, Bolşevik iktidar da Rusya’yı savaştan çekmiştir. İttihatçıların büyük bölümü, savaş boyunca Almanlara yük olmadıklarını, Almanlarla eşit iki müttefik olduklarını düşünmüşlerdir. Ancak 1918 yılına gelindiğinde, savaşın Almanların başarısızlığıyla sonuçlanacağı belli olmuştur. Almanya, İngiltere ve Fransa’yı pazarlığa ikna edemeyince, kaderine razı gelmiştir. Balkanları verip Arap topraklarına sahip çıkarak imparatorluğu elde tutacaklarına inanan İttihatçılar ise bunun olanaksız olduğunu kısa sürede görmüşlerdir.

Osmanlı savaşa girmeseydi, Osmanlı’nın sonunun ne olacağını veya savaşın nasıl biteceğini kestirmek zordur. Çünkü tarih bir sinema film değildir. Filmin geriye sarılması, sahnenin yeniden oynatılması, görüntülerin tekrar izlenmesi olanaksızdır. Cumhuriyet sonrasındaki gelişmeleri ele alırken 1908’in yarattığı deneyimi, bıraktığı birikimi akıldan çıkarmamak gerekir. Siyasi partilerdeki iç çekişmeyi, genel başkan sultasını, lider diktasını, rakipleri eleme yöntemlerini düşünürken de başvuracağımız en temel yapı, İttihat ve Terakki’nin mirasıdır. Bu yüzden, İsmet Paşa’nın, idamını engellemek için büyük çaba gösterdiği eski dava arkadaşı ve sonraki siyasi rakibi Celal Bayar’ın şu sözü önemlidir: “Unutulmasın ki ben de bir İttihatçıyım”.

Dr. Barış DOSTER
Oraj POYRAZ

Teoman Alili : TÜRKİYE'NİN SİGORTALARI ...

“Kürtleri, Ermenilerin düştüğü hataya düşmemeleri konusunda uyarıyorum.”

                                                                                                           Hrant DİNK

TÜRKİYE’NİN SİGORTALARI …

İki yazı önce “Evet Bölünüyoruz” başlığını kullanmıştım. Karamsarlık katsayınızı arttırmak için kullanmadım o başlığı; ama en azından silkinmek ve tehlikeyi net olarak görmek için kullanıldı o başlık. Gerçekten artık yeni bir döneme girdik, güç hala bizim elimizde yani Türkiye’nin parçalanmasına ya da önümüzdeki esas tehlike olan federasyon yapılmasına karşı duranlarda. Tek sorunumuz paniğe kapılık elimizdeki imkanları görmezden gelmek ve karamsarlık bataklığında kalmak. Bataklıktayız evet ama hemen önümüzde tutunabileceğimiz bir çok dalımız var. Bataklıktayken ölmemek için iki şeye dikkat etmek lazım. Tamamen hareketsiz kalmak ya da şuursuzca panik hareketler yapmak. Ben Yugoslavyalaşma tartışmaları yapılırken Türkiye’nin Yugoslavya’yla arasındaki temel farkları dikkatinize sunmak istiyorum. İşte Türkiye’nin sigortaları.


1-YUGOSLAVYA ZATEN FEDERASYONDU

Batalıkta şuursuzca hareket etmemek için tutunduğumuz dalın sağlamlığından emin olmamız lazım. Daha doğrusu dalın bağlı olduğu ağacın köklerinden. Bizim köklerimiz hala çok sağlam. Yugoslavya parçalanırken zaten bir federasyondu, bir başka değişle federatif yapısı bölünmesini kolaylaştırdı. Zaten ayrı devlet olacak bölgeler önceden belirlenmişti. Türkiye, federasyon değil üniter bir devlet dolayısıyla bugün şiddetle ana sigortaya sahip çıkmak gerekiyor. Bu nedenle tutunduğumuz ağacın köklerini kemiren iki bayrak, iki dil, bölgesel parlamento gibi haşereleri etkisiz hale getirmek gerekiyor. Kastımız elbette fikirlerin etkisiz hale getirilmesi. Tutunduğumuz ağacın kökleri sağlam ama unutmayalım ki bir yandan ağacı içeriden kemiren haşereler varken bir yandan da elinde baltayla ağaca darbeler vuran dış güçler var. Bu yüzden bataklıktan hemen çıkmak için hamleler yapmak gerekiyor. Bir başka değişle asılın ana dala ve ana dile…

2- SAHİLLER VE AYDINLAR

Yugoslavya parçalanırken ilk ayrılan cumhuriyetler Slovenya ve Hırvatistan olmuştu. Yani parayı elinde tutan kesimler ya da sanayinin yoğun olduğu bölgeler ilk ayrılan bölgeler olmuştu. Dolayısıyla parayı elinde tutanlar ayrılmayı ilk isteyenler oldu. Bu merkezi yönetimin ekonomik anlamda çökmesi anlamına geliyordu. Türkiye’de ise durum tam tersidir. Liman kesimleri parçalanmaya tamamen karşı. Ülkemizde sorun merkezi yönetimin teslim alınmış olması, ancak elinde federasyonu sağlayacak maddi bir imkan var mı? Kapitalizmin yaşadığı krizde emperyalistler neler yapabilir düşünülmeli. Yugoslavya’dakinden farklı olarak Türkiye’deki aydınlarda hakimiyet henüz parçalanmaya karşı çıkanlarda. Bu toplumu etkilemek açısından önemli bir etken. Burdaki sorun aydınların artık tespit yapmayı bırakıp mücadele aşamasına gelmesi gerekiyor. Mücadele, bazı aydınlar için örgütlü olmak bazıları için etki alanlarını hep canlı tutmak için hareket halinde olmaktır. Kanaatimce örgütlü aydın olmak her zaman daha büyük kazanç getirecektir.

3- DÜNYA DA OTPOR, TÜRKİYE DE TGB

Sanırım başlık herşeyi özetledi. Türkiye heryerden farklı. Emperyalist saldırı döneminde bütün dünya Jöntürk’leri konuşuyordu. Dönemin genç Türkleri batının şaşalı hayat tarzını ya da onun makyajını boyasını değil de halkının bağımsızlığını tercih etti. İstanbul Erkek Lisesi’ni, Tıbbiye’yi, Mekteb-i Sultani’yi ve dahi spor kulüplerini hangi ülke de gördük. Hadi gelelim 68’e. Bütün dünya da 68 Hareketi daha fazla seks ve daha fazla kafa bulma özgürlüğü anlamına gelirken, herkes papatya olma meraklısıyken Türkiye’de 68 Hareketi bağımsızlık mücadelesi oldu. Onlar papatya değil birer kurtuluş savaşçısı olmayı tercih ettiler ve dünyaya fark attılar. Ya bugün… ABD ve AB bütün dünyaya Yugoslavya’da doğan Otpor isimli örgütün kopyalarını yaydı. Yugoslavya, Ukrayna, Gürcistan yani Otpor, Pora, Kmara… Soros paarayı verir gençlere makyajlı dünyaların kapılarını açar ve karşı devrimler yapılır. Türkiye öyle mi? Genç Siviller mesela ne kadar etkili? Basın onları parlatmak için elinde allı pullu kameralarla koştura dursun mecburen Türkiye’nin gençlerini haber yapmak zorunda kalıyor. İşte en büyük sigortamız onlardır. Türkiye Gençlik Birliği… Yemiyor arkadaş Türkiye’nin geleneğinde Jöntürk’ler var. İşte bu en büyük sigortadır. Fazla söze gerek yok onlar zaten konuşuyor…

4- PARÇALANMAYI KİM İSTİYOR Kİ?

Gelelim işin aslına. Türkiye’de parçalanmayı kim istiyor Allah aşkına? PKK’ya oy veren bütün kitlelerin üstüne üç beş aşiretide koysak en çok yüzde 10… Kasıtlı olarak abartıyorum ki ders çıkarması gerekenler çıkarsın. Yugoslavya’da Sırbı, Hırvatı, Makedonu, Boşnağı, Arnavutu paarçalanmak istiyordu. Türkiye’nin en az yüzde 90’ı parçalanmaya karşı. Diyeceksiniz ki, karşı ama Türkiye’yi ABD parçalamak istiyor. BBC anketine göre yüzde 87’si de ABD’ye karşı, ne yapçaz şimdi? Matematik 2 kere 2 kaç eder… Eğer 5 ederse eyvallah…. Bu arada BBC anketinin sonuçları boyalı, yani eklemeli…


SON SÖZ!!!

Üç ünlem koydum ki parçalanma amacında olanlar yaptıklarının kendilerine ne kadar zarar verebileceğini kestirebilsin. Türkiye’nin parçalanacağını düşünüp buna yatırım yapanlar Hrant Dink’in Malatya’da söylediklerini unutmasın: “Kürtleri, Ermenilerin düştüğü hataya düşmemeleri konusunda uyarıyorum.” Bu cümle yüzünden katledildi Hrant Dink ama biline ki “keser döner sap döner gün gelir hesap döner.” Ben söyleyiyim de insanlık vazifemi yerine getiriyim: “Türkiye, Yugoslavya olmazzzz!!!!”

TEOMAN ALİLİ
Oraj POYRAZ

ustasindan yilbasi hindisi tarifi.

Bu tarif ciddi ve rakisiz-:))


Ustasından 'yılbaşı hindisi' tarifi - GÜNCEL

Ustasından 'yılbaşı hindisi' tarifi  


Türkiye Aşçılar Federasyonu Başkanı Zeki Açıköz, yılbaşı sofralarının vazgeçilmezi fırında hindi pişirmenin püf noktalarını anlattı.

Hindiyi aroma katması için baharat, biberiye ve defne yaprağıyla marine eden Açıköz, üzerine döktüğü özel sosun tarifini verdi. Yemekte lezzetin yanı sıra görselliğin önemli olduğunu anlatan usta aşçı, hindinin iç pilavın yanı sıra kestane ve taze haşlanmış sebzelerle sunulmasını önerdi.

Sheraton Oteli'nin başaşçısı Zeki Açıköz, yılbaşında lezzetiyle damaklarda unutulmaz tat bırakacak fırında hindinin yapımına ilişkin ipuçları verdi. Yıl boyunca çok fazla tercih edilmese de yılbaşı sofrası denilince akıllara fırında hindinin geldiğini belirten Açıköz, hindi pişirmenin detaylarını anlattı.

Açıköz, öncelikle temizlenmiş hindinin üzerinde kalan ince tüylerinin ocakta yakılması, ardından da tuz, biber, baharatlar ve çiçek yağıyla güzelce marine edilmesi gerektiğini söyledi.

Hindinin yavan tadının, bıçakla deldikten sonra içine yerleştirilecek biberiye, defne yaprağı gibi baharatlarla büyük bir lezzete çevrilmesinin mümkün olduğunu dile getiren Açıköz, ''Fırına atılmadan önce yanına konulacak sebzeler hindiye tat katar. 4 kilogramlık bir hindi için 2 kuru soğan, 2 havuç, bir baş sarımsak ve 1 kök kerevizi temizleyip soyduktan sonra bir tepsiye doğruyoruz. Üzerine hindiyi yerleştirdikten sonra fırına atıyoruz'' dedi.

Hindiyi pişirme süresinin değişiklik gösterebileceğini belirten Açıköz, 3.5-4 kiloluk bir hindinin 180 derecelik fırında yaklaşık 1-1.5 saatte pişebileceğini, hindinin büyüklüğü arttıkça pişirme süresinin de uzayacağını kaydetti.

Ancak bu sürelere bağlı kalınmaması gerektiğini ifade eden Açıköz, ''Evdeki fırının markası, özellikleri ve hindinin boyutuna göre daha kısık ateşte ve daha uzun zaman pişmesi gerekebilir. Bunun için yapmamız gereken kanadından tutup çekmek. Kanadından tuttuğumuzda parçalanıyorsa, kemiği kolay ayrılıyorsa, pişmiş demektir'' diye konuştu.

-HİNDİYE TAT KATACAK ÖZEL SOS-

Hindi piştikten sonra üzerine dökülecek sosun tarifini vermeyi ihmal etmeyen Açıköz, Türkiye'de kemiklerden yapılan sosun çok fazla kullanılmadığına değindi.

Ancak bu sosun yemeğe büyük lezzet kattığını vurgulayan Açıköz, şöyle devam etti:

''Bunun için kemiklerin parçalanıp, sebzelerle birlikte özdeşleşene kadar 3-4 saat boyunca, ağır ateşte kaynatılması gerekiyor. Suyunu çekerse su konulup tekrar kaynatılacak. Son olarak koyduğumuz su yarı yarıya çektiğinde, bunu süzüp kullanıma hazır hale getireceğiz. Tereyağıyla tatlandırarak servis edeceğiz. Hanımlar, bu sosu buz torbalarının içine koyup, çorba, pilav yaptıklarında ya da yemeklerde hazır bulyonun yerine de kullanabilir.''

Hindiyi, haşlanmış veya fırında kestane, haşlanmış brokoli, brüksel lahanası gibi sebzeler ve iç pilavla sunan Açıköz, hindiyi tercih etmeyenlerin bu yemeği tavukla ya da kaz ve ördek etiyle de hazırlayabileceklerini söyledi.

-SOFRANIZA RENK KATACAK MEZELER-

Yılbaşı sofralarını süsleyen tek lezzetin hindi olmadığını ifade eden Açıköz, hafif ve lezzetli mezelerin de sofraya renk katacağını belirterek, menüsündeki özel lezzetlerden bazılarını paylaştı.

Açıköz, yılbaşı sofraları için zeytinyağlı fasulye, imam bayıldı, Çerkez tavuğu, şakşuka, Osmanlı mutfağından vişneli yaprak sarma, kısır, Rus salatası, cevizli mayonezli et salatası ve peynir çeşitlerinden oluşan tabak önerdi.

Herkesin kültürel bir sofra alışkanlığı olduğunu belirten Açıköz, ''Bunlara benzer mezeleri herkes hazırlayabilir. Sofrada tüketecekleri içkilerinin yanında aperitif dediğimiz soğuk başlangıç tabağını hazırlayabilirler. Bunların yanında börek, makarna, yöresel erişteler ikram edebilirler. Bizim çok geniş bir kültürümüz var. Yemeklerimiz ilden ile bile değişiklik gösteriyor. Herkes kendi yöresinden, kendi köyünden getirdiği yiyeceklerle, peynirlerle mükemmel sofralar kurabilir'' dedi.

Yılbaşını evlerinde kutlamak isteyenlerin ekonomik şartlarına göre çok güzel sofralar kurabileceğini dile getiren Açıköz, ''Önemli olan sofradaki yiyeceklerden ziyade dostlarla, arkadaşlarla bir arada olmak. Herkes, mutfağındaki malzemelerle çok güzel şeyler yapabilir, önemli olan sevgi katmak, yemeklere ve sofraya bu sevgimizin yansıması'' diye konuştu.

-USTA AŞÇININ MENÜSÜNDEN MEZELER-

Usta aşçı Açıköz'ün menüsündeki özel mezelerden birkaçının tarifi ise şöyle:

''Çerkez tavuğu malzemeleri: 4 tavuk göğsü, 2 bayat ekmek içi, 500 gram süt, 100 gram ceviz, 1 çay kaşığı tuz, yeterince kırmızı toz biber ve karabiber, 1 çorba kaşığı zeytinyağı, 1 diş sarımsak.

Yapılışı: Tavuklar suda haşlanıp ince şekilde elle didiklenir. Tencereye yağ ve dövülmüş cevizler konulup kısık ateşte kavrulur. Sütle ıslatılmış ekmekler ilave edilir. Dövülmüş sarımsak, tuz ve biberler ilave edilip kısık ateşte 10 dakika pişirilip soğutularak tavukların üzerine gezdirilir.

Şakşuka: 2 orta boy patlıcan, 2 domates, 1 soğan, 3 diş sarımsak, 1 bardak sıvı yağ, tuz, karabiber, toz şeker.

Yapılışı: Patlıcanlar soyulup, küp şeklinde doğranır. Sıvı yağda kızartılır. Soğan ve sarımsak ince doğranıp, yağda sarımsak ve soğan kavrulur. Domatesler soyulup, ince doğranıp, soğana ilave edilir. Malzemeler iyice kavrulduktan sonra, tuz, karabiber, ve şekerle tatlandırılır. Sos kızarmış patlıcanlarla karıştırılıp servise sunulur.

Kısır: 250 gram bulgur, 4 sivri biber, 1 bağ maydanoz, 1 bağ yeşil soğan, 2 domates, 2 çorba kaşığı biber salçası, 1 limon, 1 kahve fincanı zeytinyağı, 1 çay kaşığı tuz, yeterince pul biber ve karabiber.

Yapılışı: Bulgur sıcak suda ıslatılır. Diğer malzemeler ince şekilde doğranarak bulgura katılır. Salça, yağ, limon suyu ve baharatlar eklenip karıştırılır.''

__._,_.___
Oraj POYRAZ