Bu konuda benim kanaatim şudur;
Kürtler, en azından bir bölümü taaa ilk baştan beri ayrılmak ve ayrı bir devlet çatısı altında olmak istemektedir.
Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi isyanları ve kalkışmaları bana bunu düşündürmektedir.
Demokratik sistem içerisinde Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yerel Kürt feodal güçleri meclis çatısı altında milletvekili, yerel anlamda da belediye başkanı olarak hemen her zaman temsil edilmiştir.
1980'lere kadar genel olarak feodal güçler cumhuriyet içerisine entegre olmuş, zenginlik ve güçlerini bu şekilde koruma yolunu seçmiştir.
Fakat, özellikle 1980'lerden itibaren PKK kitleler içerisinde giderek etkinlik ve gücünü artırmıştır.
Bu dönemde feodal ağaların yer yer PKK'yla işbirliği içine girdiklerini söyleyebiliriz.
Giderek ulusal mecliste, yerel meclislerde, feodal güçlerin dışlandığını ya da kontrol altına alındığını, demokratik sistem yardımıyla PKK'nın devlet içinde yer aldığını, ve buradan ekonomik, siyasi güç temin ettiğini görüyoruz.
Başlangıçta bölücüler merkez partiler bünyesinde yer alıyorlardı.
Ve siyasette anahtar rol oynayan bir blok oluşturdukları için de oy potansiyellerinin de ötesine geçerek bakanlık, parti yöneticiliği gibi üst düzey rollerde yer aldılar.
Şimdilerde ise hem doğrudan kendi partileri, hem de ulusal partiler içinde yer alıyorlar.
Ve yine ulusal politikada anahtar bir blok oluşturuyorlar.
Uzun dönemler merkez sağ partilerin kurduğu hükümetlerde bakan/parti yönticisi olarak ama örtülü bir şekilde kadrolarını ulusal ve yerel yönetimlere yerleştirdiler.
Bu süreçte, herkesin derin devlet dediğinde aklına gelen TSK ise zaman zaman sert çıkışla yapsa da, netice olarak genel gidişata çok da tesir edememiştir.
Özetle, genel anlamda TSK demokratik sınırlar içinde kalmak durumunda olmuştur.
Bu gün itibariyle, bölücüler yerel yönetimlerde, buna İstanbul gibi metropolleri de rahatça dahil edebiliriz gayet güzel örgütlenmiştir.
AKP 'nin yardımıyla üniversiteler dahil olmak üzere bütün bakanlıklar ve devlet kurumlarında örgütlenmişlerdir.
80'li yıllardan itibaren dağlarda kadro oluşturmaya çalışan PKK zaman zaman sivil iktidarların onay vermesiyle TSK tarafından ciddi kayıplara uğratılmıştır.(12. Eylül dönemi iktidarları, T. Çiller dönemi)
Ancak, geçen zaman içinde genel olarak, iktidarlar TSK'nın önleyici tarzda icra edilecek, sınır ötesi harekatlarını, bölgede yapacağı arama kurtarma harekatlarını dizginlemeye çalışmıştır.
Zaman zaman basına yansıyan operasyonlar ise, kanlı baskınlar sonrasında, gelişen büyük infiali ortadan kaldırmak amacıyla, büyük oranda kamuoyunu tatmine yönelik gösteri operasyonlarıdır.
Bölgede görev yapanlar bir çok kez önemli çatışmalar veya kuşatmalar sırasında, tam da kıstırılan gurubun imhası imkanı varken yukarıdan gelen emirlerle operasyonun duraklatıldığından bahsetmektedir.
Çoğu durumda bu yukarıdan gelen bu emirlerin en tepesinde ise sivil iktidarlar vardır.
Yerel ve ulusal devlet teşkilatında örgütlenen Kürtler siyasete tesir ederek, iktidarları TSK'yı kısıtlayıcı, kuşatıcı icraatlara zorlamaktadır.
Özetle, Türkiye demokratik sistem dahilinde yavaş yavaş çözülmektedir, demorasimizin bu tehdide karşı kendini koruma imkanı yoktur.
Taa ki, sokaklarda sivillerin çatıştığı ana kadar bütün politik aktörler gelişmeleri sadece seyretmek, ve rahatsızlığını beyan etmek durumundadırlar.
Kamuoyu mental anlamda dağılmış durumdadır.
TSK arkasında kamuoyu desteği olmadığı için harekete geçememektedir.
Son iki yıldır TSK'ya karşı yapılan operasyonlar bu sonucu doğurmuştur.
AKP ise bir "hep ya da hiç" veya "benden sonra tufan" oyunu içerisindedir.
Çanak çömlek patladığında ise artık, kimin, nereye kadar, ne yapabileceğini tahmin etmek çok zordur.
Ondan sonrasına ben kısaca kırk katır mı, kırk satır mı diyorum.
Hayırlısı, hamdolsun....
On 23.12.2010 11:26, izel namer wrote:
Naiczane yeri gelmisken bir soru sormak istiyorum. Turkiyede karanlik guclerin oldugu ve ne kadar guclu olduklari bilinen bir gercek. Ugur Mumcu olduruldukten sonra gazetelerede konu olan Guneydogudaki Kurt sorunu ile ilgili birkitap yazmis bu kitap yayinlanicagi sirada olduruldugu dile getirlimisti. Daha sonra Ozdemir Sabanci suikastindede benzer bir iddia ortaya atilmis ve Guneydoguda yatirim yapmak iseyen Sabanci gurubunun oncelikle bu bolgede bir arastirma yapip cok carpici seylere rastladigi ve bu yuzden olduruldugu konusulmustu. Eger bunlar dogru veya en azindan biraz gerceklik payi varsa. Bu sorunun bitmesini istemeyenler yalnizca bagimsizlik isteyen kurtler degil ayni zamanda askeriye ve devlettemi bu konularin bitmesini istememekte ?
From: Oraj POYRAZ <cimcime@neomailbox.net>
Sent: Thu, December 23, 2010 10:05:31 AM
Subject: [ISRATURK] Güneydoğu'da Bir İç Savaş Başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!..
Güneydoğu'da Bir İç Savaş Başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!..
Dün 22:31 SalıGüneydoğu'da bir iç savaş başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!..
Güneydoğu'da bir iç savaş başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!..
Bu sözler Uğur Mumcu'ya ait. 1991'de söylemiş ve Cumhuriyet gazetesinde yazmış.
"Bu bir devlete meydan okuma ve bir ayaklanma hazırlığıdır!
Yıl 2010. 21 Aralık, Salı.Yukarıdaki sözler de MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'ye aittir.
91'de, Mumcu'nun bu sözlerinden sonra ne oldu?
2010'da Sayın Devlet Bahçeli'nin bu tespitlerinden sonra ne olacak?
Şimdi size tarihimizi konuşturacağım, ben bir şey demeyeceğim. Bakın yakın Türk Tarihi ne diyor bize…;
Yıl 1991. Mart'ın 13'ü. Uğur Mumcu, Ankara'daki bürosunda, oldukça öfkeliydi. Devlet makamlarının Irak'lı iki peşmergeyi, Barzani ve Talabani, muhatap almış olmasına çok içerlemişti. O'na göre devlet, bunu yapmış olmakla güç ve otorite kaybediyordu. Çalışma masasına geçti. Beyaz bir sayfa açtı. Kalem yazıyordu ama düşünceleri yazdıklarından daha ağırdı;
"Celal Talabani ve Mesut Barzani hangi "sıfat' ile Türkiye'ye çağrılıyor? Dışişleri sözcüsünün 'gayri resmi nitelik' taşıdığını ileri sürdüğü bu gizli görüşme 'devlet ' adına nasıl yapılabiliyor? Devlet adına kim, nasıl yetki kullanıyor? Bu ülke Dışişleri Bakanlığı yok mu? TBMM yok mu? Hükümet yok mu? Genelkurmay yok mu? Bu gibi konuların görüşüldüğü Milli Güvenlik Kurulu yok mu? Yetkili kurumlar ve kurullar yok mu? Partiler yok mu? Kamuoyu yok mu?"
Aynı yıl, aynı ay ve belki de aynı saatlerde, jandarma istihbaratının güçlü isimlerin Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Şırnak'taki bürosunda, 91 yılı itibariyle Irak'taki gelişmeleri üst makamlara rapor ediyordu. Durum endişe vericiydi. PKK terörü siyasi bir projeye dönüşüyordu. Umarım, beni anlarlar, diyerek aldı kalemi ve yazdı;
" Çok açık olarak ifade ediyorum; bu bölgede (Kuzey Irak) emperyalizmin denetiminde bir Kürt devleti kurulmak isteniyor. Apo, önderlik sorununa ilişkin kitabında, bütün Kürdistan'ı parçalara ayırmıştır. Bu parçalardan Türkiye Kürdistan'ın tüm Kürdistan'a önderlik edeceğini yazmıştır. Şimdi parçada önderlik değişti. İpleri elinde tutan emperyalistler, şimdi Kuzey Irak'a kendi denetimlerinde bağımsız bir Kürt devleti kuracaklardır. Daha sonra, Türkiye, İran ve zamanla Suriye'de çıkan kargaşalıklara bu Kürt devleti, "size yardımcı olayım" diyecektir. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuzey Irak'la ilişkisi PKK temelinde şekillenmiştir. Bu yanlıştır. Sonuçta işte Talabani gibi siyasi bir fahişe çıkar, PKK'yı koz olarak kullanır…"
Binbaşı Ersever böyle diyedursun, Uğur Mumcu'nun ise öfkesi hala dinmemişti. İzlenen siyasetin yanlışlığını tüm gücüyle haykırmasına rağmen ülkede değişen bir şey olmuyordu.
Türkiye, emperyalistlerin tuzağına düşürülmüş ve bu tuzak içinde sürükleniyordu. Mumcu yeniden kalemini bir hışımla aldı ve yeniden yazdı;
"Kürt sorunu, ülke topraklarından parçalar kopararak değil, din ve mezhep bayramlarını silahlı çatışmalarla körüklemekle değil, ABD ve CIA destekli Kürtçülükle değil, Edirne'den Ardahan'a, Ağrı'dan İzmir'e, Diyarbakır'dan Antalya'ya kadar her yerde 'insan haklarına saygıyla' çözümlenir. Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e, Alevi'yi Sünni'ye düşman eden bu emperyalist siyasetin Türkiye'ye neler getireceğini görmemek için kör ve sağır olmak gerekir. Ya da 'gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde' olmak!"
Uğur Mumcu, Türkiye'nin içine çekildiği tuzağı inatla ve açıkça yazıyor, anlatıyor ve konuşuyordu. Emperyalizme karşı mücadelesinden, 'bağımsız ve özgür bir ülke' amacından asla vazgeçmeyecekti. Gerçekten de Türkiye, aslında bir bilinmeze değil, sonu belli bir yolda sürükleniyordu. 1991 Körfez Savaşı'nda "bir koyup üç alacağız" diyen Özal'ın izlediği siyaset, bir yandan Irak'ı parçalıyor, öte yandan Türkiye'yi 'etnik ve dini temelde' farklılıklar üzerinden ayrıştırıyordu. Gidişat iyi değildi. Aynı süreçte, bu tehlikeyi bir başka köşede ve bir başka açıdan gören bir Binbaşı da, üst makamlara rapor üstüne rapor yazıyordu;
" 'Şemdinli'ye dikkat, Şemdinli'ye dikkat edin'. Apo "Her şey Bir parça özgür vatan" sloganındaki özgür vatanın Şemdinli olacağını söylüyor… A. Öcalan'ın 92 yılı hedefi; Botan- Behdinan savaş hükümetini kurmak, ulusal meclis için seçimleri yapmak ve batı illerinde yeni bir örgütlenme ile batı da terörü tırmandırmaktır…"
Oraj POYRAZ
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Düşman nerede olursa olsun çatışmak istiyorsak, düşmanı istediğimiz yere çekip bizim koşullarımızla savaşmaya zorlamalıyız. Sun Tzu'dan Savaş Sanatı oO-------------------------------------------------------------------Oo http://orajpoyraz.blogspot.com/
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Başarı mı dedin? Başarı tamamıyla şansa bağlıdır ! İnanmazsan başarısız insana sor.. EARL WILSON oO-------------------------------------------------------------------Oo http://orajpoyraz.blogspot.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder